05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 ŞUBAT 2007 CUMA spor NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN Aman çocuklar dikkat! Onur SALMAN ürk futbolunun en büyük sorunsalı hep takım lideri bulmak oldu. Özellikle var olduğu söylenen dört büyükler ve genelde hepimiz her zaman bir “10” numara aradık durduk. Oğuz’lar, Şifo’lar, Sergen’ler, Hagi’ler, Alex’ler… Sonuçta da hep arayıp durduk. Birazcık göze batan bütün gençler onlarla kıyaslandı. Bir takımın yeni Hagi’si, Türk futbolunun Sergen’den sonraki en büyük yeteneği ilan ettik gencecik isimleri. Acaba kaç genç öğüttük biz bu değirmende? Kaç futbolcu ham düştü dalından? Bir maç iyi oynayınca övmeye başladık gençliğimizi ve genç olduklarının unutarak kaybettik yetenekleri. Türk futbolunun yok edici değirmeni dönmeye devam ediyor. Öncelikle Türk C 19 Hırsızın Hiç mi Suçu Yok! T futbolunun bence en büyük yeteneği Arda Turan’la başlayalım avlarımıza. Yeteneklerine methiyeler düzmek Arda için yapılabileceklerin en kolayı. Önemli olanın bu yeteneklerin kullanılması olduğunu öğrenmekle hep istediğimiz o ulvi amaca doğru gidebiliriz. Arda’yı her maçtan sonra şöyle anlatabiliriz. “Öyle şeyler yapıyor ki onu durdurmak neredeyse imkânsız. Avrupa’nın her takımında oynar.” Ama Bordeaux maçında gençliğinin ateşine kapılınca çarklar başlıyor. Kadro dışı kalsın, böyle terbiyesizlik olur mu? Hani yeni kurulmuş ve genç takımların kötü gidişinin nedenleri arasında gösterilen tecrübesizlik, yetenekli gördüklerimizde doğuştan varmış gibi geliyor hepimize. Arda her şeye karşın bu çarklara direnmeye çalışıyor. Hâlâ takımının yıldızı ve sanırım kendisine güvenenleri mahcup etmemek için çıkıp “topunu oynuyor.” Arda Galatasaray’ın ‘kurtuluş reçetesi’ gibi sunula dursun Beşiktaş için denemeler devam ediyor. Kadrosunda birçok genç oyuncu olunca kimin süper kahraman olduğu tartışma konusu oluyor. Önce herkes Burak’ın süpermenliğinde hemfikirdi. Ama Burak yıldı. Daha doğrusu kurtarıcı avcılarının eline düştü. Henüz can vermedi ama böyle giderse korkarım ki hem bedeni hem de ruhunu bu avcılara teslim edecek. Sonra daha sessiz birine yöneldi oklar; Serdar Kurtuluş. Birkaç maç iyi oynadı, daha doğrusu benim izlediğim karşılaşmaların çoğunda iyiydi ama daha parlak olduğu maçlar tabii ki geldi çattı. Yerine alışmıştı artık. Türkiye’nin kanayan yarasına ilaç olabilecek mevkii olan defansif bir orta saha yaratmıştı Tigana. Serdar, Mehmet Aurelio’ya rakip çıkmaya başladı ama ben de korkmaya başladım. Avcılar iz peşinde. İlk başlarda çok pas hatası yapıyor diye takımdaki yerini eleştirdikleri Serdar Kurtuluş’u şimdi de iyi oynadığı için övmeye başladılar. Ve arkasından yafta geldi: Beşiktaş’ın ve Türk futbolunun “kurtuluşu.” AVRUPA’DAN KORKMAYIN İşte bu gereksiz övgü ve yergiyle onlarca genç oyuncumuzu kaybettik. Hep önlerine koyduğumuz rol modeline benzemelerini istedik. Bu yoldaki en küçük bir sapmada onları nasıl bulutların üstüne koyduysak öyle aşağıya ittik. Korkum odur ki hem Arda hem Serdar hem de Burak aynı öğütücü içinde yok olacaklar. Hani şu Okan Koç’u, Sinan Kaloğlu’nu, Yusuf’u, Mecnun’u yok eden öğütücü? Sanırım bu oyunculara verilecek en iyi tavsiye İspanya’dan Nihat’tan geldi: “Küçük büyük demeden Avrupa’dan gelen teklifleri değerlendirin.” Ben de bu öğüte bir temenni ekleyeyim, teklifleri değerlendirin ki Türk futbolu gelişsin, Türkiye’deki mentalite değişsin. Yaşlı diye kovduğumuz Tugay’ın İngiltere’deki oyununa şaşırmayalım; bir dönem iyi, bir dönem biraz daha kötü oynayan genç yetenekleri önce ilah, sonra çöp yapmayalım. enerbahçe UEFA Kupası’nda tam anlamıyla tıngır mıngır gidiyor. Ha takıldı ha takılacak. Nerede nefesi tükenecek belli değil. Kısacası ‘gider gideceği kadar’ desek daha doğru olur. Teknik Direktör Zico daha geldiği gün açıkladı: “Ben hücum bilirim, futbol demek hücum demek, hücum demek gol demek.” Bu görüşe şapka çıkarılır, ben de çıkardım. Zaten Zico, dünyada hücum futbolunun en büyüklerinden birisi değil miydi? Zaten hücum futbolu futbolun güzelliklerini ortaya koyan, futbolun bir keyif sporu olduğunu ortaya koyan bir oyun değil miydi? Ama Zico hücum derken biz, savunmasız hücum olmayacağını düşünmüştük. Oysa Zico’nun savunma anlayışı pek zayıf. Zico demek ki zamanında hücum futbolundan tam not alırken savunma işini bilenlere bırakmış. Köy takımı diye lanse edilen ama her hali ile Avrupa’da en çok gol atan ve takım olduğundan kuşku duyulmayacak Alkmar karşısında dökülen bir savunma, gününde olmayan bir orta saha ve eksik bir forvetle bile 3 gol atabiliyorsa, Fenerbahçe takımının her noktasının yeniden analiz edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Alex gibi artık 30 yaşına gelmiş ve ticari düşünen bir yabancının sahada gezinmesine tahammül edemediğimi, Deivid’in ve Edu’nun Brezilya’dan buralara kadar nasıl geldiğini ve Kezman’ın geçmişindeki kariyerine değil, bugün kavanozda turşu olduğunu düşünüyorum. Ganalı Appiah’ın neden bu kadar pas hatası yapabildiğine hayret ediyorum. Her hafta bir önceki maçın sonucuna göre sahaya çıkan ilk 11’e hayret ediyorum. Fenerbahçeli futbolcuların bu kadar çok sakatlanmalarına ve özel yaşantılarındaki düzensizliğin tedavileri uzattığını da hayret ediyorum. Futbolcuların çok sıkı bir F baskı altında olduklarını ve Başkan Aziz Yıldırım’ın teknik kadroyu bir yana bırakıp futbolcularla diyaloğa girmesinin, hatta bire bir konuşmalarda aldığım duyumlara göre çok sert ve adeta tehdit kıvamında konuşmalar yapmasının, şiddetli baskının bir nedeni olduğunu da düşünüyorum. 100’üncü yılda şampiyonluğun ‘olmazsa olmaz’ kompleksinin yarattığı motivasyonun ters tepki yaptığını da olağan karşılıyorum. Tribünleri dolduran yandaşların gönül verdiği sahadaki futbolculara tepkilerine, ne olurlarsa olsunlar, nasıl oynarlarsa oynasınlar, ama sonunda sonucu onların alacaklarını bile düşünemeyen bu yandaşların, küfre varan sloganlarını kabul edemiyorum. Bir takım başarılı olur ya da olamaz. Ama başarısızlıkta suçlu futbolcular, başarıda ise ortaya çıkan başkaları ise değerlendirmelerimizde adil olmak gerekir. Ama biz nedense takımını dünya üçüncüsü yapan teknik direktörü kovan ve o üçüncülüğün üstüne oturanları alkışlayan bir toplumuz. Tüm bunlara karşın kimi futbolcuların sen ben kavgası içinde olduklarını ama bu kavganın ‘ben senden daha iyi olmalıyım’ rekabetine dönüşmesinin, teknik kadroya ve psikolojik terapi uzmanlarına bırakılmasını da düşünüyorum. Bu olumsuzluklar içinde Fenerbahçe’nin UEFA Kupası’nda AZ Alkmar ile berabere kalmasını da olağan karşılıyorum. Ancak Fenerbahçeli futbolcuları yerin dibine sokan yorumcuların, tek taraflı yorumlarının adil olmadığını düşünüyorum. 33 biten maçta bir ofsayt gol veren, bir de penaltıyı es geçen ve hırsız gibi Fenerbahçe’nin galibiyetini çalan hakemin hiç mi suçu yok! ayucelman?yahoo.com Serdar Kurtuluş bu yıl gol atamamasına karşın teknik direktörü Jean Tigana’nın jokeri oldu. Savunmanın sağına takviye için transfer edilen Serdar, Tigana tarafından ön libero oynatıldı ve bu pozisyonda başarıyı yakaladı. G.Saray formasını 20 maçta giyen Arda Turan takımın en iyi oyuncularından biri. Genç oyuncu rakip fileleri 3 kez havalandırdı. En hızlı Fenerbahçeli Murat İLTER Türkiye’nin en tecrübeli yarış pilotlarından biri olan Ali Gülan, başarılı iş hayatını pistlerde kazandığı kupalarla taçlandırıyor. 2006 Türkiye Pist Şampiyonası’nda mücadele ettiği 3600 cc.’lik Porsche GT3 ile Grup Maxi Türkiye Pist Şampiyonluğunu elde eden Gülan’ın İstanbul Park, İzmit Körfez ve İzmir Pınarbaşı pistlerindeki derecelerinin yanına şimdilik kimse yaklaşamıyor. O kendisini fanatiği olduğu sarı kanaryanın pistlerdeki temsilcisi olarak görüyor. Aynı zamanda Fenerbahçe Spor Kulübü kongre üyesi olan Ali Gülan’ın 400 beygirlik Porsche 911 GT3’nü geçen olmadıkça, o “En hızlı Fenerbahçeli” unvanını daha uzun bir zaman koruyacak gibi görünüyor. Sezona başlarken şampiyonluğu hedeflediğini söyleyen Gülan için sezon bir hayli zor geçse de start aldığı 14 yarışta 4 birincilik ve 8 ikincilik elde ederek ulaştığı 102 puanla en yakın rakibi bir diğer Porsche pilotu Mert Aytuğ’un 2 puan önünde şampiyonluk sevincini yaşadı. Yarış hayatına 1978’de İçerenköy Karting Pisti’nde başlayan Ali Gülan, öğrencilik yıllarını geçirdiği Almanya’da yarışlara gönül verdi. Türkiye’ye döner dönmez 55 beygirlik Alfa’sıyla pist yarışlarına girdi. Çok iyi dereceler elde eden Gülan, ikincilikler ve üçüncülükler alarak tüm dikkatleri üzerine çekti. Pistlerde Lancia’lara kafa tutan Ali Gülan, aynı otomobille Kocaeli Rallisi’ndeki ilk ralli deneyiminden kupayla ayrılmayı başardı. İş hayatı nedeniyle yarışlardan bir süre kopan Gülan, 1990’da kartingle geri döndü. Gülan Türkiye Formula 3 Şampiyonası ve Seat Cup yarışlarında mücadele verdi. Dünya Ralli Şampiyonası Türkiye Rallisi’nde ülkemizi temsil etti. Ancak karting onun hayatında unutamayacağı bir sayfa olarak kalacak. Rallici Gülan, başarılı iş hayatında yarışların önemli yeri olduğuna inanıyor. Yarışlardaki rekabet, rakibini analiz etme, planlama yapma ve strateji üreterek ani karar verebilme gibi birçok özelliği yarıştan sonra iş hayatında da uyguladığını kaydeden şampiyon pilot, “Yarışlar sırasında hızlı strateji geliştiriyorsunuz. İş hayatında da bunun çok faydası oluyor. Bu spor çok disiplin isteyen bir spor. İsteklerinizi frenleyebiliyorsunuz. Yarışlar sadece hızlı gidenin kazandığı bir spor değil. Hızlı olmak kadar kontrollü olabilmek ve bu kontrolü tüm yarış boyunca belli bir istikrarla en önde tutmak çok önemlidir. İş hayatınızda da bunu uyguladığınız zaman başarılı olduğunuzu göreceksiniz. Bana çok büyük katkılar sağladı” diye konuştu. Dünya rekoru enerbahçeAz Alkmaar UEFA karşılaşmasının maddi, manevi çok önemi vardı. Tribünler hıncahınç dolu. Hepsi Fenerbahçeli. Maç öncesi, yeni Fenerbahçe marşı takdim ediliyor. Fenerbahçe’nin 100. yılı. Bununla beraber bir barış günü de olacak. Halka çiçekler atılıyor. Bir anlamda tarihi bir gün. Ne var ki böyle bir portre içinde tribünde gene bıçaklar işliyor. Ama bu defa işin şekli başka. Fenerbahçeli, Fenerbahçeliyi vuruyor. Nedeni, Aziz Yıldırım tarafı veya karşıtı olmak. Ne kadar anlamsız. Artık kulüp sevgisinin yerini, başkanlık sevgisi almış. Savaş onlar için yapılıyor. Eski ile yeni arasında en büyük değişim de bu. Bu hazin tablo, ne yazık ki sevgililer gününde ortaya geliyor. Artık fairplay, sevgililer günü gibi romantik kavramlar bir anlam taşımıyor. Nedenlerin başında amigoların geldiği söyleniyor. Böyle bir müessese yoktu eskiden. Kim kurdu bu amigoluk müessesesini? Kim onlarla sarmaş dolaş ol Spor Servisi ABD’li yüzücü Michael Phelps, 1.53.71’lik derecesiyle kendisine ait dünya rekorunu geliştirdi. ABD’de Columbia’da devam eden Missouri Grand Prix’sine katılan olimpiyat şampiyonu yüzücü, 2006 Pan Pasifik Şampiyonası’nda elde ettiği 1.53.80’lik dereceyi 1.53.71’e çekerek kendi dünya rekorunu kırdı. Phelps, 5. kez dünya rekoru kırmış oldu. Böyle bir dereceyi beklemediğini kaydeden Phelps, “1.55 ya da 1.54 gibi bir derece yapmayı bekliyordum. Sanırım işler çok daha iyiye gidecek’’ dedi. 2004 Atina Olimpiyatları’nda 6 altın ve 2 bronz madalya alan 21 yaşındaki Phelps, 18 Mart’ta Avustralya’nın Melbourne kentinde başlayacak Dünya Yüzme Şampiyonası’nda 17 kategoride mücadele etmeyi planladığını ifade etti. F GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR F.Bahçeli, F.Bahçeliyi Vuruyor değil. Onlar çok eski yıllarda kaldı. Kulüp başkanları birbirleri ile dargınlar! Birbirlerinin ellerini sıkmamaya ve de yan yana gelmemeye çalışıyorlar. Resmi toplantılarda ve yemeklerde göz göze gelmemeye çalışıyorlar. Bir anlamda aralarında korkunç bir mücadele var. Bu mücadele, sanırım kulüp mücadelesi değil. Bir büyüklük veya egemenlik mücadelesi. Böyle bir durum karşısında taraftarların birbirlerine sevgi ve saygısı nasıl olsun ki? Ön tekerlek arka tekerlek meselesi. Bunun ayırdına varmak gerekir. Bir ülke düşünün. Kulüpler arasında sportif bir rekabet yerine kor du? Onlara deste deste biletleri kim verdi? Seyahatlere kolunun altında kim götürüp getirdi? İaşe, ibatelerini kim karşıladı? Karakolun bir kapısından girenleri neden arka kapısından çıkarttılar? İşte bunları, şapkayı öne eğip derin derin düşünmek gerekir. Şimdi Fenerbahçe’ye ceza gündeme gelecek. Ne kadar anlamsız. Bu gibi cezaların caydırıcı olmadığının bir türlü ayırdına varamadık. Bu bir devlet işidir. Bu olaylarda devletin otoritesi ağırlığını koymalıdır ama bir türlü olmuyor. Kulüplerin rekabetinde sporun anlamına uygun bir mücadele görmek artık mümkün kunç bir kavga var. Kulüpler, Federasyon’a düşman, Federasyon Başkanı ise kulüplere düşman. Varsa böyle bir ülke, söyleyin, biz de bilelim. Aziz Yıldırım’la Federasyon Başkanı’nın birbirlerini açık düşürmek için çeşitli ayak oyunlarına giriştiklerini hepimiz biliyoruz. Böyle olmasına karşın Ulusoy, Alkmaar maçı öncesi maça gelmek için Aziz Yıldırım’dan izin istiyor. Böyle bir şeye gerek olmadığını biliyor ama amacı; Fenerbahçe’nin 100. yılında, barışı ve sevgiyi isteyen Aziz Yıldırım’ı güç duruma sokmak. “Ben zeytin dalını uzattım ama kabul görmedim” demek! Tam Bizans ayakları. Eski yıllarda, bu gibi olaylar dünya ülkelerine pek yansımazdı. Kol kırılır, yen içinde kalırdı. Artık teknoloji aklın almayacağı şekilde gelişti. Artık Batılılar tarafından protoplazmalarımıza kadar biliniyoruz. Ne yazık ki her alanda güvenilir bir ülke olmaktan giderek çıkıyoruz. Önemli olan da bu. hderingor?hotmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle