Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
24 AĞUSTOS 2007 CUMA kitap A S I Z P E R T A V S I Z P E R V KULE CANBAZI SUNAY AKIN Enis BATUR KÖPRÜ Çıkmalar Maksim Gorki, 1905 Devrimi’yle 1917 arasını Capri'de, sürgünde geçirdi. Ana'nın etkisi altında kalan Lenin'i adaya çağırdı. Bruno Caruso'nun Lenin a Capri Intellettuali, Marxismo, Religione'si (1978, Dedalo Libri) bütün ayrıntıları verir: 1908'de gelir Capri'ye Lenin, ikinci bir yolculuğu iki yıl sonrasında gerçekleştirecektir. Bogdanov ve Lunaçarski de oradadır; hep birlikte “Capri Devrim Okulu”nu hayata geçirirler, bir süre sonra Gorki ile Gorki Lenin'in arasının açılmasına yol açacaktır o girişim. Elimin altında bir dizi fotoğraf var: Lenin'in ilk gelişinde ağırlandığı Villa Blaesus, 1908 Nisanı’nda terasta Bogdanov'la satranç oynadıkları saatler, Gorki'ninkiler, “Okul”un toplu bir görünümü, iki fotoğrafı ayırıyorum: Birinde, kucağında küçük bir çocuk, sakallı bir devi görüyoruz: Lenin'in 1910'daki gelişinde, kayığıyla balığa çıktığı Caprili balıkçı Spadaro, balkon korkuluğuna yaslanmış. İkinci fotoğraf bir tür 'sahte belge': Corriere della Sera, “Capri Bolşevik Okulu”nu konu edinen bir habere eşlik etsin diye seçmiş onu. En önde Troçki ve Zinoviev bu toplantı Capri'de değil Moskova'da gerçekleşmiş oysa. Troçki, o yıllarda bir başka adaya sürgün çıkacağını aklından geçirmiyor olsa gerek. 12 Şubat 1929 sabahı buharlı vapur İlyiç (!) ile İstanbul'a, yanında yoldaşı Natalya ve oğlu Leon Sedov'la birlikte, yanaşıyor. Büyükada'ya Nisan ayında geçiyor. Ayların en zalimi. 15 Temmuz 1933 günü günlük defterine düştüğü, bir yıl sonra Modern Monthley'de yayımlanan “Elveda Prinkipo” başlıklı notları, dört yılı aşkın bir süre için hayatının ortasına bir parantez olarak yerleşen Büyükada'yı ve Marmara Denizi’ni yücelten paragraflardan oluşuyor. “Tam da yazılacak yer” diye tanımlıyor adayı Troçki orada gerçekten de boş durmadığını biliyoruz. Gelgelelim, Büyükada, bu gönülsüz devrimci için, her şeyden önce balıkçı arkadaşı Haralambos ile ıstakoz avına çıktığı saatlarla özdeşleşiyor besbelli. Haralambos'un fotoğrafını bulamadım. Tekir barbunya ustası Koçu'nunkini de. Türkçe, Rumca, Rusça, Fransızca karışık kelimelerin yoğurduğu, hiçbirinin doğru anlamıyla kullanılmadığı cümlelerle anlaştıklarını aktarıyor Troçki. Bir de “deniz”in (metinde Türkçe geçiyor) ona “yazgı”yı çağrıştırdığını söylüyor. Spadaro ile Haralambos ve Koçu yan yana geliyorlar imgelemimin köşesinde. Capri'nin bir sokağında, kahvedeler, kalkıp Büyükada iskelesine yürüyorlar. Konuşmalarını duyamıyorum. Zaman'ın arkasında saklı kalmış ne çok böyle ses, hece, anlam, anlamsızlık var. Bazı köprüler boşlukta kurulur. Nisan 2007 laması. Havlama bana en budala çığlık gibi gelir, hayvan âleminin yüzkarası”. Gilles Deleuze'e yakınlığımı bilen bilir, Abece'de sarfettiği bu sözleri de ben ona yakıştıramıyorum. Üstüne üstlük, ne bir köpeksever sayılırım, ne de havlamayı anırmayla bir tutarım; tam tersine, humour'dan bütünüyle yoksun bulduğum için havlama sesine mesafeliyimdir gelgelelim, Deleuze'ün yargısını aşırı yüklü buluyor, altında başka, belki açık belki örtük nedenler yattığına inanıyorum. Kedi miyavlamasından irkilen, martı çığlığından ürken, karga sesinden tiksinen, ineğinkini alay konusu eden, horozunkini zamansız bulan, güvercin gurultusunu müzik sayan insanlar dolanıyor çevremde. Bakın, yunus seslerine bayılıyormuş birisi. Kişnemeyi son derece lirik bulurmuş ötekisi. Bunlar, bütün kuşlar bülbül olsun isteyenlerdir. Onları, birkaçı bir yana, ayırdetmeyi bilmezler de. Ömür boyu Messiaen dinlememişlerdir; dinletecek olsanız kaçacak delik ararlar, ne de olTroçki’nin Büyükada’da yaşadığı ev. sa kulaklarını uluma nağmelerine ayarlamışlardır. Her ses kendi gırtlağında güzel. Havlarcasına konuşan, sözümona kükreyen, düpedüz gıdaklayan, yılan gibi tıslayan insanlarla karşılaştım. Ben de hemcinslerine ayı, deve, öküz diyenlerdenim. Oysa o hayvanlar, insana dönüşmemişlerse, yanımızdan geçerken omuz atmaz, tükürük saçarak yüksek sesle çevrelerini taciz etmez, bin defa anlattığınızı binbirincide bomboş bakarak dinlemezler. Herkes yerindeyken, kendiyken güESTEN SÖZE zel demek ki. İnsan dışında: Tanrı olsaydı, onunla kesinkes anlaşamazBir başka şey dım: Birden fazla olmalı, değişkenlerini kurolmak, başkadum bu cümlenin, kâğıt üzerinde. Öylesine laşmak onun çoktur ki gerekçelerim, saymakla sıralamakdoğasında var. la bitmez. “İşte, daha önce Sır'da dokunduBir hamamğum, daha sonra Kırmızı Eşeğin Hikâyesi'nde böceğinin döneceğim bir tanesi, Lokman suresinden: Gregor Sam“Seslerin en fenası eşeklerin sesidir”. Diyelim sa'ya dönüşki öyle, hiç de öyle değildir, bunun yaradanı tüğünü görekim, İblis mi? mezsiniz. Eşek sesini çirkin, çirkinin çirkini bulan Ses'ten Troçki bir dolu insan olmalı; bu görkemi fark edekalktım, söz'memiş olmayı, insana özgü eşeklikten sayarım den geçtim, ben: Şu an dolu dolu anıran bir eşek duysam biçim'e dayandım. At kuyruğundan, keçi sakaiçimi coşku kaplar, işi gücü bırakır dinlerim, dolından, ceylân gözünden, gaga burundan, penyamam. çe elden söz etmenin sırası da gelir. “Temel olarak köpeğe en büyük itirazım, hav Hayal Ettiğimin Çok Üstünde ileri görüşlülük en büyük zenginliğimiz oldu: “Aslı, Aynur, Sibel, Ahmet… Bugün sadece 4 kişi buradaydık… Ama merak etmeyin, 40’ları, 400’leri bulacaksınız… Çok teşekkürler… Elinize, emeğinize sağlık.” Oyuncak Müzesi’ni görmediyseniz, ilk fırsatta mutlaka gelmelisiniz. Neden mi?.. Yine bir ziyaretçimiz, Figen Özdemir versin yanıtını: “Batuhan’ı gezdirmeye getirirken, kendi çocukluğumun armağan edileceğini hiç düşünmemiştim. Burada, anne ve oğul gibi değil, 30 sene öncesinin iki arkadaşı gibi hissettim kendimi, oğlumla!.. Teşekkür kelimesi çok az kalacak ama, size sonsuz teşekkürler. En çok hangi bölümü beğendiniz, derseniz, bunun cevabı yok. Tıpkı, 40 yaşlarında bir yetişkine çocukluğunun hangi yaşını geri istersin sorusuna benzeyecek!.. Oysa ben burada yalnızca çocuk oldum. Minnettarım.” Hacettepe Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları’nda uzman psikolog olarak görev yapan Gülin Evinç’in ziyaretçi defterine yazdıkları 40, 50 yıl sonra bir “hissi senet” olarak çok zengin olmamı sağlayacak!.. Kayda geçiyoruz: “Parti politikaları, planları içinde çocuk kelimesinin 3 kez geçtiği bir dönemde, insanlara çocuklularını hatırlatan bu derece gerçek bir hayal evinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Burada yapılan, geçmişe bir gezintinin, keyifli vakit geçirmenin yanında çocuklara ‘Siz değerlisiniz’ demek, yetişkinlere onların da bir zamanlar ve belki hâlâ bir parça çocuk olduklarını, çocuklarının da bir gün onlar gibi yetişkin olacağını anımsatmak bence… Hem yaptığınız bu değerli iş, hem çalışanlarınızın güler yüzü, hem de çıkışta armağan ettiğiniz ‘Nutuk’ kitabı ile yaşattığınız değerler için size teşekkürlerimi sunarım.” EÇMİŞTEKİ İNSANLARIN DÜNYASI Nasıl bir çocuksam, babam sekiz yaşındayken Ankara’ya, Hacettepe Çocuk Ruh Sağlığı’na götürmüştü beni!... Orada, bir masal kahramanı güzelliğindeki Atalay Yörükoğlu’nu tanımıştım!.. Çocukluğumun en güzel arkadaşı Atalay Hoca, şunu söylemiş babama: “Bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın…” Babam kanatlarımı korudu, onların daha da güçlenmesi için emek harcadı… Ve yıllar sonra, Atalay Yörükoğlu’nun perilerinden biri Oyuncak Müzesi’ne geldi ve de defterine yukarıdaki sözleri yazdı… Biliyorum ki kanatlarımız bizi iktidar olmaya, ödüllere, kartvizitlere değil, içimizdeki insana taşımalı… Orada buluşmalı, bir arada yaşama mimarisinde düzgün bir taş olmalıyız. Yazımıza sevgili Şirin’in adı gibi olan yazısıyla nokta koyalım… Az kaldı unutuyordum: Bir açık artırmadan öyle bir oyuncağı satın alıp ülkemize kazandırdık ki, duyunca inanamayacaksınız!.. Birkaç hafta sabredin… Şirin’i dinliyoruz: “Oyuncak Müzesi’ne gelmeden önce sadece renkli ve eğlenceli bir gezi yapacağımı düşünüyordum. Odaları gezmeye başladıkça, geçmişteki insanların dünyalarını yaşamaya başladım; bazen acıları, bazen sevinçleri, bazen de tarihi değiştiren ilkleri… Ve içi coştukça gözleri doluyor insanın…” C 15 S Kurtuluş Savaşı’nda Sol/ Ufuk Uras/ Altın Kitaplar/ 122 s. “O zamanın acımasız koşulları içinde sol, ulusal kurtuluş mücadelesinin, bu bağımsızlıkçı tutumunu, bütün içtenliği ile desteklediği halde, açıkçası silinip süpürülmüş ve çok ağır bedeller ödemiştir. Bunun siyasi sorumluluğunu artık okurların takdirine bırakıyorum. İnanıyorum ki aşağıdan tarih yazımı, yani yoksulların, emekçilerin perspektifiyle tarihe bakmak, tarihten saklananları ortaya çıkaracaktır. Marx’ın hep vurguladığı gibi, onlar: ‘Tarihi hurafelerle açıkladılar, biz hurafeleri tarihle açıklayacağız.’ Bu vesileyle, ‘sularda sönen ve denize dönen’ Mustafa Suphi, Anadolu’da tecavüze uğrayan ve katledilen eşi Meryem ve linç edilerek öldürülen 14’ler başta olmak üzere, bu süreçte yitirdiğimiz bütün değerleri saygı ve sevgiyle anıyorum.” Bu kitapta Ufuk Uras, Kurtuluş Savaşı yıllarında Türkiye’de ‘sol’un durumunu işleyen bir inceleme sunuyor. Lili Brik’e Mektuplar/ Vladimir Mayakovski/ Çev: Bertan Onaran/ Zigang Yayınları/ 223 s. Ekim Devrimi’nin ardından, Mayakovski ve bazı öncü sanatçılar Rusya’yı karış karış gezip şiirlerle, toplantılarla devrimi anlatmaya çalışırlar. Çalışmalara yurtdışı gezileri de eklenir. Bu kitapta Mayakovski’nin yurtdışı gezileri sırasında Lili Brik’e yazdığı; gezilerinde edindiği izlenimleri aktardığı mektuplar ve çektiği telgraflar yer alıyor. İnsanlar Neden Saçma Şeylere İnanır/ Micheal Shermer/ Çev.: Zeynep Reyhan Koç/ Altın Bilek Yayınları/ 616 s. Neden insanların çoğu zihin okuma, geçmiş hayattaki deneyimlerle ilgili terapiler, dünya dışı yaratıklar tarafından kaçırılma ve hayaletler gibi şeylere inanmakta? Bilimsel yaradılışçılığın yükselişine önayak olan ve Yahudi soykırımının asla gerçekleşmediği inancını körükleyen şey nedir? Neden sözde bilimsel aydınlanmanın gerçekleştiği bu çağda, bu tarz hurafelerden her zamankinden daha fazla etkileniyormuş gibi görünüyoruz? Michael Shermer, bu sıra dışı iddiaları çürütüp bütün insanların bu fenomenleri, komplo teorilerini ve ortalıkta gezinen kültlerin meydana çıkış nedenlerini keşfetmeye çalışıyor. Tutkunun Elindeki Sır/ Enver Yorulmaz/ Kendi Yayını/ 222 s. “Yazarlığa başladığım 1960’lardan bu yana, henüz on iki yaşındayken kaleme aldığım gerçek yaşam öykülerini, önce babası Köy Enstitüsü kökenli eğitmen olan bir arkadaşıma okutup eleştirilerini alır ve ondan sonra da yöresel gazetelerimize yayına verirdim. Bugüne dek okurların eleştiri ve görüşleri elbette ki bizler için hep ön planda yer aldı.” Bu kitapta, Enver Yorulmaz’ın öyküleri yer alıyor. (Yazışma Adresi: P.K. 1102 UlusAnkara / enveryorulmaz@mynet.com) ğustos ayında tüm bir yılın en mutlu günlerini yaşıyorum… Çünkü, zamanımın çoğunu İstanbul Oyuncak Müzesi’nde geçiriyorum. Bu ayın 29’unda Frankfurt’un Bad Nauhaum beldesinde “Oyuncakların Diliyle Türkiye” sergisini açıyoruz… Bu sergi kendi alanında bir ilk olacak. Müzemizi tasarlayan Ayhan Doğan ve halkla ilişkiler müdüremiz Başak Çalışkan ile yoğun bir hazırlık içerisindeyiz. Bu serginin haberini, neler yaşadığımızı eylül ayının ilk haftasında anlatacağım sizlere… Sayıları az da olsa, müzenin kapısından içeri adımlarını atarken kimi erkek ziyaretçilerimizin yüzünden zorla geldiği ve bir an önce gitme isteği rahatlıkla okunuyor… Sonra ne mi oluyor?.. Bu sorunun yanıtını ziyaretçimiz S. Kara’nın defterimize yazdığı duygularından öğreniyoruz: “Eşimin asabiyetine rağmen her şeyi kabullenip buraya kadar gelip, daha ilk vitrini gördükten sonra herkesin yüzünde gördüğüm mutluluk ve memnuniyet ifadelerinin, buraya gelmek için ısrarlı olmakla ne kadar doğru davrandığımı bana gösterdi.” Eymen Uçar’ın yazdıkları ise tüm zorluklara rağmen ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu bize bir daha anımsatıyor ve yüzümüzü güldürüyor: “Bugün oğlumun doğum günü. Kendisi daha önce okulla gelip, burasının muhteşem bir yer olduğunu söyledi. Bu sabah kalktığımızda Oyuncak Müzesi’ni gezmek istediğini söyledi. Bizde bu isteği üzerine onu kırmayıp buraya geldik. Sanırım bugünü asla unutmayacak. Biz de ona katılıyoruz: Mükemmel bir müze!..” İstanbul Oyuncak Müzesi’nin dünyadaki benzerleri arasında ilk sıralarda yer aldığını biliyorum. Eylül ayında çıkacak olan dünyanın en saygın, en çok okunan bir sanat dergisinde müzemiz yer alacak. Bunun da haberini eylül ayına bırakalım ve daha önceden bir oyuncak müzesi gezme tecrübesi olan Evrim Sportmen kardeşimize kulak verelim: “Daha önce Hamburg’da bir oyuncak müzesi gezmiştim. Ne yalan söyleyeyim, buraya gelirken biraz hayal kırıklığı yaşayacağımı düşünüyordum… Ama burası beni alıp götürdü!.. Bu emek için ne kadar teşekkür etsem az. Burayı herkes ama herkes görmeli. Gerçekten çok ama çok güzel…” A G TARİHE KAYIT... Cumhuriyet gazetesinin her sayfası tarihtir… Yıllar sonra sanat, ekonomi ya da sosyoloji gibi konularda araştırma yapacak olan bilim insanları doğru ve güvenilir kaynak olarak mutlaka elinizde tuttuğunuz sayfaları okuyacak, inceleyeceklerdir. Bu yüzden, Oyuncak Müzesi’nde yaşadıklarımızı sizlere aktarmakla, tarihe kayıt düştüğümü çok iyi biliyorum. İşte, Avrupa’da bir oyuncak müzesi gezmiş olan sevgili Feryal’ın aktardıkları: “Oyuncak Müzesi’ni gezmek için Ankara’dan geldik. Hayal ettiğimin çok üstünde, büyük, zengin bir müze ile karşılaştım. Son olarak Prag’da gezdiğim oyuncak müzesinin ne kadar küçük ve az çeşitli olduğunu anladım.” Erken yapılan genel seçimler ve aşırı sıcakların etkisiyle bu yaz, müzemizin ziyaretçi rakamı geçen yaz mevsiminin çok az gerisinde kaldı… Dört ziyaretçimizin yazdığı şu inanç ve Deli Manda/ Mahmut Özay/ YKY/ 314 s. “Mahmut Özay, Genellikle Anadolu’da ailesinin yoksul yaşayışını, kendi öğretmenlik yıllarının olaylarını betimlediği öykülerinde küçük kasaba yaşantısını anlatırken yumuşak, okşayıcı ve mutlu olabilecek küçük adamları yansıtırken dilinde bu insanlara ve hayata karşı duyduğu sevginin ince titreşimleri görüldü. İddiasız bir ustalığa ulaştı” diyor Tahir Alangu. Bu kitapta, 1965 Sait Faik Hikâye Armağanı’nın sahibi Mahmut Özay’ın bütün öyküleri yer alıyor. Orbit/ John J. Nance/ Çeviren: Ruken Kaya/ İnkılap Yayınları/ 398 s. bağlantılarının kopmasına yol açar. Kip için hayatının macerası bir kaosa dönüşür: Uzayda yapayalnızdır ve mekiği Dünya’ya geri götürmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Ölümü beklemekten başka çaresi kalmamıştır. Araçta bulduğu dizüstü bilgisayara yaşamını, pişmanlıklarını, duygularını, evliliğini, çocuklarını hatta cinsel deneyimlerini bile yazmaya başlar. Nasılsa yazdıklarını, kendisi ve hakkında yazdığı kişiler ölene kadar hiç kimse okuyamayacaktır. Ancak Kip’in Avustralyalı küçük bir bilgisayar korsanının neler yapabileceğine dair hiçbir fikri yoktur. Yazdığı her satır dünyadaki milyonlarca insan tarafından büyük bir dikkatle takip edilmektedir ve onu mahsur kaldığı yerden kurtarmak için ülkeler arası büyük bir girişim oluşmaktadır... Onuncu Sigara/ İsmet Kür/ Everest Yayınları/ 202 s. Yosun, anne ve babasının mutsuzluğunun tanığı olarak büyürken, kendi içinde açılan büyük boşluğu nasıl kapatacağını bilemez. Onun çok sevdiği ve kendisini sevdiğine inandığı kişi, bir zamanlar babasının da çok sevdiği o güzel, her zaman alımlı ve çekici kadın Zerrişte’dir. Babasının ve Zerrişte’nin hikâyesinin peşine düştüğünde, kendi hayatının da hikâyesini yazacaktır Yosun; kendi hikâyesi ise Türkiye’nin geçmişinde hâlâ kanayan büyük bir yaradır: 12 Eylül ve ‘içerisi’. Yıl 2009. Kip Dawson, Amerikan Uzay Maceraları şirketinin tanıtım uçuşlarından birine bir koltuk kazanır. Hayatı boyunca hayalini kurduğu şey artık gerçeğe dönüşecektir. Kalkış günü karısının ve kızlarının korkularını gidermeye çalışır, hatta kendisine yabancılaşmış olan oğlunu bile arar. Ancak çabaları hiçbir sonuç vermez. Sonunda döndüğü zaman ilişkilerini iyileştirmeye yemin ederek yola çıkar. Başarılı bir kalkıştan sonra, ufacık bir meteor uzay mekiğinin gövdesinden içeri girerek astronotun ölümüne ve tüm telsiz Dünyanın en yaşlı insanı öldü Çeviri Servisi Dünyanın en yaşlı insanı olarak bilinen Japon Yone Minagawa ülkenin güneyinde bulunan Fukuçi’deki bir bakımevinde öldü. 114 yaşında yaşamını yitiren Minagawa’nın ölüm nedeni “yaşlılık” olarak açıklandı. Çiçek ve sebze satarak 4 erkek ve bir kız çocuk yetiştiren, 4 Ocak 1893 doğumlu yaşlı kadının yedi torunu, 12 torun çocuğu, iki de torun torunu bulunuyordu. Uzun yaşamın sırrını balık ve pirinç ağırlıklı beslenmek olarak açıklayan Japonya’da 100 yaşın üzerinde 28 bin kişi bulunuyor.