Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 C spanya’ da muhabirlik yaptığım yıllar... ‘80 sonrası Türkiye; “demokrasiye geçiş”(!) yaşıyor. Madrid’de genç diplomat Onur Öymen’in evinde yemekteyiz.... Yemeğin ortasında, telefon çaldı. Öymen kayboldu. Bir süre sonra beti benzi atmış, masaya döndü: “Ne oldu?” dedik. Ve şu öyküyü dinledik: Türkiye’nin artık “normalleştiğini”, “demokrasiye kayıtsız şartsız dönüş” yaptığını kanıtlamak peşinde olan diplomatımız, İspanya’nın en etkili yayın organlarından “El Pais” gazetesiyle temasa geçiyor: Öymen’in “Bir muhabirinizi Türkiye’ye gönderin. Her şeyin değiştiğini göreceksiniz!” diyerek yaptığı ikna turlarından sonra gazete, genç bir muhabiri Ankara’ya yollamaya karar veriyor. “El Pais” muhabiri, Ankara’ya ulaşır ulaşmaz, Kızılay’a çıkıyor. O yılların saçı sakalı birbirine karışmış “DevYol”, “DevSol” devrimcilerini andıran İspanyolun Kızılay’a adım atmasıyla tutuklanması bir oluyor! Kızılay’da meğer o gün Almanya’dan gelen Yeşiller’in bir protesto mitingi varmış. Ankara’nın göbeğinde gösteri için birbirlerine kenetlenmiş ve zincirlenmişler.... Türk polisi, o tarihe dek böyle bir “zincirli protesto” olayıyla karşılaşmadığından; “Ne var? Ne oluyor?” diye protestoculara yaklaşan kavruk İspanyolu “Türk anarşisti kontenjanından” anında tutukluyor... Öymen’e telefon eden, “Bahsettiğiniz demokrasi bu mu” diye soran; “El Pais” gazetesi genel yayın müdürüymüş... dizi 24 AĞUSTOS 2007 CUMA Geleneksel giysiler içinde yapılan dans gösterileri özellikle turistler için görülmeye değer. Cep telefonu cenneti de olan Güney Kore’de herkesin elinde bir bilgisayar veya ipod var... Güney Kore’de çok katı bir sosyal hiyerarşi var: Kim daha yaşlı, kim daha prestijli iş sahibi ve kim en saygın aileden... Kartvizitin olmadan asla ! İ Başlarında taş taşıyan 5 bin kadın, 1453 yılında tamamen kadınlar tarafından yapılan Moyang surlarında geziyor. Her yıl geleneksel olarak yapılan bu törende kadınlar taş taşıyarak surların yapımında çalışan kadınları da anmış oluyor. Güney Kore’ye adım atmak, sırat köprüsünden geçmeye dönüşebiliyor. Güney Kore, Türk yurttaşlarından ‘vize’ istemiyor. Kore Savaşı’ndan bu yana, Türklere ayrıca sempatiyle baktığı rivayet ediliyor. Ancak Japonya’ya buradan geçen çok sayıda ‘kaçak Türk’ yüzünden durum değişmiş... Pasaport polisi, kolaylıkla ‘kaçak işçi’ muamelesi yapabiliyor. B A B AYA , K O C AYA , E R K E K Ç O C U Ğ A İ TA AT ‘KAÇAK İŞÇİ’ MUAMELESİ Böyle kaş yapayım derken göz çıkaran yanlız biz değiliz. Kore’ye, ben de benzer bir öyküyle adım attım. Seul’e Turizm Bakanlığı’nın davetlisi olarak gitmiştim. Davetin amacı, Türk basınına “Kore turizminin” tanıtımını yapmak! On küsur saatlik bir yolculuktan sonra yüzüm gözüm birbirine girmiş, gümrük polisine pasaportumu uzattım. Adam evirdi, çevirdi. Korece bir şeyler söyledi... Yüzüme baktı. Tekrar pasaporta baktı... Yanına birilerini çağırdı... “Ben, gazeteci”; “Kore Turizm Bakanlığı Davetlisi!” diyorum. Nafile... Beni sıradan çıkarıp pasaport bölümünün hemen yanı başında gene yanlız Korece konuşan“göçmen bürosuna” yolladılar mı? Bekle babam bekle... Nihayet; İngilizce bir dizi “ahret sualini” bir araya getiren birileri karşıma çıktı: “Biletiniz?”, “Kalacağınız otel?”, “Niçin geldiniz?”; “Güney Kore’de kaç gün kalacaksınız?”... Geleneksel Kore köyünde KADIN K Kadınlar erkeklere elindeki çubuklarla yemek yediriyor, geyşa özeniyle terini siliyor... hippiler”, dağınık gençler yok ortada. 7’den 70’e.. herkes gıcır, gıcır. Derli toplu. Herkesin elinde son model birer bilgisayar, ipod ya da cep telefonu var. Mümkünse birer “imzalı” çantayı da yanlarından ayırmıyorlar. de” yerinizi saptayamayan bir Koreli, kendisini boşlukta kalmış gibi hissedermiş... üçükseniz büyüğe, kadınsanız erkeğe, çalışansanız patrona Kore’de itaat edeceksiniz! “Cinsiyet farkı”, itaat skalasında en belirleyici unsur. Genç kuşaklarda bu gerçi yavaş yavaş değişiyormuş. Ama “kural” genelde, bir kadının babaya, kocaya, erkek çocuklarına bu sıralamayla itaat etmesini gerektiriyor. Kadınların geleneksel rol modelini, sokakta yürürken rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz... Bir gün örneğin, tipik bir Kore köyüne gittik. “Tipik Kore köyü” derken; turistler için aslına göre yeniden inşa edilmiş bir köyü kastediyorum... Bu klasik bir Asya geleneği... Benzerlerine Rusya ve Ukrayna’da da rastlamıştım... Çeşitli bölgelerdeki mimari tarzlardan esinlenilmiş ahşap evler orijinallerine bire bir sadık kalarak inşa ediliyor ve “hayali bir tarihi köy ortamında” bir araya getiriliyor... “Tipik köylü evi”, “tipik çiftçi evi”, “tipik okul”, “tipik sağlık ocağı”... vs. Ortaya “kartpostal bir görüntü” çıkıyor. SIKI GÜVENLİK ÖNLEMLERİ “Davetli” gittiğim Güney Kore’ye adım atmak, sırat köprüsünden geçmekten beter oldu benim için. Güney Kore’ye girmek böyleyse, Kuzey Kore’ ye girmek artık nasıl? Siz hesap edin... İspanyol meslektaşım gibi gerçi tutuklanmadım. Ama bir sonraki uçakla gerisin geri Türkiye’ye postalanmama ramak kaldı... Pasaport polisi çünkü “kaçak işçi” olduğumu sanmış... Kore, Türk vatandaşlarından “vize” istemiyor. Üstelik; Kore Savaşı yıllarından bu yana, Türklere ayrıca derin bir sempati duyduğu rivayet ediliyor... Ancak durum, son yıllarda değişmiş. “Vizesiz” giriş yapan pek çok Türk’ün buradan Japonya’ya “kaçak işçi” olarak yatay geçiş yaptığı söyleniyor... Pasaport polisinin gözü kesmezsse; “Turizm Bakanlığı” falan dinlemeden, harbiden böyle “kaçak işçi” muamelesi çıkarıyor.... İri tahta totemlerin uğur getirdikleri düşünülüyor. Güney Koreliler ilk iş, yanlarından ayırmadıkları fotoğraflı kartvizitlere davranıyor. Sizden de aynı atiklikle, kartvizitinizi uzatmanız bekleniyor! Koreli ‘merhaba’ derken kim olduğunuzu, ‘sosyal skalada’ nereye oturduğunuzu çözmek istiyor. Konfüçyusyen kültürde bu, toplum içi ilişkilerin, temel direğiymiş... KATI BİR SOSYAL HİYERARŞİ İlk temasta dahi bariz biçimde hissedilen bu “boşluğun” ne menem bir şey olduğunu zar zor edindiğim bir gezi rehberinde buldum: “Katı sosyal hiyerarşi yabancıların Kore’de kabullenmekte en güçlük çektiği konudur...” diye anlatıyor bunu “Lonely Planet” rehberi; “Üst statüdekiler, alt statüdekilere küstahlık edebilir... ‘Statü’ belirleyen unsurlar da çeşitlidir: Kim daha yaşlı? Kim daha prestijli iş sahibi? Kim daha iyi üniversiteden? Kim en saygın aileden?..” Batı toplumlarında artık bambaşka mekanizmalarla devreye giren ve asırlar içinde çok “incelmiş” olan bu “süzgeç”, Güney Kore’de hâlâ ilk planda... Şekilci nezaket tüm Doğu toplumlarında olduğu gibi her zaman geçerli. Ama “nezaket ölçülerini” dikte eden birinci kıstas; “kim olduğunuz” ve “hiyerarşi skalasında” nereye oturduğunuz... DANSLAR, GÖSTERİLER... Köylüler geleneksel giysiler içinde, köy meydanında turistlere “danslar, gösteriler” yapıyorlar. Ve Kore’nin eski Şaman gelenekleri tanıtılıyor. Uğur getirdiği düşünülen iri tahta totemler, dilek ağaçları geziliyor... Ziyaretçiler için tabii orda burda çeşitli turistik restoranlar var. Bunlardan birinde gördüğüm manzara şöyleydi: Kadınlı erkekli bir Koreli grup. Erkekler, hafif alkol duvarını aşmış. Müthiş bir bağırış, çağrış. Önce kavga var sandım. Meğer sadece muhabbet ediyorlarmış... Eğlence anlayışları anladığım kadarıyla böyle çok gürültülü. O harala gürele arasında kadınlardan biri; yanındaki erkeğe hâlâ bir yandan elindeki çubuklarla yemek yediriyor, bir yandan da geyşa özeniyle terini siliyordu... Güney Kore’nin kadın erkek kalıpları içinde, karambolün ortasında dahi bu ihtimam, doğalmış... STATÜ SAPLANTISI... Asya’nın yeni zengin ülkelerinin göze çarpan ilk özelliği ve bu ülkeleri eski Kıta’dan ayıran en belirleyici fark, bu sosyal hiyerarşi ve statü saplantısı... Biriyle tanıştığınızda, ilk iş vahşi Batı’nın süratle silah çeken kovboyları gibi fotoğraflı! “kartvizitlere” davranıyorlar. Sizden de aynı atik tetiklikle “kartvizitinizi” uzatmanız bekleniyor! Benim gibi yanında hiç “kartvizit” taşımayan biri, Kore’ de bayağı yadırganıyor. Koreliler çünkü “merhaba” derken daha; ne olduğunuzu, kim olduğunuzu, “sosyal skalada” nereye oturduğunuzu vakit kaybetmeden “şıp” diye çözmek, anlamak istiyor. Konfüçyusyen kültürde meğerse bu, toplum içi ilişkilerin temel direğiymiş. “Toplumsal hiyerarşi CEP TELEFONU CENNETİ Güney Kore’ye girerken her şeyden evvel; iki dirhem bir çekirdek, giyimli kuşamlı olacaksınız. Tüm Uzakdoğu ülkelerinde olduğu gibi, Kore’de de çok önemli bu. Bunu, Seul Pusan hızlı trenine bindiğimde daha iyi anladım. SeulPusan arasını 2 saat 40 dakikada alan tren istasyonundaki yolcular; bir şirket toplantısına girmek üzere, sessiz sedasız disiplinli bir şekilde bekleyen insanları andırıyor.... Avrupa trenleri ya da istasyonlarında gördüğünüz cinsten, saçı başı birbirine karışmış, “yıllanmış S Ü R E C E K