Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 MAYIS 2008 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM İş Bankası Genel Müdürü, Ersin Özince‘Üretmeden tüketmek yok’ dedi Finansal kriz utanç verici Ersin Özince, finansal krizleri skandal olarak nitelendirdi ve dünyaya akıl veren konumdaki finansal kuruluşların oturup bu işlerle ilgili çözüm üretmesi gerektiğini vurguladı. Ekonomi Servisi İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, “Bu yaşanan finansal krizler skandaldır. Ben üzüntü duyuyorum, utanıyorum da biraz” dedi. Özince, “Bir Kumbara Öyküsü” sergisinin açılışından sonra gazetecilerin sorularını yanıtladı. Özince, IMF’yle var olan standby anlaşmasının yürütülmesine ilişkin olarak “Böyle bir ilişkinin sürdürülmesinin fevkalade bir sakıncası olmaz. Şu andaki durumumuz, yani ‘tamamen böyle bir şey yapmayalım’ diyecek kadar güçlü olsaydı, memnuniyetle ben bunu söylemek isterdim, ama sürdürülmesinde bugün için yarar var diye düşünüyorum. Kemerlerimizi bağlayalım” dedi. Ersin Özince, bir başka gazetecinin “Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler arasında en kırılgan ilk 5 ülke arasında gösterildiğine” ilişkin soru üzerine de, bu tür değerlendirmelere katılmadığını ifade ederek en kırılgan ülkelerin, bankacılık sektörü batmış ülkeler olduğunu dile getirdi. Özince, “Cari açık hafife alınacak bir konu değil, ama bugün bankacılık sisteminde çok ciddi sermaye denetimi yapılan ülkelere üçlü denetim tavsiye etsin, önce bunu değerlendiren reyting şirketleri diye düşünüyorum. Tabii Türkiye’nin de cari açığına çare bulması lazım, üretmeden tüketmek yok.” Özince, “Dünyada bugün yaşanan gelişmeler sizde nasıl bir düşünce uyandırıyor” sorusuna karşılık da dünyada globalizasyonun lidersiz ve yönsüz, prensipsiz kaldığını görmenin üzüntü verici olduğunu kaydederek “İnsanlar bir yandan büyük yoksulluk, açlık, sıkıntı çekerken dünyanın bir Yerelin Dayanılmaz Cazibesi C 9 İş Bankası ‘KUMBARAYI’ açtı T Ersin Özince ürkiye İş Bankası kumbarayı ülkemize getirişinin 80. yılını müzesinde açtığı “Bir Kumbara Öyküsü” başlıklı sergi ve kitapla kutladı. Gökhan Akçura’nın hazırladığı sergi ve aynı adı taşıyan kitap bankacılık çevresi ve ekonomi basınından büyük ilgi gördü. İş Bankası Müzesi’nin ilk süreli sergisi olan “Bir Kumbara Öyküsü” de ziyarete açıldı. Sergi 15 Eylül 2008 tarihine kadar İstanbul’da gezilebilecek, ardından İzmir’de ziyarete açılacak. Sergiyle, ilk kumbarayı 1928 yılında Türkiye’ye getirip müşterilerine sunan, para biriktirme alışkanlığının, tasarruf bilincinin ülkemizdeki gelişiminde ilk adımları sergide görüldüğü gibi kararlılıkla atan Türkiye İş Bankası, o günden e 23 Nisan’lar hediye edilen bizlerde her türden tasarrufun yüksek “değer” olduğu bilincini uyandırıyor. çok ülkesinde böylesine saçma sapan skandalların da yaşanıp dünya insanının refahına harcanabilecek olanların sözüm ona kaybedilmesi büyük skandal. Burada dünyaya akıl veren konumdaki finansal kuruluşların oturup bu işlerle ilgili de güzel güzel akıllar vermesi gerekiyor, aynen Türkiye’ye verilen akıllar gibi. Türkiye’nin akla çok ihtiyacı olduğu konusunda hiçbir tereddüt yok, ama bu yaşanan finansal krizler skandaldır. Ben üzüntü duyuyorum, utanıyorum da biraz.” İngiltere Merkez Bankası’nın aldığı önlemlere yönelik olarak da Özince, 2001’de Türkiye’de yaşanan krizde de böyle önlemler alındığını belirterek şöyle konuştuı: “Bu işlerin standardı, sağlık standartları, yasal kurallar gibi çok daha standardize olmalı. Eşgüdüm içinde olmalı. Bir ülkenin merkez ban kası bununla ilgili daha ciddi bir çözüm getirirken diğeri daha az ciddi bulunan bir yaklaşım getiriyorsa, bu da bir başka skandaldır. Bunlara Birleşmiş Milletler mi, Uluslararası Para Fonu mu, Dünya Bankası mı, birilerinin önayak olup dünyayı bu yönde yönlendirmesi lazım. Yoksa boşu boşuna ciddi kaynaklar heba olur ve bunun da faturası herhalde en çok gelişme ihtiyacındaki ülkelere, onların fertlerine çıkar.” ASARRUF BİLİNCİ YAYILMALI İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Caner Çimenbiçer, İş Bankası kumbarasının, ekonominin temel değerlerinden biri olan tasarrufun Cumhuriyet kuşakları boyunca benimsenmesine T olanak sağlayan bir simge haline geldiğini söyledi. Çimenbiçer, sadece parada değil, zamanda, doğal kaynaklarda ve enerjide tasarruf bilincinin önemine işaret ederek bu bilinci yaşamın bir parçası haline getirmenin herkes için insan olmanın vazgeçilmez değerleri arasında bulunduğunu anlattı. Caner Çimenbiçer ‘Petrol üretme, doğalgazı taşı’ Washington yönetiminin, AKP hükümetine Irak’ın enerji kaynaklarına ilişkin biçtiği yeni misyon, petrol üretimi değil, Irak’ın kuzeyindeki doğalgazın taşınması ve Batı hattına eklemlenmesi olacak Bahadır Selim DİLEK ANKARA AKP, Washington yönetiminin baskısıyla Irak politikasında ABD’nin dümen suyuna girmesine karşın küresel enerji rekabetinin geleceğini belirleyecek petrol denkleminde yer bulamadı. Washington’un Batılı müttefiklerini Rusya’nın tekelinden kurtarmak için Irak doğalgazını Türkiye aracılığı ile devreye sokma kararıyla birlikte, Ankara petrol pazarlıklarının dışında kaldı. Buna göre ABD’nin AKP hükümetine Irak’ın enerji kaynaklarına ilişkin biçtiği yeni misyon, petrol üretimi değil, Irak’ın kuzeyindeki doğalgazın taşınması ve Batı hattına eklemlenmesi olacak. AKP hükümeti de göstermelik birkaç açıklama dışında ABD’nin verdiği bu yeni misyonu kabul etti. Böylece Irak’ta petrolün üretimi, işlenmesi ve uluslararası piyasalara çıkarılması, çoğu ABD kökenli çokuluslu şirketlerin tekelinde kalacak. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) ve yan kuruluşu Türk Petrolleri Uluslararası Şirketi Turkish Petroleum International Company’nin (TPIC), Irak’ın güneyindeki petrol ihalelerine alınmamasının perde arkasında kalan nedenleri, Washington yönetiminin Irak’ta yeni enerji denklemleri oluşturması ortaya koydu. Bu denklemin bir yanında İran, diğer yanında Irak petrolleri, doğalgazı ve Batı sistemine eklemlenmesi politikaları yer aldı. Bu çerçevede de ortaya çıkan tablo, Washington yönetiminin Türkiye’ye biçtiği misyonun, Irak’taki sahalarda petrol üretiminden çok, doğalgazın çıkarılması ve taşınmasını kapsadığını gösterdi. 2005 yılı başından itibaren şekillen meye başlayan bu tablonun en dikkat çekici ayrıntıları 2007 yılında ortaya çıktı. ALIK HOLDİNG DEVREDE ABD Dışişleri Bakanlığı enerji işlerinden sorumlu Müsteşar Yardımcısı Matt Bryza, 9 Mart’ta İstanbul’da yapılan 6. Enerji Konferansı’nda yaptığı açıklamada, “Irak’ta çıkacak gaz, Türkiye ile stratejik ortaklığımızı pekiştirecektir. Türk, Irak ve ABD yetkilileri olarak Irak doğalgazını Kuzey Irak’tan geçirip Türkiye’den Avrupa’ya ulaştıracak proje hakkında görüşeceğiz” demişti. Ancak Bryza’nın bu sözlerini kimse Türkiye’nin petrol ihalelerinden dışlanacağı şeklinde yorumlamamıştı. Ç Bryza bu açıklamasından yaklaşık dört ay sonra, 1 Temmuz 2007 tarihinde, İstanbul’da Irak’ta enerji ihalelerine girme çabası içinde olan ve kısa süre önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın genel müdür koltuğuna oturmuş olduğu Çalık Grubu ile görüşme yaptı. Çalık Grubu’nun KaradenizKızıldeniz hattı olarak bilinen ve Ceyhan’dan İsrail’e uzatılacak boru hattının da yapımını üstlenmiş olması göz önüne alındığında, ortaya çıkan siyasal ve ticari bağlantılar, ABD’nin doğalgaz konusunda AKP ve Çalık Grubu üzerinden doğalgaz politikası yürütmekte olduğunu gösterdi. Çalık Holding, SamsunCeyhan boru hattını ihalesiz olarak almıştı. SamsunCeyhan arasındaki hattın yapımını halen Çalık Holding yürütüyor. Çalık Grubu’nun yapımını üstlendiği bu hat, Ceyhan’dan İsrail’e uzatılacak. PAO’YA SHELL ORTAKLIĞI Erdoğan, 25 Haziran 2007’de, yani Bryza, Çalık Grubu ile görüşmeden beş gün önce İstanbul’da yapılan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Zirvesi’nde Rusya’nın enerji işbirliği önerisine karşı İsrail hattının desteklenmesi koşulunu gündeme getirmişti. Bu da ABD’nin bölgesel enerji yaklaşımlarının AKP tarafından bilindiğini ve Washington yönetiminin koşullarının kabul edildiğini ortaya koyuyor. T ABD, Tahran yönetimini baskı altına alarak İran doğalgazının Türkiye üzerinden uluslararası piyasalara çıkarılmasının önünü kesmek, Irak doğalgazını ön planda tutmak isterken TPAO’nun doğalgaz konusunda tek başına girişimde bulunmasını da engelledi. Irak doğalgazı için TPAO, Shell ile ortaklık kurmak zorunda kaldı. Hatta doğalgaz üretimi ruhsatı için Irak hükümetine başvuruyu da Shell yaptı. Ayrıntılara ilişkin olaraksa Shell ile doğalgaz boru hattındaki iki alternatifin ele alındığı öğrenildi. Buna göre alternatiflerden biri Suriye üzerinden Arap gazına bağlanması, ikincisi de kuzeyden doğrudan doğruya Türkiye’ye gelmesi şeklinde olacak. ienvenue chez les Ch’tis” (Ch’ti’lerin Diyarına Hoş Geldin) isimli Fransız filmi önümüzdeki bir, belki iki hafta içersinde ulusal sinema tarihinin en büyük hasılat rekorunu kıracak. 27 Şubat’ta gösterime giren bu komedi filmini iki ayda yaklaşık 20 milyon kişi seyretti, seyretmeye devam ediyor. 11 milyon avroya mal olan filmin yalnızca ilk 5 haftalık gişe hasılatı 100 milyon avro. Tarihi rekor, 30 Mayıs’ta senaryoya konu olan yörede kutlanacak. Böyle bir sinema mucizesi nasıl açıklanabilir? Teknoloji harikası, muhteşem gösterişli aksiyon sahneleriyle mi? Seksi ve/veya yakışıklı yıldız oyuncularla mı? Acayip bir reklam seferberliği, pazarlama kampanyasıyla mı? Filmde ne aksiyon, ne teknoloji, ne de baldırbacak ve adalepazı gösterileriyle parlayan starlar var. Zeki, sade, basit ve de son derece insancıl bir hikaye çevresinde, çılgın kalabalıklardan uzakta doğal bir ortamın, sıradan insanların, sorunlu olduğu kadar mutlu gündelik yaşamına tanık oluyoruz. İçimizden birileri, kendimiz, yerelimiz derinlemesine, az biraz mizah katılarak beyaz perdeye yansıyor. Ancak bu olağanüstü başarının sırrı öncelikle filmin ilk sahnelerinden birindeki bir diyalogda gizli. ??? Philippe, Güney Fransa’nın pırıl güneşli SalondeProvence bölgesinde posta şefidir. Karısı yıllardır, kocasının ne yapıp edip ille de Akdeniz kıyısı Coted’Azur’de bir görev kapması için başının etini yemektedir. Dırdırdan bıkan Philippe’in tayini için kurmaladığı hile ortaya çıkınca, değil Akdeniz’e inmek, gariban koca işini kaybetmemek için mesleki argoda, “jargon”da sürgün nitelenen Kuzey’e, hem de en azından iki yıllığına atanacaktır. Özellikle Güney Fransa’da “Kuzey” sözcüğü, kavramı soğuk iklim, kara yüzlü maden ve kömür ocakları işçileri, kabagörgüsüz insanlar, mutfakyemek tanımayan sarhoşlar diyarı gibi klişelerle, önyargılarla eşanlamlıdır. Ailesini Güney’de bırakan Philippe tek başına gece yarısı Belçika’ya komşu, NordPasdeCalais (NPdC) bölgesinin Bergues kasabasına vardığında onu sıkı bir yağmur ve konuşmasını bile bir türlü anlayamadığı, ilk bakışta bir tuhaf adam, posta görevlisi Antoine karşılar. Antoine üç arkadaşıyla birlikte çalıştığı postanesine yeni tayin edilen, daha doğrusu “cehennemin dibine” (!) sürüldüğünden ötürü fevkalade mutsuz yeni müdürü Philippe ile karşılaştığında şöyle konuşur: “Bizim diyara gelen yabancılar iki kez ağlar. İlki buralara vardığında, ikincisi giderken...” Philippe ancak Bergues’den ayrılırken bu sözlerin tam anlamını kavrayacaktır. ??? Fransa’nın gerçek kurucusu addedilen Galyalıların ilk yerleştiği veya belirdiği yöre olan NPdC sakinleri Fransızcayı kendilerine has bir aksan, lehçe hatta kimi uzmanlara göre, ülkede resmen mevcut 75 yerel veya bölgesel bir dilden biri diyebileceğimiz “Patois” ile konuşur. Bu dilin ve de bölge halkının simgesi, araba üstlerine, kartpostallar, afişler, internet sitelerine yerleştirdikleri, çoğu Fransız’ın dahi anlamını bilmediği (tabii filmden sonra herkes öğrendi) işareti “Ch’ti”dir. Bu kısaltmanın birkaç çözümü, açıklaması mevcuttur. En yaygın ve itibar görenine göre, bir kere Ch’ti, “Ch’timi”nin daraltılmışıdır. Ch’timi de “Ch’est ti” ve “Ch’est mi” ifadelerinin, yani Fransızca “C’est toi” (Sen(sin)) ve “C’est moi” (Ben(im)) deyişinin birlikte yerel ağızlaştırılmasıdır. Yöre halkı genelde “S” ve “C” harf ve seslerinin “Şe/Şı” şeklinde telaffuz etmekte ısrarlıdır. Tabii ki bu lehçe ve ağız sadece bu seslerle sı “B nırlı değildir. Onlarca farklı ses, yüzlerce, binlerce kavram, kelime ve vurgulama başlı başına bir dil ve kültürün en dışa vuran özellikleri olarak derhal göze ve kulağa çarpmaktadır. İşte film, bu zor iletişimin kattığı, komikleştirdiği sahnelerle zenginleşir. Kahramanınız Philippe, memuru Antoine’nun katalizör kişiliğinden hareketle çok kısada yakınındaki kişileri tanır; çevreyi, yöre yaşamını keşfeder. Sıcak, sevgi dolu, misafirperver, dayanışmacı, candan ve sade insanların oluşturduğu, bu fevkalade sıradan ve de sempatik taşra kasabası onun için ailesinden bile saklanması gereken bir “gizli bahçe” olmuştur artık. Paranın, dinin, milliyetin, futbolun, tüketimin ve benzerlerinin bozamadığı küçük bir cennet... ??? Vasat bir komedi filmi, ortalama oyuncular, hiç de hayalperest veya idealist olmayan bir hayli gerçekçi bir toplum fotoğrafı. Fakat her şeye rağmen iyimserlik ve umut fışkıran, son derece insancıl bir çağrı bile değil, alçakgönüllü bir hatırlatma bu eser. Ancak bu hatırlatma, bu uyarı duyuldu. Kulaktan kulağa, dilden dile sıçradı. 60 milyon nüfuslu bir ülkede 2 ayda 20 milyon kişi beyaz perdeye, “Ch’ti’lere Hoş Geldin”i seyretmeye koştu. Önce 17,3 milyon kişinin izlediği 1966 yılı Fransız yapımı, Gérard Oury’nin yönettiği, Louis de Funès ile Bourvil’in başrollerini paylaştığı savaş ve Nazi taşlaması “Le Grande Vadrouille” (Şahane Oyun) filminin rekoru kırıldı. Şimdi de Fransa’da 20,7 girişle bütün zamanların en fazla seyredilen filmi olan 1998 Hollywood yapımı, James Cameron filmi “Titanic”in rekoru batırılıyor(!). ??? 30 Mayıs’ta NPdC bölgesinin başkenti Lille’de filmin tarihi başarısını kutlamak üzere büyük bir şölen düzenledi. Onur konuğu, kendisi de bir Ch’ti’li, filmin senaryo yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu, Antoine’ı oynayan Dany Boon olacak. Aktörlerde yerellikten içeri bir “yerellik” var ki, altını çizmeden geçemiyoruz. Gerek gerçek adı Daniel Hamidou olan Boon, gerek diğer baş komedyen, Philippe’i canlandıran Kad Merad Kuzey Afrika kökenli göçmen çocukları. Yoksul Cezayirli bir baba ve Fransız bir anneden 1966’da NPdC’nin Armentières kasabasında dünyaya gelen Boon filmde bir anlamda kendi yaşadığı çelişki ve zorluklar da hesaplaşıyor. 1964 Cezayir doğumlu tam adıyla Kaddour Merad’ın yaşam çizgisi de filme farklı bir boyu ve hassasiyet kazandırıyor. Her durumda film Fransızlara yeterince tanımadıkları Kuzey bölgeleriyle ilgili bir tanıtımla yetinmeyip, değişik bir dil ve kültürün, yerel sanılan bir takım değerlerin ne denli evrensel ve yakınımızda olduğunu da kanıtlıyor. Öncellikle bir dostluk ve şovenizm karşıtı çalışma diye algıladığım bu filmden çıkarken, yıllarca önce kardeşim Tuğrul’un aktardığı bir gözlem aklıma geldi. Mesleği icabı 15 yıl Fransa kazan o kepçe dolaşan kardeşim demişti ki, “Akdeniz dahil Fransa’nın hiçbir yerinde Kuzeyliler kadar içten, bonkör, misafirperver, dürüst, güzel insanlar tanımadım. İklimin berbatlığı filan hikaye, çok yaşanası bir bölge...” Philippe filmin sonunda, başka bir yere tayininin çıkması üzerine 3 yıllık birliktelikten sonra Bergues’den ayrılırken, dostu Antoine’ın kollarında ağlayarak aynı düşünceleri paylaşıyordu. Tadına varılan yerel/evrensel gerçekten kopmanın verdiği tatlı hüzün, önyargıların, peşin fikirlerin, kalıp duygu ve düşüncelerin korku ve acısından çok daha derinlerde yatıyordu. ugur.hukum@gmail.com Hıfzı Topuz ve Gönül Kıvılcım Frankfurt’ta FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) – Türk gazeteciliğinin önde gelen isimlerinden ve yazar Hıfzı Topuz, yazar Gönül Kıvılcım ile birlikte bir okuma akşamına katılacak. 2 Mayıs 2008 cuma günü saat 18.00’de başlayacak olan “Journalismus trifft Literatur” (Gazetecilik Edebiyatla Buluşuyor) başlıklı toplantı, Hasengasse 4 adresindeki Şehir Kitaplığı salonlarında gerçekleştirilecek. Gazeteci Topuz ile yazarı Kıvılcım, bu toplantıda yapıtlarından bölümler okuyacak ve okurlarının da sorularını yanıtlayacaklar.