05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 ŞUBAT 2007 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY 25 Haziran 2005’te yitirdiğimiz ‘Denizin Çocuğu’ en güzel şarkısını henüz yazmamıştı C Kartelin ulus devlete kastı aslında birleşememenin sancılarını hissediyor. Örneğin “kanserojen hücreler”, kıtanın kenarından merkezine doğru da yürümeye başladı. Neredeyse her vadiden ve her lehçeden, her “kültür çevresinden” bir devlet çıkarmaya çalışan kanserojen “zihniyet”, ki hâlâ demokrasi olarak beyinlere kazınmaya çalışılıyor, artık AB’nin merkezine egemen bir zihniyettir. Ama bunun, sırf sorun çıkaranları ve kenarda köşede kalmış olanları, seslerini çıkaramayacak kadar küçük ve zayıf devletleri değil, güçlü, emperyal devletleri de vurmaya başladığını görüyoruz. Şikayetler gelmeye başladı. İspanya, şu sıralarda Katalan ve Bask, hatta kimi çevrelere göre ülkenin kuzey batısındaki Galiçya bölgesinde bile bağımsızlık mücadelesi veren halklarla başa çıkmaya çalışıyor. Basklar ve Katalanların Fransa’yı da etkisi altına aldığı biliniyor. Fransa’da başka halk grupları da var. Belçika ve İtalya gibi diğer ülkelerde de durum hiç iç açıcı değildir. Bu ülkeler de çeşitli “halk gruplarından” oluşuyor. Avrupa’ya yayılmış milyonlarca göçmeni ise saymıyoruz bile. Doğu Avrupa zaten karman çorman. Avrupa’nın merkez ülkeleri, içlerindeki azınlıklar, bağımsızlık yanlısı bölgesel kültürler, “halk grupları” ile uğraşmaya başladılar. AB, bir büyük kartel olarak “ulus devletler” Avrupa’sını silkeliyor. Bölgeler Avrupa’sına doğru gidiliyor. Merkezin bunu nasıl karşılayacağını bilemiyoruz. Bir sinirlilikle karşı karşıyayız. Ancak bu sürecin, ulus devlet gibi bir oluşumu torpilleyerek, AB’nin denetimden uzak bürokratik yapısını insanlığa bir süre için “demokrasinin zirvesi” diye yutturması mümkündür. Gorbaçov sendromudur, geçer; acı gerçekle yakında yüz yüze kalırız. ??? Ulus devlete bu kadar küfredilmesinin nedeni, galiba ulusal hükümetlerin şu ya da bu biçimde hâlâ halkın denetimine açık olması. Özellikle de parlamento seçimleri üzerinden... AB, birçok yastık üzerinden Avrupa ekonomisinin, büyük şirketlerin denetiminde kalmasını garantiye almaya çalışıyor ve bunu bir ileri adım olarak yutturuyor. Ulus devletleri küçültme ve etnikmafya devletleri operasyonu bunlarla bağlantılıdır. Tekrar tekrar tartışmamız gereken bir konuya geldik. Devam edeceğiz. Kıta Avrupası’nın tam ortasında yer alan ve Almanca konuşan bir halk topluluğu dışında, bu gelişmeden kârlı çıkacak bir halk yok. İyi. İyi de, Almanya’nın nüfusuna en yakın ülke Türkiye. Hatta 10 yıl sonra Almanya’yı geride bırakan bir nüfusa sahip olacağını da biliyoruz. Şimdi, bu vurguları birleştirip bir sonuç çıkarmak çok mu zor? Zor, çünkü korkutuyor. Dedik ya, tekrar döneriz bu konuya. Biz dönmesek o bize dönecek zaten. [email protected] 7 Yeniden kucaklaşmak Karadeniz şarkıları konser kayıtlarından D Baba Cavit Koyuncu Kazım’ın değerleri... Hatice TUNCER aradeniz’in güzel yürekli çocuğu Kazım Koyuncu aramızdan ayrılalı 18 ay oldu. Arkasında bıraktığı billur sesi, tulum ve kemençeyle bezenmiş müziği hep kulaklarımızda çınladı durdu. Halkevleri ve Koyuncu ailesinin işbirliğiyle yayımlanan “Dünyada Bir Yerdeyim” albümüyle Denizin Çocuğu’nun bir yerlerde kalmış farklı şarkılarında sesini duymak, özlem dolu yüreklere iyi geldi. Babası Cavit Koyuncu, evlat acısına karşın Kazım’ın arkadaşlarına, dinleyicilerine sağlam duruşuyla teselli verdi, oğlunun “muhalif duruşu”ndan duyduğu gururu sürekli dile getirdi. İstanbul’da bulunduğu günlerde sohbet ettiğimiz Cavit Koyuncu, Kazım’ın ardından bir albüm yayımlanmasından duyduğu memnuniyetini anlattı: “Benim görüşüm, Kazım’ı ileriye taşımak, Kazım’ın karakterini, müziğini, insan ruhunu, devrimciliğini, duruşunu ileriye taşıyacak bu kaset. Bütün Anadolu toplumunun hizmetine sunulacak. Kazım’ın ‘Anadolu’da yaşayan insanlar kardeş olsun’ mesajını yaşatacak.” K İ stanbul Halkevleri Başkanı Avukat Oya Ersoy, Kazım Koyuncu’nun üçüncü solo albümü niteliğindeki “Dünyada Bir Yerdeyim”in hazırlanmasında büyük emek harcadı. Tamamen farklı bir alan olmasına karşın Koyuncu ailesiyle anlaşmalarından itibaren “yapımcılığı”, bir albüm çıkarmanın aşamalarını öğrendi. Halkevleri, Kazım Koyuncu’nun yeni bir albümü için hazırlıklar yapıldığı ve bir firmayla anlaşma sağlanmak üzere olduğu haberini alınca Avukat Ersoy aracılığıyla girişimlerde bulundu: “Kazım yaşamıyla, piyasalaşma koşullarında hem bu kadar tüketim, popüler kültürün egemen olduğu bir dönemde, çok farklı bir çizgiyi görünür kılmıştı. Yabancı bir yapım şirketi tarafından albümün çıkarılacağını duyunca bunu değiştirmek mümkün mü diye girişimlerde bulunduk. Yaşarken mesajlar vermiş, halkla bütünleşmiş bir sanatçının, öldükten sonra bir albümü çıkacaksa, ‘onun değerleri doğrultusunda, anlamlı bir proje için çıkmalı’ diye düşündük.” ünyada Bir Yerdeyim albümü adını, Kazım’ın sözlerini Grup Dinmeyen’den müzisyen arkadaşı Ali Elver’le birlikte yazdığı “Dünyada” şarkısının ilk dizesinden alıyor. “Hoşçakal” ise Barış Pirhasan’ın şiirine, Kemal Sahir Gürel ve Kazım Koyuncu’nun yazdığı bir şarkı. Albümde, Kazım’ın bestelerinin yanı sıra İlhan Yabantaş’ın ve Koyuncu’nun müzisyen arkadaşlarının şarkıları da yer alıyor. “Le Le Le” adlı enstrümantal çalışmayı Kazım vokalleriyle süslüyor. Son bölümde Kazım’ın sahne aldığında alanları, salonları Karadeniz gibi dalgalandırdığı konser kayıtları bulunuyor. Kazım’ın sesiyle özdeşleşen, “Viya” albümünde de bulunan, bu albümde sahnede canlı kaydıyla yer alan geleneksel bir Lazca şarkı olan “Dido Nana”yla albüm noktalanıyor. kayboluyor.” HÜZÜNLÜ BİR BULUŞMA... Kazım Koyuncu’nun elde kalan kayıtlarından bir albüm yayımlanması için ağabeyi Oğuz Koyuncu girişimlerde bulunmuş. Lazca rock grubu Zuğaşi Berepe’den (Denizin Çocukları) müzisyen arkadaşı İlhan Yabantaş, yaklaşık 10 yıl önce Kazım’la birlikte yaptıkları deneme kayıtlarını Oğuz Koyuncu’ya vermiş. Aile, uluslararası bir müzik yapım şirketiyle anlaşmak üzereyken Halkevleri devreye girerek yapımcılığı üstlenmiş. “Dünyada Bir Yerdeyim”de, röportajlarında Karadeniz müziğinin dışında rock ağırlıklı farklı müzikal çalışmalar da yapmayı planladığını söyleyen Kazım Koyuncu’nun deneme niteliğindeki şarkıları yer alıyor. Belki hiç dinleyicisine sunmayacaktı, belki çok daha farklı bir çizginin hazırlığını yapıyordu, bilemeyiz. Yaşasaydı bambaşka şarkıları ve müzikalitesiyle sevenlerinin karşısına çıkacaktı kuşkusuz ama bu albüm Kazım’la hüzünlü bir buluşma yaşattı. Kazım’ın müziğini tam olarak ifade etmese de yeni şarkılarını duyarak Denizin Çocuğu’yla yeniden kucaklaşmış gibi olduk. “Dünyada Bir Yerdeyim” albümü, şarkıları ve duruşuyla bir efsane haline gelen Karadeniz’in güzel bakışlı çocuğunun bitmemiş şarkılarından örnekler veriyor. Gittiğinde en güzel şarkısını henüz yazmamıştı... ‘HEM BEN KAYBETTİM, HEM TÜRKİYE KAYBETTİ’ Cavit Koyuncu, Artvin’in denizin ve yeşil yaylaların kucaklaştığı Hopa ilçesinde Yeşilköy’de bakkallık ve berberlik yaparak geçimini sağlamaya, çocuklarını büyütmeye çalışır. Okumaya merakıyla bulunduğu çevreden farklı düşünceler taşıyan Cavit Koyuncu’nun 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluş dönemlerinde partililerle tanışması, küçük bir köyden dünyaya daha geniş bakmayı öğrenmesine neden olur. Dükkânı okullarından çıkan gençlerin buluşma ve kitapgazete okuma yeri haline gelen Cavit Koyuncu, 12 Eylül’ün ardından ihbar nedeniyle Erzurum’da 6 ay hapis yatar. Eşi Hüsniye Hanım, Kazım’ın 10 yaşında olduğu bu dönemde eşyaları satar ve sonunda dükkânı kapatmak zorunda kalır. Cezaevi günlerinden sonra hep birlikte yeniden hayata tutunurlar. Cavit Koyuncu, nedenini anımsamıyor ama Kazım’a bir mandolin alır. Almanya’daki amca da Kazım’a bir gitar getirir. Kazım, Siyasal Bilimler Fakültesi’nde okumak üzere İstanbul’a gittikten bir süre sonra müzikle uğraştığı haberlerini alırlar: “Ben de sizler duyduğunuz zaman müzik yaptığını duydum. Kazım’ı yetiştiren ben değilim, bu toplumdur, çevremdir, eski arkadaşlarımın çocuklarıdır. Ben zengin olsaydım bugün Kazım Koyuncu olmayacaktı. Kazım dünya için, Türkiye için lazımdı, erken kaybettik, ona çok üzülüyorum. Ben kaybettim,Türkiye de kaybetti.” Cavit Koyuncu, Kazım’ın Çernobil felaketi sonrası gerekli önlem alınmaması nedeniyle öldüğüne inanıyor ve çevreye ilişkin duyarlılığını her fırsatta ortaya koymayı, oğlu anısına bir görev olarak görüyor: “Eskiden bizim evin yanındaki dereden su içerdik, şimdi içemiyoruz. Bizim köyün yukarısında sabahın çok erken saatinde komşumuz genç bir kadınla karşılaştım. Elinde poşet, çöpleri toplayıp yukardan getirmiş, çöp bidonuna atıyor. Hoşuma gitti. Okumuş değil ama tabiatı çiğnetmeyecek kadar akıllı kadın. Çöpü dereye, denize atanlar bilmiyorlar ki bir gün gelecek tabiat o çöpleri yüzümüze vuracak. Şimdi Sinop’ta nükleer santral kuracaklarmış. Benim dünyanın kirlenmesine müsaadem yoktur. Yarının çocukları BU TOPRAKLARIN SANATÇISI Bir demokratik kitle örgütünün yapımcı olarak böyle ciddi bir yükün altına girmesinin zorluğuna karşın Halkevleri yönetimi, Koyuncu ailesiyle anlaştıktan sonra bazı müzisyen ve yapımcıların desteğiyle albümü çıkartarak Kazım’ın dostlarına sundu. Albüm projesi sırasında gelirlerinden Kazım’ın adını taşıyacak bir kültür merkezi kurmayı da hedef olarak benimsedi: “Bize yine Kazım’ın kendisi, yaşamıyla, bizlere kattığı değerler cesaret verdi. Kazım, röportajlarında ‘Albümün ne kadar sattığı başarı değil’ diyordu. Ailesi, sanatçı dostları, arkadaşlarıyla görüştük. Birlikte iş yaptığı herkesle, dostlarıyla, ortak bir projeyi birlikte yaşama geçirebilmeyi düşündük. Kazım o kısacık hayatında çok büyük sempati ağı oluşturmuş. Kazım’ın o çizgisinin gelecek kuşaklara aktarılması için en güzel şeyin kültür merkezi olacağını düşünüyoruz. Bu albüm sadece belli bir siyasi fikre, sola da ait bir şey değil. Kazım, bu ülke topraklarında yetişmiş bir sanatçı ve bizim sanatçımız.” vrupa’nın sadece kenarındakiler değil, deyim yerindeyse, “göbeğindekiler” de ağır bir tehdit altında. Çünkü “Bölgeler Avrupası” yolunda somut adımlar atılıyor. Merkezi devletlerin egemenlik alanları ve yetkileri geriletiliyor. Sınırları silinen “ulus devlet” tarihe karışıyor. Onun yerine başka “şeyler” geçiyor. Yani “merkezi” Avrupa’nın da başına çorap örülüyor. Örneğin, “yapı fonları” gibi bir mekanizma üzerinden, egemen devletlerin bünyesinde yer alan, ama kan bağı, toprak ve kültür bağlarıyla tanımlanan bölgelerdeki “halk grupları”, belediyeler vb türünden “temsilcileri aracılığıyla” Brüksel’le doğrudan bağlantı kurabiliyorlar. Bu iş Türkiye’de de sahneleniyor şimdilerde, biliyoruz. Kötü mü oluyor? Kötü mü olacak? Daha önemlisi: Bölgeler, eğer bu yapısal fonlar üzerinden AB’nin merkeziyle doğrudan ilişkiye geçerek, yani merkezi devletin üzerinden atlayarak bağlantı kuruyor ve ekonomik, kültürel hatta politik çıkışlarını doğrudan finanse edebiliyorsa, bunu “ilericilik” başlığı altında mı görmek zorundayız? Yerleşik devletlerin egemenlik haklarının budanması anlamına gelen bu “AB ilkesi”, bu kartel refleksi, sağın aleyhine mi çalışıyor? Sağ ne? Sermayenin önerdiği ve desteklediği bir şeyi, sol olarak görmek nasıl mümkün olabilir? Bütün kavramların birbirine karıştığını görüyoruz. Oysa bu, neredeyse çeyrek yüzyıldır böyle. Geçen yüzyılın başında ülkelerini satan devlet adamları vardı ve buna bizdeki Damat Ferit çok güzel bir örnekti. Ama açıkça (“babalar gibi”) satıyorlardı ve damgalanmaları kolaydı. Gericiydiler. Eski rejimi ayakta tutmaya veya ona geri dönmeye çalışıyorlardı. Sonra bir zaman geçti ve önce Türkiye’nin komşu ülkesinde, SSCB, bizdeki Damat Ferit’i fersah fersah gölgede bırakacak kadar ihanet içindeki bir adam iktidar oldu: Mihail Gorbaçov. İnsanlar, bugün Almanya’daki üçüncü sınıf siyasetçilerin düzenlediği taşra partilerinde “konu mankeni” hizmeti vererek dünyalığını doğrultmaya çalışan bu Gorbaçov’a bir devrimci gözüyle bakabildiler. Her şey ortaya çıktığında ise çok geçti. SSCB tarihe karıştı. Bir sürü küçük kapitalist ülke doğdu. Buna rağmen bir süre daha Gorbaçov’u ilerici bir çıkışın temsilcisi olduğunu düşünenler çoğunluktaydı. Ülkelerini satanlara ilericilik atfetmek, yeni dönemin modasıdır. Şimdi bu iş, gerçek karakterini kazanmış görünüyor: Koro halinde, küreselleşmenin gereklerini yerine getirdiklerini söylüyorlar. İlericilik yanılsaması yeni bitti. Peki, şimdi ne olacak? Bitirilen ulus devletlerle nasıl bir Avrupa doğacak? ??? 1789’un bile gerisine gittiğimiz kesindir. Birleşik Avrupa, neyin altında birleşeceğini bilememenin acısını çekiyor. Daha da çekecek. Çünkü A Ağabeyin seçim tepkisi üseyin Koyuncu, bazı gazetelerde kardeşi Kazım Koyuncu’nun bir şarkısını ANAVATAN’ın seçim çalışmalarında kullanacağı yönündeki haberlere yazılı bir açıklamayla tepki gösterdi. Hüseyin Koyuncu açıklamasında, Kazım’ın yıllarca Karadeniz Sahil Yolu Projesi’ne, Çernobil felaketine duyarsız kalanlara, Fırtına Vadisi’ne santral yapmak isteyenlere karşı mücadele edenlerle birlikte olduğunu anımsattı. “Bunu dillendirenler Kazım Koyuncu’nun kişiliğinden habersiz insanlardır” diyen ağabey Koyuncu, açıklamasına kardeşinin şu sözleriyle devam etti: “Şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür. Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve birçok güzel şeye sebep olabilirler.” Yok olan doğa için yeni umut İstanbul Haber Servisi Madrid’in Vallecas banliyösünde 25 bin konutun bulunduğu alanda yapılan güneş enerjili yapay hava ağaçları banliyöye nefes aldırıyor. İspanyol mimar Jose Luis Vallejo’nun, Japon mimar Toyo Ito’nun doğal yöntemlerle suyu temizleyen “su ağaçları” projesinden esinlenip gerçek bir ağaca öykünerek tasarladığı “hava ağaçları” kirlilik yaşanan başka bölgeler için de umut olacak. Madrid Belediyesi tipik banliyö gelişimlerinde görülen bütün zayıf karakteristik özelliklere sahip Vallecas’ta sorunlara çözüm bulmak amacıyla Ekolojik Bulvar yarışması düzenledi. Bu soruna çözüm için en iyi uyarlama 1520 yıldan önce güvenilirliğini kanıtlayamayan kalın ve sağlam ağaçların dikilmesi olurdu. Ancak bu süre içinde gelecekteki ormanlar gibi çalışacak acil eylem planına ihtiyaç vardı. Bu noktada yarışmayı kazanan “hava ağaçları” projesi, banliyöye acil müdahale için en uygun çalışmaydı. 25 bin konutluk alana yerleştirilen hava ağaçları, kullanıcılar tarafından seçilmiş çeşitli etkinliklere açık olmayı desteklemek üzere kuruldu. Zamanı geldiğinde bu sistemler yerinden sökülecek ve eski dayanak noktaları ormandaki açık alanlar olarak kalacak. Dairesel yapıdaki ağaçların duvar katmanları içinde buharlaşma ve iklimlendirme sistemleri yer alıyor. İç yüzeyler, tırmanıcı bitkilerle kaplanarak yaratılan iç atmosfer zenginleştiriliyor. H HER YERE KURULABİLİR Hava ağaçları yalnızca kendi üzerinde bulunan güneş panellerinin üretebildiği kadar güç tüketiyor. Hava ağaçlarına yerleştirilen iklim uyarlama sistemi, seralarda kullanılan buharlaşmaterleme sistemlerinin daha basit bir türü. Hava ağaçları, hiçbir bağı olmadan benzer alanlara ya da gereksinim duyan banliyöler, bakımsız parklar ve meydanlar gibi kamu alanlarına yeniden kurulabiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle