Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 AĞUSTOS 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Efsaneyle gerçekleri ayıklamak Erdoğan AYDIN Her yıl ağustos ortasında Hacıbektaş ilçesinde yapılan şenlik, Anadolu tarihin önemli şahsiyetlerinden biri olan Bektaşı Veli adına yapılıyor olması nedeniyle, Tarihçe’nin de ilgi alanına giriyor. Böylesi tarihsel şahsiyetler söz konusu olduğunda karşımıza çıkan sorunlardan biri, efsane ile gerçeğin sıklıkla birbirine karışmasıdır. İnanç önderleri söz konusu olduğunda bu durum daha da belirginleşiyor. Öncelikle Hacı Bektaş örneğinde sıradışı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anımsamalıyız. “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” diyen ayrıksı bir inanç önderi söz konusu olan. “72 millete bir nazarla bakmayan / Kırk yıl müderris olsa hakikatte asidir” diyen, “eline beline diline hâkim olmayı” temel düstur edinen bir inanç biçiminin çok özel bir bilgesidir söz konusu olan. Ona atfedilen; “Hararet nardadır, sacda değildir Keramet baştadır, taçta değildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir” Deyişi bile, günümüz ortalamasının ilerisinde bir bilgelikle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İ. Melikoff’un, Baba İlyas’ın soyundan gelen Aşıkpaşazade ile Elvan Çelebi, keza Eflaki ve diğer kaynaklardan aktarmalarla gösterdiği gibi, Hacı Bektaş, kardeşi Menteş ile birlikte Babai ayaklanmasının öncüsü Baba Resul’ün yanıbaşında, dahası “Baba Resul’ün halifei has”ı, gözde mürididir. Paralı Frenk askerlerinin katliamıyla ezilecek olan ayaklanmada (1240) Baba İlyas ve Baba İshak yanı sıra Menteş de öldürülenler arasındadır. Hacı Bektaş, Babailerin Selçuklu egemenliğince aranıp öldürüldüğü bu baskı sürecini Sulucakarahöyük’te Hıristiyanlar arasında saklanarak atlatacaktır. Bunu yaparken aynı zamanda kendini eğitecek, düşünceleri doğrultusunda insanları örgütlemeye çalışacaktır. 1271’de öldüğü zaman, ardında zayıf bir çevre ama güçlü bir fikri yapı bırakacaktır. Bu zayıf ilişki ağı, fikri yapının gücü ve ortamın uygun olması nedeniyle, Osmanlının kuruluş sürecinde hızla büyüyecek ve farklılaşacaktır. Ölümünden 200 yılı aşkın bir dönem sonra kaleme alınacak olan Vilayetname ise, Hacı Bektaş ve Bektaşliği, resmi Osmanlı tarih yazımının çarpıtmalarına kurban edecektir. EKTAŞI VELİ’NİN RESMİ ÜRETİMİ Abdülbaki Gölpınarlı’nın da işaret ettiği gibi Vilayetname, II. Beyazıt zamanında ve Balım Sultan’ın Bektaşi Postnişinliğine atanmadığı, yani 1501 öncesinde, İlyas Bin Hızır (Uzun Firdevsi) tarafından yazılacaktır. (Vilayetname, s.XXVII) Vilayetname, Bektaşiliğin henüz Ali eksenli bir tarikat/inanç haline gelmediği bir dönemin ürünüdür. Nitekim Vilayetname’de Kızılbaş/Safevi söyleminin hiçbir izi bulunmamaktadır ki, bu etki Bektaşiliğe sonradan girecektir. Vilayetname, II. Bayezit’in, Bektaşi türbesinin çatısını tunç levhalarla kaplattığını söylemektedir. Demek ki bundan sonra yazılmıştır. Diğer yandan Vilayetname, Balım Sultan’ın, Kızılbaşlığın halktaki yayılışını etkisizleştirmek üzere Bektaşiliğe getirilen yeniliklerden önce kaleme alınmış görünmektedir. (İ. Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, s.99) Bu dönem, Anadolu Alevîlerinin Osmanlı ve Yeniçerileri tarafından katliamdan katliama uğratıldığı dönemdir aynı zamanda. Kızılbaş düşmanı Osmanlı iktidarı ile entegre olmuş bir Bektaşî Babası tarafından yazılmış olan Vilayetname, Bektaşi Dergahının Osmanlı otoritesinin bir parçası olduğu dönemin ilişkileri çerçevesinde II. Beyazıt ve Osmanlı egemenliğinin istediği bir Hacı Bektaş portresi çizmektedir. Bu Vilayetname’yi esas alacak olursak, Babai katliamından sağ kurtulmuş Hacı Bektaş, Babailerle asla ilişkilenmemiştir. Aksine gençlik dönemini Anadolu’da değil Türkistan’da, Yesevi’nin yanında geçirmiştir. Doğumundan 6 ay sonra parmak kaldırarak şahadet getirmiş, 12 imamdan yedincisi Musa Kâzım’ın soyundan gelmiş, manen de olsa Hac’ca gitmiş, revize edilmiş olsa da namaz dahil ibadetinde İslamcı özellikler gösteren ve tabii Osmanlıyı ‘kâfirlere’ karşı savaşa yönlendiren bir yeniçeri ağasını andırmaktadır. Esasen Vilayetname’den hareketle çizilecek bir Bektaşı Veli portresinin gerçeğinden ne kadar uzak olduğunu anlamak için birkaç bilgi aktarmakta yarar var: Söz konusu bu kaynağa göre Bektaşı Veli, hocası Lokman Perende’ye atfen, daha küçük bir çocukken Muhammed ve Ali’den Kur’an okumayı öğrendiği, yine Lokman Perende’nin hac dönüşündeki anlatımına göre, “Kâbe’de namaz kılarken Bektaş’ın da sürekli kendisiyle birlikte namaz kıldığı”, yani cismen olmasa da Hac’a gittiğini (ki Anadolu’ya göçerken cismen gittiği iddiaları da mevcut) öğreniyoruz. Vilayetname’de namaz kılan, bir an bile ibadetten geri kalmayan, üstüne üstlük cihat yapan bir Bektaş portresiyle karşı karşıyayız. soyu Araptır, oysa Bektaşı Veli Arap kö?kenli değil bir Türkmen velisidir. Bu anlamda da Vilayetname’nin bilgileri doğru değil. Vilayetname ile tarihe inip onu aydınlatacaklarını sananlar, tarihe değil efsaneler dünyasına inmiş olacaklardır. Kuşkusuz efsanelerden de tarihçilerin öğrenebileceği çok şey var; ancak bunlardan öğreneceğimiz tarihsel olgular değil, dönemin ve yazanın siyasal, kültürel dünyasıdır. Dolayısıyla, Vilayetname’nin bize öğretebilecekleri de bunlardır. Ancak onlardan bundan ötesini beklemek tarih yazıcısını ve ona inananları efsane kuyusunda boğar. Yesevilik, özellikleri İslamlaşmanın henüz başarıya ulaşamadığı bir dönemin, İslam’la birlikte eski inançların da birarada yaşadığı bir geçiş dönemine denk düşüyor. Bizzat Yesevi, dönemin İslamcılarınca sapkın görülen, farzlara uymayan, haremlik selamlık ayrımına itibar etmeyen bir dönem bilgesi. Yesevi damar üzerinden sonradan İslamcılaşanlar Nakşibendiliği üretirken İslamcılaşmayıp kendi Alevi sentezini kuranlar ise Bâtıni tarikatlarla ilişkileneceklerdir. Bu anlamda Bektaşı Veli ile Yesevi arasında tarihselteolojik bir etkilenmeden söz edilse de organik bir bağdan kesinlikle söz edilemez. Aksine Bektaşilik açısından organik bir bağ, ancak Babailik ve Vefailik’le kurulabilir. Ki Bektaşı Veli’nin, Ede Bâli, Geyikli Baba vb. dönemin tüm erenleri gibi kendini Vefai gördüğü ve yine bir Vefai olan Baba İlyas’ın halifesi olduğu biliniyor. Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği gibi, “Tacü’lArif’in lâkabıyla da tanınan Seyyid Ebu’l Vefayi Kürdî, Baba İlyas öncesi Batıni inanç ekolünün en büyük etkeni durumundadır.” SMAN’A ELİFİ TAÇ GİYDİRMEK! Hacı Bektaş’ın, 1160’ta ölen Yesevî’den, gerçek dışı, tarih dışı bir şekilde ders aldırılması yetmezmiş gibi, bir de 1290’larda Osman Bey ile görüşen bir Bektaş ile karşı karşıyayız. Oysa ölümü 1271 olan Bektaşı Veli’nin Yesevî’nin yaşlılığına yetişmesi mümkün olmadığı gibi Osman’ın ilk iktidar dönemine yetişmesi de mümkün değil. Buna rağmen Osman Bey’e Elifi Taç giydirip kılıç kuşatan bir Bektaş’la karşı karşıyayız. Dolayısıyla bütün bu bilgilerden, Vilayetname’nin efsaneler dünyasına ilişkin bir anlatı olduğu sonucuna varıyoruz. Vilayetname’ye göre Bektaş’ın Osmanlı kurucusu Osman Bey’le de aynı dönemde yaşadığını, onunla konuştuğunu, onu kutsadığını, “bizim yaptığımız gibi onu kâfire göndersin” diye Sultan Alaattin Keyhüsrev’e emir verdiğini, bunun üzerine “Osmanoğulları askerinin hiç bozguna uğramadığını” öğreniyoruz. Özetle Vilayetnamede, Alevilikteki Kızılbaş özellikleri de göremediğimiz gibi Hacı Bektaş’a özgü pasifist, barışçı, öteki inançları bir gören anlayışları da göremiyoruz. Ama buna rağmen Hacı Bektaş’a gerçek dışı bir şekilde yüklenen bu Yeniçeri kuruculuğu ve ajitatörlüğü damgasını bir övünç vesilesi yapabilenler de olmaktadır: “1339 yılında Bursa Atıcılar Meydanı’nda mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Bütün gönüller büyük önder Orhan Bey ile evliyalar bağrı başı, erenler başçeşmesi Hacı Bektâşi Veli’nin muhabbetiyle dolanıyordu. Bursa tarihi bir an yaşıyordu. Orhan Gazi yeni bir ordu kurmak üzere, Türklüğün ikinci Nuh’u Hacı Bektâşı Veli’yi davet etmişti. Büyük Türk evliyasının görklü bakışıyla bütün kalpler fetholmuş genç ihtiyar çoluk çocuk in cin dağ taş istiklâle çıkmıştı. Hacı Bektâşı Veli, güzeşteleriyle beraber Bursa’yı şereflendirmişti. Gülbanklar dalga dalga semalara yükseliyordu. Allah Allah şayialarıyla yer gök dolmuştu. Hacı Bektaşı Veli alana ulu bir ateş yaktırmış, üstüne bir kazan oturtmuş, aş pişiriyordu. Hacı Bektâşı Veli ağır ağır doğrulmuş, sağ elini Bati istikametine çevirmiş, manen İstanbul’un, Kosova’nın, Belgrat’ın, Varna’nın, Budapeşte’nin fethini işaret ediyordu”. (26) Turgut Koca Baba’dan akt. Şevki Koca, Cem Dergisi, sayı 96, s. 26. C 13 Hangi Yola Devam? TARİH DIŞI İDDİALAR Bu kaynağa göre Ahmet Yesevî ile aynı dönemde yaşamış, onun yaşlılığında gençliğini yaşayan, ondan ders alan bir Bektaş söz konusu. Daha garibi bu dönemde Horasan’da kâfirHıristiyan bir egemenlik olduğu iddia edilmekte ve Yesevî’nin, oğlu Kutbeddin Haydar’ı bu kâfirlerin elinden kurtarmak üzere Bektaş’ı görevlendirdiği, Bektaş’ın da bunları ezdiğini ve Haydar’ı kurtarıp bu kâfirleri Müslüman yaptığını öğreniyoruz. Bu tarih dışı iddiaların sonu yok; daha sonra Ahmet Yesevî’nin, seccadesini eline alıp huzuruna gelen Bektaş’a, “git seni Rum’a saldık” diyerek Anadolu’yu İslâmlaştırmaya gönderdiğini öğreniyoruz. Tabii bunlar, resmi ihtiyaçlar doğrultusunda üretilmiş iddialardır. Her şeyden önce Ahmet Yesevî’nin yaşadığı zaman ile Hacı Bektaş’ın yaşadığı zaman arasında tahminen 100 yıl var. Diğer yandan 12 İmam O BEKTAŞİLİĞİN İSTİSMARI Orhan Bey ile o, doğmadan ölmüş olan Bektâşı Veli’yi aynı sahnede oynatmak gibi maddî hatalar ve komik mizansenler bir yana, burada çizilen Bektâşı Veli portresinin, gerçeğinin tam karşıtı olmak üzere, İstanbul’dan, Belgrat’a, fetihten fetihe koşan (ve tabiî bunun kaçınılmaz sonucu, dönüp kendi halkına saldıran) bir Yeniçeri ağası portresi olduğu açıktır. Burada egemene, hele ki onun militarizmine yataklık yapan bir Bektaşîliğin, kaçınılmaz olarak kendi zıddına dönüşünün sonuçları ile karşı karşıyayız. Bu efsaneyi esas alan Bektaşiliğin Osmanlıcı kanadı Babaganlığın son dedebabası Bedri Noyan da Hacı Bektaş’ın ölüm tarihini 1337 (738.H)’ye, yani ölümünden 66 yıl sonrasına kadar götürecektir; böylece Yeniçeri’nin bizzat onun tarafından kutsandığını ispatlamaya, Osmanlı iktidarının uzantısı bir Bektaşîlik anlayışını, bizzat Hacı Bektaş üzerinden meşrulaştırmaya çalışacaktır. Devşirme ve Yeniçeri zihniyetini Bektaşîlik görüntüsü altında günümüze taşımaya çalışan bu anlayış, aynı zamanda geleneğin önemli postnişini Kalender Çelebi’den de; “vatan bütünlüğünü tehlikeye atan” bir “asi” diye söz ederek, Osmanlı’yı “vatan” düzlemine yükselten bir anakronizm sergileyecektir. (B. Noyan Bektaşîlik ve Alevîlik, s.154, 115) Benzer sorun alanları Makalat’ta da bulunmaktadır. Doğrudan Hacı Bektaş’a atfedilen Makalat’ın da gerçekte Hacı Bektaş’a ait olmadığı bir yana, tarikat kurmamış olan Hacı Bektaş’a tarikattan sözettirilmekte, “Her ne ararsan kendinde ara / Mekke’de Kudüste Hacda değildir” diyen bu inanç önderine Hac’cın farz olduğu söyletilmektedir (İ. Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, s.107). Tıpkı Vilayetname’nin Hacı Bektaş’a bir paye olarak “hacı” yapmakta, hacca gitmiş göstermesi gibi. Nakşibendî Şeyhi Esat Coşan’ın, Makalat’tan hareketle Bektaşı Veli’nin ortodoks anlamda Müslümanlığını ‘ispatlaması’ da, bu tip sorun alanlarının istismar örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kabul edilmelidir ki bu tarihe yönelik istismar örnekleri, sadece Coşan’da gördüğümüz gibi ‘dışarıdan’ yapılmamakta, Hacı Bektaş, ‘içeriden’ ve çok daha etkili istismar örnekleriyle karşılaşmaktadır. atı’nın etkin düşünce kuruluşlarından Uluslar arası Kriz Grubu geçen hafta basına pek yansımayan bir rapor yayınladı. ABTürkiye ilişkilerinin 22 Temmuz seçimleri sonrasında evrimi üzerine bir dizi analizden oluşan bu raporda özellikle sancılı konularda Türkiye’nin, AB’nin , üye ülkelerin, ABD’nin neler yapmaları gerektiği konusunda dersler de veriliyordu. ??? “Türkiye ve Avrupa: Yola Devam” başlıklı bu raporun satırlarında kalem oynatan “uzmanlar” Batı politikasının özellikle de AB’nin görüşlerinin yörüngesine sabitlenmişler. AKP’nin seçimleri kazanmasıyla AB katılım sürecinin yeniden hızlanacağının ana tema olarak belirlendiği raporda bu görüş özellikle dikkat çekici. Raporda TürkiyeAB ilişkilerinin tökezlemesine neden olarak 2005’ten bu yana AB’de yaşanan genişleme yorgunluğu ve Türkiye’deki milliyetçi tepki gösteriliyor. Yani bir önceki hükümeti yöneten reformları yapmakla yükümlü AKP’nin bocalaması ilişkilerin bozulmasında etken değil… ??? Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde zorluk çıkaracak konular arasında “Kıbrıs sorunu, Ermeni meselesi, insan hakları ve ifade özgürlüğü, yükselen milliyetçilik, Türk ordusu, Kuzey Irak ve Avrupa kamuoyu” gibi unsurlar sayılıyor. Raporun bize haber niteliğinde getirdiği analiz ise “Türkiye’de ulusalcılık adı altında yeni tür bir milliyetçiliğin doğduğu” yolunda. Cumhuriyet mitinglerinin örnek gösterildiği bu “yeni milliyetçilik türü” “Amerika, AB karşıtı bir sloganla bağımsız bir Türkiye’yi talep eden kalabalıklar” olarak özetleniyor. Bunun aşırı sağcı eski tür milliyetçilikten farklı olduğunun ileri sürüldüğü raporda “Cumhuriyet Gazetesi’nin de bu milliyetçiliğe ses getirmeye çalıştığı” söyleniyor. Bunlara, Türk ordusunun dışında bu duyguları siyasi ideolojiye çevirecek herhangi bir liderin ortay çıkmadığı görüşü de ekleniyor. ??? Bu kadar basit. Sonuçta Türki B yeAB ilişkilerinin kötüye gitmesinde AKP Hükümeti’nin başarısız Kıbrıs politikası ve reform sürecini savsaklaması değil Kemalistlerin yaratmaya çalıştığı yeni bir milliyetçilik hareketi yatıyor. Cumhuriyet rejiminin değişme tehlikesini hissederek sokaklara düşen milyonlar ise bu hareketin canlı piyonları oluveriyorlar. Atılan birkaç slogan gösteriye katılan her bireyi damgalıyor ve onları “yeni milliyetçi” kefesine koyuyor. “Uzmanlar” bir kez daha derine inmeden, orada bulunmadan, sokaklara düşenlere sormadan sığ analizlerle sınıflamaya gidiyorlar. ??? Şimdi Batı’nın tabağında Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi konusu var. “Değişen Türkiye’de” analiz edilmeye değer bir konu daha. Yeni Türkiye hangi yelpazede ılımlı olacak acaba? Batı basınında giderek magazinleşen Gül’ün cumhurbaşkanlığı konusu eşinin türbanının Sophia Loren modeli olacağı haberleri çevresinde dönüyor. Bize göre Ahmedinejad modeliyle tüm kuşkulara son verilmiş olur. Nasıl olsa siyasi merdiven o duvara dayanıyor. ??? AB’nin altın çocuğu AKP ne kadar sevilirse sevilsin önünde bir yığın sorunla Brüksel dosyasını taşımak durumunda. AB, TBMM, Cumhurbaşkanlığı derken mutlak iktidar için kolları sıvayan bu partiye pek yakında taleplerini sunacak. İslam korkusunun içinde hisseden Avrupa, bugüne kadar şak şakladığı bu partiden çekinme belirtileri de gösterebilir. Nitekim Avrupa Parlamentosu ikinci başkanı İngo Friedrich Türkiye’de olası bir rejim sorununda AB’nin tüm ilişkileri durduracağını söylemiş. Bu son dönemde giderek daha çok ifade edilen bir endişe buzulunun görünen kısmı. TürkiyeAB ilişkileri “uzmanların” dediği gibi bir yola girecek ama hangi yola? elcpoy?yahoo.fr B Antik kilise bulundu Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kargıcak köyündeki Labranda kazı çalışmaları sürüyor Özcan ÖZGÜR MUĞLA Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kargıcak köyündeki Labranda Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda yeni bir kilisenin kalıntıları ortaya çıkarıldı. hamamın içerisine sonradan uydurma olarak yapıldığı belirlenen kilisenin dışında, gerçek bir kilisenin kalıntılarına ulaştık. Gelecek yıl yapılacak çalışmalar, bu buluntu üzerinde yoğunlaşacak. Bu arada, bakanlıktan gerekli izinleri aldıktan sonra, 1948 yılından bu yana yapılan çalışmalarda ortaya çıkan tarihi eserleri, İzmir Arkeoloji Müzesi’nden alarak, Labranda Antik Kenti deposuna koyduk.” Antik kent için en büyük tehlikenin bölgede maden çıkarmak için atılan dinamitler olduğunu belirten Şentürk, “2 bin 500 yıldan bu yana yerli yerinde duran eserler, atılan dinamitler yüzünden her geçen gün yerinden oynuyor. Bu çok kötü bir durum” diye konuştu. Yapay yaşama doğru eviri Servisi İnsan eliyle yaşam “üretilmesi” en çok 10 yıl içinde gerçek olacak. İtalya’nın Venedik kentinde çalışmalarını sürdüren Mark Bedau ve arkadaşları, DNA’nın temel kimyasallarından “suni yaşam” üretmek için kolları sıvadı. “ProtoLife” adını verdikleri projeyi “Bu çok büyük bir olay olacak. Başarılı olursak Ç hayatımızı kökten değiştirebilecek bir şey olacak” diyerek anlatan Bedau, en az 3, en çok 10 yıl içinde insan eliyle yaşam projesinin gerçek olacağını açıkladı. Bilim insanları, DNA’nın temel kimyasallarından üretilen “protohücre” sayesinde meydana gelecek suni yaşamın tedavisi olmayan hastalıklara çare olmak ve sera gazı emisyonlarının yok edilmesi gibi dünyanın birçok temel sorununa çare olabileceğini savuyor. Bilim insanları “etik kaygılarla” bu tür çalışmalara ters bakanların kaygılarını anladıklarını, ancak insanlık için çok önemli bir adım atıldığı gerçeğinin de görmezlikten gelinemeyeceğini savunuyor. KAZILARI İSVEÇLİ EKİP YÜRÜTÜYOR 1948 yılından bu yana düzenli olarak İsveçli bir ekip tarafından yapılan kazı çalışmalarının bu yılki bölümü tamamlandı. Kazı çalışmalarında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın temsilcisi olarak görev yapan Anadolu Medeniyetleri Müzesi arkeoloğu Nilgün Şentürk, şunları söyledi: “Çalışmalarımız sırasında geçen yıllarda ortaya çıkartılan ve bir