Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler 2 MAYIS 2008 CUMA TCK 301. Madde Üzerindeki Son Çırpınışlar isan ayı, TCK’nin 301. maddesine ilişkin tartışmalarla geçti. Bir çeşit uyum reformu olarak belirtilen yasama etkinliği içinde TCK 301. maddenin değiştirilmesi yönünde hükümet girişimi, tepkileri yaratmakta gecikmedi. Tepkilerin odaklandığı noktalar, soruşturma izninin Cumhurbaşkanı’na tanınması ve soruşturma ile kovuşturma terimlerinin yanlış kullanılması idi. Davanın açılabilmesi için gerekli iznin yeniden kanuna konulması ve bu yetkinin Cumhurbaşkanı’na bırakılması, ceza hukuku çevrelerinde tepki ile karşılandı ve doğal olarak hükümet hemen dayatmacı bir tutum ile değişikliği savundu. Oysa böyle bir yetki, Türk hukuk dünyasında Cumhurbaşkanı’na ilk defa tanınıyordu, yargıya müdahale niteliğinde idi ve anayasada öngörülmemiş bir görevlendirme olduğundan anayasaya aykırı idi. Neyse ki ısrardan vazgeçildi ve iznin Adalet Bakanı’na ait olacağı sonucu tartışma uzamadan benimsendi. Diğer taraftan yanlış kullanılan soruşturma ve kovuşturma terimleri de düzeltildi, iznin soruşturma için verileceği belirtildi. Bu tartışmaların ötesinde, AÇI MÜMTAZ SOYSAL OKTAY AKBAL Politika Yalancılık Sanatı mı? ana bir yalancı gösterin, işte size bir hırsız diyeyim.” İngiliz dü“B şünür G. Herbert’in bu sözü doğru mudur sizce? Her yalancı, hırsız mıdır? Doğruyu, gerçeği çalar yalancı; yanlışı, sahteyi, uydurmayı zorla benimsetmek ister! Kim yalan söylemez? Herkes yalan söyler zaman zaman, diyenleriniz çıkacak. Bir hasta, ölüme doğru gidiyor, bugün yarın... Geçmişsiniz karşısına, “Oh ne kadar iyisin, yakında kurtulacaksın” demişsiniz, bunda bir zarar yok, bir kötülük yok. Yalan kimseye zarar vermediği sürece, belki geçici bir iyilik de yarattığı için hoşgörülür. Ama bunun ölçüsü nerede? İyilik ve kötülük gibi kavramlar görece şeylerdir. Birine göre iyidir, birine göre kötü. İyilik diyerek yalan söylerken, belki de en büyük kötülüğü yaptığımızı bir bilsek... “Yalancının azı olmaz”, der Victor Hugo Sefiller’inde. Bu demektir ki, en küçük, en değersiz yalanı söyleyen kişi en büyüğünü, en zararlısını da söyleyebilir. Kendilerini küçük, masum, zararsız yalanlar söylediklerine, ona buna iyilik için gerçeği sakladıklarına inandıranlar, kulak versinler iyice bu söze. Yalanın azı yoktur. “Bir kez yalan söyleyen bir daha söyleyecektir”, der Beaumarchais. Hepimiz özel deneylerimizde de görmüşüzdür. Yalan, yalanı çağırır. “Tek bir yalanla kalınamaz!” Bir yalanı sıkıca saklamalıyız, başka yalanlarla onu çevreleyip, sarıp sarmalayıp! Belki bir gün, o yalanın doğru olduğuna kendimizi de inandırabiliriz. Ben hiçbir zaman yalan söylemedim, nerede o yalanım, haydi gösterin, diyebilmek için. Yalancı, kendi yalanının altında ezilir, insanlığının küçüldüğünü duyar. Batar o yalan içine, “vicdan” dediğimiz bir şey varsa, ona. Kadınların erkeklerden çok yalan söyledikleri yaygın bir kanıdır. Bir düşünür, “Yalan, kadınların savunma silahıdır, erkekler yanlarında silah taşır, kadınlar yalan” derken bunu hoş göstermeye çalışmış olmalı. Erkeklere karşı üstünlüğü kurmanın yolu budur, yalan silahını kullanmaktır, gerekli gereksiz. Bu yüzden bir kadının en küçük yalanını yakalayan erkek, kuşku canavarından yakasını sıyıramaz bir türlü. Ya başka dedikleri de yalansa, ya yalnız başkalarına değil, bana da yalan söylüyorsa! ??? Politikacılık bir “yalancılık” mesleği sayılır! En iyi yalan söyleyen, en büyük yalan söyleyen, en başarılı politikacı diye geçinir. Nerede? Belirli bir kültür düzeyine ulaşmış toplumlarda değil elbet. İnsanların çoğu okumasız yazmasız, kolaylıkla kandırılacak durumdaki toplumlar “yalan”a bağlanırlar, umutları, hayalleri, hatta mideleri bile yalanla beslenir, doyar. Yığınları yönetmekle sorumlu kişiler ise yalan üstüne yalan atarlar. En olmayacak şeyleri söylemekten başlar bu yalan, halk yığınlarını uyutan, aldatan nice göz boyayıcı sözlere kadar gider. Bir politikacı, “Bir Türkiye’yi iki, üç yapacağız, büyük Türkiye’yi yaratacağız” der de, o ülkeyi eskisinden beter hale getirirse en büyük yalancı değil midir? ??? Montaigne, “Yalan söylerken o yalan söylediğim insandan çok kendimi aşağılamış oluyorum” dermiş. Gerçek insan elbet böyle düşünecektir. Aldatmanın, kandırmanın, yalan yoluyla gerçeği gözlerden saklamaya kalkışmanın o yalanı söyleyeni ne denli küçülttüğünü görmek için gerçek insan niteliklerine sahip olmalı! İşini bitirmek, çıkar sağlamak, göz boyamak için yalana başvuranlar ise küçük, kısa, ömürsüz başarılar ardındadır. İnsanlıkla, insan olma çabasıyla ilgisi yoktur. Montaigne istediği kadar, “Yalancılık iğrenç bir zaaftır. Biz insanız, birbirimizle ancak söz yoluyla anlaşabiliriz. Yalanın ağırlığını ve korkunçluğunu bilsek, onu öteki suçlar kadar öfkeyle kovalarız” desin. Fenelon, “Yalan söyleyebilen bir kimse insan sayılmaya layık değildir” buyursun.. Örnek mi? İşte politikacılar, politika dünyası!.. N Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğretim Üyesi TCK’nin 301. maddesinde geçen “Türklük, Cumhuriyet” gibi terimlerin yerine, uzun süredir önerilen “Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti” korunan unsurlar olarak tasarıya konulmuş, ceza yaptırımının üst sınırı üç yıl hapisten iki yıla indirilmiş, soruşturma izni Adalet Bakanı’na verilmiş ve eylemin yurtdışında işlenmesinin cezayı ağırlaştırıcı niteliği ortadan kaldırılmıştır. Bugünlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine sunulan TCK 301. madde taslağının genel görünümü budur. Bu görüntü içinde, suçun daha somutlaştırıldığını ve eskisine oranla daha hafif bir niteliğe büründürüldüğünü söyleyebilmek olanağı vardır. Ancak bu aşamada bazı saptamaları yapmak uygun olacaktır. 1) Maddenin şimdiki içeriğinde ve taslakta suçun eylemi, “aşağılamak” biçiminde gösterilmiştir. Oysa benzer suç olan hakaret, TCK’nin 125. maddesinde çok daha açık ve belirgin biçimde nitelendirilmiştir. Bu maddede geçen “onur ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte” hakarette bulunma durumunun 301. maddenin kapsamına alınması, çeşitli kuşkuları önleyebilecektir. 2) Şu hususu önemle vurgulamak gerekir ki, soruşturma izninin bu değişiklikle cumhuriyet savcılarından alınıp Adalet Bakanı’na verilmesi yanlıştır. Bu yaklaşım, Yürütme’nin Yargı erkine müdahalesi anlamını taşımaktadır. Eskiden TCK 159. maddede var olan iznin Adalet Bakanı’na ait olması, yeni TCK 301. madde yönünden kaldırılırken yargıya müdahale edilmemesi kaygısı ile hareket edilmişti. Şimdi yeniden eskiye ve yanlış örneğe dönülmesi, hatanın yeniden işlenmesi anlamını taşıyacaktır. Bugünkü CMK’nin 174. maddesinde, iddianamenin iadesi kuralı yer almıştır. Buna göre yargıçlar, iddianameyi, maddi ve biçimsel olarak inceleyip yeniden gözden geçirmek üzere iade edebilmektedirler. Bu açıdan TCK 301 nedeniyle düzenlenen iddianameler de yargıçlar tarafından incelenebilir ve gereğinde iade edilebilir. Dolayısıyla CMK 174. madde varken ve bu madde ile yeni olanaklar sağlanmakta iken, siyasal ve idari bir kurum olan Adalet Bakanlığı’na yetki verilmesi doğru değildir. Şunu belirtmek gerekir ki, yaşanmış birkaç olumsuz olaya dayanarak cumhuriyet savcıları hakkında güven duymamak tarihsel bir hatadır. Mahmut Esat Bozkurt, cumhuriyet savcılarına seslenip Bingöl’deki, Meriç’teki insanın sorunlarını onlara emanet etmemiş miydi? 3) Son değişiklikte, suçun cezası indirilmekle yetinilmiştir. Oysa başka bir yola gidilebilir ve daha ılımlı bir tutum takınılabilirdi. Ülkemizde de tıpkı İtalya’da olduğu gibi suça ilişkin ceza, para cezası olarak öngörülebilirdi. İtalya’da, TCK 301. maddenin karşılığı olan 290. ve 291. maddeler, 24.02.2006 tarihinde 85 sayılı kanunla değiştirilmiş ve ceza olarak sadece para cezası (1000 Avro’dan 5000 Avro’ya kadar) konulmuştur. Dolayısıyla TCK’de yapılacak benzer bir değişiklik, konunun ağırlığını hafifletebilirdi. TCK’nin 301. maddesi gelecek günlerde de pek çok tartışmanın konusu olmaya devam edecek gibi görünmektedir. behicak?yahoo.com.tr Beklemek ODOT da gelmeyince, kimi ve neyi bekleyeceksiniz? CHP Kurultayı bekleniyordu; tahmin edilmesi hiç zor olmayan biçimiyle o da sona erdi. Ne olursa olsun, partiye bağlılığı Cumhuriyete bağlı kalmakla bir tutanlar, büyük olasılıkla yerel seçimlerde ya da bir erken genel seçimde bir kez daha yenilmeyi ve ardından bir başka kurultayı bekleyeceklerdir. Belki de, içinizde uyumaya devam eden bir başka benliğin uyanmasını bekleyeceksiniz. Oysa, kendini beklemenin sonu yoktur. Peki, ya ülke sizi bekliyorsa? Çünkü ülke gidiyor. Ülkenin altını üstünü, varını yoğunu satmakta Maliye Bakanı’yla yarışan Özelleştirme İdaresi Başkanı ülkede ve dünyada esen olumsuz havanın geçmesini bile beklemeyeceğini belirterek “25 milyar dolarlık özelleştirme yaptım, zora girince pes etmem” dedi. Sırada Milli Piyango, Halkbank, şeker fabrikaları, Vakıflar ve Ziraat bankaları varmış. Otoyol işletme hakkının devri de düşünülmekte, Petkim ve sigara fabrikalarına ilişkin “işler” yürümekteymiş. Ama en ilginci, yüzde 55 hissesi yabancıya satılan “Türk” Telekom’un kalan kamu hisselerinden yüzde 15’ini daha “halka açma” kararının encamı: O yüzde 15’in yüzde 65’i de yabancıya satılacakmış. Böylece “halk”ın ne anlama geldiği de anlaşılmış oldu. Telekom bu sayede biraz daha “Türkleşmiş” olacak demektir. Hakkında kapatma davası açılan AKP’nin çevresi bile mahkeme kararını beklemiyor. Kapatılsa da kapatılmasa da... Kapatılırsa, Nevzat Yalçıntaş, Ertuğrul Yalçınbayır ve başkaları şimdiden temasa geçtikleri Saadettin Tantan’ca daha önce kurulmuş olan Yurt Partisi çerçevesinde yola devam etmeye hazırlar. Kapatılmaz ve “devlet yardımının kesilmesi” gibi bir yaptırımla yetinilse bile, böyle bir karar “Şimdilik kapatmıyoruz ama sonra ayağınızı denk alın” türünden bir uyarıyla birlikte alınmış olabileceği için AKP’nin süngüsü yine de düşmüş olacak. O durumda “merkez sağ” denen kesimdeki arayışın yoğunlaşacağı belli değil mi? Peki, cumhuriyetçi kesim? Laik Cumhuriyete karşı yükselen tehlikenin sadece mitinglerle, dernek çabalarıyla ve kalabalıklardaki insan miktarını sayıp durmakla önlenemeyeceği, sorunun ekonomiye, sosyal yapıya, dış ilişkilere yönelik radikal bir siyasal örgütlenmeyle göğüslenebileceği bu kesimde hâlâ anlaşılamadı mı? Böyle bir siyasal örgütlenme varsa, ki vardır, onun saflarında yer alarak böyle bir seferberliğe katılmak, ufuktaki tehlike bulutlarının yıkıcı bir kasırgaya dönüşüp Cumhuriyetin üzerine çullanmasını beklemekten daha akıllıca değil midir? G KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Anadil ve Anadili il, ilkel toplumdan en gelişmiş topluma değin her insanın düşüncesini anlattığı toplumsal bir yapıdır. İnsanın ekinsel ve bilimsel donanımının bir parçasıdır. Bu donanımın en belirgin parçası da “anadili”dir. Anadilinin ne değin önemli olduğu, Carmichael’le çalışma arkadaşlarının çalışmalarında, deneysel olarak kanıtlanmıştır (bkz. Manuel de Psychologie de l’enfant, v. II, p. 887, P. U. F. 1952). Bu elkitabı (manuel), çocukların konuşmaya başlamaları üzerine değerli çalışmaları da içeriyor. Çocukların konuşmaları üzerine çalışma yapan D. Maccarty‘nin bulguları çok önemlidir. D. Maccarty, en erkencilerin “kız çocuklar” olduğunu gözlemlemiş. En önemlisi de yetimhanelerden ve kurumlardan gelen çocukların en geç konuştuklarını saptamasıdır. Bu çalışma, ailenin, insanın ekinsel donanımında ne değin önemli olduğunu gösteriyor. Ben, çocuk yuvalarındaki yavruların göz dillerinin, mimiklerinin bile nasıl ürkek ve çekingen olduğunu, acılarla gözlemlemişimdir. Dil, düşüncenin kendisidir. Gözlerin diliyse, insanın iç düşüncesinin yansısıdır. Ancak düşünce dil durumuna gelince, artık düşüncenin yasalarını yansıtmaz. Dilin yasaları, düşüncenin yasalarından ayrıdır. Düşünce, güç ve karmaşık bir durumla ya da sorunla karşılaştığında, kendiliğinden, evrensel amacı en iyi yansıtan “dil”e yönelir. Bu da “anadili”dir. Alain‘in söylediği gibi, anlağın (zihin) tüm olanakları dile mahkumdur. Dil, gerçekliği yeniden oluşturur. Öncelikle, eğitim ve öğretim izlencelerinde dilin bu işlevi etkin biçimde ortaya çıkar. “Eğitim ve öğretim anadille yapılmalıdır.” Bu önermedeki “anadil” kavramı, dilbilimine aykırı bir kavramdır. Çünkü “anadil” kavramıyla “anadili” kavramı birbirinden D Vecihi TİMUROĞLU Eğitim dili, tüm ülkelerde, temsil yeteneği olan resmi dille yapılır. Örneğin, Anglelarla (İngiliz) tarihleri boyunca kavga eden İrlandalılar, bağımsız cumhuriyetlerinde bile İngilizce eğitim yaparlar. Çocuk, dışarıda İrlandaca (Irish) konuşur, ama okulda İngilizce. Unutmayalım, dil, gerçekliği yeniden oluşturur. çok farklıdır. “Anadil” (Fr. langue mère), kendisinden bir ya da birçok dilin türediği “kök dil”dir. E. Sapir, “Le langage” adlı yapıtında, ekin ışığının yayılmasında başrolü oynayan beş dil olduğunu yazıyor: Eski Çince, Sanskritçe, Arapça, Grekçe ve Latince (bkz. agy, p. 191). Ekin ışığının yayılmasında bu diller değin rol oynamamasına karşın Türkçe de bir “anadil”dir. Estonca, Kırgızca, Uygurca, Kazakça vb. dillerin kök dili Türkçedir. “Anadili” (Fr. langue maternelle) insanın içinde doğup büyüdüğü toplumda, ailede öğrendiği dildir (bkz. Berke Vardar ve arkadaşları, Dilbilim ve Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1980, Ankara). Anadili bilinci, toplumun ekinsel varlığını ve dilini, yabancı ekinlere ve dillere karşı korur. labilir. Örneğin bir Türk çocuğu, uzak çevresinde alışveriş yaparken zorunlu olarak Zazaca, Çerkezce ya da başka bir dili öğrenebilir. Ayrıca aile içinde de ikinci bir dili kullanabilir. Örneğin Diyarbakırlı bir ailenin çocuğu, doğumundan başlayarak Türkçeyi ve Kürtçeyi birlikte kullanabilir. Hem de aile içinde. Bir de okulda ikidillilik söz konusudur. Örneğin, Almanya’ya göç etmiş bir Türk ailesinin çocuğu, aile içinde ve çevresinde Türkçe konuşurken okulda Almanca konuşur. Demek, ikidillilik birçok durumda oluşabilir. Ancak ailede fark gözetilmeksizin kullanılan iki anadili ikidillilikten farklıdır. Anadili, başka bilgilerin öğrenilmesinde güçlük çıkarmaz, oysa öbür iki durum, çocukta ruhsal sarsıntı yaratabilir. Çünkü ulusal bütünlük içinde oluşan ikidillilik, farklı iki düşünce dizgesi arasında “gidip gelme” yaratmaz, ama Atina’da doğup büyümüş bir çocuk, Türkiye’ye geldiğinde, okulda iki ayrı düşünce dizgesi arasında Yunanca ve Türkçe gidip gelir. Ulus toplumunun iki anadilili doğmuş çocuğu için eğitimde uyumsuzluk söz konusu değildir. Böyle bir güçlük, eğitimin yetersizliğinden kaynaklanır. Bu yüzden, ulus toplumunun eğitim dili parçalanamaz. İki anadilinden temsil yeteneği olanı, eğitim dili olur. Çünkü, o anadili, yüzlerce yıl, toplumun devlet dili olmuş, ekinsel ve bilimsel birikimini sağlamıştır. Alevi Kürt, hiçbir zaman, Kürtçe “gülbeng” okumaz. Dede, cemde Kürtçe öğütler verir, ama sazı eline aldığında, Türkçe gülbeng okur. Çünkü onun yaşam biçimini, inanç dizgesini temsil eden dil Türkçedir. İkinci “anadili”, kaynağında, yüzlerce yıl, eğitim ve öğretim kurumlarında temsil edilmediğinden, türkülerini bile ortak söylemişlerdir. İkinci anadilinde, önemli bir şair yetişememiştir. Osmanlı‘nın ekinsel baskısı olmamasına karşın Nefî, şiirini Osmanlıca yazmıştır. Osmanlı‘nın kendisi de Türkçeye hor bakmıştır, ama Türkçe, Anadolu’da temsil yeteneğini sürdürmüştür. Tarihsel gelişme yasalarının zorunlu gelişmesinin sonucudur bu. Tarihin zoru da yadsınamaz. Bu yüzden, Kürtçe eğitim istemi, toplumsal gerçeği yansıtmıyor. Bu ısrar, Kürt halkımıza da zarar veriyor. Eğitimin doğasına ve yapısına aykırı oluyor. Kürtçe, ikinci “anadili” olarak, isteğe bağlı okutulabilir. Hatta Türk çocukları bile, ikinci anadili olarak Kürtçe öğrenebilirler. Kaldı ki iki anadilili birçok Türk çocuğu vardır. Örneğin, ince bir şair olan İhsan Biçici, iki anadililidir. Birçok iki anadilili Çerkez çocuğu da var ülkemizde. Hatta üç anadilili Çerkez de tanıyorum. Eğitim dili, tüm ülkelerde, temsil yeteneği olan resmi dille yapılır. Örneğin, Anglelarla (İngiliz) tarihleri boyunca kavga eden İrlandalılar, bağımsız cumhuriyetlerinde bile İngilizce eğitim yaparlar. Çocuk, dışarıda İrlandaca (Irish) konuşur, ama okulda İngilizce. Unutmayalım, dil, gerçekliği yeniden oluşturur. mumtazsoysal@gmail.com ANADİL TEKTİR Anadil (langue mère), bir kimse için öğrenime bağlıdır ve tektir. Ancak, “anadili” (langue maternelle) için durum farklıdır. İnsan, ikidilli de (bileng) olabilir. İlk çocukluktan başlayarak iki dilli ya da daha çok dilli (poliglot) yetişebilir. Aile içinde ve çevresinde, iki dili birden kılgılı (pratik) olarak öğrenir. Böyle insanlar, çocukluklarından başlayarak iki ya da daha çok dili kullanırlar. Çocukların ikidilliliği, ailesel olabileceği gibi, aile dışı da olabilir. Tek dilli (unileng) bir ailenin çocuğu, aile dışı ilişkilerinde, ikinci bir dili kullanmak durumunda ka CUMHURİYET 02 CMYK