27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 AĞUSTOS 2007 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Emperyalistlerin zorunlu savaşı Erdoğan AYDIN Dünya Savaşı arifesinde Avrupa (demokratik değerleri kendine incir yaprağı yapan Fransa hariç) monarşilerin etkin rolüyle yönetiliyordu. Birbirleriyle savaşa hazırlanan söz konusu monarşilerin aralarındaki akrabalık bağı, sürecin garip paradokslarından birini oluşturuyordu. 1910’da ölen İngiltere kralı VII. Edward, Alman imparatoru II. Wilhelm’in dayısıydı. Wilhelm, İngiltere’nin yeni kralı V. George’un yanı sıra Çar II. Nikola ile de kuzendi. Çar’ın karısı Alexandra da, eski İngiliz Kraliçesi Viktorya’nın torunu ve yeni kral George’un yeğeniydi. Kayzer, yeni İngiliz Kralı George’tan “çok iyi çocuk” diye sözederken Nikola’ya yazdığı mektuplarını, “Sevgili Nicky” diye başlayıp “en sadık kuzenin ve dostun Willy” diye bitiriyor, aynı samimiyette yanıtlar alıyordu. (Nur Bilge Criss, DoğuBatı, sayı 24, s.33) Özetle birbirleriyle akrabalık ilişkilerini özenle sürdürüyor, aralarına başka asilleri almıyor, ama ayrı ulusal kimlikler altındaki ayrı emperyalist gurupların siyasal temsilcileri olarak birbirlerini boğazlamaya hazırlanıyorlardı. Gül Gibi Cumhurbaşkanı tidara taşımış olabilir. Bu, devletin hükümetten daha geniş bir kamu alanına sahip olması gerektiği gerçeğini değiştirmez. Yönetim biçimi Cumhuriyet olan bir ülkede ise işte tam da bu nedenle belli bir kesimi temsil etmeyecek bir Cumhurbaşkanına acil bir ihtiyaç ortaya çıkar. Türkiye’de iktidar partisini desteklemeyen kesimlerin Cumhuriyet’e bağlı, tarafsız ve etkin bir Cumhurbaşkanıyla önemsediği değerlerin korunduğuna inanması en doğal hakkıdır. Yazık ki Gül peşindeki siyasi İslam kuşkusu nedeniyle bu görevi iyi bir biçimde yerine getireceği konusunda bu kesimleri rahatlatabilmiş değil. Gül’ün eşinin siyasi İslam’ın sembolü olan türbanı takıyor olması da bu kuşkuları perçinlemekten öteye gidemez. Gül’ün eşinin türban takıyor olması, kapanmayan ve bu konuda “sosyal baskı” görmek istemeyen bir Türk kadınının güvencesi olamayacağının da işaretlerini verir. AB’li yetkilinin “Neden olmasın?” sorusuna bu belki de en kestirme ve en sembolik yanıttır. Kısaca Türkiye’nin geneli için ele alınması gereken bir temsil sorunudur. Konu Gül’ün veya başka bir politikacının eşinin türban takıyor olması değildir. Ayrıca bu konu da tartışılmalıdır. Konu; AKP’nin cumhurbaşkanı adaylığı konusundaki kaprisli siyasetini bir tarafa bırakırsak siyasi İslam’ın Cumhuriyet kurumlarının en tepesinde kendisine yer açmaya çalışıyor olması kuşkusudur. Semboller bir devletin çehresi için önem taşır. O çehrenin de açık, birleştirici, güven verici ve kuşkudan uzak olması gerekir. Devletin başındakilerin taşıdığı semboller kuşkuları korkuya dönüştürme tehlikesi taşıdığı için “Neden olmasın?” sorusu acil ve açık yanıtlar gerektirir. C 13 I. ve mazlum kılmıyordu. İngiltere ve Fransa, dünya üzerindeki gayrımeşru sömürge tekellerini, hem sömürge halklarına hem de diğer emperyalistlere karşı savunmaktaki uzlaşmazlıkları yanında Osmanlı, İran ve Çin’i parça parça yutmaktaki gözü karalıklarıyla da, en az Almanya ve Avusturya kadar savaşın failiydiler. Bu bağlamda savaşı kimin başlattığı sorusu önemsiz olmamakla birlikte, diğerlerinin sorumluluğunu azaltmıyor. NSANLIĞA KARŞI CİNAYET Görünüşte kimse savaş istemiyordu; oysa taraflar, kendi sömürgelerinden vazgeçmediği gibi yenilerini ele geçirmeye çalışarak hem adaletsizliği derinleştiriyor hem de savaşı zorunlu kılıyorlardı. Özetle sözde savaş istemeyenler, sömürge halklar karşısındaki gayrımeşru egemenlik alanlarından “gerilemektense savaşmayı yeğliyorlardı.” (William H. McNeill, Dünya Tarihi, s.546) Donanma Bakanı Winston Churchill’e inanacak olursak İngiltere’nin savaşa katılımı, bütünüyle “kendini ve dostlarını korumak” zorunluluğundan kaynaklanmıştır. Nitekim savaşa karşı kaygılarını belirten karısına, “sevgili Cat, olan oldu. …Görüşünü çok iyi anlıyorum, fakat dünya aklını İ savunmak” durumunda olduğunu ilan eden Cumhurbaşkanı Poincare, savaş sonrasında da, “harbin önünü almak için her şeyi yaptığını” söyleyebilecekti. Oysa aynı Poincare, Fransız militarizminin AlsaceLoraine’e yönelik saldırı politikasının savunucusu olarak seçildiği 1912’den beri, AlsaceLoraine üzerinde hak talebiyle milliyetçiliği kışkırtacak, sömürgeciliği yayacak ama paylaşmayacak, Rusya’nın Balkanlarda hakimiyet politikasını destekleyip bloklaşmayı ve silahlanmayı geliştirecek, özetle dünyaya savaştan başka bir seçenek bırakmayacaktır. (Cemil Bilsel, Lozan, s.63 ve 119) İLAHLANMA VE EMPERYALİZM Özetle herkes kendi kamuoyundan gelebilecek muhalefeti etkisizleştirmek için mazlum rolü oynuyordu. Bu oyunun başarısı oranında, Avrupa’nın savaşa sürülecek halkları, hem savaşın emperyalist karakterini hem de bu süreçte kendi egemenlerinin en az karşı taraf kadar sorumlu olduğu gerçeğini göremez hale geliyorlardı. İşte bu toz duman içindeki Avrupa, 1914 yılına, karşıt bloklara bölünmüş, uzlaşmaz önyargılarla S olarak doğru anlamak olanaksızdır. “Modern savaşların esas nedeni kapitalizmdir. Çünkü bu ekonomik tarz, yapısı gereği belli bir coğrafyada dengeye gelemez; kâr hadlerinin düşme eğilimi yüzünden mutlaka dünyanın tümüne doğru genişlemek, yani globalleşmek zorundadır. Bu genişlemeyi iktisadi yollardan yapmayı tercih eder, ancak direniş gördüğünde savaşa başvurmaktan çekinmez.” (M. A. Kılıçbay, DoğuBatı, sayı.24, s.145) 1914 dünyasında Almanya’nın geldiği nokta, diğer emperyalistlerin, kendisini savaşa başvurmaktan başka çare bırakmayan bloklaşmış direnişiydi. Bu direniş, daha 1906 yılında şekillenmiş Schlieffen Planı’nın, uygulamaya geçmek için kendisine bahane aramasına neden olacaktır. nin aynı kişiyi cumhurbaşkanı adayı AKP’ olarak belirlemesi Türk siyasetini bir kez daha krize gebe bıraktı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın uzlaşı ismi arayışları içinde olduğu görüntüsüyse işin vitrin çalışmalarıydı. Şimdi önceden hesaplanmış bir planın çok ağır bir ritimle eyleme geçirilmesi söz konusu. Hem de buna “Millet öyle istedi” kılıfı giydirerek. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün yurtdışındaki açık destekçilerinin gücü ortada. Bir tarafta Gül’ün “özel dostlarından” oluşan Avrupa Birliği öte tarafta ABD. Komşu ülkelerdeki destekçileri de unutmamalı. Durum bu iken Gül’ün dış politikada cumhurbaşkanı olarak büyük bir memnuniyetle karşılanacağı ortada. Gül’e ne kadar manevra alanı bırakılacağı ise başka bir yazı konusu. AB’nin içinden gelen seslere kulak verince, Türk siyasetini yapboz tahtasından öte görmeyen politikacıların Gül’ün cumhurbaşkanlığı için “Neden olmasın?” ifadelerini kullandığını duyarsınız. Gül onlara göre “Ilımlı bir Müslüman, güler yüzlü, AB yanlısı bir politikacı”. Yani cumhurbaşkanlığı görevini yerine getirmek için “gerekli” koşulları yerine getiriyor!? Eşinin türban takıyor olması ise AB’deki çevreleri kesinlikle rahatsız eden bir durum değil. Aksine onlara göre gerçek demokraside kişisel inanç ve ifade özgürlükleri bütünüyle serbest bırakılmalı. Kesinlikle doğru. Ve gerçek demokrasi rejiminde devletin başındaki kişi veya kişiler halkın çoğu tarafından seçilmiş olsalar da toplumun bütününü gözetmek durumundalar. İşte bu nedenle Cumhuriyet rejimini en tepede temsil edecek olan cumhurbaşkanının kişisel inançlarını kendi özel alanında bırakması gerekir. Türk seçmeninin çoğu temelleri siyasi İslama dayanan bir partiyi ik DEMİRYOLU VE SAVAŞ SAVAŞIN SORUMLUSU KİM? Emperyalist politikaların, amaç için Sırbistan Başbakanı Nikola Pasıç her türden aracı mubah gören Makyavelist niteliği çerçevesinde taraflar birer yalan makinesi olarak çalışıyordu. Örneğin savaşın ilk saldırganı olan Almanya’nın Başbakanı Bethmann Holweg’in, “Rusya evimizin içine ateş topu fırlattı” diyerek bütün suçu Rusya’ya atmaya çalışıyordu. (Norman Davies, Avrupa Tarihi, s.927) Oysa Rusya sadece seferberlik ilan etmişti ve bu da Avusturya’yı Sırbistan’ı ilhak etmekten caydırmak amacı taşıyordu. Aynı Bethmann, Almanya’yı Belçika işgalinden vazgeçirmek amaçlı ültimatomun yanıtsız bırakılması üzerine ayrılmak üzere gelen İngiliz Sefirine; “Barış için bütün çabalarım boşa çıkarıldı. Kimin tarafından? İngiltere tarafından. Neden? Belçika’nın tarafsızlığı için. Zorunluluktan, hayatta kalmak için tecavüz ettiğimiz bu tarafsızlık bir dünya savaşına neden olmaya yeter mi? Almanya, İmparator ve hükümet barışseverdir. Büyükelçi de bunu benim kadar bilirler. Savaşa vicdanımız temiz İngiltere Kralı George V. olarak giriyoruz. Fakat İngiltere’nin sorumluluğu anıtsaldır” demekte beis görmeyecekti. Bu sırada Alman kaçırdı. Kendimizi ve dostlarımızı militarizminin başındaki adam korumalıyız.. Tatlı Cat, aşkım...” Kayzer Wilhelm ise, “kılıcı kınından diye yazacaktı. Oysa aynı sırada temiz bir vicdan ve elle çekmekten” Başbakan Asquith, sırdaşı Venetia söz edebiliyordu. (N. Davies, age., Stanley’e, “üzerine savaş boyalarını s.938) Dahası Nikola’ya, hem de süren Winston, bir deniz savaşı için kendi savaş ilanından 6 saat sonra, ölüyor” diyecekti. (N. Davies, age., “savaşı önlemek tamamen senin s.932) Böylesi ‘ölümüne’ istenen elinde. Askerlerinin sınırı savaşın faturası ise, ulusal servetlerin geçmesine izin verme” diye telgraf denize/toprağa gömülmesi ve tabii çekebiliyordu. (N. B. Criss, age., asıl önemlisi milyonlarca genç s.44) Hatta aynı anda düşmanlarına hayatın (Churchill’inki gibi değil, bile silah satma fırsatlarını gerçek) ölümüydü. Ama bunlar kaçırmayan Alman savaş sanayinin emperyalist tekellerin ve onlar adına devi Krupp bile, “bir Avrupa savaşı yönetenlerin umurunda olmayacaktı. olsun istemez” görünüyordu. (N. B. Onlar, aşkları karşısında bile dürüst Criss, age., s.36) olamayacak kadar gözleri dönmüş Esasen herkes, halklarını daha canavar kimlikleriyle yürüttükleri bu rahat güdebilmek amacıyla savaşı pazar kavgasında, sorumluluğu öbür tarafın başlattığını, kendisinin rakiplerin sırtına atma ‘mazlum’ olduğunu, dolayısıyla telaşındaydılar. halkın ‘vatan için’ savaşa koşmasını Yine bir diğer emperyalist gücün, sağlamaya yönelik dezenformasyon Rusya’nın Dışişleri Bakanı içindeydi. Bethmann’ın, “eğer acele Sazanov’un, kendi parlamentosu etmezsek sosyalistleri Duma’da, “I. Dünya Savaşı’nı savaştıramayacağız” sözleri de, bu insanlığa karşı işlenmiş cinayetlerin yalanların bir diğer nedeni olarak en büyüğü” olarak nitelerken kaydedilmeli. (N. Davies, age., işitebiliyorduk. Oysa savaşın s.938) Dünyayı bu korkunç katliama kıvılcımı olan Balkanlar üzerindeki sürüklemekte elbirliğiyle yarışan, güç kavgasının mimarı olan Sazanov, bunu önlemeye yönelik hiçbir daha sonra Bolşeviklerin sorumluluk göstermeyen taraflar, açıklayacağı gizli Rus belgelerinden savaş suçunu karşı tarafın sırtına de öğreneceğimiz gibi, Boğazların atmakta ve gerçekte savaş ilhakı konusunda da müttefiklerini istemedikleri, ama önleyemedikleri dize getiren adamdır. (Sazanov’un fikrini empoze etmekteydi. Anıları, s.2) İşin gerçeği, başta Almanya olmak Almanya’nın 3 Ağustostaki savaş üzere Avusturya ve Osmanlı dahil ilanına cevaben Fransa’nın “dünya İttifak güçlerinin tümü savaşa önünde hürriyeti, adaleti ve bilgiyi saldırgan taraf olarak katılmışlardı. temsil” ettiğini, “bütün oğullarıyla Ancak bu durum diğerlerini masum vatanı, hakkı kahramanca Savaş öncesi yirmi yılı incelediğimizde, yükselen güç olan Almanya’nın, dünyanın yeniden paylaşımını esas olarak iktisadi yollarla gerçekleştirmeye çalıştığını görürüz. Dahası bu süreçte, ekonomik performansının özgüveniyle, ele geçirdiği kimi büyük imtiyazları rakipleriyle paylaşarak İtilaf Bloğunu bölüp etkisizleştirmeye çalışacaktır. Ancak ekonomik ve askeri yükselişinin yarattığı kaygı öylesi büyüktür ki, İngiliz, Fransız ve Rus Fransa Başkanı Raymond Poincare emperyalistleri Ona karşı kenetlenen bir yönelime girecekti. Bu süreçte İtilaf Bloğunu, salt ekonomik araçlarla parçalayamayacağını, ‘barışçı yayılma’ yönteminin artık yeterli olmadığını anladığı oranda Alman egemenler savaş yöneliminde bütünleşecek ve önceden dizginlediği Avusturya’yı, Saraybosna suikastı ardından Sırbistan’a saldırması yönünde destekleyecekti. Esasen içlerinde Krupp, Kirdorf, Thyssen, Stinnes, Reusch, Röchling gibi ağır sanayi tekellerinin bulunduğu sermaye gurubu II. Wilhelm ve Alman militarizmiyle birlikte önceden de bu karardaydı. 1914’e gelindiğinde Deutsche Bank çevresindeki gurup da, Alman emperyalizminin dünya üzerinde egemenlik kurabilmesi için savaşın kesinlikle gerekli olduğuna inanmaya başlayacaktı (Lothar Rathmann, Berlin Bağdat, s.123) Böylece Alman egemenleri bir bütün olarak savaş politikasında birleşiyordu. Tabii bu gelişmenin rakiplerin dünyasındaki yankısı da saflarını sıklaştırmak Rus Çarı Nikola II. oluyordu. Özellikle Osmanlı’daki nüfuz alanlarının, adım adım Alman emperyalizmince birbirine karşı koşullanmış ve ele geçirilmesi ve Babıali’nin Bağdat topyekün savaş dışında tüketilmesi Demiryolu ve askeri eğitim imkansız büyüklükte bir savaş stoku konularında gün günden Alman ile girecekti. emperyalizminin uzantısı haline Esasen bu kadar yoğun gelişi, bu saflaşma ve karşılıklı silahlanmanın savaşa yol açmaması mevzilenmeyi daha da da olanaksızdı. Bu silah stoklarını belirginleştirecekti. tüketememek demek, bu en kârlı Osmanlı örneğinde de somut sektörde bile kâr oranlarının hızla olarak gördüğümüz gibi demiryolu düşmeye başlaması, dolayısıyla kriz imtiyazları, barışçıl yeniden demekti. Böylesi bir krizin, paylaşımın temel sektörünü yurttaşların tüm kazanımlarına el oluştururken, savaşın da yolunu koymak dışında hafifletilmesi ise düzlüyordu. Demiryolu imtiyazları mümkün değildi; ki bu da, işçi sınıfı üzerinden hem ciddi bir kâr elde ve sosyalist hareketin ulusal ve ediliyor hem de imtiyazın alındığı uluslararası düzeyde çok ciddi bir ülke üzerinde ciddi bir hakimiyet örgütlenme düzeyine ulaştığı o elde ediliyordu. Bu yolla kredi koşullarda ayaklanma demekti. Bu olarak yüksek faizli sermaye ihracı durumda geriye kalan tek seçenek gerçekleştiriliyor, o krediyle savaştı. emperyalist demiryolu Tabii bu noktada emperyalistlerin konsorsiyumları finanse ediliyor, ek niçin bu kadar çok silahlandıkları olarak ticaret geliri, hammadde sorusunun da nesnel yanıtına talanı, mal ithalatı sağlanıyordu. ihtiyacımız var. Savaşın Diğer yandan demiryolu imtiyazı sorumluluğunu deşifre etmesi alınan bölgeler adeta diğer nedeniyle sorulmaktan kaçınılan bu emperyalistlere karşı ipotek edilmiş sorunun birbirini tamamlayan iki nüfuz alanları haline geliyordu. yanıtından birincisi, kâr oranı çok Bütün bu getirileri nedeniyle yüksek olduğundan emperyalistler, demiryolları bu sektörün emperyalistler için imtiyazları için kıran kırana bir vazgeçilemezliği, ikincisi ise bu kavga veriyordu. Öyle bir rekabetti sektörün ürünleri sayesinde rakip ki bu, savaşa aynı cephede girecek emperyalistlerin yeniden paylaşıma olanları bile zaman zaman savaşın zorlanabilmesi ve yeni topraklara el kenarına getiriyordu. konulabilmesidir. İşte bu iki nedenle Bu süreçte ilginç bir durum da, emperyalist kapitalist sistem savaşa yaklaşıldıkça demiryolu silahlandıkça silahlanacaktı. imtiyazlarının, bu amaçlı pazarlık ve Özetle silahlanmayı ve savaşı, kavgaların da hızla artmasıydı; öyle dünya ekonomisinin o günkü ki 1914 öncesinde döşenen her yeni emperyalist karakterinden bağımsız ray, savaşa biraz daha yaklaştıran bir olarak, dolayısıyla savaşı da salt savaş lokomotif işlevi görüyordu. elcpoy?yahoo.fr Anadolu’yu 150 yıldır kazıyoruz ANKARA (AA) Uygarlıkların beşiği olarak nitelendirilen Anadolu’da yaklaşık 150 yıl önce başlayan arkeolojik kazılar, tüm hızıyla sürüyor. 1800’lü yıllarda casus arkeologlar aracılığıyla birçok tarihi kalıntısı yurtdışına kaçırılan ve kimi kaynaklara göre ilk arkeolojik kazıları Troia’da 1854’te Frank Calvert tarafından, kimilerine göre de 1871’de Henrich Schliemann tarafından gerçekleştirilen Anadolu’da, bugün 200’ü aşkın noktada kazı çalışması yapılıyor. Türkiye’de halen en çok arkeolojik kazının yapıldığı illerin başında Muğla geliyor. Muğla’daki, Karia ve Likya gibi uygarlıklara başkentlik yapmış ve bu uygarlıkların izlerini taşıyan tarihi antik kentlerde ve ören yerlerinde, kültürel değerlerin gün ışığına çıkarılması için 2006 yılında 11 yerde bilimsel, 7 yerde kurtarma kazısı, 6 yerde ise yüzey araştırması yapıldı. Devam eden kazılardan bazıları şöyle: İZMİR: Bergama, Selçuk ilçesindeki Efes Harabeleri ve Aliağa ilçesindeki Kyme Antik Kenti kazıları oluşturuyor. MANİSA: Salihli ilçesine bağlı Sart beldesinde Sart Antik Kazısı ve Aigai Antik Kenti. ÇANAKKALE: Troia, Aleksandreia Troas, Assos, Apollon Smintheus, Yenibademli ve Parion. ESKİŞEHİR: Seyitgazi ilçesine bağlı Yenikent köyünde Küllüoba Höyük kazısı ve Han ilçesinde yürütülen Han yeraltı şehir kazıları. SAMSUN: Bafra ilçesinde İkiztepe kazıları. YOZGAT: Sorgun ilçesinde kayıp şehir “Pteria”, Büyük Nefes köyünde “Tavium” kazıları, Peyniryemez köyü yakınlarındaki Çadırhöyük. MALATYA: Orduzu beldesinde Aslantepe Höyüğü. VAN: Ayanis ve Anzaf kaleleri. AĞRI: İshakpaşa Sarayı. BURSA: Antik Roma Tiyatrosu. BALIKESİR: Bandırma ilçesine bağlı Ergili köyü yakınlarındaki Hisartepe’de bulunan Daskyleion Antik Kenti. Erdek ilçesi yakınlarında bulunan “Kyzikos Antik Kenti”nde yer alan ve “Dünyanın 8. harikası” olarak nitelendirilen Hadrianus Tapınağı. KONYA: Çumra ilçesi yakınlarındaki Çatalhöyük kazısı. AKSARAY: Acemhöyük kazısı. ANTALYA: Xanthos, Patara, Rhodiapolis, Perge, Karain ve Olympos. ISPARTA: Yalvaç ilçesindeki Pisidia Antiocheia Antik Kenti. BURDUR: Sagalassos Antik Kenti kazıları. NEVŞEHİR: Sobesos Antik Kenti. AYDIN: Tralles ve Nysa Antik kenti. ŞANLIURFA: Birecik ilçesinde Mezraa, Mezraa Teleilat, Akarçay, Akarçaytepe, Surtepe höyükleri, Şanlıurfa merkezde Haleplibahçe kazıları, Harran ilçesinde Harran höyüğü, merkez Konuklu köyünde Kazane höyüğü ve merkez Örencik köyünde Göbeklitepe kazıları. MERSİN: Mezitli beldesindeki Soli Pompeipolis Antik Kenti. HATAY: Aççana Höyüğü. ADIYAMAN: Perre Antik Kenti. KAHRAMANMARAŞ: Döngel Mağarası. ZONGULDAK: Filyos beldesindeki Antik Teion Kenti. EDİRNE: Yeni Edirne Sarayı (Sarayı Cedidi Amire).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle