05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C Nadir Nadi Aramızda... olaylar ve görüşler 24 AĞUSTOS 2007 CUMA Askerin İkilemi Nedir?.. (2) kinci Dünya Savaşı yeryüzünün sözüm ona en uygar devletlerinin marifetidir; Osmanlı’nın “Fetih” şiarını bırakarak Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlanan Türkiye, İsmet Paşa’nın ustalıklı yönetimi sayesinde bu felaketin dışında kalabildi. Ne var ki savaştan sonra kurulan yeni dünyada yerimiz nerede olacaktı?.. Sovyet liderliğindeki ‘Doğu Bloku’na karşı Türkiye, ‘Batı Bloku’nu yeğledi; 1952’de de NATO’ya girdik... Ordumuz buna göre ayarlandı, konuşlandı, eğitildi, düzenlendi... Batı Bloku’nun askeri örgütü NATO Amerika’nın patronajı altındaydı... Türkiye aşağı yukarı tüm birliklerini NATO komutası altına vermişti; hesaba göre “Kuzeyden gelecek komünist saldırısı”na karşı “ileri karakol” işlevini üstleniyorduk; yarım milyonluk bir orduyla savunmanın gereğini yerine getirecektik... ABD, yalnız Türkiye’de değil, Sovyetler’i Asya’da güneyden çevreleyen tüm ülkelerde “Yeşil Kuşak” kuramını uyguluyor, İslamcılığı destekleyip körüklüyordu. Ne var ki Türkiye’ye yönelik saldırı, Sovyetler’den ve kuzeyden değil, güneyden, Rum ve Yunan dostlarımızdan geldi... Saldırıya uğrayan Kıbrıs’taki Türkleri korumak istediğimiz zaman da karşımıza ABD ve İngiltere çıktı. Yine de antlaşmalardan doğan hakkımızı kullanarak Kıbrıs’a çıkarma yaptık... Ordu görevini başarıyla yerine getirdi. 1991’de Sovyetler dağıldı... “Komünizm tehlikesi” ortadan kalktı... “Kuzeyden gelecek tehdit” bir kalemde gündemden silinmişti... Peki, tehdit nereden gelecekti?.. ABD, Türkiye’yi (ve Türk ordusunu) nasıl ve hangi amaçla elinde tutacaktı?.. Bugün yeterince üstünde durulmamış, sorgulanmamış, düşünülmemiş çok büyük bir sorun karşısındayız... “Sovyet tehdidi” artık yok... Ama, ABD’nin yeni dünyadaki “küreselleşme” kapsamında “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” var... Bu projenin Türkiye ayağı, “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ni öngörüyor... Bölgenin en büyük gücü ve dünyanın sayılı ordularından bir olan ‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ geçmişte ABD’nin “antikomünist, antisovyet, Batı Bloku” çerçevesinde yerini alabiliyordu... Aynı ordu bugün ABD’nin BOP’u kapsamında “Ilımlı İslam Devleti Modeli” PENCERE Nadir Nadi’nin Yolu... nımsamak’ güzelim bir sözcük, ‘anmak’tan geliyor; ama, ‘hatırlamak’ da bilincimize yerleşmiş, kimi zaman ister istemez dilimizin ucuna geliveriyor; ikisine de çok şey borçluyuz, birini ötekinden üstün tutamayız... Yazarın hangisini ne zaman yeğleyeceği, yazarlığına kalmış edebiyatça bir yaklaşımın seçimine bağlı... Nadir Nadi’yi hatırlarken neyi anımsadım?.. ? Başyazarımızın son yıllarında, aramızda sık sık yinelenen çocuksu bir konuşma vardı... Sorardım: Nadir Bey ne düşünüyorsunuz, gelecekte Türkiye nasıl olacak?.. Hep aynı yanıtı verirdi: Yakın gelecek için iyi şeyler düşünemiyorum; ama, uzun sürede her şey olumluya dönüşecek... Aradan belli bir zaman geçerdi; söylediğini unutmuştur diye soruyu yinelerdim... Aynı yanıtı alırdım. Eski deyişle bu ‘muhavere’ belirli aralıkla aramızda tekrarlanırdı. ? Nadir Nadi’nin ‘yakın gelecek’ derken hangi yılları amaçladığını bilmiyorum; başyazarımız 1991’de gözlerini hayata kapadı... Bugünleri görseydi ne derdi? Şöyle mi konuşurdu: Ben sana demedim mi?.. Sanmıyorum... Nadir Bey çok incelikli bir düşünürdü; haklı çıktığını hot be hot dile getirecek türden değildi... O yıllarda ben iyimserdim; ülkemizin gizilgüçlerini belki de abartıyor, hele Sovyetler’in çökeceğini hiç düşünmüyordum... Sovyetler çökünce, dünya dengeleri değişiverdi; Amerika Ortadoğu’ya ve üstümüze hışımla geldi. ? Nadir Nadi’nin son kitabı “Dostum Mozart” oldu... “ Ben” derdi, “Batı uygarlığını biraz Mozart’la anlamaya çalıştım...” Sanatlardaki çok boyutluluk devriminin derinliği, Batı’nın laik uygarlığa doğru dönüşümünün ürünüdür... Sanatçı kimliğine ve duyarlılığına karşın Nadir Nadi kırk yıl Cumhuriyet’i kurumlaştıran bir mücadele sürecinin liderliğini çelikten bir istençle yürütmüştür. ? Peki, bugünleri görse Nadir Bey ne derdi? Dilimizde alışkanlık pelesengidir. Bu gibi durumlarda denir ki: Bugünleri iyi ki görmedi.. Neden?.. Kahrolurdu.. Oysa adım gibi biliyorum ki Nadir Bey kahrolmazdı; Cumhuriyet’e yol gösterirdi... Ne söylerdi: Yola devam!.. Evet, Atatürk’ün, Yunus Nadi’nin ve Nadir Nadi’nin gösterdiği yola ikirciksiz devam... OKTAY AKBAL İ İlhan SELÇUK içine giremiyor... Sorun bu noktada odaklanıyor. ABD çoğu coğrafyada olduğu gibi ülkemizde de çok güçlüdür. Türkiye’de, ekonomiyi IMF ve politikayı AKP aracılığıyla eline geçirmiştir... Atatürkçü ve laik Cumhuriyetçi asker, BOP kapsamında ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’nin ordusu olabilecek midir? Kuzey Irak’ta başına NATO müttefiki tarafından çuval geçirilen asker, Afganistan’da NATO hizmetinde çalışıyor; PKK’ye karşı sınır ötesinde harekâta girişmek isterken karşısına AKP ile ABD çıkıyor... İlginç bir tablo değil mi!.. turmaktadır. Ya Türkiye hangi konumdadır?.. PKK terörü 90’lı yıllarda Türkiye’yi ciddi biçimde tehdit ediyordu; Türk askeri bu konuda dünyada eşi görülmemiş bir başarı gerçekleştirerek tehlikeyi noktalamıştı.. 2002 yılında ABD desteğiyle iktidara geçen AKP’ye terörsüz bir Türkiye teslim edilmişti... Bugün ise durum değişiktir; gün geçmiyor ki teröre, öteki adıyla “cephesiz savaş”a şehit vermeyelim... Bu kanlı süreç AKP iktidarı ve ABD’nin Kuzey Irak’ta konuşlanmasıyla başlamıştır. Adı “Cephesiz Savaş” olan terörün Türkiye açısından bir cephesi vardır. Bu cephe Güneydoğu sınırımızdır... Türk askeri, Güneydoğu sınırını geçemiyor, aşamıyor... Güneydoğu sınırının arkasında, karşı cephede kim vardır?.. Barzani.. Talabani.. ABD.. PKK... Başkan Bush Amerika’sı, “cephesiz savaş terör”ü, Türkiye’ye karşı cepheleştirmiştir. Üstelik Amerika bu yöntemi Türk askerini Afganistan’da NATO kapsamında kullanırken uyguluyor... Bu yazıyı bir soruyla noktalıyorum!.. Her gün dincilerin ve entellerin medyada saldırısına uğrayan Türk ordusu, her gün şehit verirken, Irak sınırında cepheleşen terörün üstüne yürüyemiyor... Neden?.. Çünkü AKP hükümeti karşı cephedeki ABD’ye teslimiyet içindedir... Soru şudur: AKP cephenin Türkiye tarafında mıdır?.. Yoksa karşı tarafta mıdır?.. saatlerce baş başa konuştular. Konuşma gizli kaldı. Ne konuştular?.. Başbakan Recep Tayyip, imam okulu mezunuydu... Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Harbiye mezunuydu... Bugün Türkiye’de (ve dünyada) gittikçe büyüyen asker sorununun özü budur... Recep Tayyip Harbiye çıkışlı olsa, ülke ve dünya sorunlarına Büyükanıt gibi bakacaktı... Yaşar Büyükanıt imam okulu çıkışlı olsa, ülke ve dünya sorunlarına Erdoğan gibi bakacaktı... Türkiye’nin Başbakanı’yla Genelkurmay Başkanı’nı Dolmabahçe Sarayı’nda dört buçuk saat gizli konuşmaya zorlayan öğretim çelişkisini ortadan kaldırmak gerekir... Yoksa Türkiye’de AKP’nin desteklediği siyaset ve medya dünyasında ordu ve asker düşmanlığı artacaktır. Peki, halkımızda asker düşmanlığı var mı?.. Bu soru gülünçtür!.. Asker bu ülkenin, devletin, toplumun, halkın sevgilisidir... Türkiye’nin çağdaşlaşması, uygarlaşması, laikleşmesi, demokratlaşması tarihine askerin katkısı Cumhuriyetle başlamadı, Osmanlı’dan bu yana sürüyor... Asker 20’nci yüzyılın başından beri irtica karşısında vaziyet almıştır... Askerin 21’inci yüzyılda irtica (öteki adlarıyla dincilik, İslamcılık) güdümüne girmesi olanaksızdır... Ordunun Amerikan tezgâhında “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne uymasını ve sığmasını bekleyenler hüsrana uğrayacaklardır. Evet, Türkiye’de bugün ne ordu sorunu var ne de asker... Yinelemekte yarar var: Dünyada ve bizim içimizde Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş sorunu tartışılıyor... Gidişat, ılımlı İslamcı bölünmüş bir Türkiye üzerinedir.. Güneydoğu komşumuz Amerika bu yolda ağırlığını duyuruyor... Ve artık ilk kez Türkiye’de ordu Amerika’nın gerçek niyetini algılıyor... İyi biline ki ordu Atatürkçü laik Cumhuriyetin askeri olmaktan çıktığı gün, Türkiye bölünmüş bir din devletine dönüşmekten kurtulamaz... Bu gerçeği görmeyen ya kasıtlıdır ya kördür... ‘A “Ç ağdaş uygarlığa sırt çevirmek Atatürkçülük ise, biz Atatürkçü değiliz. Hayatta en hakiki mürşit ilim değilse, biz Atatürkçü değiliz. Vicdan ve fikir özgürlüğü doğruyu aramak, doğruya inanmak, inandığımızı savunmak hakkını bize vermiyorsa, biz Atatürkçü değiliz. Ulusal bağımsızlık başkalarının uydusu halinde yaşamak anlamına geliyorsa ve halkçılık ilkesi halkın bir mutlu azınlık elinde cennet vaatleri ile sömürülmek sayılıyorsa, biz Atatürkçü değiliz.” 20 Ağustos 1991 sabahı aramızdan ayrılan başyazarımız Nadir Nadi sanki bugünleri yazmış! ??? Zaman çabuk geçer. Günler uçup gider. Bir de bakarsın güvendiğin dağlara kar yağmış; küler değişmiş, bugünküler sanki başka gezegenlerden gelmiş ülkenin başına çökmüş!.. Atatürk adını anayasadan, hatta tarih yapraklarından silmeye kalkışanlar ortaya çıkmış!.. Hem de bunlar daha yakın günlerde en hızlı solcu imişler! Yerleşik değerleri altüst etmek, Atatürk Türkiye’sine çıkmaz bir yol çizmek isteyenler “baş” olmuş... ??? Bir yaşam boyu yüzlerce, binlerce yazı.. “Dostum Mozart”, “Perde Aralığından”, “Ben Atatürkçü Değilim”, “Olur Şey Değil”, “Atatürk İlkeleri Işığında Uyarılar”, “Sokakta Gürültü Var” gibi kitaplar... “Cumhuriyet” gazetesini bir yaşam boyu Kemalist ilkeler çizgisinde yaşatmak; yeni kuşakları çağdaş uygarlığın aydınlığında yetiştirmek, karşıdevrimci tehlikelere direnmek, düşmanlıklara, hatta ihanetlere karşı bilinçle savaşmak... Nadir Nadi bir simgedir. Basın dünyamızın, Atatürkçü düşüncenin, gerçek gazeteciliğin simgesi... Böyleleri unutulmaz. Ne zaman zorluklarla, ne zaman çıkmazlarla, ne zaman yenilgilerle karşılaşsak bize yol gösteren; bize doğruyu, güzeli, iyiyi öğreten, bir kişiliktir o... ??? Ben ilkgençlik günlerimden bugüne kadar Nadir Nadi’nin içtenliğine, bilinçli davranışlarına, gazetesi Cumhuriyet’in en çetin koşullarda bile sağlam direnişine saygı duyanlardanım. Gazete yazarlığında onu örnek alanlardanım. “Cumhuriyet” gazetesi 84 yıldan bu yana Atatürk devrimini en zor koşullarda bile yaşatmak savaşı veriyor... Bunu sağlayan Nadir Nadi’nin bizlerde, okurlarda yarattığı Kemalist bilinçtir. Anısına saygıyla... ‘Cephesiz Savaş’ın Cephesi?.. (3) Askere ilişkin 3’üncü yazı ... Birinci yazı medyada doruğa tırmanan “asker düşmanlığı” üzerine başlıyordu... Şaka maka değil... Bu “düşmanlık” ya da “husumet” AKP iktidarıyla ordu arasında elle tutulacak kadar yoğunlaşan karşıtlığa dayanıyordu... İçerdeki asker düşmanlığını dışardan hangi çevreler veya kimler besliyordu?.. Rumlar.. Yunanlılar.. Ermeni diyasporası.. Talabani.. Barzani.. PKK.. Ve: ABD ile AB cenahı, askere karşıt apaçık bir tutumun destekçileriydiler... İkinci yazıda vurgulanan gerçek neydi?.. Türk Silahlı Kuvvetleri elbette sivil iktidarın, daha somut deyişle AKP hükümetinin emrindeydi... AKP, Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında, “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne oturuyordu... Atatürkçü Türk Silahlı Kuvvetleri bu modelin ordusu olabilecek miydi?.. Üçüncü yazımda, “Cephesiz Savaş” üzerinde durmak istiyorum... 21’inci yüzyılda insanlık “Cephesiz Üçüncü Dünya Savaşı”nın tehdidi altındadır... Bu savaşın yöntemi nedir?.. Terör!.. Afganistan’dan Ortadoğu’ya dek en kanlı eylemiyle yayılan “cephesiz savaş” Batı’nın, daha başka deyişle Avrupa ve Amerika’nın da kâbusunu oluş Ordu Sorunu Değil, Türkiye Sorunu... (4) Türk ordusu, bugün, hem ABD’nin başını çektiği dünyada hem takıyyeci iktidar karşısında bir soruna dönüşmüş görünüyor... Peki, sorun nedir?.. Cumhuriyet tarihinde hiç olmadık bir olgu kısa bir süre önce yaşandı... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, Dolmabahçe Sarayı’nda buluşarak ilan renkli CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle