Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 Ailesini ziyaret etmek için 1974 yazında Kıbrıs’a giden Hatice Güçlü’nün peşini kâbus dolu günler burada da bırakmadı C dizi 23 ŞUBAT 2007 CUMA Kendimizi savaşın içinde bulduk’ YAŞAMAK HER ŞEYE RAĞMEN GÜZEL... Ailemin ve arkadaşlarımın desteğinin çok büyük olmasına rağmen Necdet’in yerini hiçbir şey dolduramadı. Her zaman yanımızda olduğunu hissetsek de, yokluğu çok içimize koyuyordu. Bir şeyler başarmışsam, bunu çevrem ve arkadaşlarımla olan ilişkilerimin iyi olmasına borçluyum. İnsanlara çok güveniyorum. Şimdiye kadar güvenimi kimse sarsmadı. Eğer siz insanlara inanıp güvenirseniz ve bir şeyler verirseniz onlar da size yardımcı olurlar. Bu söyleşiyi okuyan herkesin birbirini sevip, yardım etmesini istiyorum. Bunları insanlara bir faydam olsun diye anlattım. Umarım okudukça, olaylara bakış açınız değişir. Birbirini seven, yardım eden ve birbirine güvenen insanlar çoğalır. Zamanla göreceksiniz ki, paranın bile halledemediği birçok işleriniz kolaylıkla halledilecektir. Yeter ki doğrulardan ayrılmayın. Ve her zaman olduğunuz gibi görünün… Hayatta yalnız hiçbir şey yapılamıyor. Yaşamak her şeye rağmen çok güzeldir. Sevginin aşamayacağı zorluk yoktur. Hatice GÜÇLÜ Eşim Necdet Güçlü öldükten sonra çocuklarıma her zaman resim yaptırdım, babalarının ölümünü pek anlatmadım, ilgilerini başka yöne çektim. Dengeleri bozulmadan üniversiteyi bitirmelerini sağladım. Öğretmenlik görevime Atatürk Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nde başladım. Çocuklarımı da iyi bir yuvaya verdim. Önümde çok zor ve çetin bir hayat vardı. Yılmadan, çok çalışmam gerektiğini biliyordum. Artık her iş bana bakıyordu. Sabahları çocuklarımla evden çıkıyor, onları okulun yuvasına bırakıyor, ben de okula gidiyordum. Akşam da beraber eve dönüyorduk. Yaz aylarını Kıbrıs’ta ailemin yanında geçiriyorduk. Zaten başka yere gidecek paramız da olmuyordu. Temmuz 1974’te yine çocuklarımla Kıbrıs’a tatilimizi geçirmek için gitmiştik. Bir hafta kadar sonra, bir sabah silah sesleri ile uyandık. Evimiz iki katlı idi. Ne var, ne oluyor diye yukarıya çıktığımda Rum askerleri gördüm. Çok yakınımızdaydılar. İnip çocukları alıp Türk uyruklu pasaportlarımızı saklayarak, bütün ev halkı sinema salonuna gitmek için evden ayrıldık. Yolda büyük korkular yaşadık. Çünkü bir taraftan bombalar atılıyor, bir taraftan da silah sesleri hiç susmuyordu. Hatta vurulup yere düşenler oluyordu. Birdedim. “Yalan söylemiyorsun değil mi?” dedi. Ben de “Hayır!” dedim, sonra çıkıp gittiler. Ama bunlar çok korku dolu anlardı. Bir gece silah sesleri, kırbaç sesleri ve çığlıklar duyduk. Kardeşim, “Türkleri kesiyorlar, sıra bize de gelecek” diye korkuyla bağırıyordu. Çünkü buna benzer olayların 1963’te de yaşandığını hep söylerdi, kardeşim. O gece hiç ışık yakmadık. Sessizce bekleştik. Ertesi gün, öğleye doğru tank sesleri ile Rum askerlerinin hızla kaçtıklarını duyduk. Türk askerlerinin tanklarla Lefke’ye girişini gördük. Bu defa ortalık sevinç çığlıkları ve alkışlarla çınlıyordu. Çok şükür kurtulmuştuk. Kısa bir süre sonra o kâbuslu karanlık günler gerilerde kaldı ve çocuklarımla ben Türkiye’ye, vatanımıza kavuştuk. EVLAT ACISI Kızım Meltem, ODTÜ Mimarlık Bölümü’nü kazandı. İki yıl sonra da oğlum Tayfun yine ODTÜ’nün Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nü kazandı. Böylece iki çocuğum da hiç sene kaybetmeden istedikleri bölümde okumaya başladılar. Meltem okulunu 4 yılda bitirdi. Tayfun da üçüncü sınıfın sonunda onur belgesi aldı. 198586 öğretim yılıydı. Yine yaz tatili geçirmek üzere Kıbrıs’a gitmiştik. Bir sabah uyandım ki Tayfun odasında yok. Bir de ne duyayım! Oğlum, geç saatlerde arkadaşları ile gittikleri yerden dönerlerken trafik kazası geçirmiş. Arabanın içindeki üç kişi hemen ölmüş. Bir kişi de yaralı olarak hastaneye kaldırılmış. Hemen hastaneye koştuk. Ne yazık ki ölenlerden birinin oğlum Tayfun olduğunu öğrendik. Yere yığıldım, bayılmıştım… Allah’ım bu ne büyük bir acı ve üzüntü idi. Oğlumu kaybettikten sonra artık okulda çalışamaz olmuştum. Okulun yuvasında büyümüştü. Sanki her yerde o vardı. Emekli oldum. Kızım da o yıl mezun oldu. Asistanlık sınavını kazanıp, Hacettepe Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak işe başladı. denbire kendimizi savaşın içinde bulduk. Neyse ki bizlere bir şey olmadan sinemaya geldik. Bir de ne görelim, bütün Lefke halkı sinemayı doldurmuştu. Gece halk bağırıyordu. Pencereleri, kapıları açmayın, ışık görünmesin diye. Yoksa, hepimizin sinemada olduğu anlaşılırsa atılan yangın bombaları hepimizi öldürebilirdi. ‘ESİR ALDILAR’ Üç akşam sinema salonunda, yerlerde yatarak uyuduk. Hep heyecan ve korku içinde. Yollar ölülerle doluydu. Herkes bir şeyler konuşuyor, “Esir olduk, Rum askerleri kapıda” diyorlardı. Çocuklar da korku içindeydiler. Daha sonra sinemadan dışarı çıkmamız istendi. Bir de ne görelim, Rum askerleri denilen kişiler 1617 yaşlarındaki çocuklar değil mi? Utancımdan kıpkırmızı oldum, nasıl olur da bu kadar küçük çocuklar bizi esir alır diye. Cami yanıyordu. Herkes bağrışıyor, ne yapacağını bilmezlik içinde bekleşiyordu. Rum askerleri, bize yanmakta olan caminin içine girin diye bağırıyorlardı. Sonra halkın haykırışları karşısında camiye sokmaktan vazgeçip, biz kadınları ve çocukları bağdaş kurdurup yerlere oturttular. Erkekleri de alıp götürdüler. Bir bağrış ve feryat da o zaman koptu. Herkes, “Onları öldürmeyin!” diye bağırıyordu. Üç gün çoluk çocuk sokaklarda böyle yaşadıktan sonra bizleri evlerimize yolladılar. Fakat, istedikleri an kapıyı vurup içeri girebiliyorlardı. KORKU DOLU SAATLER Bir gün yemek yerken aniden kapı vuruldu ve Rum askerleri içeri girdiler. Arkam dönüktü; çocuklar da büyük zeytin küpleri içinde saklıydılar. Birisi arkamdan saçımı çekerek Rumca, “Senin kocan nerede” diye sordu. Ben de “Öldü!” Dr. NECDET GÜÇLÜ 1933 13 Nisan 1970 Ülkücü kurşunların hedefi oldu hâlâ kabullenemedim... stanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Enstitüsü Başkanı iken öldürülen Cavit Orhan Tütengil’in kızı Deniz Tütengil Mazlum, babasını ve olay sonrası yaşadıklarını anlatırken duygularını, “Babasının katledilmesinin hesabını soramamış bir evlat olarak, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğuna inanç gerektiren kimi görevleri üstlenmeye hakkım olmadığına inandım. Yani bu konu ve pek çok benzer cinayet çözülmediği, tetik çekenler ve onları azmettirenler hesap vermediği için, yerine getirmediğim bir görev, bir eksiklik varmış duygusu her daim aklımı meşgul etti” diyerek dillendirdi. Babasının ölümünü hâlâ kabullenemediğini söyleyen Deniz Tütengil Mazlum ile Babamın ölümünü alçakgönüllülük olacaktır. Kızı olarak, benim bunlara ekleyebileceğim, hiçbir çifte standart tanımayan bir insansever, duygulu, duyarlı, nazik bir kişi, verdiği bir sözü yerine getirmediğine bir kez olsun tanık olmadığım bir baba olmasıdır. Her konuda uygarca tartışıp konuşabileceğiniz, insanı “adam” yerine koymayı bilen bir bilge kişi ... 1979’da katledilen Prof. Tütengil’in kızı Deniz Tütengil Mazlum: Tütengil ailesinin mutlu günleri fotoğraflarda kaldı... D İ TEHDİT EDİLİYORDU Tehdit alıyor muydu? Bizleri üzmemek için, bu konuları pek eve taşımazdı. Ancak 30 Aralık 1976 günü ders vereceği sınıfa giderken, üniversite bahçesinde marş söyleyerek yürüyüş yapan ülkücü gruptan birinin fiziksel saldırısına ve ağır küfürlerine maruz kalması basına yansıyınca, bizler de haberdar olduk. Ölümünden sonra, çalışma masasının çekmecesinde, üzerine “30 Aralık 1976 olayı” yazdığı bir zarf içinde, bu saldırıyla ilgili tutanakları ve çeşitli dostlarından ve eski öğrencilerinden gelen geçmiş olsun mesajlarını bulduk. İktisat Fakültesi Dekanlığı’na ve Üniversite Rektörü Prof. Dr. Haluk Alp’e gönderdiği yazıdan, bu olayın kendisini çok üzdüğü anlaşılıyor. 300 öğrencinin kayıtlı olduğu derste, olay günü 16 öğrenci bulunmuş, ders öncesinde, dershane kapısında karşılaştığı polislere uğradığı saldırıyı anlattığında, sınıftaki bütün öğrenciler “sağcı” olduğu için, bir olay çıkmasının düşünülemeyeceği cevabını almış. Yazıda “... üniversitede sürekli ders yapılıyor görüntüsü altında, nicelik ve nitelik bakımından üniversite fikri ile bağdaştırılması olanaksız bir azınlık için, üstelik can güvenliğinden de yoksun olarak ders yapmanın bir ‘aldatmaca’ olduğunu açık yüreklilikle ve cesaretle ifade etmeliyiz” demekte, gerekli uyarıları yapmaktadır. ‘Faili meçhul değil!’ Olay nasıl oldu? DENİZ TÜTENGİL MAZLUM Olay 7 Aralık 1979’da sabah İçlevent otobüs durağı yakınında meydana geldi. Resmi kayıtlara göre, kimliği meçhul dört şahıs ateş açtıktan sonra, olay yerinde “Ne Amerika, Ne Rusya, Her şey Bağımsız Demokratik Türkiye İçin. Savaşımız Sürecektir. Antiterör Birliği” yazılı bir kâğıt bırakarak, çalıntı olduğu anlaşılan bir araçla kaçtılar. Araç sahibinin ve olay tanıklarının ifadelerini alan polis, birçok şüpheliye ulaştı, ancak yüzleştirmeler sonunda, failler kesin olarak tespit edilemedi. “Sağ kesim ile ilgili yapılan operasyonlarda” yakalanan Yılma Durak’ın 30 Ekim 1980’de verdiği ifade, olayı netleştirir nitelikteydi. Durak, Ülkücü Gençlik Derneği Ocak Başkanı Recep Öztürk’ün, babamın öldürülmesinden bir gün önce kendisine üniversiteden bir hocanın öldürülmesini planladığını söylediğini, kendisinin de bunu onayladığını söylüyor, daha sonra da Öztürk’le yaptığı konuşmada, babamın “onlar tarafından” öldürüldüğünü öğrendiğini ekliyordu. Bu bilgileri, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı’na yazılmış, İstanbul Emniyet ve Merkez Komutanlığı I. Şube Müdürü Tayyar Sever imzalı, 24 Kasım 1982 tarihli yazıya dayanarak veriyorum. Olaydan yaklaşık üç yıl sonra kaleme alınmış bu yazı, Emekli Sandığı’nın ısrarla davanın hangi aşamada olduğunu sorması nedeniyle, bir anlamda zorda kalınarak düzenlenmiş bir belge. Bu belgenin asıl ibreti âlem tarafı, izleyen satırlarında yer alıyor. (Yılma Durak’ın beyanı üzerine) “Tütengil’in faili olduğu anlaşılan Recep Öztürk, daha önce birçok öldürme ve yaralama suçlarından ötürü Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edilmiş, ancak her nedense tahliye edilmiştir. Tahliyesini müteakip yurtdışına kaçtığı için, gerek Tütengil’in, gerekse yeni belirlenmiş mın cinayetiyle ilgili olarak, Durak’ın yanı sıra adı geçen ve sorgulanan iki kişi daha var. Bunlardan biri, Celal Adan. Bu kişi, 1999 seçimlerinden sonra DYP İstanbul Milletvekili olarak Meclis’e girdi ve halen de DYP Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Diğeri Ali Doğan. 1995 ve 1999 seçimlerinden sonra ANAP Kahramanmaraş Milletvekili olmakla kalmayıp 57. Hükümet’te bir süre Devlet Bakanlığı da yapan Ali Doğan’ın ta kendisi. Ve ne ironik ve acıdır ki, Bakanlığı sırasında insan hakları ile ilgili konulardan sorumlu olduğu anlaşılıyor. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu olduğuna göre babamın da öğrencisi olmalı... İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın, Adan, Doğan ve Durak hakkında 26 Aralık 1980’de yetkisizlik kararı vererek, dosyalarını MHP ana davasıyla birlikte görülmek üzere Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı’na gönderdiğini biliyoruz. Özetlemeye çalıştığım gerçekler, “faili meçhul cinayet” tanımlamasının hiç de yerinde olmadığını gösteriyor. Burada, failler biliniyor, hatta yakalanıyor da, ancak meçhul olan bunların neden hesap vermeden salıverildiği. Nasıl olup da aklandığı ve sonradan kimler, hangi güçler tarafından ülkenin yönetimine katılan kişiler arasına karıştırılarak saygınlaştırıldığı... BİTTİ r. Necdet Güçlü, 1933’te Malatya’nın Hekimhan ilçesinde doğdu. İlkokulu burada okudu. Ortaokul ve liseyi Konya’da bitirdi. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’nde başladığı tıp öğrenimini, Hacettepe Tıp Fakültesi’nde tamamladı. İhtisasını Kanada’da yaptı. 1967’de yurda dönen Güçlü, Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nü kurdu ve burada çalışmaya başladı. O dönemde ortopedi alanında Türkiye’nin en önemli uzmanı kabul edilen Güçlü, Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde asteğmen olarak askerliğini yapıyordu. Necdet Güçlü, 13 Nisan 1970 sabahı, Hacettepe Tıp Fakültesi’ndeki atölyesine giderken öldürüldü. Ülkü Ocakları İkinci Başkanı İbrahim Doğan ile MHP Gençlik Kolları Başkanı Ali Güngör, olaydan kısa bir süre sonra yakalandılar. Doğan ve Güngör, birlikte yargılandı. Doğan ve Güngör’ün olayda kullandıkları silahlar, Türk Ocağı binasında bulundu. Silahların yanında, dokuz dinamit lokumu, 30 dinamit kapsülü ve bir molotofkokteyli de vardı. Cinayette kullanılan 6815296 No’lu tabanca ve mermilerin Teğmen Fehmi Altınbilek’e, 6815248 No’lu tabancanın ise Teğmen Mustafa İlerisoy’a ait olduğu anlaşıldı. YARGITAY KARARI BOZDU Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılamalar, 15 Şubat 1973’te sonuçlandı. Mahkeme, Doğan’ı, toplam 10.5 yıl hapis cezasına mahkum etti. Güngör’ü ise sadece ruhsatsız silah taşımak ve kavgada kullanmak suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırdı. Doğan’ın cezaevi günleri devam ederken, Güngör tahliye oldu. Ancak Yargıtay kararı bozdu. Yargıtay her iki sanığın da cinayetten mahkum olması gerektiği sonucuna varmıştı. Mahkeme, yinelenen yargılama sonucunda Doğan ve Güngör’ü 24’er yıl hapis cezasına mahkum etti. Ama hangi silahtan çıkan merminin Doktor Güçlü’yü öldürdüğü belirlenemediği için cezaları 12’şer yıla indirildi. Mahkeme, 30 Ekim 1974’te bu kararı verdiği sırada, EcevitErbakan koalisyonunun çıkardığı af yasası yürürlüğe girmişti. Doğan, aftan yararlandı ve dava dosyası kapandı. Fehmi Altınbilek ile Mustafa İlerisoy hakkında hiçbir soruşturma açılmadı... Bu konu, İçişleri Bakanı’na sözlü olarak birkaç kez sorulunca, Bakan’ın yanıtı, “Adı geçen hakkında 477 sayılı kanun muvacehesinde ve zamanaşımı sebebiyle disiplin cezası uygulaması mümkün değildir” olacaktı. Cavit Orhan Tütengil. ailler biliniyor, hatta yakalanıyor da, ancak meçhul olan bunların neden hesap vermeden salıverildiği.’ olaylardan ötürü sorgusu yapılamamıştır... Yılma Durak ise ...Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edilmiştir.” ‘F söyleşimiz şöyle gelişti: Bize Cavit Orhan Tütengil’den söz eder misiniz? Meslektaşlarının, öğrencilerinin, dostlarının, kendisini tanıyan herkesin görüş birliği içinde çizeceği kişilik tablosunda, anahtar sözcükler, yurtseverlik, demokratlık, sözüne güvenilirlik, disiplin ve çalışkanlık, zaman konusunda gösterilen büyük titizlik, alabildiğine MECLİS’E GİRDİLER Görüldüğü gibi, insanı dehşet içinde bırakan bir dizi itiraf. Ama dehşet bundan ibaret de değil. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı’nın 26 Aralık 1980 tarihli bir yazısına göre, baba