Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 Yeniden kükreyen ‘tüketim canavarı’nın seçim sonuçlarındaki en önemli etken olarak öne çıktığı görülüyor C inceleme 17 AĞUSTOS 2007 CUMA 22 Temmuz’u nasıl okumalı? Toplumun bireyleri uzunca zamandan bu yana uygulanan ve gittikçe yoğunlaşıp azgınlaşan bir uyutmauyuşturma mekanizmasıyla karşı karşıyadırlar. Bir bölümü, bunu göğüsleyememekte ve çok etkili bir uyuşturucu olan tüketime bağımlı hale gelmektedir. Erhan KARAESMEN 22 Temmuz olayının üzerinden iki haftayı aşkın bir zaman geçti. Kimileri zıpkın gibi saplanan ağır bir şokun etkisini geçiştirme arayışında. Kendi beklentilerimin de epey ötesinde büyük yengiyle çıkan kesimdeyse, ilk bir iki günlük zafer sarhoşluğunun ardından daha az coşkulu bir durgunluk ortamına girildi. Beklenenin ve alışılmışın epey uzağına düşmüş seçim sonuçlarıyla ilgili yorum yapanlar da aşırı temkinli ve ölçülü gidiyor. Bilinen uzmanlar(!) bilinen ekranlarda, çok bilinen bayat saptamalar geveleyip duruyorlar. Ama, işin kökündeki vahameti kavrayan pek çıkmışa benzemiyor. Seçim sonuçları, ayrıntılı sayısal analizlere gereksinme duyulmayacak kadar aşikâr. AKP’nin tam bir topyekunlük içinde silip süpürdüğü bir seçim yaşandı. Coğrafya farklılıkları, etnik köken ve mezhep farklılıkları, taşra kentibüyükşehir ayrımları hepsi birden, kaynayan bir kazanın içinde erimişe benziyor. Türk politika tarihinde benzeri görülmemiş bir hamur oluş biçimiyle karşı karşıyayız. Bazılarının hafif sayısal benzerliklerden hareketle öne sürdüğü Demokrat Parti’nin 1950 çıkışının ardından, 1954 seçimlerinde güç pekiştirme olayıyla da nitelik farkı bulunuyor. ve ahlaki önlemler alarak da insanlar yaşamlarını sürdürebilirler. Ancak, politik dünyanın insanları, siyasal parti, hükümet ve hatta devlet yöneticileri bu çok önemli ve hassas konuya öylesine bir yabancılıkla ve mesafelilik içinde yaklaşmışlardır ki, toplumun bireyleri tüketmekten ve ihtiyacın fazlasında tüketmekten akıl almaz zevk alarak bir şuursuz yarışa girmişlerdir. Bu bilinçsiz, kültürsüz ve gayri insani boyutları giderek ağır basan evrimin pek çok yandaşı da çıkmıştır. Dünyada öteden beri söylenmekte olan bir uyutucu geveleme Türkiye’de de sıkça tekrarlanır olmuştur. “Tüketim üretimi özendirir ve harekete geçirir. Dolayısıyla, bundan memnuniyet duymak gerekir. Ayrıca, mal hareketliliği, paranın el değiştirmesine ve parasal değerlerin canlılık kazanmasına katkıda bulunur. Buradan toplumsal bir artı değer kazanmak mümkün olur...” Ayrıca küreselleşme felsefesiyle bütünleşmenin bir parçası olarak da tüketim alkışlanmıştır. AKP’NİN İLK DÖNEMİ Yurttaşları uyutma formülü AKP’nin 2002 galibiyeti ve Türk politikasına yeni bir güneş gibi doğuşu medya ve iş çevreleri tarafından yine büyük bir coşkuyla karşılandı. “Halkın sesi” dendi. Ezilen kesimlerin özlemine çare bulma ihtiyacı masalı anlatıldı. AKP yandaşlarının ortak bir arzusu olarak da ekonomik çıkarları ve tüketim güdüleri rahatsız edilmiş bulunan insanlara bu iki konuda rahatlama getirilerek yeniden uyutulması formülleri arandı. Dünya konjonktürünün uygunluğu, içerde aşırı yumuşak bir muhalefetin mevcudiyeti, medyanın da şekillendirici desteğiyle AKP, 20022007 dönemini çok şanslı bir biçimde, problemsiz atlattı. Burada bir noktaya özellikle dikkat çekilmelidir. AKP’nin, açıkçası, son beş senelik dönemde iyi becerdiği iki işten biri iş dünyasıyla medyanın kol kolalığı içindeki bir özel kesimi iyi kontrol etmek ve bu yolda kendisine sürekli çığırtkanlık sağlamak oldu. İkincisi ise insanların tüketim hırsları tam tatmin edilemese bile o doğrultuda yolların açıldığını ve giderek tüketimle daha fazla hamur olmanın mümkün olabileceği duygusunu topluma vermek oldu. AKP’nin seçimleri kazanmasının ardından yaşanan zafer sarhoşluğu yerini daha az coşkulu bir bekleyişe bıraktı. İŞ ZIVANADAN ÇIKTI Özal’ın politik anlayışının artık göçmeye başladığı 90’lı yıllarda da tüketim canavarının usul usul beslenmesine devam edilmiştir. Sosyopolitik davranışlara gittikçe daha fazla tüketim güdüsünün belirlediği düşüncelerin ve tavırların hâkim olmaya başladığı gözlerden kaçmıştır. Milliyetçilik denmiştir; dinle bütünleşme ya da buna mesafeli durma kavramlarından söz edilmiştir; bu çerçevede, Avrupa’ya ve AB’ye bizi yaklaştıracak özellikler arasında da tüketimden sıkça söz edilmiştir. Ancak, tüm bu belirlemeler, davranışsal hesaplar, toplumun geleceği ile ilgili analizler tüketim hummasını göz ardı ederek ya da küçümseyerek gerçekleştirildiğinden iş giderek zıvanadan çıkmıştır. İnsanların kendilerini yönetenlere bakış açılarına da kaçınılmaz biçimde maddi çıkarlarını gözetmek endişesinin yanı sıra ve onu çok ötelere taşıyarak tüketim hırsı damgasını basmaya başlamıştır. Tüketimi tasarlayabilme ve gerçekleştirebilme gücünü kısıtlayan politik dönemlerde toplumun bireyleri o kısıtlayıcıları cezalandırmayı arzulamıştır. Seçim günü sonunda atılan o tılsımlı pusula bu cezayı tescil etmiştir. Yeniden moda olan kavram: MEDYANIN DESTEĞİ Çok yaygın fiziksel ve sosyal coğrafyalarda, birbirine çok benzemeyen 16 milyon insanı ortak bir sosyopolitik davranış çizgisine getiren hamurlaştırıcı ve birleştirici unsuru iyi düşünmek gerekiyor. Çok güçlü bir bağlayıcılık ve çimentolaştırıcılık unsuru ortaya çıkmış. Dinsel bağnazlık mıdır? Ekonomik koşullar mıdır? Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle duygusal yaklaşımlı yurttaşların AKP’ye yönlenişi midir? İktidarın, her şeyi toz pembe gösterişinin arkasındaki, toplumun uzun soluklu çıkarlarını yok sayan hükümet ediş zavallılığına karşı ana muhalefet partisinin eveleme geveleme ve belirsizlik dolu hesaplar ve mesajlar içine hapsoluşu mudur? Atlantik ötesi stratejik dostumuzun, dost olduğu falan da pek belli olmayan bir AB’nin, dış politikada ödüncü ve çok kolay şekillendirilebilir konumuyla AKP’yi ödüllendirici destekleri midir? Görsel ve yazılı medyanın akıl almaz bir yalakalıkla AKP’nin karşısında susta duruşu mudur? Varoşlara yapılan yardımlar mıdır? Aslında, bu sıralanan etkenlerin AKP’nin zaferinde birer ayrı ayrı miktar etkileri olmuştur. Ancak hepsi ayrıntısında değerlendirildiğinde “ikincil” hatta bazıları “üçüncül” etkiler niteliği taşımaktadır. O birleştirici ve “birincil” rol oynayan unsur 1990’lar ve 2000’ler Türk toplumunun bireylerini teslim almış bulunan “tüketime tapınma ve tüketim zevkini sürdürebilmek için en kestirme ve ucuz yöntemlere sarılma olgusudur”. ÇEKİCİ BİR BÜYÜK BELA ‘Halk iradesi’ 1950’ler Menderes yönetiminin ortaya attığı “halk iradesi” kavramı yakınlarda da sık tekrarlanır oldu. Bu irade salim düşünebilen ve davranabilen bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda belirgin bir anlam taşıyabilir. 2007 Türkiye’si sağlıklı ve akılcı düşünebilmiş bir toplum görünüşü yansıtmaya pek yakın değil gibidir. Hatta epeyce gerisinde kalmışa benzemektedir. (Bu söylenenin Aziz Nesin ustanın “toplumun zekâ erginliği” üzerinde, belki biraz sivrice ancak ince mizaha vurarak yaptığı ünlü saptamayı çağrıştırdığı söylenebilir. Geçen günlerde, Birgün’de Nuray Pekdemir imzasıyla atılmış “Hicranlı Çığlık”ı andırdığından da söz edilebilir. Ama tam öyle değildir...) Bu satırların yazarına göre bu toplumun bireyleri öyle çok ilkel ve ebleh takımından değildirler. Çabuk öğrenebilme dış şartların değişimine belli ölçülerde uyabilme yetileri de vardır. Ancak uzunca zamandan bu yana uygulanan ve gittikçe yoğunlaşıp azgınlaşan bir uyutmauyuşturma mekanizmasıyla karşı karşıyadırlar. Bir bölümü, bunu göğüsleyememekte ve çok etkili bir uyuşturucu olan tüketime bağımlı hale gelmektedir. Böylece, tüketim, göz kamaştırıcı ama epeyce de körleştirici, alabildiğine çarpık bir psikolojiye götürmekte ve oy kullanmada da belirleyici ana etken haline gelmektedir. Bazen cezalandırıcı, ödüllendirici biçimlerde kendini göstermiştir. Bu cezalandırma ve ödüllendirme kavramlarının yakın siyasal ve toplumsal yaşamımızda kuvvetli örnekleri mevcuttur. 1999’da Öcalan’ın teslim alınmasının da destek olduğu havayla milliyetçilik duyguları kabaran bir toplumun esintilerine cevap verecek biçimde ve devlet yönetiminde dinle fazla oynaşmanın o tarihte duyarlılıkla üzerine gidilmiş, sakıncalarını bertaraf etmek amacıyla toplum bir koalisyon iktidarını başa getirmişti. Medya çevreleri ve büyük iş dünyası bu formülü alkışla karşılamışlardır. Merkez sol, merkez sağ ve milliyetçi sağ bir kazanda fokurdamaya başlamıştı. Ancak 2000’li yılların ilk döneminde dünyadaki bozukluktan da kaynağını epeyce alan ekonomik kriz akıl yoluna alkış tutan medyayı sustururken, bireyleri de tüketim meraklarının ve hırslarının tatminine kısıtlamalar getirmesi dolayısıyla çileden çıkarmıştı. 2002 Seçimleri’nin sonucu, toplumu baştan aşağı sardığı o tarihlerde henüz çok fark edilmemiş olan tüketim canavarını bir cezalandırma eylemiydi. 1999’da “akıl yolu” iktidarı öğelerinin aldığı toplam on dört milyona yakın oy 2002 Seçimleri’nde altı milyona gerilemişti. 1999’un büyük mağlubu CHP oylarını bir önceki seçime göre üç milyon arttırarak iki misline çıkarmıştı. Ama büyük oy kutuplaşması, denenmemiş bir umut fırtınası olarak sağ ufuklardan bir yerlerden çıkıp gelen Tayip Erdoğan’da yoğunlaşmıştı. Bu hem bir cezalandırma hem de bir yeni denemenin başlangıcıydı. UMUT TAZELEME Hayaller ve umutlar dağıtıldı. Sınırlı ölçekte de olsa bunların bir kısmının gerçekleştirilmesine yol açıldı. En düşük gelirli ve normalde en ezilmiş olması gereken kesimden bahsetmiyoruz. Ama onun hemen bir üst dilimindeki bireylerine yeni tüketim hayalleri verilmesi mümkün oldu. Toplu konut sitelerinde mülk edinebilme hayalleri insanların kafasını doldurur oldu. Mantar gibi biten süpermarketler, hipermarketler vb. toplu alışveriş merkezlerinden bu sosyal dilimindeki insanlar mal edinemeyecek olsa bile, onların koridorlarında dolaşarak, umutlarını tazeleme konumuna ulaştılar. Hemen bir üst gelir dilimindeki insanlar kredi kartı borçlanması yoluyla bu yeni marketlerden ya da klasik çarşılarda yenilenen taze mağazalardan alışverişyapma cesareti buldular. Televizyon ekranları, reklamları ve dizileri, tüketim hırsını ve hayalini sürekli kamçıladı. AKP hayalleri besleyecek si’nde yüksek lisans ve doktora düzeyinde veregeldiğim bir derste, son yıllarda ısrarla hipermarket yapılaşması ve mimari dokusu üzerinde ev ödevleri soruları yönelttiğim oluyor. Sorular arasında ülke düzeyinde en yukarı entelektüel seviyeye yaklaştığı düşünülebilecek bu öğrencilere süper ve hipermarketleşmenin sosyokültürel irdelemesini de soruyorum. Son birkaç yıldır bu soruya gelen yanıtların hemen tümü sosyokültürel eleştirecek yönleri olmakla birlikte, hipermarketleşmenin günümüz Türk toplumu için kaçınılmaz olduğu ve insanların hayallerini süslemeye yardımcı bir mekanizma oluşturduğu birbirine yakın ifadelerle dile getiriliyordu. ZENGİN DÜŞLER Olaylara daha duygusal ve insani bakış açısından yaklaşan merkeze yakın siyasal kesimlerin “ezilenler, zavallılar...” olarak adlandırdığı ve şefkatle yaklaşmaya çalıştığı toplum katmanları küçük gündelik ihtiyaçların karşılanması ve tüketim hırslarının tatmini yolunda kendilerine daha fazla umut verilmesi taktiği ile AKP’ye yandaş düştüler. Bu çok aşikârdı. Ayrıca mimarlık, yapı tekniği ve kentleşme biçimi yönünden eleştirilere çok açık bir garip toplu konut projeleri, kentsel dönüşüm adı altında ortaya çıkartılan yeni mekanizmalar bu en ezilmiş olduğu varsayılan kesimin hafifçe üzerinde bulunan diğer dar gelirlilere mülk edinme alanında pembe ufuklar çizdi. Hepsi birden akıl almaz bir tüketim beklentisi dünyasının yaratılmasına yol açtı. Hayali bol bile olsa zengin bir dünyaydı bu. Başka konuları düşünüp tasa etmekten insanları alıkoydu. Cumhuriyet değerlerini koruma idi şeriat düzenine yöneliş idi, dış politikada ABD’ye tam teslimiyet idi, vb. konularla 200207 Türk insanı kafa yorma gereği duymadı. Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde oyunbozanlık yapılması ve mertliğin bozulması yüzünden bazı duygusal tepkiler AKP lehine çalışsa bile, bunların AKP içinden bazı kurumların ve yetkililerin sandığı kadar büyük boyut taşımadığı aşikârdı. Ancak tüketimcilik her şeyi kontrol ediyor ve AKP lehine çalışıyordu. TÜKETİM: TILSIMLI VE ODTÜ’nün Mimarlık Fakülte Türk toplumu “tüketim” vebasına yeterince hazır değilken ve epeyce erken yakalandı. Asal gıda maddeleri ekmek, et, sebze, meyve, su, süt gibi en aşikâr ve masum örneklerden başlayarak insanoğlunun bireysel ve toplumsal varlığını sürdürebilmek üzere bir şeyleri tüketmesi gerekir. Ancak, yirmi yıl öncenin Özal döneminde toplumun dikkatini başka taraflara çevirme, sosyopolitik düşünme eyleminden uzaklaştırma ve dertsiz yaşamaya sevk etme amacıyla başlatılan tüketim furyası biraz daha farklı bir manzara sergiledi. Yirmi yıldır da bu sergileme katmerlenerek devam ediyor. Maddi gücün ötesinde harçla, borçla ve gerçek ihtiyacın üzerinde mal edinme ve bazen mülk edinme bir toplumsal psikoz olarak ortalıkta kol geziyor. Tüketim humması insanların, grupların ve toplum katmanlarının maddi çıkarlarını gözetme arayışından birkaç kademe ötede bir baş dönmesidir. Maddi çıkar gözetme bir normal dürtüdür. Gelir gider dengelerinin uygun ölçülerde yürümesini her kişi, kurum ya da merci elbette gözetmek zorundadır. Ama bu gayeye varmak için tüketim hırsının özel biçimde seferber edilmesine gerek yoktur. Daha akılcı EZİLEN AKP’YE YÖNELDİ Böylece tüketim belası 2007’de AKP için büyük bir destek unsuruna dönüştü, başarının asal kaynağını oluşturdu. Ancak çok farklı ve değişik insan gruplarının kaynaşması her zaman bu kadar rahat ve kolay olmayabilir. AKP bu görünüşüyle tam bir yamalı bohçadır. Dinsel bağnazlık, şeriat, cemaat kavramları ve eylemleriyle bağlantılı AKP kaynakları 2007’de kendilerine oy vermiş olanların üçte bir kadarını ancak oluşturur. Geri kalan 10 küsur milyon için de eriyen küçük sağ partilerden, bir miktar CHP tabanından (ya da potansiyel olarak CHP’ye oy vermesi beklenebilecek bir sosyal kesimden) AKP’ye doğru bir oy akışı olmuştur. Güneydoğu kökenli bazı yurttaşların da AKP’yi beslediği gözlenmiştir. Ancak en sadık müşterisinin 2002’dekine benzer biçimde işsiz, geliri iyice daralmış, en ezilmiş toplum dilimi olduğu aşikârdır. Bunların arasında da bir miktar dini bütün yurttaş bulunduğu rahatlıkla düşünülebilir. Ancak ülkedeki gelir dağılımında en aşağı dörtte birlik tabakada yaşayan insanımızın seçmen yaşında olanlarının büyük çoğunluğu “din” kavramıyla haşır neşirlik mertebeleri değişebilir de olsalar AKP’ye sarılmıştır. Bunların arasında gürültü çıkaran ve üzerlerinde çeşitli beklenti spekülasyonları yapılan meşhur Karadenizli fındık üreticilerinin, Egeli pamuk ve zeytin üreticilerinin de bulunduğu gözden kaçmamalıdır. Geçici tatminsizlikler ve kızgınlıklar, tüketim rüyasının tatlı mırıltıları içinde çok çabuk unutulup gitmiştir. Geçen yıl, ülkemizin çeşitli şehirlerini dolaşan Çağ daş Avrupa Filmleri Festivali’nde ilginç bir film izlemiştik. “Çek Rüyası” adını taşıyan bu filmde Prag’da, kent merkezine yakın bir dış mahallede Orta Avrupa’nın en büyük hipermarketinin açılacağı aylarca reklam konusu olmuştu. Bu tesisin açılış törenine insanlar çılgın gibi koşmuştu. Oysa olay devlet televizyon kanallarından birinin toplumda hızla yükselen tüketim hırsını ölçebilmek için yaptığı bir sosyal araştırmanın görselleştirilmesinden ibaretti. Hipermarket falan açılmıyordu. Uyuşturulmuş insanlar hızla koşup kartonları delip arkasındaki hayalleri yok edici büyük boşluğu görünce büyük tepki göstermişlerdi. Oysa hırs dolu umutlarının kurbanlarıydılar sadece. Şimdi önümüzdeki yıllarda AKP’nin ilk beş senedekinden çok daha yoğun bir umut ve hayal beslemesi yapması gerekiyor. Medyada insanları uyutmada kendisine hazırolda bekleyen bindirilmiş kıtaları var. Ekranlar, gazete başlıkları, ekonominin daha düzeldiğine, alım gücünün daha da yükseldiğine inandırmak için elinden geleni yapacak. Ama yukarıda da değinildiği gibi, düz inandırma yetmiyor. Kitleler daha büyük bir tüketimi fiziksel olarak gerçekleştirmek istiyor. Ülkedeki gayri insani ve hakkaniyete hiç sığmayan gelir dağılımı eşitsizliği, dü zensizliği en dip gelir düzeyindeki, nüfusun dörtte birini oluşturan bir kesime o meşhur büyüme ve gelişmeden gelir aktarması yapamadı. Bu kesimin aşırı istemci tavırlar benimsemeye başlaması halinde bu aktarma mekanizması belki hafifçe gözden geçirilebilir. Ama bu kez de AKP’nin asıl güçlü sahipleri olan büyük sermaye ve onun çevresinde dolaşan kesimlerin buna nasıl razı olacağı merak konusudur. CHP’NİN YETERSİZLİĞİ Tüm bunlar AKP’nin önümüzdeki yıllarda düşüneceği şeylerdir. Ama AKP’ye oy vermemiş ve onun ne mesajlarına ne de eylemlerine hiç güvenmemiş, ülke nüfusunun yarısına yakın bir toplum kesimini de mecburen ilgilendiriyor. Bu toplum diliminin içinde aşırı milliyetçiler, gittikçe sağa yalpa yapmış bir CHP’nin yeni milliyetçileri yer alıyor. Ama bunların yanı sıra o olağanüstü “MayısHaziran Cumhuriyet Buluşmaları”na katılmış milyonlarca sevinç dolu insanın bulunduğunu da hatırlayalım. Seçim sonuçları, herhalde, bu baştan aşağı yurtseverlik coşkusu ve insan sevgisi dolu beş küsur milyon aydınlık insanı büyük hüsrana uğratmıştır. Bu hüsranda ve genelde seçimin akışı içinde CHP’nin sergilediği yetersizliğin, rasyonel bozukluğunun da etkisi olmuştur. CHP’nin sadece mayıs coşkusunu kullanıp kullanamama da değil, genelde yansıttığı içine kapanması ayrı bir yazı konusudur.