05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Berlin’deki ‘İklim Değişiklikleri ve Avrupa Su Boyutu’ konferansında, sorun derinlemesine irdelendi C haberler ATİNA’DAN MURAT İLEM ana kalırsa Rum’lar haklı. Baksanıza adamlar yıllar boyu Mısır ve Lübnan ile gizli görüşmeler, anlaşmalar yapmışlar, aylar boyunca Türkiye için “ihtilaflı” sayılacak bölgelerde sismik araştırmalar yapıp, bölgenin haritasını çıkartmışlar. Norveç gemisi tam 70 bin kilometre karelik bir alanda üç ay boyunca santim santim sismik bombalar patlatarak deniz altı zenginliklerini tespit etmiş. Ardından petrol ve doğalgaz bölgelerini parsellere ayırıp sonuçları Rum yönetimine vermiş. Peki bu gemi geçtiğimiz yıl MartHaziran aylarında üç ay boyunca Akdeniz’de dönüp dururken, bizimkiler ne yapmış? Kocaman bir hiç (!) AKP hükümeti her zaman olduğu gibi bir taraftan atıp tutarken, diğer taraftan artık bilinen (!) “silik politikalarını” izlemiş. Ne de olsa o dönemde AB kapısında kıvranıp duruyoruz. Onurumuz ve gururumuzla sonuna kadar oynanırken biz “aman bırak petrol arasınlar, sanki ne bulacaklar” havasındayız. Türkiye için daha da acı olan, yine aynı dönemde ABD, Avusturya, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Rum kesiminin bizimle adeta alay etmeleri. Ama biz AB’ye girmek için kararlıyız ya, “aman ortalığı germeyelim” diyerek bu geminin faaliyetlerine sonuna kadar göz yummuşuz. Bu aczimiz daha yeni ortaya çıktı. Rumlar adına sismik araştırmaları yapan şirketin profili ise bu konuda ne kadar “aymaz” olduğumuzun başka bir kanıtı. PGS Geophysical bir Norveç şirketi. Ancak gerçek sahibi Norveçli değil, Amerikalı. Halliburton grubu. Bu şirketin içinde kimler var diye merak edenlere duyurulur: Şirketin ortakları arasında ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney var. Hatta söylentilere göre Bush ailesinin de bu şirkette hisseleri bulunuyormuş. Peki şimdi ne olacak? Söyleyeyim: “Kuyruğumuzu kısıp oturacağız.” Çünkü her türlü diplomatik oyunu çok iyi bilen Rumlar, Bush ve Cheney’in ortakları olduğu ileri sürülen şirketi özellikle seçip arama yaptırdılar. Tabii bu iş için milyon dolar döktüklerini belirtmeye gerek yok. Siz şimdi gidip kimi kime şikayet edeceksiniz. ??? AKP hükümetinin son üç yıl içinde izlediği politikalar dikkate alındığında Kuzey Irak’taki kırmızı çizgilerimiz pembe oldu. Akdeniz’deki egemenlik alanlarımız tehlikeye girdi. Ege’nin zaten maşallahı var. AB ülkelerinin elinde oyuncak olduk. Ermenistan, Pontus ve Süryanilere sözde katliam yaptığımız yolunda dünyaya kabul ettirilmek istenen girişimlerde önemli stratejik kayıplara uğradık. ABD’nin uşakları Barzani ve Talabani’nin tehdit ve hakaretlerine uğradık. Başımıza 23 ŞUBAT 2007 CUMA İnsanı iklim vurabilir Ahmet Tevfik ORTAÇ BERLİN Sera etkisi, yerkürenin giderek daha çok ısınması, buzulların erimesi, sel baskınları, denizlerin ve okyanusların yükselmesi, Tsunami afeti, kuraklık, tarımsal alanların yok olmaları, gıda zincirinde bozulma, çeşitli hastalıklar... Bunların hiçbirisi artık çoğumuza yeni ve çok çarpıcı gelmiyor belki... Ama bir gerçek var ve dünya kamuoyu ve ülkelerin hükümetleri tarafından kabullenilmiş durumda. Buna göre, “iklim değişiklikleri” artık beklenmiyor, çünkü apaçık karşımıza çıkmış durumda. Bunun bir numaralı sorumlusu da tabii ki insan faktörü. Yani antropojen etki. Bu etkinin insanlar ve doğa üzerindeki tepkilerinin neler olacağı, hangi doğa olaylarının ve felaketlerinin meydana gelebileceğini kestirmek artık çok zor değil. Bunu özellikle geçtiğimiz son on yılda çok çeşitli boyutlarıyla gördük, yaşadık ve halihazırda da yaşamaktayız. AVRUPA BİRLİĞİNE ÇAĞRIDA BULUNULDU Dünyada ilk iklim konferansının düzenlenmesinden (1995 Berlin UNO) ve Kyoto Protokolü’nün ortaya çıkmasından yıllar sonra, konunun daha ciddi boyutlarıyla ele alınması ancak çevre örgütlerinin baskıları sonucu gerçekleşebildi. Gerçek yaşamda çoktan görmeye başladığımız bu olayın politik ve sosyal boyutunun tartışılması 1214 Şubat 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen Berlin Konferansı’yla az da olsun bir üst aşamaya, yani Avrupa Birliği düzeyine taşınabildi. Geçen hafta gerçekleştirilen uluslararası nitelikli bu “İklim Değişimi ve Avrupa Su Boyutu” başlıklı bu konferansta sorun geniş boyutlarıyla tartışıldı. BM Çevre Programı (UNEP) Başkanı Achim Steiner, ilginç ve çok alkış toplayan bir konuşma yaparak “köktenci bir değişimden” söz etti. Daha sonra Cumhuriyet’in sorularını da yanıtlayan BM yöneticisi, AB’nin Almanya Dönem Başkanlığı’nda yapılan bu konferansla, suyun insanlık üzerindeki vazgeçilmez etkisine bir kez daha dikkat çekmek istediğini söyledi. Achim Steiner, şunları söyledi: “Suyun gelişme potansiyelimizi ve gelecekteki ekonomik olanaklarımızı nasıl etkilediğini gösteriyor buradaki tartışmalar. Enerji sektöründen tutun da, gemi inşaat sanayisine, oradan tarıma kadar uzanan bir geniş yelpazede, su sağlanması, bunun için gerekli olan altyapı, barajlar, su birikim alanları, bunların hepsi değişim nedeniyle sorgulanıyorlar. Bu nedenle de ilk oturumlarda paradigma değişimi için Avrupa Birliği’ne çağrıda bulunuldu. Bunun yanı sıra AB’nin 27 üye devletinin yaptıklarını küresel bir taslak olarak düşünmek gerekiyor. İklim değişimi küresel bir olaydır ve su kaynakları yönetiminde Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde yapılanların tekrar Avrupa üzerinde de etkisi olacaktır.” Gelişmekte olan ülkelerin payının da göz ardı edilemeyeceğini belirten Steiner, Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunan ülkelerin sorumluluklarının çok daha büyük olduğunu kaydetti. UNEP Başkanı şöyle konuştu: “Biz sanayileşmiş ülkelerde yaşayanlar iklim değişiminin baş sorumlularıyız. Bu nedenle uluslararası alanda örneğin Afrika ülkelerine yardımcı olmak suyu nereden bulacaklar? Bunlar sadece bazı örnekler... Himalayalar’da buzul erimesiyle ilgili yeni bir olay var önümüzde. Dağlardaki göller taşmak üzere. Vadiler sel baskını tehdidi altında. Çünkü tarihsel olarak bakıldığında su miktarı, eriyen buzullar yüzünden kapasitenin çok üstüne çıkmış olacak. Mesela Bütan gibi iklim değişimi ve karbondioksit emisyonuyla hiç ilgisi olmayan bir ülkede dahi dev göller ve barajların taşmaları sonucunda büyük bir olay meydana gelebilir ve on binlerce insan göç etmek zorunda kalabilir. Çünkü artık vadilerde yaşayamayacaklardır. Bunlar Berlin’de söz konusu ettiğimiz somut örneklerdir.” Achim Steiner ‘AVRUPA DİKKAT ETMELİDİR’ Achim Steiner, ABD’nin atmofere saylınan karbondioksitin yüzde 25’ini tek başına çıkardığını kabul eden ve bunun frenlenmesiyle ilgili çalışmalar yapılmasını isteyen Steiner, bu ülke olmadan bu alanda kalıcı adımlar atılamayacağını kabul etti. UNEP Başkanı şöyle konuştu: “Amerikasız uluslararası alandaki karbondioksit emisyonlarının indirimine yönelik bir inisiyatif tabii ki olmaz. Ama uluslararası alanda finanse edilmesi gereken tüm uyum stratejisini öngören sözleşmelerin de Amerika’ya katılımcı olarak gereksinimleri vardır. Burada Avrupa dikkat etmelidir. Avrupa’da son yıllarda gerçekten çok sayıda öncü ve başı çeken rollerdeki inisiyatifleri gördü. Yalnız son iki yılda ve son aylarda Avrupa biraz hız yitirdi. Sanıyorum Avrupa bunu yaparken de Amerika’da iklim politikalarındaki değişiklik aşağıdan yani tabandan bir inisiyatif gelişmeye başladı. Federal eyaletler olan Kaliforniya’da, Massachusetts’de ve Amerika’nın 300’ün üzerindeki büyük kentinde Kyoto ölçülerine uyumlu bir şekilde gönüllü olarak yükümlülükler üstlenildi. Ayrıca Amerikan endüstrisi Bush hükümetinden emisyonların 2020’ye dek yüzde 30 oranında indirilmesini talep etmeye başladı. Avrupa’nın da artık, Bush hükümetinin ağırlığını, yavaşlığını beklemektense kendisinin hızı arttırmayı düşünmesinin zamanı gelmiştir herhalde…Yoksa bu tür davranışın bir hata olacağı kanısındayım.” Ortadoğu’da susuzluk nedeniyle yeni sıcak savaşların çıkabileceği uyarılarını da yanıtlayan ve bu konuda fazla karamsar olunmamasını isteyen Steiner şu görüşleri dile getirdi. “Ben tarihsel olarak da bu teze, yani suyun ileride bir dünya savaşına yol açacağı görüşüne katılmıyorum. Ancak su kaynağının az olduğu Ortadoğu adlı bölgede sınır ötesi su yönetiminde barışçı yöntemler bulundu. Bu ister Türkiye ile Suriye arasında olsun, ister de Lübnan ile İsrail arasında olsun, böyle... Ama iklim değişimi öyle aşırı değişikliklere sebep olabilir ki, artık barışçıl görüşmeler de yapılamayabilir. Bu nedenle iklim değişimi ve bunun neden olduğu değişiklikler ileride gerçekten bir senaryo ortaya çıkarabilir. Öyle ki, bir ülke kendi halkına su sağlayabilmek için çabuk harekete geçerek diğerininkini kesebilir ve uzlaşmazlık kaçınılmaz, önüne geçilemez olur. Mümkündür.” Sismik araştırmalar çuval geçirildi. KKTC Cumhurbaşkanlığına M. Ali Talat getirilirken, Başbakanlığa Ferdi Sabit efendi atandı. Bu meşhur ikilinin girişimleri ile KKTC’de yapılan referanduma “Yes be annem!” dedik, ardından rezil olduk. Aslında olumsuzlukların listesi sayfalar boyunca uzatılabilir. 70 milyonluk bir ülke daha ne şekilde küçük düşürülür, ne kadar azarlanır, ne kadar gururu ile oynanır, bilinmez. Ama bilinen, bu hükümet sayesinde “şamar oğlanlarına” döndüğümüz. KKTC’nin başındakiler için ise yorum yapmaya gerek yok. Allah onları ıslah etsin, tez günde akıllarını başına getirsin, ruhlarını kötülüklerden arındırsın. ??? Bu köşede yazmaya başladığım ilk günden bu yana tam bir yıl geçti. Bu sürede içinde her yazımla ilgili okurlarımdan sürekli elektronik mektup alıyorum. İlginçtir, bu güne kadar bir tek olumsuzlukla karşılaşmadım. Bu güzel okuyucu kitlesinin mektuplarına elimden geldiğince cevap vermeye çalışıyorum. Ulaşamadıklarım için bir kez daha bu köşeden sevgiler ve teşekkürler. Atatürkçü, demokrat, laik, vatanının seven, KKTC konusunda çok hassas insanlardan oluşan Sevgili CUMOK’ların önemli bir bölümü yazılarıma büyük destek verip “hislerine tercüman” olduğumu vurguluyorlar. Bu da beni çok mutlu ediyor. Ancak dikkatimi çeken nokta, en çok mail’i Kıbrıs konusundaki yazılarımdan sonra alıyor olmam. Türk insanı bu konuda çok hassas. Annesi babası Zonguldak/Devrek’li, ancak kendi Almanya doğumlu olup, Bergkamen’de yaşayan 29 yaşındaki okurum Sayın Erdal Dereli bunlardan sadece biri. Bakın bu okurum ne diyor: “Ne kadar içimizden birisiniz anlatamam. Cumhuriyet Hafta’da yayınlanan 19 Ocak 2007 tarihli yorumunuzun bir bölümünde ‘Türk askeri Kıbrıs’ta 1974 de kan döküp bağımsızlığınız için şehit olurken sen nerelerde, neler yapıyordun?’ diyerek M. Ali Talat’a soru yöneltip bunu yakında öğreneceğinizi yazmışsınız. Bu konu çok çok önemli, çok merak ediyoruz. Gerçekten o dönemde nerelerdeydiler ve ne yapıyorlardı, Talat ve Talat gibi düşünenler?” Sayın Dereli, bu konuda merak eden sadece siz değilsiniz. Onlarca hatta yüzlerce okurum sizin gibi M. Ali Talat’ın 1974 Barış Harekatı öncesi ve sonrasında (son üç yılı zaten biliniyor!) neler yaptığını merak ediyor. Sizlerden ricam biraz daha sabırlı olmanız. Çok yakında bu kişi hakkında önemli bilgilere sahip olacaksınız. [email protected] B için angaje olmak zorundayız. Oralarda köyler, ülkeler, bölgeler gelecek 2030 yılda büyük iklim değişiminden ötürü sıkıntıya girecektir. Bu ülkelerin bu değişime, değişmiş dünyaya ayak uydurabilmeleri için yardımcı olmalıyız. Bu demektir ki, başka bir altyapı, yeni bir tarım, bugün yaşadıkları yerlerde artık yaşayamayacak olan insanların yerlerinden göçmeleri söz konusudur. Benim yaşadığım ülkede yani Kenya’da Klimanjaro dağı var. Bu dağın tepesindeki buzul yapılan son araştırmalara göre 15 yıl sonra olmayacak. Bu 6070 bin insan için kuraklıkta su sağlanmasını öngören bir su tankı gibidir. Bu insanlar gelecekte ‘İklim göçmenlerinin eli kulağında’ zellikle Almanya’nın AB Dönem Başkanlığı sırasında düzenlenen ve çok sayıda politikacı, bürokrat, sivil toplum örgütü temsilcisi ile bilim insanının katıldığı Berlin konferansını AB Komisyonu adına AB Çevre Genel Müdürlüğü ile birlikte hazırlayan Federal Çevre Bakanlığı Siyasi Müsteşarı Astrid Klug, sorunun giderek can alıcı bir önem kazandığına dikkat çekti. Klug, konferans sonrasında sorularımızı yanıtlarken şu noktalara dikkat çekti: “Su konusunun iklimlerle doğrudan bağlantısı vardır. İklimlerin su bütçesi üzerinde aşırı etkileri olacaktır. Bazı yerlerde fazlasıyla su kıtlığı çekecek bölgeler ortaya çıkarken, bazı yerlerde de artan seller ve yoğun yağmurlar nedeniyle çok fazla suya boğulan bölgeler oluşacaktır. Bu nedenle, şimdilerde kendimizi içinde, hatta ortasında bulduğumuz ‘iklim değişiklikleri’ne nasıl uyum sağlayacağımızı belirlemek durumundayız. Ortak stratejiler geliştirip bunun kötü etkilerinden korunmamız açısından bu konferans önemliydi. Çok büyük yankılar uyandıran bu konferansın sonuçlarını Avrupa sürecinde değerlendirilmesini sağlayacağız. Gelecek hafta bizim Dönem Başkanlığımızda Avrupa Çevre Konseyi toplantısı olacak. Orada sonuçları görüşeceğiz. Tabii ki G8 dönem başkanlığımıza rastlayan bu dönemde konunun uluslararası düzeyde tartışılmasını sağlamaya da çalışacağız. Çünkü biz sanayi ülkeleri, biz Avrupalılar, iklim değişikliklerinin ana nedenlerini oluşturan ülkeleriz. Ama özellikle sular alanında, başta Afrika ülkeleri olmak üzere, iklimlerin değişmesine en az neden olan ülkeler, var olmakla yok olmak arasında gidip gelecek, ölüm kalım savaşına gireceklerdir. Çünkü su kıtlığı çekecekler. Bu, dünyada çarpıklıklara neden olabilecektir. Bu çarpıklıkların ortaya çık Ö Astrid Klug maması için bizim de yardımcı olma sorumluluğumuz var.” Alman sosyal demokrat politikacı, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu su zengini ülkelerle ortak çalışmalara da değindi: “Biz Türkiye, Rusya, Ukrayna gibi ülkelerle şimdi de birlikte çalışıyoruz. Sular ve iklim değişiminin gelecekte oralarda da gündeme girmesi gerekmektedir. Bununla birlikte ele alınması gereken bir enerji sorunu var. Biz bugünden tüm uluslararası ırmaklar üzerinde bu ırmaklara kıyısı olan devletlerle birlikte çalışmalar yapmaktayız. Bu devletlerin hepsi AB’ye üye değildir. Burada ırmaklarımızı nasıl düzenleyeceğimizden tutun da, su bütçemizi nasıl koordine edeceğimize kadar iklim değişiminin etkilerinin oralarda da gelecekte büyük rol oynayacağı bilinmektedir.” Ortadoğu’daki su kıtlığının savaşlara yol açabileceği uyarılarını da değerlendiren Astrid Klug, bu korkulu rüyanın gerçek olabileceğini belirtti. Klug şöyle konuştu. “UNEP’in Achim Steiner’den önceki başkanı Klaus Töpfer sürekli bu konuya dikkat çekmiş ve geleceğin savaşlarının su rezervleri yüzünden çıkabileceği uyarısında bulunmuştu. Bunun bir korku filmi olmadığından eminim. Zira bugün yönetim değişikliğine başlamaz isek, bu bir gerçek olabilir. Bizler Avrupa’da bir mutluluklar adasında yaşamadığımızı, başka ülkelerin iklim değişiminden çok daha güçlü bir şekilde etkileneceğini ve gelecekte savaş göçmeninden daha çok sayıda ‘iklim göçmeni’ akınına uğrayacağımızı bilmeliyiz. Bugünden somut bazı önlemler almaya başlamamız, özellikle iklim değişiminin sulara yansıtarak yaratacağı bu aşırı çarpık durumla savaşmamız gerekmektedir. Çünkü böylesi bir durumda dünya istikrarını kaybedecektir.” Zamanaşımı süresi doldu çelişkili raporları da hep sorumlulaANKARA (Cumhuriyet Bürosu) rın lehine sonuçlar yarattı. Müteahhit 17 Ağustos Marmara depreminin arVeli Göçer, Yargıtay’ın hızlı karar verdından, eksik malzeme kullanarak kumesiyle zamanaşımıyla kurtulamasurlu binaları yapan müteahhitler ile zken firari oğlu Can Göçer zamanabunlara göz yuman sorumlular aleyhişımıyla kurtuldu. ne açılan davalarda zamanaşımı dolKocaeli Barosu Başkanı Ersayın du. Davaların temyiz incelemesini yaIşık, zamanaşımının yalnızpan Yargıtay 9. Ceza ca ceza davaları yönünden Dairesi kendisine ulaşan söz konusu olduğunu, antüm dosyaları zamanaşıcak maddi ve manevi tazmına girmeden karara minat davası yoluyla hak bağladı. Halen çeşitli aramanın süreceğini kayyerel mahkemelerde görülen davalar ise zamadetti. naşımı nedeniyle ortadan kalktı. ON ANDA KARAR Yerel mahkemeler, suç tarihi olarak yıkılan Öte yandan, Eskişehir’de binaların yapım tarihleMarmara depreminde yıkırini esas aldılar. Bu nelan Tarhan Apartmanı’nda denle de 17 Ağustos ta32 kişinin ölümüne sebebirihinde yıkılan binalar yet vermek suçundan yargıaçısından kusurlu olan lanan ve 3 yıl 4’er ay hapis Depremde müteahhitlere yönelik cezasına çarptırılan sanıkyakınlarını suçlamalar, zamanaşımı ların temyiz ettiği davada kaybeden Avni gerekçesiyle ortadan zamanaşımının dolmasına Bahtiyar kaldırıldı. Sorumlularsaatler kala karar verildi. gözyaşlarına dan büyük bir bölümü Ağır Ceza Mahkemehakim olamadı. bu nedenle kurtuldu. si’nde görülen 6 sanıklı duDavaların temyiz inruşmada, kararını açıklacelemesini yapan Yargıyan mahkeme heyeti, dönemin beleditay Ceza Genel Kurulu, zamanaşımı ye planlama uzmanı Haşim Güngörsüresinin binanın yapıldığı tarihten sün’e gereken özeni göstermeden bideğil, kusurun ortaya çıktığı yani bina yapmak suçundan 3 yıl 4 ay hapis nanın yıkıldığı tarihten hesaplanmasıve 50 YTL para cezası verirken diğer na karar verdi. sanıkların beraatına karar verildi. Yargıtay’ın 2003’te aldığı bu kararın Depremde yakınlarını kaybeden Avni ardından, mevcut davalar bu çerçeveBahtiyar karar sonrası gözyaşlarına de değerlendirildi. Davaların yanlış hâkim olamayarak “Söylenecek bir mahkemelere açılması, bilirkişilerin şey yok” dedi. ergimiz Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de (CBT), Nature bilim dergisinde yayımlanan ilginç bir dosyanın kapağını araladık: İslam ülkelerinde bilim ve teknoloji. Dergi yazarları ilginç bir saptama yapıyor: Farklı tarihsel kültürlere ve gelişme çizgilerine sahip, 1.3 milyar nüfusu barındıran toplam 57 İslam ülkesinde ortak bir yazgı var: Bilim ve teknoloji konusundaki gerilik! Dünya araştırma geliştirme ortalama rakamı (19962003 arası) yüzde 2.36 iken İslam ülkelerinde yüzde 0.34. Aralarında, ARGE harcamaları sıfıra yakın ülkeler de var. Petrol ülkeleri zenginliğine zengin, ama bilim yoksulu.. paraları basıyorlar, ihtiyaçları olan mal ve hizmetleri satın alıyorlar (Bizde de büyük vizyonlu lider Özal, bastırırız parayı teknolojiyi alırız diyordu!) Petrol zenginleri arasında pek çok ülke, en çok parayı silahlanmaya harcıyor, sağlık ve eğitime harcadıklarından bile daha fazla! İslam Konferansı Ülkeleri, 1 milyon nüfusa düşen 500 bilim insanı sayısı ile dünya ortalamasının diplerinde yer alıyor. Patent konusunda da “sıralamaya giremeyecek kadar” düşük bir sayıya sahipler. ??? Türkiye’ye gelince: Yazarlar, İslam ülkeleri arasında Türkiye’nin özel yerine işaret etmekte. Gerçi patent, ARGE harcamaları, milyon nüfusa düşen bilim adamı sayısı vb. bakımından, diğer İslam ülkeleriyle ortak yoksul yönlerimiz olsa da, Türkiye farklı ve ileri bir konumda. D CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI İslam ve Bilim akıllıca kullanan ve teknolojiyi ekonomide büyük bir katma değere dönüştüren tek Müslüman ülke! Bu açıdan İslam ülkelerinin yıldızı durumunda! Biz çok yüksek sayıda makale yayımlıyoruz, ama teknoloji üretimi ve sanayimizin yüksek teknoloji üretme ve satma kapasitesi yerlerde sürünüyor! 2003 yılında Malezya’nın uluslararası makale sayısı 500 iken Türkiye’nin 6 bin idi! Demek ki ekonomik açıdan bakıldığında, bizim “araştırma makalelerimiz”, ekonomik değere dönüşmüyor! Veya araştırma makaleleri, sanayiteknoloji açısından bir değer ifade etmiyor! Bu açıdan bizim Malezya’dan öğreneceğimiz çok şey var! ??? CBT’nin bu cuma günkü sayısında ise, Müslüman ülkelerin bilimde geri kalma nedenleri ayrıntılı olarak inceleniyor. Satır başlarıyla buraya aktarırsam: • Bilimi geliştirecek sağlam stratejiler olmaması. Siyasi liderlerin bilimle ilgili zihniyetlerinin çok geri olması, bilim ve teknoloji üretiminin ülkelerin kalkınmasında Bilim insanlarımızın uluslararası dergilerde yayımlanan araştırma makaleleri sayısı bakımından, yılda 16 bini aşan ve dünya sıralamasında 19’unculuğa ulaşan yerimizle, büyük bir açık ara ile öndeyiz. Bize en yakın İslam ülkesine 56 misli fark atıyoruz. Akademisyen kadınların sayısı ve yönetici yeri bakımından da hiçbir İslam ülkesi Türkiye’ye yetişemez. Dünyanın 500 üniversitesi sıralamasında sadece Türkiye’den 2 üniversite var! Dergi, Türkiye’yi bilimsel bakımdan en başarılı ülke buluyor ve bunu Atatürk Cumhuriyeti’nin laiklik ve çağdaş hedeflere ulaşma anlayışında görüyor. ??? Büyük farklılığımıza ve üstünlüğümüze rağmen, örneğin Malezya, Endonezya ve Fas gibi ülkelerin yüksek teknoloji üretim ve ihracatı bizden çok fazla! Bizde ihracatımızda yüksek teknolojinin payı yüzde 5’ler civarındayken Malezya’da yüzde 58, Endonezya’da yüzde 14 ve Fas’ta yüzde 11! Malezya, bence, İslam ülkeleri arasında, Türkiye dahil, bilim ve teknolojiyi en oynadığı rolün farkında bile olmamaları. • Uluslararası bilim dünyasıyla ilişkilerinin zayıflığı. Bu bakımdan bilime kaynak ayırmamaları. • Bilimi “satın alınacak mal” olarak görmeleri! Bilimsel üretimin gerisinde önemli bir düşünce süreci olduğunu görmemeleri. • Şüphesiz başka tarihi etmenler de var: Düşünce ve ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar; otoriter rejimlerin varlığı; yönetimlerde akılcı ve hoşgörülü ortam yerine tutucu düşüncelerin, dogmaların egemen olması ve akıl ve felsefenin dışlanması. • Ve beyin göçü: Arap ülkeleri yeni mezun doktorlarının yüzde 50’sini, mühendislerinin yüzde 23’ünü, bilim adamlarının yüzde 15’ini İngiltere, Kanada ve ABD’ye kaptırıyor! Dünya Bankası’nın “Arap İnsan Gelişimi Raporu”na göre, insan gelişimini engelleyen üç önemli etmen şunlar: Bilgi üretimi ve kazanımında yetersizlik, kadınların sosyal planda geriye itilmesi ve özgürlüklerin kısıtlanması. Şüphesiz, bütün bu nedenlerden dolayı, Müslüman ülkeleri, ABD ve diğer ülkelerin çizmelerinin de gezindikleri yerler! Sadece “çizmelerinin” mi?! Türkiye acaba bu rapordan geleceğimiz için ders çıkaracak bir siyasal kapasiteye, potansiyele sahip mi? S obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle