Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Küresel ekonominin yeni itici gücü, dünya nüfusunun yarısını oluşturan Çin ve Hindistan oldu C ekonomi İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası erken AKP seçime var, öncesine yok. Nedeni çok açık, seçim sonrası Meclis dağılımında tablonun aleyhine değişmesinden kaygılanıyor. Azınlık oyu ile kazanılmış Meclis çoğunluğunda Cumhurbaşkanlığı’nı garantiye bağlamak istiyor. Bu yeniden sözü edilemeyecek kadar açık bir gerçek. Toplum, demokrasi güçleri, Erdoğan hükümetinin seçimine kalmış Cumhurbaşkanı kimliğini, kendisi olsun olmasın, ülkenin geleceği için tehdit olarak algılıyorlarsa, caydırıcı etkinlikte seslerini çıkarmak üzere çok az zamanları kaldı. Başbakan Erdoğan, AKP yönetimi, başta Meclis muhalefeti CHP, toplumsal muhalefet, demokratik güçlerin bugüne kadar caydırıcı güç oluşturamamış olmalarının güvencesinde, Cumhurbaşkanlığı seçimi kadar, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasının hesaplarını yapmanın derdindeler. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’nı kendisi için çok istediği ortada olsa da, yapılan yeni yeni anketler, sonuçları toplumsal değil ama kendi iç muhalefetleri ile bu sevdadan vazgeçilmesini bir olasılık olarak gündeme getiriyor (Tabii tüm bu girişimler kamuoyunu, muhalefeti yumuşatmak için çok usta bir medyatik oyun değilse). Sermaye güçleri, istikrar (kendi çıkarları!) adına fanatik ölçeklerde savundukları tek partili iktidar tablosunun değişmemesi gerekçesi ile Erdoğan’ın Köşk’e çıkmamasını istiyorlar. Erdoğan’ın “Bana, AKP’ye mecbursunuz” yaklaşımı içinde bu istemi ne ölçüde belirleyici kabul ettiği belli olmadığı gibi, kendi partililerinin anketlerinde bile Köşk’te istenmemesini ciddiye alacağı kuşkulu. Adaylık açıklamasını son tarihe, tartışmalar dışına bırakmasından da besbelli ki, şansını sonuna kadar kullanma niyetinde. Aslında AKP’nin içinden çevrelerin değerlendirmelerinde, dışardan tablonun AKP için Erdoğan’ın Başbakanlık’ta kalmasının daha yararlı olacağı görüntüsü doğrulanmıyor. Cumhurbaşkanlığı’na bu kadar gönüllü olduktan sonra Köşk’e çıkamamasının, AKP içindeki liderliği ve gücünü de tartışmalı hale getireceğini savlıyorlar. ??? AKP hükümeti Erdoğan’ı Köşk’e gönderebilse de gönderemese de Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra çok daha hızlı kan kaybetmeye mahkum. Erdoğan Köşk’e gitmezse yenilmiş lider ve parti görüntüsü, giderse liderini kaybetmiş parti görüntüsü gündemde olacak. Üstelik anketlerden, ortada en fanatik AKP’linin bile bugün kendini güvencede hissettiği denge bozulacak. En güvenilirler listesinde bugünkü Cumhurbaşkanı’nda ısrarcı kamuoyu yoklamalarının bir anlamı olmalı değil mi? Ya da en güvenilmezlerin başında siyasetçiler ile medya atbaşı giderlerken, ordunun ülke için en güvenilir kurum kimliğini korumasının... Yani AKP açısından Erdoğan Köşk’e gitse de gitmese de, Meclis aritmetiği ile Cumhurbaşkanlığı seçiminde yakalanmış gördükleri kolaylık, genel seçimler için geçerli değil. Tek çıkış yolu galiba Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’nin, Erdoğan’ın dediğinin olması ile estirilecek başarı rüzgârında, hemen bir seçime gitmek. Ne yapıp edip nisanmayıs aylarını atlatmaya bakan, “Erken seçime hayır” diyen 23 ŞUBAT 2007 CUMA Paranın yeni ‘kıblesi’ Son 25 yıl içinde 1 milyarı aşkın Çinli ve Hintli işçinin küresel ekonomiye katılmalarının tarihteki en önemli ekonomik olaylardan biri olduğu belirtiliyor. Ekonomi Servisi Dünya nüfusunun yüzde 40’ını, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 25’ini oluşturan Çin ve Hindistan’ın hızlı büyüme süreçlerinin devam etmesi beklenirken dünya devlerini zorlayacak kadar güçlü küresel şirketler çıkarmalarının yakın olduğu ifade edildi. Uluslararası denetim şirketi Deloitte’un “Çin ve Hindistan: Efsanenin Ötesindeki Gerçek” adlı raporunda şu tespitler yapıldı: Hindistan hizmetlerde, Çin ise sınai üretimde uzmanlaşmış. Ancak bu işbölümü ortadan kalkacak, Batılı devlerle rekabet edebilecek dünya çapında şirketler çıkaracaklar ve gelişen orta sınıflarıyla Batı için büyük bir pazar oluşturabilirler. Çin, hızlı büyümesiyle petrol fiyatlarını yükseltirken, para biriminin değerini düşük tutarak da ABD’nin dış ticaret açığını fonluyor. Benzer bir büyüme sürecinden geçmekte olan Hindistan da küresel ekonominin bir sonraki yıldızı olabilir. Milli gelirlerine göre Çin, ABD’nin ardından dünyanın ikinci, Hindistan ise dördüncü büyük ekonomisi. 2005’te küresel büyümenin yaklaşık yarısı bu iki ülkede meydana gelirken Çin 764 milyar dolar, Hindistan ise 96 milyar dolar tutarında mal ihracatı gerçekleştirdi. Hizmetler açısından ise 2004’te Çin 62 milyar dolarlık, Hindistan ise 40 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdiler. Dengeler AKP’nin, AB’ye duyurulmuş “eylül ayında erken seçim” sevdasının nedeni bu. Halkımız üçte bir seçmen oyu ile HükümetMeclisCumhurbaşkanlığı’nı ele geçirmiş bir iktidarın vahametini algılamasın, üzerinde düşünemesin, seçim sandığında uyanmış olarak tepkisini koyamasın.. diye. Cumhurbaşkanlığı’nı, çok çok önemli bir kaleyi ele geçirme uğruna, göreceli oy kaybetmeyi göze almış Başbakan Erdoğan, AKP yönetimi normal seçimde bu kadar direndikten sonra sadece biriki ay için neden erken seçim desin? Koca bir iktidar sürecinin yıpranmasını göze alıp da biriki aya katlanmak istememenin anlamı, korkusu ne? Halkımız gözüyle görmediğini düşünmeyi pek sevmez. Olacaklara değil, olmuşlara bakarak karar, tepki verme eğilimindedir. Erdoğan olsun olmasın, AKP’li Cumhurbaşkanı, Hükümet, Meclis görüntüsünden sarsılacaktır. AKP çok akılcı davransa, normal seçime kadar kendisini kamu yararı, ülke çıkarı açısından denetleyen Cumhurbaşkanı güvencesinin ortadan kalktığını göstermemek üzere her tür icraattan kaçınsa bile... ??? Daha açık, AKP’den çıkmış Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, seçime kadar partizanlık adına hiçbir icraatı, atamaları gündeme getirmeseler de... Toplumsal duyarlılığı olan uluslararası hiçbir önemli çıkış yapmasalar bile... Meclis’ten dişe dokunur, kritik sonuçları olabilecek bir tek yasa geçirmeseler dahi... Devleti ele geçirmelerinin toplumsal algılamasının dehşetinin büyümesini ortadan kaldıramayacaklardır. Seçimde seçmenin denge arayışının alternatif partilerde olmasından kendilerini kurtaramayacaklardır. Geçen haftanın olaylarına, gelişimine bir göz atalım isterseniz; AKP’nin ulusal petrol kaynaklarını az ya da çok bilinmeyen var olanı ile geleceğini yabancılara peşkeş çeken, anayasal güvenceyi yok sayıp, TPAO’nun varlığını ortadan kaldıran yasası, biz Hrant Dink tartışması ile boğuşurken Meclis’ten geçti. Biz yine aynı gündemle cepheleşmiş, biraz da 301’le birbirimizi suçlarken Cumhurbaşkanı vetosu gündeme geldi. Gerçi AKP komisyonda, yasanın petrolün yabancı şirketlere verilmesi, kamu elinden çıkarılması içeriğinde diretti. Yine de Cumhurbaşkan Sezer’in kamu yararı, anayasal hukuk denetim titizliği toplum için yüzde yüz güvence. Olmazsa değişen metinde direnebilmesi, olmadı Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi olasılıkları duruyor. Haftanın bir diğer çok önemli gelişmesi, PKK, Kuzey Irak yönetimi ile görüşme gündemi üzerinden tartışmalardı. Bu kez de Gül ile Büyükanıt’ın ABD ziyaretleri, çelişen açıklamaları, ülke çıkarlarına bakışta, bir yanı ile çelişkiyi ortaya koysa da, diğer yanı ile ABD’ye siyaseten gebe iktidarın icraatlarının dengesinin, güvencesinin varlığını hissettiriyordu. Dahası AKP iktidarı, hükümeti bile, ABD’den gelen baskılara karşı, “Ben istiyorum ama gücüm yetmiyor, askerler, Cumhurbaşkanlığı, derin devlet, kamuoyu engel oluşturuyor..” mazereti ile karşı çıkabiliyor... ÇİN ALTYAPISIYLA BİR ADIM ÖNDE Altyapı: Dünya konteyner trafiğinin beşte birini elinde bulunduran Şenzhen ve Şanghay’da devasa limanlar kuran Çin karşısında, Hindistan limanları halen yeni nesil konteyner gemilerine karşı hazırlıksız. Çin’in 1.4 milyon kilometrelik otoyol ağına karşılık, Hindistan’ın otoyol ağı 195 bin kilometrede kalıyor. Yatırımlar: Hindistan’a göre daha çok yatırım ve daha çok tasarruf yapan Çin’in bütçe açığı, Hindistan’ınkinden çok daha düşük. Nüfus yapısı: Çin’in nüfus yapısı önde gelen gelişmiş ülkelerinkini andırıyor. Düşük doğum oranları, yükselen yaşam beklentileri, çocuk ve genç yetişkinlerin sayısının düşeceği, orta yaşlılar ve yaşlıların sayısının ise artacağı beklentisi bu ülke için de geçerli. Hindistan’da ise, nüfus çok daha genç ve daha hızla büyüyor. MALİYET AVANTAJI HİNDİSTAN’A GEÇİYOR Hizmetler: Çin’de hizmetler milli gelirin yüzde 32’sine denk gelirken bu oran Hindistan’da yüzde 51 düzeyinde. Çin, eğitime çok daha fazla kaynak ayırırken, Hindistan’ın avantajı ise İngilizce konuşan insan gücü fazlalığı. İmalat:2002’de Hindistan’daki tipik bir imalat işçisinin maaşı 23.80 dolarken Çin’de bu rakam 110.80 dolardı. Gelecek dönemde, Hindistan’ın bir imalat merkezi haline gelerek Çin’e yaklaşması bekleniyor. Girişimcilik: Çin daha fazla yatırım gerçekleştirirken Hindistan ise daha fazla sayıda finansal açıdan başarılı özel şirket ortaya çıkarıyor. Çin’in en önemli sorunu küçük işletmelerin ihtiyaç duydukları fonlara ulaşamamaları. Hindistan’da ise fonlar kısıtlı miktarda, ancak küçük işletmelerin bunlara erişimi daha yüksek düzeyde. İşsizlik oranında iki ileri bir geri KAPASİTE KULLANIMI KÖTÜYE GİDİYOR Türkiye genelinde işsizlik oranı kasımda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9.6’ya gerilerken, bir önceki döneme göre 0.3 puan arttı. Ekonomi Servisi Geçen yıl kasımda (ekimkasımaralık dönemi) istihdam edilenlerin sayısı 22.6 milyona, işgücüne katılma oranı yüzde 48.2’ye yükseldi. Söz konusu dönemde işsiz sayısı 2 milyon 415 İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranı ocak ayında yüzde 78.5 olarak hesaplandı. Böylece bir önceki aya göre yüzde 3.3 düşüş gerçekleşti. Yüzde 78.5 kapasite kullanımı ile imalat sanayii son 10 ay içindeki en düşük oran ile çalıştı. İmalat sanayiinde ocak ayı üretim miktarı yüzde 6 düştü. İmalat sanayii, son 10 ayda ağustos hariç olmak üzere hiç yüzde 80’in altında kapasite ile çalışmamıştı. İç pazarda talep yetersizliği, işyerlerinin tam kapasite ile çalışmamasının en önemli nedeni olarak belirlendi. bine ve işsizlik oranı 2005’in eş dönemine göre yüzde 9.6’a geriledi. Ancak 2006’nın bir önceki çeyreğinde işsizlik oranı yüzde 9.3 idi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) “Hanehalkı İşgücü Araştırması 2006 Kasım Dönemi Sonuçları” verilerini açıkladı. Türkiye’deki kurumsal olmayan nüfusu 951 bin artarak 72 milyon 957 bine yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus olarak tanımlanan 15 ve daha yukarı yaşta ki nüfus 854 bin artarak 51 milyon 146’dan 52 milyona yükseldi. İşgücü 517 bin kişilik artışla 24 milyon 539 binden 25 milyon 56 bine çıktı. Bu dönemde Türkiye 713 bin kişiye istihdam sağladı ve çalışanların sayı sı 22 milyon 641 bin kişiye yükseldi. Yaptığı işten ötürü herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı olmadan çalışanların oranı, önceki yılın aynı dönemine göre 1.5 puanlık azalışla yüzde 48 olarak gerçekleşti. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 1.1 puanlık azalışla yüzde 11.7, kırsal yerlerde 0.9 puanlık azalışla yüzde 6.5 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılım oranı yüzde 48.2’ye yükseldi. Türkiye’de tarım dışı işsizlik oranı 1.5 puanlık bir düşüşle yüzde 12.2 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 10.6, kadınlarda 18.6 olarak belirlendi. İstihdam edilenlerin yüzde 26.2’si tarım, yüzde 20.5’i sanayi, yüzde 6.1’i inşaat, yüzde 47.2’si ise hizmetler sektöründe yer aldı. soner?cumhuriyet.com.tr KP iktidara geldikten sonra TürkiyeAB ilişkilerinde görülen özellikler şunlar oldu; 1) Türkiye’nin AB’ye olan tek yanlı bağları derinleştirildi. Yıllardır AB’nin Türkiye raporlarına giren “gümrük birliğinin derinleştirilmesi” politikası, AKP iktidarında sağlandı. Yapılan yeni anlaşmalarla tek yanlı bağların yalnız derinliği değil, kapsamı da büyütüldü. 2) 2004 ve 2005 yıllarında imzalanan “müzakere belgeleri” ile; a) Bir taraftan müzakerelerin hangi koşullarla, hangi çerçevede yürütüleceği Türkiye’ye özgü farklarla belirlendi; b) Diğer taraftan da, “Türkiye’nin tam üye olmasını imkânsız hale getirecek maddeler ve koşullar” müzakere belgelerinin içine ayrıntılı bir biçimde yerleştirildi. AKP hükümeti bir yandan Brüksel ile, üye olacakmış gibi müzakereleri sürdürecek; Ancak bu görüşmelerin üzerine oturtulduğu zemin, “Türkiye’yi üyelik dışına götürecek ve girişin kapıları müzakereler yüzünden tamamen kapatılacak”. Uzmanların çok rahatlıkla görebildikleri bu çelişkiler aslında “tarafların niyetleri bakımından” büyük bir tutarlılık gösteriyor. Durumu açıklayalım: a) Brüksel (ve Batı) soğuk savaş biterken Türkiye’yi “içine almamaya ve Cumhuriyeti karşısına oturtmaya karar vermiştir”. b) AKP hükümeti de AB’den üyelik değil “himaye” istiyordu. “Müzakere Oyunu” A BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI AKP’nin ‘Avrupa’yla Derin Bağları’ Türkiye tek yanlı bağlanmış Tam üyeliğin yolları tamamen kapatılmış Özel statünün tüm koşulları uygulanmaya başlanmış AKP iktidarı, “AB kalkanını kaybetmemek için” bu oyunu sürdürüyor. İYASAL İSLAMSİYASAL SERMAYE’ İTTİFAKI Ancak AB kalkanını yalnız AKP kullanmıyor; AB ile tek yanlı ilişkiler üzerinden; a) Türkiye’nin Batı kapitalizmine bağlanması ve arka bahçe haline getirilmesi; b) ABD ve AB’nin Türkiye için diktiği yeni elbisenin ülkeye giydirilmesi, bu oyunun yürütülmesine bağlı. Yalnız AKP değil, “siyasal sermaye” de bunu istiyor. Siyasal sermaye (büyük sermaye) ABD’nin güdümünde; “AB’yi bir kaldıraç gibi kullanarak yeni elbiseyi Türkiye’ye giydirmeye çalışıyor”. “Siyasal İslam ve siyasal sermaye” işbirliği içinde AB ile ilişkileri yürütüyorlar. Sevgili okurlar televizyonları, gazete sayfala her iki tarafın da işine geliyor. AKP zaten “AB’li değil, AB’ci olmak istiyor” ve bunu en iyi şekilde başarıyor. AB, onun için bir kalkan gibi. Minareler kalkan olur da AB neden olmasın!.. Ve iki tarafın hedefleri birleşmiştir. Aynen AKP teorisyeni ve başdanışmanı Dr.Yalçın Akdoğan’ın; “İki yüz yıldır Avrupa’nın ve bizim (AKP) hedeflerimiz ilk defa kesişti” ifadesinde olduğu gibi (*). AKP iktidarında, üyeliğin önünün programlı bir biçimde siyasi, hukuki ve iktisadi olarak tamamen kapandığını görüyoruz. 3) AKP iktidarında başka bir şey daha gelişti; Türkiye AB’nin halen dışında iken; AB’nin içine hiçbir zaman alınmayacağının bütün koşulları belirlenmiş iken; “sanki AB’nin içine girmiş bir tam üye gibi AB’ye uyum sağlamaya başladı”. Dışarıdan, işgal ve sömürgeleştirme süreci uygulamaya konuldu. Hatta birçok üyenin halen kabul etmedikleri koşullar Türkiye’ye kabul ettirilmeye zorlanıyor. AKP hükümeti bunu görmüyor mu? Ali Babacan bunları bilmeyecek kadar cahil mi? Tabii ki değil! Oynanan oyunu bozmaya cesaret edemiyorlar. ‘S rını açtığınız zaman medyada, hiçbir şey yokmuş gibi AB ile görüşmeler anlatılıyor. Kimi profesörler, kimi uzmanlar bir oyun oynuyorlar. Bu oyun: a) Kimileri için görüşmeler süreci üzerinden Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi oyunu... b) Kimileri için AB’yi kalkan gibi kullanarak İslamcı yapılanmanın sağlanması oyunu... c) Kimi profesörler, işadamları, gazeteciler ve uzmanlar için “emperyalizmin Türkiye üzerinden sağladığı kazançtan pay alma oyunu”. Ama en önemlisi, bu oyun Türkiye’yi parçalama oyunu. Bunu iyi görmek gerekiyor. Oyun emperyalizmin Türkiye üzerindeki oyunudur. “Siyasal İslam ile siyasal sermayeyi” kullanarak meydana getirdikleri yerli oligarşi üzerinden işlerini yürütüyorlar. Kime karşı? Ulusa, Cumhuriyet’e ve çağdaş demokrasiye karşı. Irak’ta silahla yaptıklarını burada sessiz ve sivil darbelerle uyguluyorlar. Tarafları iyi görelim. Kim yanımızda? Kim karşı tarafta? Özellikle de bu yıl! “Ben emperyalizme ve işbirlikçilere karşıyım demeyene ve bunu fiilen göstermeyene” sakın oy vermeyin... (*) Avrupa’yla Derin Bağlar (Hayatım Avrupa V), Truva Yayınları, 2007 www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali TZD: 2007 meyvede ‘yok yılı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin, Türkiye’de bu kış yaşanan kuraklık ve sıcaklık artışının meyveciliği de olumsuz etkileyeceğini belirterek, “2007 meyvede yok yılı olacak’’ dedi. Yetkin, yaptığı açıklamada, derneğin değişik bölgelerde yaptığı araştırmaların, özellikle Ege ve Marmara bölgelerinde mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıklar nedeniyle, meyve ağaçlarının gözlerinin kabarma ve çiçeklenme süreçlerinin normal dönemlerine göre 15 gün erkene kaydığını gösterdiğini kaydetti. Bu durumda, şubat sonu ve mart başında olması beklenen don olaylarının, meyve ağaçlarının çiçeklendiği veya meyveye döndüğü aşamaya denk geleceğine dikkat çeken Yetkin, İç ve Doğu Anadolu’da 2021 Şubat tarihlerinde kuvvetli don beklendiğini aktardı. Yetkin, Marmara Bölgesi’nde ocak ayı yağış ortalamasının normale göre yüzde 22, Ege Bölgesi’nde yüzde 44, Akdeniz’de yüzde 47, İç Anadolu’da yüzde 21, Doğu Anadolu’da yüzde 22 ve Güneydoğu Anadolu’da da yüzde 35 azalma olduğunu, Karadeniz’de ise yüzde 1 oranında artış görüldüğünü ifade etti. TZD Başkanı şöyle konuştu: “2007, meyvecilik açısından tıpkı hububatta olduğu gibi önemli bir kayıp olacağını ortaya koyuyor. Bu yıl rekolte azalmasından dolayı meyvesebzede uğranılacak üretim kaybının mali portesi 1 milyar doları bulabilir” dedi.