27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 AĞUSTOS 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY Hacı Bektaş Dostluk ve Barış Ödülü’ne değer görülen Akkiraz 20. albümünü yayımladı C Sonun Başlangıcına Doğru düşürülse bile, bir sonraki nöbette hastanın yaşamı tehlikeye girecek. En azından daha fazla hasar yaşanacak. Ama hesap başka yerde... Hesap (metropollerdeki bu her biri film yıldızını andıran mali uzmanların kuş beyinleriyle yaptıkları hesaplardan söz ediyoruz), büyük krizin faturasının sesi soluğu çıkmayan yoksul ülkelerin ve metropollerdeki yoksul ailelerin sırtından karşılanması yönündedir. Krizin maliyetini yoksullara yansıtmak zorundalar. Demek ki, Türkiye gibi ülkelerin kaderiyle, emperyal merkezlerdeki yoksulların kaderi birbiriyle örtüşüyor. Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi için yüzde 18’lerde tatlı faiz sunanlar, hiçbir şeyin farkında değil: Türkiye’nin daha satacağı çok fazla şeyi olduğundan eminler. Ayrıca bu ilişkiyi, krize karşı bir yastık gibi de görüyorlar. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısı gibidir Türkiye ve benzeri yükselen piyasalar: Sürekli yabancı sermaye girişi sağlamak zorundalar, yoksa cari açıkların altından kalkamazlar. Yani dozu sürekli arttıran bir uyuşturucu bağımlısına döndürdüler Türkiye’yi. İhracat da kurtarmaz bunları, çünkü ihracat arttıkça ithalat daha fazla artıyor. Çok fazla yabancı sermaye bağladıklarına inandıkları için de, bu “tüccar imam” tayfası, para ve sermayenin merkezlerinden kendilerine büyük bir darbe gelmeyeceği inancında. Göreceğiz. ??? Yeni ortaçağımızın temel özelliği, artık budur. Artan dozda uyuşturucu zerk edilmesi şart yoksullara. “Yükselen piyasalar” diye övülen ve yolunan ülkelere ya da metropolerdeki sayısı her geçen gün artan yoksul yığınlara, artan oranda uyuşturucu verilmesi gerekiyor. Dincilikteki patlama tesadüf değil. Türkiye’nin iliğini kurutan bu ilişkinin kurucuları dincilerdir. Kenan EvrenTurgut Özal’dan bu yana, bu korkunç ilişkiler ağının tüm sorumluları her türden dinci ve sağcılardır. Belki, ülkenin bu dincilerin elinde batışın eşiğine gelmesi, daha doğrusu çöken Türkiye’nin sorumluluğunun her türden “din ve milliyet satıcısının” elinde olması, kaostaki tek sevindirici konumdur. Kurtuluş, bunlardan kurtulmak anlamına da gelecek çünkü. Bakacağız. [email protected] 7 Hayat türküdür, türkü hayattır Hatice TUNCER Sabahat Akkiraz’ın, halk müziğinde sesinin gücü ve güzelliği, yorumlarında geleneksele bağlılığıyla özel bir yeri vardır. Hacı Bektaş Veli Anma Kurulu bu yıl, Sabahat Akkiraz’ın emeklerini, Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü’yle onurlandırma kararı aldı. Ağabeyi Mustafa Akkiraz’ı 6 Ağustos’ta ani bir rahatsızlık sonucu kaybetmenin acısını yaşayan Akkiraz, 1617 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilecek Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri çerçevesinde alacağı ödülle belki biraz teselli bulacak. Ödülünü “Adı anılmayan ustalar, ozanlar, dedeler, kaynak kişiler adına” alacak. Akkiraz 2007 Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü’ne layık görüldü. FATMA ANANIN SAÇ BAĞI TunceliElazığ yöresinden Ali İlknur Dede’den, Hozatlı Ahmet Dede’den alınan “Fatma Ananın Saç Bağı”, albümdeki en özgün deyişlerinden biri. Kuşaktan kuşağa aktarılarak, cemlerde okunarak bugünlere gelmiş, çok okunmamış bir deyişi okurken Akkiraz da halden hale geçmiş. “Alevi müziğinde bu ustaçırak ilişkisiyle aktarılır. Cemlerde okunur ve sır içinde tutulur, aşikâr edilmez. Çok nadir bize verirler. Bunları gelecek nesilere öğretmek düşüncesinden albüme okuduk. Melodik olarak da öyle müthiş bir ahenk vardır ki halden hale geçer. O inancın aşk hali içindeki anlatımını o kadar güzel tanımlar ki...” ÖDÜLE LAYIK GÖRÜLDÜ Anma Kurulu, Sabahat Akkiraz’ı 2007 Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü’ne “aydınlanmacı ve barışçı kimliğinden ödün vermemesi, tüm dünyada Alevi müziğini literatüre sokması” gerekçeleriyle layık gördüğünü açıkladı. Akkiraz, Hacıbektaş’a hakkında yapılan değerlendirmeleri boşa çıkarmayacak 20. albümüyle gidiyor. Titiz ve uzun süren bir çalışma sonunda hazırladığı “Türkü Hayattır” albümünden deyişleri, ağıtları, içi yansa da 16 Ağustos’ta Türkiye’nin her yerinden Hacı Bektaş’a gelen on binlere bir kez daha sunacak. Akkiraz’la “Türkü Hayattır” albümü için buluşup sohbet ettiğimizde henüz ağabeyini kaybetmemiş, ödülü de açıklanmamıştı. Sohbetimizde gençliğinde Hacı Bektaş dergâhında bir süre hizmet eden annesini özlemle anarken “Sen bana Hacı Bektaş’ın bir hediyesisin” sözlerini ve Hacı Bektaş felsefesinin yaşamındaki önemini de anlattı. Geçen ay Londra’da konser veren Akkiraz’dan Financial Times dergisi övgüyle söz etti. Bitmeyen yas... ürkü Hayattır albümü, 17 deyiş, uzun hava, bozlak ve halaydan oluşuyor. Yönetmenliğini İsmail İlknur ve Erol Parlak’ın yaptığı albümde yalın ve düzgün bir yorum temel alınmış. Akkiraz “Boşumuş” ve “Davulcu” türküleriyle Âşık Mahzuni’yi bir kez daha saygıyla anıyor. Muhlis Akarsu’yu “Benim Melul Mahzun Gönlüm” türküsüyle anarken Sıvas’ta Madımak Oteli’ndeki katliamı bir kez daha lanetliyor. “Yara Beni” çocukluğunda annesinin sesinden Sabahat Akkiraz’ın kulaklarına dolmuş Adana yöresinden bir ezgi. Kerkük’ten bir yas havası olan “Bitmeyen Yas FARIMAZ Deyişlerden, türkülerden söz ederken, sahnede olduğu gibi yüzünde gülümsemesi eksik olmayan Akkiraz, “Farımaz”a sıra gelince de bu göç havasından sevgiyle söz etti: “Hatay’dan çok güzel bir Baraktır bu. Benim ilk okuduğum Kara Tren de böyle bir göç havasıydı. Antep’te, Sıvas’ta, Türkmen diyarlarında davul zurna ile okunur bu havalar.” 13 YAŞINDA İLK PLAK Ozanlık geleneğine bağlı aile ortamında büyüyen Akkiraz, 13 yaşında ilk 45’lik plağını yaptıktan sonra, ailesiyle Almanya’ya taşındı. Babasının eğitim ısrarını dinleyerek lise eğitimini Almanya’da tamamlayan Akkiraz, 1983 yılında “Şafak Söktü’’ albümünü Musa Eroğlu ile birlikte çıkardı. Müzik eğitimini çalışarak sürdüren Akkiraz, yurtdışında caz, dünya müziği konularında birçok festivalle katılarak övgüler aldı. Mercan Dede, Orient Expretions ile çalışmalar yaparak farklı müzik tarzlarıyla halk müziğini buluşturarak denemelerden korkmadı. Geçen ay Londra’da Queen Elizabeth Hall’da sahne alan Akkiraz hakkında Financial Times dergisinde övgü dolu bir yazı yayımlandı: “50 yaşıma merdiven dayadım ve 20 yılı aşkın bu işin içindeyim. Çok güzel bir öğretiden ve ozanlık geleneğinden geldim. Yani bana aktarılan o muhteşem kültürü aktarmayı görev sayıyorum. Bana aktarılan bu hazineyi gelecek nesillere bırakmak, dünyaya taşımak istiyorum. Benim görevim bu taşıyıcılık işi aslında. Ama bunu bize kadar gelen orijinal tatlarıyla taşımak inancım var. Bütün dünyaya kendimizi anlatabilmek inancı var. Çocuklarımıza güzel bir çevrenin yanında kültür ve sanatımızı da bırakmamız gerekiyor. Her zaman ağzımızdan midemizi doldurma şansımız olur. Ama yürek açlığı hiçbir şeye benzemez. İnsanoğlunun kulağından yüreğini doldurmasına bir küçük katkım olsun istiyorum.” T Kerbela” albümün en özgün çalışmalarından biri. Hüseyin Poyraz’ın “Neydi Günahım” şiirinin ezgilerinde Akkiraz’ın kardeşi Cemal Akkiraz’ın imzası var: “Bu repertuvar satmaz ve popüler olmaz biliyoruz, ama farklı duruyoruz. Bütün deyişleri, türküleri kaynağından aldık. ‘Türkü hayattır’ sözüyle slogan gibi bir vurgulamayı özellikle yaptık. Türkülerin alanı kısıtlandı, yaşaması çok zor. Konser alanları sınırlı, üreticiler çok az. Ama halk müziğini hâlâ ozanlar, dedeler, âşık kadınlar yaşıyor. Cenazelerde hâlâ ağıtlar yakıyorlar. Hayatın bu kadar içinde olan bir müziğin hayatın dışında algılanması doğru değil.” HALAYLAR Konserlerinde olduğu gibi albümlerinde de halaylardan vazgeçmeyen Akkiraz, “O Yana Dönder Beni”, “Yortan” ve “Halay Başında Güzel” halaylarından bir çeşitleme hazırlamış: “Halaylar, halk müziğinin dışında algılanır oldu. Oysa bu oyun havaları da halk müziğimizin önemli bir parçası. Londra’da bir konserde İngiliz bir dinleyicim bana ‘Ben de düğünümde halay çaldıracağım’ demişti. Yabancılar müziğimize böyle ilgi gösterirken niye Türkiye’de bu kadar yozlaştı? Sevgiye inanmamız, bir davaya inanmamız, güzel bir ülkeye inanmamız gerek. Mahzuni ‘Benim ağam halkım, kabadayılığımız ondan’ derdi. Ben de o gelenekten geldiğim için müziğimize, inancımıza siyaseti hiç karıştırmadım. Onlar gibi yiğit durmaya çalışıyorum.” ZALİME KARŞI DURUŞ Türkü Hayattır albümünde, Akkiraz’ın aynı adlı şiirini tiyatro sanatçısı Metin Coşkun seslendiriyor ve bağlı olarak Akkiraz, Sümmani’nin “Usandım” deyişiyle Erzurum yöresinden bir uzun havayla devam ediyor: “Hayatımı gözlerimin önüne getirdim, öyle yazdım. Çocukluğumuzda leblebilerimizi içine doldurduğumuz gazozlar, fabrika zilleri, annemin türküleri. Hüseyin’e varana kadar zalime karşı duruşu anlattık. Türkü bizi, sizi yaşatıyor. Benim hayatım da onun içinde. Türkü benim hayatım çünkü. Ben Almanya’da büyüdüm, ama kendi değerlerime sarıldım. Bizim müzik camiasında bir erozyon, dayatma yaşadık. İnsanlara hep pop müzik verildi. Bu albümü bile internetten binlerce kez indirmişler. Korsanları yapılıyor. Yine de bu sıkıntılara karşın, ozanlık geleneğinden, felsefesinden, aşkımızdan vazgeçmedik.” O zanlık geleneğine bağlı aile ortamında büyüyen Akkiraz, 13 yaşında ilk 45’lik plağını yaptı. rtada ağır bir kriz var. Söylediğinizde, “Abartma!” diyorlar. Oysa abartmaya gerek kalmayacak kadar ortada her şey: Şok bu kadar derin olmasa, Avrupa Merkez Bankası (AMB) bile geçen hafta sonundan beri üç gün arka arkaya uluslararası mali piyasalara milyarlarca avro pompalamazdı. Dünya zaten reel ekonomiden kopmuş para ve para benzeri mali araçların işgalinde. Sistem çökebilir. Ortalık bu kadar güllük gülistanlık iken sistem çökebilir. Cehalette Ankara’nın imamlarıyla yarışan metropol papazlarının kurduğu temelsiz bir yapıdır bu. Çatırdıyor. Yani fazla şaşırtıcı bir şey değil. Hepsi “deniz bitti sendromu” gösteriyor. Hani şu, gemisini karaya oturtan uyanık Temel Kaptan’ın gerekçesi gibi bir şey: Deniz bitti! “Malı götürenlerle”, bu götürme eylemine üçbeş dolar için aracı olan din satıcıları arasında bir fark olmadığını görüyoruz. New York, Berlin veya Paris’teki film yıldızlarını andıran “mali aracılar” ile İstanbul’daki badem bıyıklı dinciler ve onların yeni yardakçıları... Birbirlerinin burnundan düşmüş görünüyorlar. O nedenle olmalı, beklenenden çok daha ciddi bir krizle yüz yüze bulunduğumuzu sadece Türkler değil, bu “çağdaş Avrupalılar” da söyleyemiyor. Demek iş, fenaya gidiyor. Piyasalardaki ateşi şimdilik düşürmelerinin hiçbir anlamı olmadığını bilenleri var belki içlerinde, ama onlar da bildiklerini saklamak zorundalar. Bir anda kendilerini kapı önünde buluverirler. Bunlar para için her şeyi yapan adamlardır. ??? ABD’deki riskli ipotek kredileri Avrupa ve onun motoru Almanya’yı da vuruyor. Küreselleşmenin cilvesi yani... Japonya’nın sudan ucuz parasıyla başlayan, ABD’deki ipotek kredileri pazarıyla devam eden bir ticaret, resmen pul pul dökülüyor. Neredeyse bedava milyarlarca “Yen”i alıp, Türkiye’de dövize karşılık halkının kanını pazarlayan bir hükümet sayesinde malı götüren uzmanlar, “Deniz bitti!” diye bağırmaya başlayabilir. Bu sonun geciktirilmesi kimsenin işine yaramayacak. Piyasaların ateşi düşünce, hiçbir yoksul ülkenin ve ailenin yüzü gülmeyecek. AMB’nin dünyanın diğer büyük merkez bankalarının eşliğinde bir haftadır piyasalara pompaladığı para, mali araçların reel ekonomiden biraz daha kopmasını kolaylaştıracak; ateş O Steril ortam ömür uzatmıyor Bilim insanlarının bakterilerden arındırılmış ortamda yaptığı deney geçmişi yalanladı Çeviri Servisi Düşünülenin aksine steril bir yaşam insan ömrünü uzatmıyor. BBC’nin internet sayfasında yayımlanan habere göre ABD’deki Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde görevli bilim insanlarının yaptığı deneyde bakterilerin ömrü kısalttığı tezini yalanlayan bir sonuç çıktı. Bu deneye kadar insan bünyesinde barınan bakteri sayısının yaşla arttığı, bakterilerin bağışıklık sistemine olumsuz etki yaparak yaşlanma sürecini hızlandırdığı düşünülüyordu. Ancak, insanlarda olduğu gibi ilerleyen yaşta barındırdıkları bakteri sayısı artan sirke sinekleriyle yapılan deney, bunun doğru olmadığını kanıtladı. Çalışmayı yapan Dr. Steven Finkel ve arkadaşları sirke sineklerini bir süre laboratuvarda “bakterilerden arınmış bir ortamda” yaşattılar. Ve, bunların steril ortamda yaşamayan sirke sineklerinden daha uzun yaşamadıklarına, yaşlanma süreçlerinin yavaşlamadığına tanık oldular. Deneyin sonucunu “sürpriz” olarak nitelendiren Finkel, “Ömrü kısaltan bakteriler değilse nedir” sorusuna henüz net bir yanıt bulamadıklarını ifade etti. oğan Hızlan’ın bu başlıkla yazdığı bir yazı üzerine, konu yeniden gündeme geldi. Anımsayacaksınız, tüm dikkatler, tüm ilgi, Irak işgaline yöneldiği günlerde (2003 Mart Nisan) AKP hükümeti, hepimizi ilgilendiren, geleceğimizi ilgilendiren kararlar alıp durdu. Üstelik sorgusuz sualsiz, tartışmaya açmadan, ilgili özerk kurum ve kuruluşların görüşünü almadan, oldubittiye getirerek... Bunlardan biri de Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı’nın birleştirilmesiydi. O günlerde sivil toplum kuruluşları, Mimarlar Odası, Çekül Vakfı, Kültür Girişimi (ilk aklıma gelenler) ve birçok kuruluş bunun yanlışlığını ortaya koydu ama fayda etmedi. Kültür ve Turizm bakanlıklarının birleştirilmesi, daha önce de Türkiye’de denenmiş, zararları görülmüş, yapıcılığı değil, tüketiciliği saptanmış ve vazgeçilmişti. Ama belleksiz bir toplum olduğumuz için, haydiiiii tüm tartışmalar yeni baştan… Yıllardır bu konuda düşüncem değişmedi. Evet iki bakanlık ayrılmalı. Özetleyecek olursam: İki bakanlığın özü ve temel işlevi birbirinden çok farklıdır. Kültür alanları, yaratıcılığa ve üretime yöneliktir. Sanatsal ilişkileri ve etkinliği de içerir. Korunmaya, desteklenmeye ve üretici kılınmaya gereksinimi olan alanlardır. Dev D ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Kültür ve Turizm Bakanlığı Ayrılmalı İngilizce) kuruluşumuz, her yaz iki ülkenin gençlerini bir araya getirerek barış kültürünü yaymaya çalışıyor. Son birkaç yıldır Kıbrıs’ın iki bölgesinden kadınlar da çalışmalarımıza katılıyor, dolayısıyla Kıbrıslı gençler de bu yaz kamplarından yararlanıyor. Bu güne dek sayısız genç bu kamplara katıldı ve her biri barış kültürü elçisi oldu. Ebert Vakfı’nın sağladığı olanaklarla, Robert Kolej’in desteği ve ev sahipliğiyle 36 genç bir araya geldi. Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs’ın iki kesiminden sekizer lise öğrencisi… Yaşları 1518 arasındaydı. Farklı birikimlerden, farklı okullardan geliyorlardı. Bir hafta boyunca hem konunun uzmanlarıyla “Sorun Çözme” “Kimlik Algılaması” üzerine eğitim alıp, kendi seçtikleri konuları aralarında tartıştılar, hem de İstanbul’u tanıdılar… Seçtikleri konular, daha çok Kıbrıs üzerine odaklandı. Türkiye ile Yunanistan ilişkilerini daha sorunsuz görüyorlardı. letin bu alanlarda kamusal sorumluluğu ve hizmetleri, koruma ve destek ağırlıklıdır. Kültür alanları devlete para getirmez, aksine götürür. Ama buna karşılık kamuya öz benliğini ve insanı insan yapan değerleri, yalnız geçmişini değil, geleceğini de kazandırır. Turizm ise bir sanayi alanıdır. Elbet devlete gelir sağlayan en önemli alanlardan biridir. Ticari ilişkileri ve etkinliği içerir. Ancak para getirecek diye kültür değerlerinizi, turizmin hizmetine verdiniz mi, onları gözden çıkarıp, harcamaya ve giderek tüketmeye yönelirsiniz. (SİT alanlarının turizme açılmasından, kültürel değerlerin, özel çıkarlara hizmete yönelmesine uzayıp gidecek tehlikeleri sıralayabiliriz...) Yeni Meclis’in bu gerçekleri gözden ırak tutmaması dileğiyle… Türkiye ve Yunanistan “Kadın Barış Girişimi” kısaca WINPEACE adını verdiğimiz (ortak dilimiz İngilizce, o nedenle adı da Bir haftanın sonunda onları ziyarete gittiğimde, o gençler sanki tüm bir yaşamı birlikte geçirmiş gibiydiler. Hepsi önyargılardan arınmış, geçirdikleri değişimin ve gelişimin bilincindeydiler. Onları görmeliydiniz. Geleceğe ilişkin yapıcı tasarımlarla doluydular. Dağılmadan önce, bir haftalık deneyimlerini ve kendi geçirdikleri değişimi değerlendirmeleri istendi. Birbirinden çarpıcı tüm değerlendirmeleri buradan sizlere aktarmam olanaksız.. ancak öne çıkan nokta şuydu: ‘‘Doğru ve yanlış, iyi ve kötü, haklı ve haksız yoktur… Sorunu yaratan, tarafların birbirini farklı algılaması, yanlış anlamasıdır ki, eğer iyi niyet varsa bunlar çözümlenebilir.’’ Her sözcüğün altını binlerce kez çizdim! Ah şu gençlerin gördüğü gerçeği her insan anlayabilse, dünya nasıl da farklı bir dünya olabilir! Bundan sonraki “Sorun Çözme” semineri nasıl olmalı diye ileriye yönelik tavsiyeleri istendiğinde gençlerin büyük bir bölümünün önerisi şöyleydi: “Acilen, Türkiye’de yaşayan gençlerle, Kıbrıs’ın Kuzey kısmında yaşayan gençler arasında toplantılar, buluşmalar, seminerler düzenlenmeli, asıl bu ikisi arasında ‘sorun çözme’ çalışmaları yapılmalı…” İlginç ve çok düşündürücü değil mi? [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle