09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA ekonomi PARİS’TEN İŞ ÇEVRELERİ FINANCIAL TİMES’I HAKLI BULUYOR: Babacan yoruldu yükü paylaşsın T ürk Sanayicileri ve İşadamları Derneği International Başkanı Aldo Kaslowski’ye göre, AB ile müzakerelerde birkaç ay sonra 2 yıl dolacak ama aralık ayında başlayan ilgisizlik ve yavaşlama, endişe verici noktada. Avrupa’da, Brüksel’de çok daha etkin bir şekilde bulunmamız gerekirken gidilmiyor, heyetler kurulmuyor. Başmüzakereci Babacan da genç ve kabiliyetli ama artık bu yükün iki ayrı bakanlık tarafından yürütülmesi belki de daha doğru olacak. Ekonomi Servisi İş dünyasının etkin isimleri, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinde olumsuz bir havanın hâkim olduğuna ilişkin uluslararası finans çevrelerinin etkin gazetesi Financial Times’ta yer alan haberlerin ‘‘doğru’’ olduğunu belirterek hükümeti sert bir dille eleştirdiler. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) International Başkanı Aldo Kaslowski, ‘‘Financial Times gazetesinin yazdığı doğru. Bütün bunlar gerçektir’’ dedi. İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Başkanı Davut Ökütçü de, ‘‘Hükümetten ısrarla beklediğimiz, TBMM’nin eylül ayında erken bir şekilde toplanarak 9. reform paketinin tümünü çıkarmasıdır’’ dedi. Financial Times, iki gün önce Türk basınında da geniş yer bulan haberinde, Türkiye ile AB arasındaki karşılıklı anlayış eksikliğinin ilişkileri olumsuz etkilediğini, hükümet içinde AB’ye ilgisizlik olduğunu, özellikle AHİM’nin türban kararından sonra bunun daha da belirginleştiğini, soğukluğun, Brüksel’e karşı resmi tavırdaki sertleşmede, Kıbrıs konusunda ve sivil reformlardaki ilgisizlikte kendini gösterdiğini yazmış ve Başmüzakereci Ali Babacan’ı Brüksel’le temas yerine Ankara’da oturmayı tercih ettiği için eleştirmişti. AA muhabirleri Medine Taşdelen ve Fatma Metin’in haberine göre TÜSİAD International Başkanı Kaslowski, durumu özetle şöyle değerlendirdi: ‘‘AB ile müzakerelerde birkaç ay sonra 2 yıl dolacak. İlgisizlik aslında dünün veya bugünün işi değil. Müzakerelerde ilgisizlik ve yavaşlama zaten aralık ayında başladı. Doğrusu bu kadar performans gösterdikten sonra böyle birden duraklamak, bizlerin de endişeye kapılmasına yol açtı. Sebebini de anlamakta güçlük çekiyoruz. Zaten Financial Times’ın yazdığı doğru. Bir yavaşlama var. Avrupa’da, Brüksel’de çok daha etkin bir şekilde bulunmamız gerekirken gidilmiyor, heyetler kurulmuyor. Bütün bunlar gerçektir.’’ Kaslowski, Babacan’ın hem ekonomi hem de AB ile ilgili çalışmalardan sorumlu olmasının, ‘‘genç ve kabiliyetli olmasına rağmen büyük bir yük oluşturduğunu’’ kaydederek konunun, ‘‘iki ayrı bakanlık tarafından yürütülmesinin’’ belki de daha doğru olacağını savundu. İKV Başkanı Ökütçü de, müzakere sürecinde Ali Babacan’ın olayın teknik boyutunu yürütürken siyasi boyutun yönetimini yürüten Abdullah Gül’ün bu konuda yeterli temaslarda bulunduğuna işaret ederek özetle şunları söyledi: ‘‘Sayın Dışişleri Bakanımız, haziran ayında TBMM tatile girmeden 9. reform paketinin çıkarılacağını ifade etti. Ama ne yazık ki sadece 2 konu bu paketten çıktı. Bizim de hükümetten ısrarla beklediğimiz, özellikle İlerleme Raporu’nu Komisyon kaleme almadan, tamamlamadan önce TBMM’nin eylül ayında erken bir şekilde toplanarak bu reform paketinin tümünü çıkarmasıdır.’’ İş dünyası ve sivil toplum örgütlerinin AB sürecine aktif katılımının nasıl sağlanacağı konusundaki çalışmaların tamamlanıp açıklanması gerektiğini söyleyen Ökütçü, AB Genel Sekreterliği’nin kamuoyu ile özel kesim ve sivil toplum örgütleri arasında bir koordinasyon kurumu olarak yeniden organize edilmesini önerdi. UĞUR HÜKÜM Göç de Göçmen de Değişiyor C 9 G BU YIL IFA’YA KEZ KATILAN BEKO YENİ ÜRÜNLERİYLE FUARA DAMGASINI VURDU Beko yeni pazarlara göz dikti E yüboğlu, Beko’nun Avrupa pazarına odaklandığını belirterek ekim ayında Rusya’daki yeni fabrikanın da faaliyete geçmesinden sonra yeni coğrafyalara doğru atılımlarını sürdüreceklerini açıkladı. kısmını ArGe harcamalarına ayırdıklarını bildirdi.Eyüboğlu, Türkiye’de yaklaşık 5.2 milyon televizyon ürettiklerini ve bu ürünlerin 4 milyondan fazlasının yurtdışına, bu rakamın yüzde 97’sinin de Avrupa’ya ihraç edildiğini ifade etti. Eyüboğlu ayrıca, Beko Elektronik’in 2006 yılı için yaklaşık 1.8 milyar dolar ciro hedeflediğini, kasım ayında faaliyete geçecek olan ve üretim kapasitesi 750 bin adet olan Rusya’daki yeni bir fabrikayla da 2007 yılı için 70 milyon Avro ciro ve yüzde 5’lik pazar payı hedeflediklerini kaydetti. Eyüboğlu, satışların daha çok markalı satışlara yönlendiğinin görüldüğünü, kendi cirolarının yüzde 52’sinin de markalı satışlardan sağlandığını kaydetti. BERLİN (AA) Beko Elektronik AŞ Genel Müdürü Yağız Eyüboğlu, ürünlerine ekstralar koyarak müşteriler için farklılıklar yaratmaya çalıştıklarını söyledi. Eyüboğlu, Beko’nun ve bu şirketin satın aldığı Alman Grundig şirketinin ürünlerinin sergilendiği Berlin’deki Uluslararası Elektronik Fuarında (IFA) yenilikçi ürünlerini tanıttı. Eyüboğlu, Grundig markasıyla piyasaya sürülen küçük cep televizyonlarının gelecekte Beko markasıyla da üretileceğini ifade etti. Eyüboğlu, 8. kez katıldıkları fuarda Beko ve Grundig olarak toplam 2 bin 600 metrekarelik bir stantta yeni ürünler sergilediklerini ifade etti. Eyüboğlu, sektördeki trendlere uygun olarak cirolarının yüzde 1 ila 1.5’lik B ir sosyal sorunu gündeme taşıyarak üzerinde düşünülmesini sağlamaya çalışırken, bazen bir tartışmanın içine düşülüyor. Türkiye kitapçı esnafının sorunlarına dikkat çekmek isterken, böyle tartışmanın içine düştük. Biz, bazı verilerle ülkemizde okunmadığını ortaya koyarak, Türk insanına okuma alışkanlığı kazandırmanın artık bir sosyal zorunluluk olduğunu anlatmaya çalışırken, etkin bazı yazarlar da Türkiye’de yeteri kadar okunduğunu ileri sürmüşler. Bu durum konuya çözüm üretmeye çabalayanların kafasını karıştırmış. Türkiye okuyor mu, okumuyor mu? Keşke gerçek, ‘‘Türkiye’de kitap okunuyor’’ şeklinde olsaydı. Okuma kapasitesine sahip 52 milyon insan yılda birer kitap okusaydı da Türkiye’de elli milyon kitap okunuyor diyebilseydik. (Kaldı ki bu rakam bile uluslararası ölçekte okumamanın göstergesi.) Oysa Türkiye, günde dört buçuk saati bulan ortalama televizyon izleme süresiyle, dünya birinciliğine aday görünüyor. Bu veri doğru ise günün bu kadar zamanını televizyon karşısında geçirenlerin okumasını beklemek gerçekçi olabilir mi? ??? Biz ‘‘Türkiye okumuyor’’ olgusuna dikkat çekmek için üç ayrı istatistik kullanmıştık. 1992 yılından 2004 yılına kadar, 14 yıl boyunca, toplam 150.601, yılda ortalama 10.750 yeni yayın yapılıyor derken, Kültür Bakanlığı’nca verilen ‘‘Uluslarara NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Türkiye Okuyor mu Okumuyor mu? ise ‘‘kütüphanecilik ve ödünç kitap okuma’’ verileridir. Ancak ülkemiz bu konuda da övünecek verilere sahip bulunmamaktadır. UNESCO Halk Kütüphaneleri İstatistikleri’ne (1999) göre kütüphanelerden yılda verilen ödünç kitap sayısı İngiltere’de 460.010.000, Almanya’da 325.555.424, Hollanda’da 158.286.437, İtalya’da 257.961.734, Polonya’da 190.742.735, Romanya’da 36.841.000, Bulgaristan’da 20.388.392 iken bu sayı ülkemizde 4.052.868 olarak verilmektedir. Bunun yanında aynı istatistiklerde İngiltere’de 21.849, Almanya’da 12.134, Romanya’da 3.246. Bulgaristan’da 4.128 kütüphane olduğu belirtilirken Türkiye’de kütüphane sayısı 1.292 olarak (günümüz itibarıyla 1.400) verilmektedir. Bunun yanında İngiltere kütüphanelerindeki 121 milyon kitaba karşılık bizim kütüphanelerimizde 12 milyon kitap bulunmaktadır. Bunların dışında, istatistiklere girmeyen ancak okuma oranını etkileyen çok önemli iki veri daha bulunmaktadır: İkinci el kitap satışı ve korsan yayıncılık. Bu alanlardaki veriler açısından Türki sı Standart Kitap Numarası’’ (ISBN) sayısını almış, kaynak olarak da T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayınlar Genel Müdürlüğü, ISBN Sorgulama Hizmeti http://kygm.kulturturizm.gov.tr/isbnyeniyayin.html kaynağını kullanmıştık. 20002003 yılları arasında toplam 47.022, yılda ortalama 11.755 kitap basılmış derken de DİE verileri kullanılmıştı. 1999 yılında, İngiltere’de 110.965, Almanya’da 78.042, ABD’de 68.175, İspanya’da 59.174, Fransa’da 39.083, Rusya Federasyonu’nda 36.237, İtalya’da 32.365 kitap basılırken Türkiye’de basılan kitap sayısı 2.920 olmuş derken de UNESCO, http://www.uib.unesco.... kaynağını kullanmıştık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan bandrol sayısını, satılan kitap sayısını vermekte yetersiz gördüğümüz için kullanmamıştık. Yayınevlerinin bastıkları kitap kadar aldıkları bandroller, satılamayarak elde kalan kitaplar nedeniyle bir anlam ifade etmemektedir. Bu konuda anlamlı olacak diğer veri ye’nin kıyaslanan ülkelerden daha ileride olduğu bir gerçektir. Ancak okuyan bir ülke olabilmek için ikinci el satışların ve korsan kitapçılığın istatistiklere giren resmi verilerin dört katı olması gerekmektedir ki, bu da pek olanaklı bulunmamaktadır. ??? Bu tartışmada her şeyin ölçülebilir olduğunu, dolayısıyla kitap sayısını nüfusa bölerek bulunan rakamların okuma konusunda tek gerçek olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Böyle bir sav önemli hatalara yol açabilir. Bazı kitapların zorunluluktan alındığı (ders kitapları), bazılarının prestij için alındığı ve kitaplık süslediği, bazılarının sadece bazı olayları izlemek amacıyla bulundurulduğu göz önüne alındığında, gerçekten okunan kitabın satılanın küçük bir yüzdesini oluşturduğu anlaşılabilir. Biz bu verileri kullanarak halkın ‘‘okuma’’ alanından çıkarılmakta olduğuna dikkat çekiyoruz. Bu alandan uzaklaşan halk bilimden ve çağdaş gelişmelerden kopmaktadır. Belki istenilen de budur. Gerçeklerden kopararak, halkı futbol, televizyon gibi seyirliklere mahkum ederek dikensiz gül bahçesi yaratılmaya çalışılmaktadır. Konunun diğer boyutunu da Mehmet Ali Kılıçbay üstadın anlatımıyla aktaralım; ‘‘Okumayan yazamaz. Eğer ülkemizde olduğu gibi bazı kimseler okumadan yazarlarsa bu, onların yüksek yeteneklerini değil, okuyucunun düzeyini gösterir. Okumama okumamanın ürünüdür.’’ eçtiğimiz 29 Ağustos salı günü, şahsi kanımızca ve tanıyabildiğimiz kadarıyla genel yayınlar yapan televizyon kanalları arasında dünyanın tartışmasız en iyisi olarak niteleyebileceğimiz FransızAlman ortak televizyon kanalı ARTE (Türkiye ve Türkler konusunda anlattıkları her noktada, her zaman hemfikir olmasak da), 2 saatlik ‘‘Kamikazeler / İntihar Komandoları: Cennetin Sahte Yolu’’ başlıklı bir program hazırlamıştı. Önce, 11 Eylül 2001 faciasının Amerikan kamuoyundaki günah keçisi, tek tutuklusu ve ömür boyu tecritle ağır hapse mahkum edilmiş Fas kökenli Fransız vatandaşı Zacarias Moussaoui’nin, yönetmen Valentin Thurn tarafından itinayla hazırlanmış bir portresi gösterildi. Çok olumsuz koşullarda yaşanan bir çocukluğa rağmen, çok olumlu bir kişiliğe sahipmiş gözüken genç bir insanın, radikal İslamcılarca hayasızca sömürülen ve delirmeye uzanan serüvenini tanıdık. Daha sonra 7 Temmuz 2005 Londra suikastında ortaya çok net çıkan yeni bir gerçeğin altının çizildiği, Alicky Sussman imzalı ‘‘Londra Suikastı: Psikololojik Bir Soruşturma’’ başlıklı bir başka ilginç belgesel izledik. 4 intiharcı katil, ilk bakışta içindeki yaşadıkları toplumla neredeyse mükemmel uyum sağlamış ve bir hayli farklı çevrelerden gelen, hatta bir tanesi sonradan İslam’ı seçen ikinci ve üçüncü kuşak gençlerdi. Davranışlarını anlamak olanaksızdı. Sonunda sunucu Herve Claude eşliğinde iki uzman kişilik Alman gazeteci Katja Gelinsky ve Fransız sosyolog Penelope Larzilliere konuyu tartıştı. Bu zengin ve çok yönlü programdan çıkartılabilecek sayısız dersten (onların böyle bir iddiası olmasa da) bir tanesi şuydu: Göç ve göçmenlik veya yabancı kökenlilik gibi olguları artık geçmişteki bir takım kalıpçı yöntem ve düşünce sistemleriyle açıklamak imkansız derecesinde zor. Örneğin, ılımlı İslam’ı ve ortalama Müslümanları kategorik olarak her türlü riskin dışında gösterebilir miyiz? Eğitim düzeyi veya aile ortamının kalitesiyle toplu intihar ve katliamlara yönelen tavırlar arasında doğrudan bir orantı kalmış mıdır? İslam adına terörist eylemlere girişenleri, yalnızca belirli ülke ve çevrelerden gelmekle açıklayabilir miyiz? Kimlik belki de kişilik arayışı ikinci ve üçüncü kuşak Müslüman gençler arasında köktendinciliğe yöneliş muammasını çözebilir mi? Gecenin sonunda soruları çoğaltmak mümkündü. Hazırlop hiçbir cevap yoktu. En azından gösterilen filmler veya katılan uzman konukların genel kanısı böyleydi. Göç, göçmenlik ve topluma uyum konularına mevcut resmi politikalar ve söylemler dışında farklı siyasal ve sosyal yaklaşımlar aramak zorunluydu. ??? Fransız Ulusal İstatistik Enstitüsü (INSEE) ağustos sonunda Fransa’da yaşayan göçmenlerle ilgili karşılaştırmalı yeni bir rapor yayımladı. Özellikle son 15 yılı kapsayan rapora göre 1990 sonunda Fransa’da 4,2 milyon göçmen yaşıyormuş. Son veriler ise 2004’de bu sayının, toplam nüfusun yüzde 8,1’ini oluşturan 4,9 milyona ulaştığını gösteriyor. Bu rakamın 1,7 milyonu 1999’da olduğu gibi Avrupa Birliği ülkelerinden gelirken, kökenlerin değiştiği gözlemlenmiş. Örneğin, azalan İspanyol, İtalyan ve Polonyalıların yerini, çoğu Fransa’da ev satın alan 45 bin İngiliz alırken, Portekizlilerin sayısı değişmemiş. Kuzey Afrikalı Arap kökenli nüfus 220 binlik bir artışla 1,5 milyonu bulurken, 1999’da payları yüzde 20 olan dünyanın diğer bölgelerinden gelenler yüzde 29’a yükselmiş. Yine resmi verilere göre 50 binlik bir artışla 225 bin Türk (ancak Türk makamları ve farklı Fransız resmi kaynakları bu sayıyı 392 bine kadar yükselttiği gibi, Türk göçü kaçaklarla 400 bini fersah fersah aşıyor), Asyalılar ve çoğunluğu eski Fransız sömürgelerinden gelen Kara Afrikalılar bu sınıflamada yer alıyor. Hatta son 5 yılda en fazla çoğalan göç grubunun yüzde 45 ile Kara Afrikalılar olduğu ve Fransa’daki sayılarının 570 bine ulaştığı belirtiliyor. Göçün ilk yıllarında tamamen erkekler lehine olan cinsiyet dengesi, aile birleştirmeleri ve doğumlar sayesinde şu anda hemen hemen eşitlenmiş. Yeni bir özellik de, göçmenlerin eğitim düzeyinin yükselmesi. Artık hemen her dört göçmenden birinin yüksek okul diploması var. Fransızlar için yüzde 29 olan bu oran göçmenler için yüzde 24. Beş yıl önce evlilik veya diğer yollardan Fransız vatandaşlığına geçen göçmenlerin oranı yüzde 36 iken, bu oran şimdi yüzde 40 olmuş. Yani yaklaşık 2 milyon... Göçmenlerin yüzde 60’ı büyük kentlerin etrafında yaşıyor. Bir başka açıdan bakılırsa, örneğin Büyük Paris diyebileceğimiz IledeFrance’da yaşayan 6 kişiden biri göçmen, Ayrıca her 10 göçmenden 4’ü bu bölgede yaşıyor. Son ilginç ve yeni bir gösterge de, kendi ülkelerine dönen emekli göçmen sayısının artması. ‘‘Memleket hasreti’’ belki bir etken, ancak gerçek galiba bir kez daha, göçmenlerin emeklilik geliriyle bu ülke veya ülkelerde asgari insanlık onuruna yaraşır bir düzeyde yaşayamamalarında düğümleniyor... ??? Gerek ARTE’nin enfes programında yeterince üzerine gidil(e)meyen, gerek emekli göçmenlerin kendi ülkelerine dönme eğiliminde çok net ortaya çıkan olgu, öncelikle ekonomik ve sosyal. Acaba İslamcı teröristlerin tavrını açıklayamayan kalıplar veya politikaların içine ‘‘ırkçılıkla mücadele’’ veya ‘‘öteki’’ni anlamak, ‘‘o’’nunla insan gibi bir arada yaşamak için başta eğitim olmak üzere, olağanüstü olanaklar eklense, sonuç aynı mı olur? Evet, Bin Ladin mülti milyarderdi. Ama intihar komandoları veya Afgan, Alman, Amerikalı, Cezayirli, Endonezyalı, Faslı, Fransız, Filistinli, İngiliz, Kürt, Mısırlı, Nijeryalı, Pakistanlı, Sudanlı, Suudi, Türk, Yemenli vs mücahitlerin arasında bir tane dolar veya avro milyonerinin oğlu veya kızı bulunabilir mi? Sosyal adalet ve eşitlik kavramları, içi kof, arkası açık, altı boş yaftalar olarak kaldığı sürece, insanlar, gençler, göçmenler daha çok ‘‘kitap’’tan, sakallı sakalsız ‘‘softa’’dan medet umar... ugur.hukum?gmail.com Enerjiye yılda milyar dolar yatıracak Ekonomi Servisi Almanya’nın önemli ekonomi yayınlarından Borsen Zeitung tam sayfaya yakın olarak yayımladığı haberde, Sabancı Holding’in büyüme projelerini okuyucularına duyurdu. Bernd Weber tarafından yapılan haberde, Güler Sabancı hakkında, ‘‘Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının önemli bir kısmını elde eden bir imparatorluğun başında oturmak, bu ülkede Batı Avrupa’da olduğundan daha olağandışıdır’’ denildi. Haberde Sabancı Holding’in, operatif şirketleriyle, birçok yatırımcının çekirdek işe konsantre olunması yönündeki taleplerine karşın farklı bir odaklanma içinde olduğu belirtildi. Haberde Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, holding hisselerinin başka borsalara kaydı düşünülmese de, bazı şirketlerin ileriki yıllarda bunu yapabileceğini, Temsa ve Technosa gibi şirketlerinin bunların arasında olabileceğini bildirdi. Sabancı Holding Üst Yöneticisi (CEO) Ahmet Dördüncü’ye göre Sabancı, önümüzdeki on yıl içerisinde grubun enerji piyasasındaki tüketimle ölçülen payını yüzde 2’den yüzde 10’a çıkarmak için 4 milyar dolarlık bir yatırım gerçekleştirecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle