27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 AĞUSTOS 2007 CUMA bilim/vaziyet Benim duyduklarımı sen de duyabiliyor musun? İnsan dışındaki hayvanların duyguları olduğundan kuşkuluysanız, onları izlemek, onlara kulak vermek, düşman ve dostlarıyla etkileşim içindeyken saldıkları kokuları koklamak bile sizi inandırmaya yetebilir. Dışarıdan gördükleriniz bir hayvanın kafasından ve yüreğinden geçenler konusunda size epey bir fikir verebilir. Rita URGAN on yıllarda saygın bilim dergilerinde ahlaklı köpek ve şempanzeler, neşeli ya da duyarlı fareler, hüzünlü filler ve ürkek balıklarla ilgili araştırmalara sıklıkla yer veriliyor. Gülüp oynayan bir kurdu, sızlanmakta olan bir köpeği, ya da uyutulmadan kuyruğu kesilen bir domuz yavrusunun viyaklamasını izlemek bile onların duygu yüklü canlılar oldukları inancını doğurabilir. Tek bir öykü bilimsel kanıt niteliğini taşımayabilir, ama düşün insanı Dale Jamieson'un da belirttiği gibi, öykülerin çoğalması verilerin de artması anlamına gelir. Dahası, bu yazıda aktarılan türdeki öyküler yepyeni araştırmalara da esin kaynağı olabilir. han Balcombe “Pleasurable KingdomKeyifli Kırallık” adlı son kitabında Virginia açıklarındaki Assateague Adası'nda gözlemlediği iki balık kargasıyla ilgili hoş bir öyküye yer veriyor. “Önce birbirlerinden kaçmaya çalıştılar. Ancak 10 dakika sonra kargalardan biri (sonradan da hep aynısı) sürekli ötekine sokulup öne eğilmeye ve gagasını yere doğrultarak ensesini ortaya koymaya başladı. Öteki de gagasını onun tüyleri arasında gezdirerek yanıt verdi. Çok iyi kaynaştıkları, uyumlu bir çift oldukları ve aralarındaki ilişkinin her iki tarafa da keyif verdiği besbelli ortadaydı.” Tüm belirtiler hayvanların sevinç duygusunu yaşayabildikleri yönünde. Onların özellikle de oyun sırasında neşelendiklerini gösteren somut kanıtlar var. Kayalık Dağlar Ulusal Parkı'nda karların içinde koşan, havaya sıçrayıp bedenini büken, durup soluğunu tutan ve bunu sürekli yineleyen yavru bir geyiğe de tanık olmuştum. Mandaların da buz üzerinde neşeyle koşup sıçradıkları ve bu sırada böğürdükleri de biliniyor. Yağmur Ekim C Final çalıştılar. Ülkeyi, Cumhurbaşkanı’nın ve Genelkurmay Başkanı’nın ‘tarihin en büyük iç ve dış tehdidiyle karşı karşıyayız’ dedirtecek duruma getirmeyi başardılar! Bölücü terör açısından baktığımızda; vizyon sahibi(!) politikacılarımızın ABD’ye verdiği akıl sayesinde, Saddam’ın sokulmadığı Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç’ün paketleriyle beslenen, İsrailli subaylarca adalarda eğitilen ve günümüzde de ABD silahlarıyla bize saldıran PKK, neredeyse her gün dost ve müttefikimiz(!) olan ülkelerden sağladığı mayınlarla bir kaç ocak söndürüyor. Hükümet dışarıya karşı, ‘bir gece ansızın gelebilirim’ şarkısını çağrıştıran ‘artık sabrımız taştı’ plağını zaman zaman çalarak AKP amblemini bidon olarak değiştirsin! CHP de devekuşu! 17 Uzmanlar: ‘Türk ekonomisi zayıf halka.’ Gel de anlat bunu halka! S olduğunu ve üzüntüden gözlerinin çukura kaçtığını söylüyor. “Saatlerce bekledikten sonra oracıkta kıvrılıp can verdi,” diyor. SEVGİ Bill ile Ben adlı Jack Russell terrier cinsi köpeklerin nereden geldikleri bilinmiyor. Sokakta sersefil dolaşırken bulunduklarında Ben adı verilenin gözlerinin kan içinde olduğu, Bill'in de onu korumaya çalıştığı belirtiliyor. Veteriner Ben'in bıçaklandığını fark ediyor ve gözlerini çıkartıp kapaklarını dikmek zorunda kalıyor. Ameliyattan iki gün sonra barınakta yeniden Bill ile bir araya geliyor. Bill o gün bugündür Ben'e göz kulak oluyor. Bill ile Ben'in öyküsü hayvanlarda sevgi ve sevecenlikle ilgili çok sayıda öyküden yalnızca biri. Norma Harris'in aktardığı öykü ise hayvanlarda anne sevgisini gözler önüne seriyor. Harris tavan arasında bir ses duyuyor ve oraya gittiğinde yatak odasının penceresindeki deliği fark ediyor. Eşiyle birlikte deliği izlemeye koyulan Harris sonunda bir sincabın çıktığını görüyor ve deliği tıkıyor. Daha sonra evin öbür yanında otururken yine kulağına birtakım sesler geliyor. Başını yukarıya kaldırdığında gözlerini ona dikmiş bir sincapla karşılaşıyor. “Çok öfkeli olduğu ve bana sövdüğü belliydi. Onu fark ettiğimi anlayınca tünediği dalın üzerinde yavaşça doğruldu ve ön pençelerini havaya kaldırarak bana sütle dolu memelerini gösterdi! Onu yavrularından ayırdığımızı ancak o anda anlayabildim,” diyor Harris. BİR zamanlar iki kırmızı çizgimiz vardı; ülkenin bölünmez bütünlüğü ve devletin laik yapısı. Reşit Çağın bu çizgilerden yola çıkarak şöyle diyor: “Bölücü ve dinci cephe dışarıdan planlı, destekli ve içerdeki işbirlikçiler marifetiyle sinsice ilerleyerek ve bizi çok güzel oyalayarak bugünlere geldiler. Nasıl mı? İkisi de, ‘daha fazla demokrasi’ sloganıyla devletin savunma refleksini zayıflattı, ABD ve AB’nin kanatları altında bazı isteklerini onlara söyletip bizi ‘uyumlu’ ve ‘ılımlı’ yaptı. İkisi de, hem çarpıtılmış eğitim yoluyla hem de ‘çoğalabildiğiniz kadar çoğalın’ talimatıyla geleceğin kolay yönetilebilir ve demokrasi oyununda kullanılabilir cahil ve yoksul çoğunluğunu yıllar öncesinden planlayarak oluşturdu. Ortak korkuları Atatürk’ü ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni her fırsatta yıpratmaya ve etkisizleştirmeye ‘Kuzey Irak’a girmeliyiz’ diyen askeri sakinleştirirken(!), ABD önce ‘koordinatör’ masalıyla, şimdi de Irak’ın Başbakanlığı’na atadığı kişiye iki ay sonra hazırlanacak Terörle Mücadele Anlaşması’nın başlıksız mutabakat muhtırasını imzalatıp, yıllardır sürdürdüğü oyalama politikasına yeni bir çehre kazandırıyor. Bu arada Irak’ın Kuzeyi’nde meclisi, ordusu, merkez bankasıyla bir Kürt devleti oluşturuluyor. İleride İncirlik’e ihtiyacı ortadan kaldıracak ABD’nin büyük bir üs inşası da sürdürülüyor. Bu oyalamaların hepsi bu hazırlıkların tamamlanmasına yönelik. İçeride de başka bir hazırlık var; ‘eşi türbanlı mı olsun, türbansız mı’, ‘özde mi, sözde mi’ tartışmaları arasında karşı devrim ‘final’e hazırlanıyor. Atatürk’ün emaneti, ‘amaç birliği’ yapanların karşılıklı ikram malzemesi durumuna getirildi ve bizler de seyrediyoruz.” KİNDARLIK Zeytin yeşili bir Afrika babunu olan Nick Kenya'daki Masai Mara Ulusal Parkı'ndaki grubuna erişkinlik döneminde katıldı. Stanford Üniversitesi dirimbilim uzmanı Robert Sapolsky onu “kendinden son derece emin, düzenbaz ve ukala biri” olarak anımsıyor ve ilk günden beri çevresindekilere kan kusturduğuna dikkat çekiyor. Reuben adlı başka bir erkek yavruyla kavga ettiğini, dayak yiyen babunun “poposunu havaya dikerek” teslim olduğunu, Nick'in yine de onu rahat bırakmayıp poposunu ısırdığını belirtiyor. Reuben'in dişilere ve çocuklara da rahat vermediğine parmak basan Sapolsky onun bir gün Ruth adlı bir dişinin peşine takıldığını dile getiriyor. Erkek tarafından korkutulan her dişi gibi, Ruth da ağaca tırmanıyor ve daha ağır olan erkeği taşıyamayacak bir dalın üzerine tünüyor. Ancak Nick onun tam üstündeki daha sağlam bir dala tırmanıyor ve Ruth'un kafasına çişini yapıyor. Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Kuşbaşı A. Mete Apak: “Şu sıra Türkiye’de et fiyatları düşerse şaşırmayın çünkü İngiltere’de şap hastalığı görülmüş!” DUYGUDAŞLIK Kenya'nın kuzeyindeki Samburu Ulusal Parkı'ndaki filleri izlerken içlerinden bir tanesinin çok ağır devindiğini fark ettim. Fil uzmanı Douglas Hamilton, Babyl adındaki bu dişi filin ayağının yıllardır sektiğini, ancak sürüdeki öteki fillerin kendisini hiç yalnız bırakmadıklarını söyledi. Ötekiler bir süre yol aldıktan sonra durup geride kalan filin ne yaptığını izliyorlardı. Filin durumuna göre, bekliyor ya da yollarına devam ediyorlardı. Zaman zaman sürünün dişi başkanının Babyl'i beslediği bile oluyordu. Öteki fillerin ona yardımcı olarak bir çıkar sağlamaları söz konusu olamazdı, çünkü Babyl'in onlar için yapabileceği pek bir şey yoktu. Bu durumun tek açıklaması öteki fillerin hiçbir karşılık beklemeden ona kol kanat gerdikleriydi. Dostluk ve duygudaşlıktan kaynaklanan bir tavır KEDER Birkaç yıl önce Boulder, Kolorado'da şaşırtıcı bir törene tanık oldum. Muhtemelen araba çarpması sonucunda yaşamını yitiren bir saksağan yolun kenarında cansız yatmaktaydı ve çevresinde dört başka saksağan vardı. Bunlardan ikisi art arda cansız saksağanın yanına gidip cansız bedenini gagalayıp geri çekiliyordu. Kuşlardan bir tanesi uçarak uzaklaştı ve ağzında taşıdığı otları cesedin yanına yığdı. Ardından öteki de aynı şeyi yaptı. Sonra dördü birden birkaç saniye başında nöbet tuttular ve birer birer uzaklaştılar. Bu saksağanların kafalarından neler geçtiğini, ne gibi duygular içinde olduklarını tam olarak bilmemiz olanaksız. Ancak yaptıklarına bakılırsa yitirdikleri dostlarına kendilerince veda etmeye çalıştıkları açıkça ortadaydı. Karga ve kuzgunların da benzer bir tavır sergiledikleri yönünde pek çok öykü okudum. Başka hayvanlar da görünürde kederlerini dışa vuruyorlar. Fillerin ölen yakınları için yas tuttukları, gorillerin ölünün yanında nöbet tuttukları görülüyor. Arkadaşım Betsy Webb'e göre, lamalar bile kederleniyor. Webb 27 yaşındaki Boone adlı lamasının yaşlılıktan ötürü ölmesinin hemen ardından can yoldaşı eşi Bridger'in de hiçbir neden olmaksızın yaşamını yitirdiğine dikkat çekiyor. Bu olay geride kalan lamaları da derinden etkiliyor. Stoacı Taffy adlı lama iki gün boyunca mezarın başında durup, hiç kımıldamadan ölen lamanın gömüldüğü yere bakarken. Pumpernickel ahırına kapanıp ağlıyor. Üçüncü gün her ikisi de normal yaşamına dönüyor. Boone ile Bridger'in öyküsü primatolog Jane Goodall'un bir şempanzeyle ilgili öyküsünü çağrıştırıyor. Flint adlı şempanze annesinin ölümünden öylesine etkileniyor ki, bu acıya dayanamayıp hemen ardından yaşamını yitiriyor. Goodall onu en son gördüğünde annesinin öldüğü yere tünediğini, çok keyifsiz MİNNET 2005 yılının Aralık ayında kuzey Kaliforniya açıklarındaki Farallon Adaları yakınlarında 15 metrelik dişi bir balina yengeç ağlarına takıldı. Ek yük nedeniyle nefesliğini suyun üzerinde tutmakta bir hayli zorlandığından, dalgıçlar onu kurtarmak için kolları sıvadılar. Dalgıç James Moskito ağzından geçen ipi kestiği sırada balinanın kendisine göz kırptığını anımsıyor. Balina özgürlüğüne kavuştuktan sonra minnet borcunu ödercesine kurtarıcılarının her birine yanaşıp sokuluyor ve onları neşe içinde dürtüklemeye başlıyor. NURDAN söz ediyor Aysel Ergüney ve “Onur mu, nerede” diye soruyor: “Hiçbir bedel ödemeden bir şeyin sahibi olmak benim çocukluğumda ayıp sayılırdı. Misafirliğe gidildiğinde ‘aç gözlü’ davranmamamız için, ev sahibi yiyecek teklif ettiğinde, teşekkür edip geri çevirirdik. Hatta bayramlarda bile çok yakınlarımız dışında verilen hediyeleri almamamız öğütlenirdi. Otobüse binecek paramız olmadığında kilometrelerce yol yürürdük. Toplum içinde dilenci olmak ayıplanır, dilenen kişiye ‘git iş bul, çalış’ denirdi. Üretmeden tüketmek onaylanan bir davranış değildi. Onurlu olmak eziyet çekmekten daha önemliydi. Hatta 1970’li yıllarda ortaya çıkan arabesk şarkılarda bile ‘kula kul olacaksam batsın bu dünya’ sözleri vardı. Ne olduysa 1980’li yıllardan sonra oldu. Gösteriş tüketimi uğruna insanlar onurlarından, kimliklerinden vazgeçer oldular. Turgut Özal ile tüketim malları ithalatında patlama yaşandı. Sofrasında çorbayı, pilavı ancak bulabilenlerin ellerinde ‘Marlboro sigarası’ altlarında bilmem kaç taksitle alınmış arabalar oluverdi. Eskiden malı ve mülküyle övünmekten kaçınan, olmayanları imrendirmekten çekinen kültürümüz bir anda değişime O Onur uğradı. Ayşe Hanım, Fatma Hanım evlerindeki bilmem ne marka porselen yemek takımları, kocaları da arabaları ile birbirlerine ‘hava’ atar oldular. Olsun da nasıl olursa olsun kültürü her şeyi solladı. Yoksulu, dar gelirlisi; erzak, kömür yardımlarına, iftar çadırlarında verilen yemeklere tav oldu. Halk, ‘Ben birilerinin vicdanı ve merhameti ile yaşamak zorunda mıyım’ diye soramayacak duruma getirildi. Artık ‘dilencilik’ ayıp sayılmıyor. Hatta, devleti yönetenler dilenciliği özendiriyor. Turgut Özal felsefesi ile birlikte tüketim sevdası, ulus sevdasının üstüne çıktı. Para karşılığı her fikir yazılır, savunulur, halk kandırılır oldu. Aydın ihaneti yaygınlaştı. Ulusal sermaye, ulusal varlık, ulusal değer kavramları önemini yitirdi. Para tek amaç oldu. Zaten Özal da; ‘Ben zengini severim’ demişti. Geldik bugüne. Büyüyen işsizlik, yoksulluk, çaresizlik çemberine sıkışan halkın büyük çoğunluğu tutsak edildiği ‘sadaka kültürü’ içinde hiçbir bedel ödemeden evine kadar ulaştırılan erzak paketleri, kömürler sayesinde oy deposuna dönüştürülerek düzenin savunucusu ve koruyucusu haline getirildi! Bunun adı da demokrasi oldu. Peki ya demokrasinin onuru, ona ne oldu?” Özel Erol İşisağ: “En özelleştirilmiş kurum CHP’dir.” Tatil Yaşar Şengel: “Tatil günlerinde çalıştıkları için, ek ödenek isteyen imamlar haklı! Tatil günlerinde çalışmasınlar, cemaat de dinlensin!” Dağıtım Suat Özbilgi: “Yaz ortasında kömür dağıttılar, kışın da su verecekler!” Allahlık L. Soner Ata: “Bir tarafta ‘Sen önce tedbir al, sonra Allah’a yalvar’ diyen bir Diyanet İşleri Başkanı, diğer tarafta ‘Cenabı Rabbim isterse su sorunu çözülür’ diyen bir Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ile yağmur duasına çıkan bir Başbakan.” HAYRANLIK VE ŞAŞKINLIK 2006 Haziran'ında Jane Goodall ile birlikte İspanya'daki Mona Şempanze Barınağı'nı ziyaret ettik. Orada Marco adında, şimşek çaktığında kendinden geçercesine dans eden bir şempanze ile karşılaştık. Goodall ve öteki primatologlar genellikle erişkin erkek şempanzelerin çağlayanların olduğu ortamlarda benzer bir davranış sergilediklerine tanık olmuşlardı. Goodall suyun akışı hızlandıkça şempanzenin daha da aşka geldiğine ve dinsel tören niteliğindeki bu “çağlayan dansının” 1015 dakika sürdüğüne dikkat çekiyor. Henüz örneklerine rastlanmasa da, başka hayvan türleri de çevrelerine duydukları hayranlığı benzer davranışlarla sergiliyor olabilirler. Kaynak: New Scientist, 26 Mayıs, Marc Bekoff Yedi Kerem Ataç: “Meclis’te temsil edilen parti sayısı yedi olmuş. Yersen!” Maymun sergileyerek Babyl'in kendilerine ayak uydurmasını sağlıyorlardı. Ayıların da benzer bir duygusal derinliğe sahip oldukları görülüyor. 2005 Şubat'ında Alaska'da iken anneleri vurulan iki boz ayı yavrusunun birbirlerine destek oldukları, sürünün öteki üyelerinin de onlara sahip çıktıkları yolunda bir haber okumuştum. Erkek ayı yavrusu yaralanmış olduğundan güçlükle yüzebiliyordu. Kız kardeşi ırmağın kıyısına sürüklediği som balıklarıyla onu beslemeye çalışıyordu. Dişi ayı yavrusunun kardeşine göz kulak olduğu ve bu desteğiyle onu yaşamda tuttuğu açıkça ortadaydı. Farklı tür hayvanlarda da duygudaşlık örneklerinin sergilendiği yönünde çok sayıda rapor var. Indiana Çakalları Koruma Merkezi'nin yöneticisi CeAnn Lambert bir yaz sabahı iki fare yavrusunun garajındaki derin bir çukurdan çıkmaya çalıştıklarına tanık olduğunu anlatıyordu. Giderek daha da bitkin düştüklerini görünce, Lambert bir kaba su koyup çukura bırakmıştı. Farelerden daha canlı olanı gidip sudan içmiş, dönerken yolda atıştıracak bir şeyler bulmuş ve bunu alıp daha güçsüz fareye götürmüştü. Daha bitkin olan fare ne zaman bir lokma yiyeceği ağzına atmaya çalışsa, öteki lokmayı suya doğru itiyordu. Öyle ki, bitkin fare sonunda suya ulaşmıştı. Karınları doyan fareler yeniden toparlanınca Lambert'in çukura yerleştirdiği tahta sayesinde tırmanarak dışarıya çıkabilmişlerdi. Gülhan Elmas: “Melih Gökçek; ‘Banyo yapmayın’ diyor. Kuala Lumpur Belediye Başkanı’ndan 100 maymun istemesinin hikmeti şimdi anlaşıldı, bitlerimizi ayıklatacak!” Mimar Kemalettin Bey’in cenazesi İstanbul’a naklediliyor V SEVİNÇ Hayvan davranış bilimi uzmanı Jonat efat eden mimar Kemalettin Bey’in cenazesi, ailesinin arzusu üzerine yarın İstanbul’a nakledilecektir. Üstat mimarın cenazesi sabahleyin saat 8.30’da büyük bir merasimle Numune Hastanesi’nden kaldırılarak istasyona nakledilecektir. Evkaf Heyeti Fenniye müdürü olan mimar Kemalettin Bey’in bu nâbehengâm (zamansız) üfulü (ölümü) sanat âleminde ve bilhassa mimaride büyük bir boşluk bırakmıştır. Mimar Kemalettin Bey inşa ettiği binalarda incelik ve azâmet (büyüklük) mefhumlarını büyük bir zevkle mezc etmiş (birleştirmiş) ve eserlerinde tamamıyla muvaffak olmuştur. Şehrimizdeki vakıf hanları, bilhassa Dördüncü Vakıf Han bunun en güzel misalidir. Mumaileyh, Kudüs baştan) inşa edilmiş denilecek bir tarzda tamir etmişti. Mimar Kemalettin’in üfulüyle husule gelen teessürlerimizi, kederdide ailesine de arz ederiz. *** Sanayii Nefise Mektebi Âlisi Müdüriyeti’nden; “Türk sanatkârlarına Türk sanat hayatında telafisi kâbil olmayan bir boşluk bırakarak aramızdan çekilen üstat mimar Kemalettin Bey’in cenazesi Cumartesi günü İstanbul’a gelecektir. Sanayii Nefise Mektebi Âlisi muallim ve talebeleriyle merhumun takdirkârları ve bilumum sanat muhiblerinin (dostlarının), kendisine son vazifei hürmeti ifa etmek üzere sabahleyin 9.20’de Haydarpaşa Garı’nda bulunmaları rica olunur.” 15 Temmuz 1927 Cuma Cemiyeti İslamiyesi’nin daveti üzerine bundan dört sene evvel Kudüs’e giderek orada iki sene kalmış ve Mescidi Aksa’yı adeta müceddeden (yeni
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle