05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 ‘Evde kalan ölürmüş’ Berat Günçıkan zgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) beşinci kongresinde genel başkanlığa yeniden akademisyen Ufuk Uras’ı taşıdı. ÖDP bir ilki de başardı ve parlamentoda ancak yüzde 4.4 oranında temsil edilen kadınların parti yönetimindeki söz hakkını yüzde elliye çıkardı. İhtimal bir sonraki kongrede başkanlığı bir kadına bırakacak Uras. “İnadına Aşk, İnadına Devrim” sloganıyla yola çıktığında, eski, yeni bütün devrimcilerin siyasal düşlerini kışkırtmıştı ÖDP. Bu yeniden yakalanabilecek mi? Uras umutlu, yanıtlıyor: Eskiden, biraz da solu tiye almak için “Ne olacak bu Türkiye’nin hali” denilirdi, şimdi “Ne olacak bu solun hali” diye soruluyor. ÖDP kongresinden buna bir yanıt çıktı mı? Öncelikle hatırlatmalıyım ki, biz bu memleketin mağdurlarının, işsizlerinin, yoksullarının, ayrımcılığa tabi tutulanlarının sesi soluğu ve kürsüsü olmaya, solun değişik görüntülerini bir araya getirmeye çalıştık, çalışıyoruz. Kongrede gördüğümüz yoğun ilgi bile bizden çok şey beklendiğini gösteriyor. Hrant Dink cinayetinin sonrasında, bu ülkenin vicdansızları, ırkçı milliyetçileri ile bir arada yaşamı savunanları ayrıştı. ÖDP bu ayrışmanın karşısındaki siyasi adres olarak duruyor. Bu siyasi adreste ne var, ne istiyor, ne vaat ediyorsunuz? ÖDP’ye katılın demiyoruz, gelin ortak iradeyi birlikte kuralım, birlikte siyaset yapalım istiyoruz. Bu çağrınız sosyal demokratları da kapsıyor mu? Sosyal demokrat camiada önemli bir kesimin Baykal’ın, 301’i savunan, linç kültürünü yurttaş tepkisi olarak değerlendiren anlayışına tepki gösterdiğini biliyorum. Yapmamız gereken, toplumu yoksullaştıran neoliberal politikalar ile insanların etnik kimliği temelinde bölen ırkçı, milliyetçi politikalar karşısında, çok kültürlü, çok kimlikli, çok inançlı Türkiye mozaiğini savunmak. Bu hat, önümüzdeki süreçte solun önünü açacak. Sizin politikanızı kurarken temel aldığınız mağdurlar ya köktendinciliğe ya da milliyetçiliğe yöneliyor. Bu büyük ölçüde siyasi seçeneksizlikten oluyor. AB ile ABD arasında sıkışmış Anadolu coğrafyasında milliyetçiliğe yönelmenin nedeninin neoliberal politikalar. AB “demokratikleşmediniz” diye bir tokat atıyor, ABD kafanıza çuval geçiriyor, Doğu doğalgazınızı kesiyor. Bu bir milliyetçi travma oluşturuyor. Bunun alternatifini Hrant Dink cinayetinden sonra gördük, insanlar bir başka Türkiye’nin, bu coğrafyanın doğasında bir arada yaşamak kültürünün olduğunu ortaya koydular. Bunu siyaseten taçlandırmak gerektiğini düşünüyorum. Dink’in cenaze törenini bir milat olarak mı görüyorsunuz? Bence Türkiye’nin geleceği orada. Halk kendisiyle yüzleşiyor, kendi vicdanını, aklı selimini, solunu arıyor. Siyasi cinayetlere karşı çıkan insanlar artık ellerini taşın altına koymak istiyorlar. Onlara ortak bir irade, ortak bir adres yaratmamız, ortak bir siyasal zemin tarif ederek, yan yana gelmemiz gerek. C söyleşi DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ 23 ŞUBAT 2007 CUMA Bir Sahneyse Dünya... Bu yönüyle birer yakın tarih kitabı gibi da okunabilir bu anılar dizisi. Her üç kitabın bir başka özelliği de dilleri. Şairliği ile de tanınan Mücap Ofluoğlu, zaman zaman Melih Cevdet Anday’ın Akan Zaman Duran Zaman adlı anı kitabını anımsatan, özgün bir Türkçe tadı duyuruyor okuyucuya. O rahat, tertemiz Türkçenin akıcılığında, sanki çok uzak, çok temiz bir dünyada soluklanıyorsunuz. Bakın, Sıvas’ta yakılan otuz yedi aydının ardından yazdığı şiirde sanatın ve insanın temel yasalarını nasıl sıralıyor: Nedir dünden bugüne gelen Nedir yarına kalacak bugünlerden Nedir çıkan anlam bu sezilerden. Nedir sence benden beklediğin Nedir insanı insan eden Nedir güzeli güzel yapan, sevgiyi sevgi. ??? Böylesi anı kitaplarını okuduğumda, içimi bir sahicilik duygusu dolduruyor. Günümüz toplumlarının onca kültürel ve iletişim olanaklarına karşın içine düştükleri yabancılaşmaya, değersizliklere, yapaylıklara, insani olandan uzaklaşmaya rastlayamıyorum bu anılarda. Tersine, yokluğun, yoksulluğun yaşama sevincini örselemediği, insanların yalnızca ülküleri uğruna yaşamayı seçtikleri ve bunu büyük bir yaşama ustalığına dönüştürme becerisi gösterebildikleri bir dünyayı görüyor ve özlüyorum. Bu yüzden tiyatromuzun, başta Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Genco Erkal gibi büyük ustaları olmak üzere bu alana emek verenlerin anılarını, düşüncelerini yazmaları, gelecek kuşaklara bu yolla deneyimlerini aktarmalarını da en az yıllar boyu sahnelerin önünde ve ardında verdikleri soylu mücadeleleri kadar değerli buluyor ve bekliyorum. [email protected] Ö Ufuk Uras, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin yeni başkanı. ÖDP’yi neoliberal ve ırkçı politikalardan usananların siyasi adresi olarak gösteriyor. Soldan ve Türkiye’den umutlu. Bu sıkıştırılmış coğrafyada esen sol rüzgârın Latin Amerika’yı da ayakta tutacağını düşünüyor. Yeter ki sokağa çıkılsın. yen binlerce kişi evlerine döndü. Bunu 96’da, Susurluk olayından sonra da yaşadık. Vicdan insanları ileriye taşımıyor… Doğru, ama ben bu insanların politikaya çekilebileceğini düşünüyorum. Çünkü günü birlik bir tepki değildi, insanlar hâlâ bu cinayetin sızısını yaşıyorlar. Esas itibarıyla egemen siyasetin, halkı en iyi biz yönetiriz tarzının duvara vurduğunu görüyoruz. Türkiye’de A’dan Z’ye her şey çürüdü. Sorunun palyatif tedbirlerle çözülmediğini herkes görüyor. Türkiye devrimci bir dönüşüm ihtiyacıyla karşı karşıya. Vardı, çünkü Türkiye’de burjuvazi kapı kulu burjuvazisidir, devletçiliğe karşıdır ama devletten bütün fonları alarak sermaye biriktirir. Bunun faturasını da biz ödüyoruz. AKP de yüzünü bırakın Türkiye sermayesini, uluslararası sermayeye döndü. 2007 yılının bütçesi, çok yıllı. IMF, siz kimi seçerseniz seçin, ben üç yıllık bütçeyi belirledim, diyor. Buna karşı çıkmayan bir siyasi irade bu oyunu kabullenmiş demektir. Vahim olan bunun dış politikada da yaşanması, Ortadoğu batağında tamamıyla ABD’nin taşeronu haline gelmemiz. Biz de ya bu oyunun bir parçası ya da sol dalga yaratmalıyız ki ABD emperyalizmi sadece tek cephede, Güney Amerika’daki dostlarımıza karşı değil, çok cephede savaşmak zorunda kalsın. Belki şimdi boşuna konuşuyoruz, küresel ısınma diye bir şey var, başta Kyoto sözleşmesi olmak üzere küresel kapitalizmin tahribatına karşı hemen şimdi bir şey yapmazsak zaten on yıl sonra iş işten geçmiş olacak. Güney Amerika, Türkiye solcularını, Türkiye’de yapılan eylemlerden, çabalardan daha çok heyecanlandırıyor. Chavez, Morales, Marcos birer ikona dönüştürülmüş durumda. Bu biraz enternasyonalizmi aşan bir heyecan değil mi? Bu arkadaşlar film starı değil elbette. İktidara gelmelerinin nedeni işsizler, topraksızlar hareketi gibi çok önemli toplumsal dayanaklarının olması. Böyle bir zeminden hareket etmekte fayda var, ÖDP modeli de öyle bir şey. Bizdeki liderlik, Çingene krallığı gibidir, kendi doğal liderini çıkarır. Çingenelerin tek bir atasözü var, “Evde kalan ölürmüş”. Evde, televizyon önünde devrim yapılmaz, devrim yapmak için sokaklara çıkmak lazım. Latin Amerika’da da 12 Eylül tahribatına benzer olaylar yaşandı, ama oradaki 78’liler geri döndü. Bizde yas uzun mu sürdü? Bizde ise bir mazeret kültürüne dönüştü, ama artık benzer bir geri dönüş zemini var. İR ARADA YAŞAMI SAVUNALIM Can yakıcı bir başka konu: Barış. Aydınların girişimleri, “Ankara Barışını Arıyor” konferansı barışa doğru bir adım, ama Kürt sorununda nihai bir çözüm hep geciktiriliyor… Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda kolaylaştırıcı, etkin bir güç olabiliriz. Sizin söylediğiniz süreçlerde biz de yer aldık. Kürt siyasi hareketini ve Kürt yurttaşlarını dışlayan yaklaşımları sakıncalı buluyorum. Bu tür yaklaşımlar soldan da var, o yüzden “Bir arada yaşamı savunalım” kampanyamızın Türkiye’nin geleceğinin teminatı olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu AB’ye ya da ABD’ye havale ederek çözemezsiniz. Bunu çözeceksek, biz, Anadolu topraklarında çözeceğiz. Dağdan ovaya inme lafı çok ediliyor, ama önce ovayı, siyaseti sivilleştirmeliyiz. Siyaseti sivilleştirecek bir irade ortaya koyacak adres bugün görünmüyor. ÖDP’yi, süpürge gibi naif sayılabilecek eylemlerle tanıdık, bundan sonraki eylem haritasında neler olacak? Ben eylemlerimizi naif bulmuyorum, sağlıklı işler yaptığımızı düşünüyorum. En son Bursa’da, çiftçilerin de desteğini alarak Cargill’e karşı çok düzgün bölgesel mitingler yaptık. Bunları yaygınlaştıracağız. Fındık yürüyüşü gibi, değişik alanlarda uluslararası şirketlerin yol açtığı tahribata kadar çalışmalarımız var. Zaten siyasal solun başarısı sosyal bir sol inşa etmekten geçiyor. Peki, nasıl bir ÖDP’li, ya da ÖDP’li kim? Dondurmam Gaymak filmini izlediniz mi? Hayır. O filmde ÖDP’li bir insan profili var, oturuyor ve habire eleştiriyor. Bir de dondurmacı var, uluslararası dondurma tekellerine karşı mücadele ediyor. Gerçek ÖDP’li işte o. B iyatronun bir sahne sanatı olmasından mı, nedir bilmiyorum ama onca canlı çağdaş tiyatro tarihimizden geriye çok az yazılı tanıklık kaldı. Muhsin Ertuğrul’un kısacık anı kitabı İnsan ve Tiyatro Üzerine Gördüklerim, hazine değerinde bilgilerle doludur. Sonraki kuşaklar içinde Gülriz Sururi (Kıldan İnce Kılıçtan Keskince, Doğan Kitap), Haldun Dormen (Sürçü Lisan Ettikse... Epsilon Yayınları), Ülkü Tamer’i (Bir Gün Ben Tiyatrodayken, Adam Yayınları) anımsıyorum anılarını kitaplaştıran tiyatro insanları arasında. Mücap Ofluoğlu’nun anılarını yazmaya başlamasında da Ülkü Tamer’in ısrarları etkili olmuş. Bugün elimizde çağdaş tiyatromuzun önemli tanıklarından yazarın üç anı kitabı bulunuyor: Bir Avuç Alkış, Ağlamakla Gülmek Arasında, Aynada. Üçü de MitosBoyut Yayınları’nca basılmış. Bir Avuç Alkış, Muhsin Ertuğrul’a ilişkin bir anıyla açılıyor. Çünkü o sıralar Sütlüce Mezbahası’nda muhasebe memurluğu yapan yazarın tiyatroya başlamasında da bu efsane insan etkili olmuş. Sonra da “sahne rüzgârlarının içinde, yüzümde oyun maskem, ozanların sözlerini, dizelerini izleyicilerime duyurmaya” çalışarak geçen uzun ve çok renkli bir yaşam. Bu renkli yaşamın merkezinde yine o dönemlerin çok renkli kişilikleri başrolde elbet. Tiyatrocular, şarkıcılar, dansçılar, lokantacılar, gazeteciler, öğretmenler, edebiyatçılar... Bu sayıları yüzleri bulan “insan manzaraları”na kapılıp giderken bir dönem filmi izler ya da romanı okur gibi çok boyutlu bir atmosfer içinde buluyorsunuz kendinizi. 1941’de başlayıp yakın yıllara kadar uzanan anılar, yalnızca bu yılların tiyatro insanları, olayları, tartışmalarını yansıtmakla kalmıyor. Bir yandan 1908’e dek geriye giden, aile çevresi ve toplumsal yapıdan kesitler sunarken öte yandan da bir kentin, bir ülkenin çağdaşlaşma yolundaki dönüşüm ve değişimlerini yansıtıyor. T BD’NİN TAŞERONU HALİNE GELDİK Bu çok zor değil mi? O gün yürü A Dink’in cenazesine katılan kalabalık bu dönüşümün gerçekleşebileceği umudunuzu mu tazeledi? Evet. 70’li yıllarda siyasetini yaşama adama vardı, bugün bu yok. Bir tür hafta sonu solculuğu, masa başı solculuğu türedi. Oradan da bir yere varılamayacağını gördük. Belki bunun bir ortasını bulmalıyız. Ya karşımızdaki hayata teslim olacağız ya da dönüştüreceğiz. Türkiye'de nicel bir birikim var, nitel olarak da eşikteyiz. Bir sloganınız vardı, “Özel sektörü özelleştireceğiz”. oyunbozan olacağız. Biz oyunu bozalım, bunun sosyal faydasını toplumun bütün kesimleri görecektir. Bu oyunu bozarken dünyanın diğer oyunbozanlarıyla nerede, nasıl buluşulacak? Türkiye’de bir antiAmerikan hassasiyeti var. Bizim, BAK (Küresel Barış ve Adalet Komisyonu) ile başlattığımız hareketin çeperini genişletmemiz gerek. Dünya dengeleri açısından bakarsak, Latin Amerika solunu yalnız bırakırsak uzun süreli dayanamazlar. Ne yapıp edip bu coğrafyada bir Canavarın soyu tükeniyor! Dış Haberler Servisi Avustralya’da yaşayan Tazmanya canavarının soyu hastalık nedeniyle tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye’de de yayımlanan çizgi filmdeki “Taz’’ karakteriyle tanınan Tazmanya canavarı adlı etobur hayvanın soyu, suratında çıkan öldürücü kanser tümörleri nedeniyle tehdit altında. Tazmanya Üniversitesi Zooloji Bölümü’nden Profesör Hamish McCallum, ilk belirtilerinin görülmesinden 6 ay sonra hayvanın ölümüne neden olan hastalığın, 10 yıl içinde Tazmanya anakarasında yaşayan Tazmanya canavarının nüfusunun tükenmesine neden olabileceğini belirtti. Tazmanya canavarı dünyada yalnızca Avustralya’nın Tazmanya Adası’nda yaşıyor. osyalist, sosyal demokrat siyasete çok emek vermiş, 68 kuşağından bir arkadaşımdan bir mektup aldım. Uzunca mektubu özetleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Arkadaşım, bir mucize olmazsa AKP’nin insafına kalmış görünümdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden haklı olarak söz etmeksizin 4 Kasım tarihindeki genel seçimler konusunda düşüncelerini, kaygılarını dile getiriyor. Bu seçimin sonuçlarının hepimiz için çok önemli, hatta bizim kuşağımız için son bir şans olduğunu belirterek bu fırsatın çok iyi değerlendirilmesi, hiç değilse AKP’nin tek başına iktidarının engellenmesi gerektiğini belirtiyor. Demokratik sistem içinde bunun olabilmesi için de, bu günden ileriye bakıldığında iki olasılık bulunduğunu söylüyor. Bunlardan ilki, “en iyi bir tahminle” parlamentoya birkaç partinin gireceği ve yüzde 10 barajı nedeniyle de bu partilerin AKPCHPDYP ve MHP’den oluşacağıdır. Arkadaşım, bu olasılığın gerçekleşmesi durumunda, parlamentoda yine ağırlıklı olarak dincifaşizan ortaklıkların gündeme gelmesinin sürpriz sayılamayacağını, DYP ve MHP’nin AKP’ye bugünkü muhalefetine kanmamak gerektiğini belirtiyor… Mektupta dile getirilen ikinci olasılık (oradaki ifade ile “asıl çözüm”) “solda S CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Bir Arkadaştan Mektup lüyor… Peki CHP her şeye karşın sol birliktelik dışında kalmakta direnirse ne olacak? O zaman da yapılması gereken, yine mektuptaki çözüm önerisine göre, CHP’nin yanı sıra öteki sol parti ve dinamiklerin, birlikte, “mesela DSP çatısı altında yine ortak bir başbakan adayı ve ortak bir hükümet programı” ile seçime gitmeleridir… Arkadaşım, böyle bir birlikteliğin de mutlaka barajı aşacağını, bu durumda, CHP’li sol birlikteliğin yaratacağı yoğunluk (sinerji etkisi) elde edilemeyecek olsa da AKP’nin tek başına iktidar olmasının engellenebileceğini, bunun da küçümsenemeyecek bir başarı olacağını düşünüyor… Mektup, 60’lı yılların umut dolu Türkiye’sinden, 68 kuşağının sol ve sosyalizm adına özverili savaşımlarından sonra bugün gelinen acizlik, eylemsizlik ortamının, çaresiz kalmışlık görüntüsünün yarattığı acı yakınılarla, acıtan ve düşündüren sorularla sona eriyor… birliktelik”tir. Bu konuda başlıca sorun ise CHP ve Genel Başkanı’nın ikna edilmeleridir. Bu nasıl başarılacak? Bence asıl çözüm önerisi de bu soruya verilen yanıtla başlıyor: CHP’yi bu birlikteliğe özendirmenin, zorlamanın bugün için görünürdeki biricik yolu, CHP dışındaki sol, sosyal demokrat partilerin ve başkaca dinamiklerin bir araya gelerek ikinci bir çekim odağı oluşturmalarıdır… Böylece CHP bu birliğe katılmaya özendirilebilirse ve 4 Kasım seçimlerine “CHP şemsiyesi altında SHP+DSP+ÖDP ile öteki parti ve dinamikler bir arada ortak bir başbakan ve ortak bir hükümet programı ile” seçime gidilirse, nasıl bir sonuç alınabilir? Arkadaşım bu olasılık gerçekleşirse CHP’nin parlamentoya birinci parti olarak bile girebileceğini, bunun da ötesinde, solsosyal demokrat birlikteliğin tek başına iktidar bile olabileceğini düşünüyor, ya da diyelim ki düş ??? Mektupta dile getirilen düşüncelerin, önerilerin tartışılabileceği kuşkusuz. CHP dışında bir sol birlikteliğin herhangi bir şansı olamayacağı gibi, CHP’nin seçim barajını aşmasını da zora sokacağı akla gelebilecek ilk eleştiridir. Fakat (kişisel yaşamda olduğu gibi) toplumsal yaşamda da düz bir mantık, basit matematik hesaplar her zaman en doğru sonuca götürmeyebiliyor… Bütün solun birlikteliği en istenilen şeydir. Fakat bu olamıyorsa eğer, “sol” sözcüğünü telaffuz etmekten korkmayan, emek savunuculuğunda ve yurtseverlik değerlerinde buluşan, pısırıkça beklemekten ve lafazanlıktan değil, eylemlilikten yana bütün toplumsal güçlerin bir araya gelmesi, bu CHP ile olamıyorsa CHP’siz de olabileceğinin gösterilmesi, CHP’nin bu birlikteliğe katılmaya zorlanmasının bugün için belki tek çözümünün de böyle bir eylemlilikten geçecek olması bana hiç de yabana atılacak bir öneri, uzak bir olasılık gibi görünmüyor… Bu köşeyi bundan böyle, büyük ölçüde, bu konuda gelebilecek düşüncelerin, çözüm ve eylem önerilerinin yansıtılmasına açıyorum… Hollanda birinci İngiltere sonuncu Çeviri Servisi Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu UNICEF’in gelişmiş ülkelerdeki çocukların durumlarını sorgulayan raporu açıklandı. BBC’nin internetteki sayfasında yayımlanan haberde 21 ülkede, sağlık, aile ilişkileri, davranış biçimi, eğitim seviyesi, tacize uğrayıp uğramama, yoksulluk sınırı gibi ölçütler göz önüne alınarak yapılan araştırma sonucunda hazırlanan rapora göre, çocuklarına en iyi bakan ülkelerin başında sırasıyla Hollanda, İsveç, Danimarka, Finlandiya ve İspanya’nın geldiği vurgulandı.Karnesi en zayıf olan beş ülke ise 17’nci sıradaki Portekiz, sırasıyla Avusturya, Macaristan, ABD ve sonuncu olan İngiltere. 20002003 yılları arasındaki verilere göre hazırlanan ve bu alandaki ilk çalışma özelliği taşıyan raporun başlığı “Varsıl Ülkelerde Çocukların Refah Durumuna Bakış”. Uzmanlar, raporun sonuçlarının hükümetlerin ders çıkarması ve geleceğin umudu olan çocukların daha iyi yetişmesi için önem taşıdığına dikkat çekti. ataolb?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle