Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 KUVAYİ MİLLİYE HAREKETİNE KATILAN C söyleşi YAŞINDAKİ ÖRSEL ‘HARP OLSUN YİNE GİDERİM’ DİYOR EYLÜL CUMA O bir destan kahramanı OZAN YAYMAN İZMİR Onlardan birisiyle tanıştık. Onlar mı?.. Toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok olarak tanımlandılar ‘‘destanlarında’’. ‘‘Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuktular’’ diye bilindiler... Süleymaniyeli Şoför Ahmet, kendisine teslim edilen üç nomralı kamyonetin lastiği patladığında, soyundu da çırılçıplak, üstündekiler dış lastiğin içine girdi, yol aldılar. İzmirliydi, Ali Onbaşı. Ne korktu ne de kaçtı. Erzurumluydu. Arkadaşları yerine nöbete kalktığından adı, ‘‘Deli Erzurumlu’’ya çıkmıştı’’. İstiklal Marşı’nda aksayan bir yan var dedi durdu Nurettin Eşfak. ‘‘Âkif inanmış adam, fakat ben onun inandıklarının hepsine inanmıyorum’’ diyerek ekledi, ‘‘Mesela bakın: Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın... Hayır gelecek günler için gökten ayet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize.’’ Biricik silahsız adamları, tabur imamıydı. Vatan uğrunda, toprak ve hürriyet için ölme kabiliyetindeydi her biri. Tire’nin Konaklı Beldesi’nden Tahir Örsel de onlardan... Ama o kendisini, ‘‘Bademyeli Kızanı’’ olarak adlandırıyor. Dönem tanıklarından kendisi. Nâzım Hikmet’in ‘‘Kuvayi Milliye Destanı’’nda sözünü ettiği kahramanlardan birisi. GÖZÜ HÂLÂ KARA Bir asrı geride bırakmış, ikincisinde yol alıyor. Dile kolay, tam 107 yaşında. Kuvayi Milliye hareketine katılanların sonuncularından. Emsallerinden kimselerin kalmadığını söylüyor, gözü yaşararak... ‘‘Hicri Takvim’e göre 1315 senesinde doğmuşum’’ diyor. Bellek, cumhuriyetin kuruluş yıllarını anlattığında 20’li yaşlara bürünüyor. ‘‘Şimdi harp olsun, giderim. Gözümü sakınmam. Silahı versinler elime, sen gör beni o zaman. Ama harp sahasına kadar arabayla götürsünler.’’ Tahir Dede’nin savaştan, çarpışmaktan çekincesi yok. Gözü kara hâlâ. Kolay değil; gençlik dağdan dağa koşturmakla geçmiş. Doğru düzgün çarık bile yok. Çorapları kat kat giymişler de, pabuç yapmışlar kendilerine. Üstte yok, başta yok. Aç kalmışlar, bitap düşmüşler ama hürriyete ilişkin dirençlerinden bir şey kaybetmemişler. Asırlık çınar, Kuvayi Milliye dönemini anlatıyor desek eksik olur. Yeniden yaşıyor. Gördükleri zulüm mü sözü edilen; gözler öfkeden kâh kısılı kâh bir noktaya odaklı. El, bastonda yumruk. Sesi gür: ‘‘Köyleri tel örgüyle çeviriyorlardı, kimse direniş hareketine katılmasın diye. Yetmezmiş gibi bir de tellerin üzerine çan asıyorlardı. Olur da birisi zeybeklerin yanına gitmek için çıkmaya kalkarsa, ses duyulsun diye. Kendi toprağımızda esir konulmak istendik biz...’’ OLABİLDİĞİNCE MAĞRUR BİR YÜZ Zafer günleri mi bahsi geçen? Olabildiğince mağrur bir yüz. Göreni kıskandıran tebessüm. Yunan konvoyunu bastıkları günü anlatıyor: ‘‘Unları vardı, üstelik has un. El koyduk her bi çuvala. Onların hükümeti vardı başlarında. Has un yiyorlardı. Bizim başımızda hükümet mi vardı ki has unumuz olsun?’’ Sonra aç kaldıkları günlerden söz ediyor: ‘‘Ağaç yapraklarını yedik. Günlerce kuru ekmek girmedi ağzımıza. Hiç yılmadık ama... Bizde bi inanç vardı, düvelin hepsine yetti...’’ Ülkeyi zapturapt altına almak isteyen emperyalistler kol gezedursun civarda, ‘‘Efeler’’ de boş durmuyor. ‘‘Kâhya Hasan’’, ‘‘Kör Bayram’’, ‘‘Porslu’’, ‘‘Demirci Mehmet’’ adlarını bir bir sıralıyor ve ‘‘Yanlarında kol kola çarpıştığım efeler onlar’’ diyor. ‘‘Cesurdu, yamandı, asiydi efelerin her biri’’ dedikten sonra, Yörük Ali Efe’ye yardım için Aydın’a gidişlerini anlatıyor: ‘‘Yunan çevirmişti Aydın’ı. Onlara mı bırakacağız memleketi? Atlara bindiğimiz gibi ver elini Aydın...’’ Dağları mesken tutan efelere, komutanların mektuplarını taşıdığını aktarıyor, iyice doğrularak: ‘‘Kuryelik yaptım. Kumandanlar mektuplar yazardı efelere. Düşmanın nerelerde siper aldığını anlatırlardı. Güçlerin hangi yerde olması gerektiği bilgisini taşırdım dağlardaki yiğitlere. Bu sayede az mı yeri kurtardık biz?’’ Sadece kuryelik mi? Değil elbet. Zeybekler kendi aralarında, hangi cepheye gitmeleri gerektiğini konuşurlarmış: ‘‘İzmir’e yakın bir yere yol aldık. Karşıdakilerin ağır makinaları vardı. Susturmak gerekiyordu, durmadan mermi atan silahı. Bana verdiler o görevi. Bir elime de bayrak tutuşturdular. Makinayı susturduğum an bayrağı sallamam söylendi. Sürüne sürüne yaklaştım sipere. Makinanın başındakileri de onlara cephane taşıyanları da düşürdüm. Bayrağı salladım sonra. Biraz daha yaklaştık böylece İzmir’e.’’ İzmir’e grup halinde ulaştıklarını söylerken karşımızdaki 107 yaşında değil de, bıçkın bir delikanlı sanki. ‘‘300 zeybek yola koyulduk. Duyduk ki, Mustafa Kemal de öbür taraftan geliyormuş İzmir’e. Atları kattık önümüze, öyle vardık şehre. Sen bi görecektin bizi o gün. Vatan için koştuk arkadaş biz, vatan için..’’ İzmir’de, tüm zeybeklerle birlikte Mustafa Kemal’in atına binmesine yardım ettiğini söylerken gözleri yaşarıyor yeniden. ‘‘Hoca takımı sevmiyor şimdi Mustafa Kemal’i. Aklı kıt bunların aklı. O olmasaydı yaşayabilirler miydi özgürce bu topraklarda? Niye düşünmezler bunu da hayınlık yaparlar?’’ Asırlık çınarın bir hüznü var ki; o anlattıkça, ‘‘Küfür doğru yere giderse ibadet sayılır’’ diyerek ağız dolusu küfretmedik de değil. Ülke bağımsızlığını kazandıktan sonra köyü Bademyeli’nde toprak işleriyle geçimini sağlayan, şimdilerde elde avuçta hiçbir şeyi kalmayan 107 yaşında bir ihtiyar, ‘‘250 lira para veriyorlar bana. O da 3 ayda bir. Hükümeti soyanlara avuçla veriyorlar ama. Berduşlara var, vatanını savunanlara yok. Ben savaştım, kan akıttım. Karşılığı bu mu? Yunan zamanında zenginlerin parasına dönüp bakmadım bile. Attığımız her adım dürüsttü bizim’’ diyorsa ne düşünebilirsiniz? BU DESTAN ONLARIN Maaşın da, muhtarın araya girmesiyle bağlandığını söylüyor ve Eylül’ün 14’ünde ikinci defa para almaya gideceğini aktarıyor. Ama aynı parayı verirlerse kabul etmeyeceğini dile getiriyor... Bu destan onların: Nurettin Eşfak baktı saatına: Beş otuz... Ve başladı topçu ateşiyle büyük taarruz... Sonra. Sonra, 30 Ağustos’ta esirler arasında General Trikopis? Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak’ın ayağı. Nurettin dedi ki: ‘‘Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...’’ Solda ilerdeydi Ali Onbaşı. Kan içindeydi yüzü gözü. Haykırdı türküsünü: ‘‘Dört nala gelip Uzak Asya’dan/Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak/ve ipek bir halıya benziyen toprak,/bu cehennem, bu cennet bizim.’’ Serseri bir kurşunla vuruldu Deli Erzurumlu. Devrildi. Arkadaşları o ölürken, kederlerinden yüzlerini toprağa döndüler. Sonra. Sonra, 9 Eylül’de İzmir’e girdiler.. SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ Beladan Kurtulmak İçin lar var. Postmodern şaşkınlığın egemen olduğu yazıyı yeniden temize çıkarmaya çalışanlar da vardır, biliyorum. ‘‘Lübnan’a asker gönderme’’ diyen, ‘‘Kore’ye asker gönderme’’ diyenin torunudur. İşte bu nedenle umut yaşayabilir, kavga sürebilir. İşte bu nedenle ülkelerin bölünmesi değil, halkların birleşmesi, dillerin kardeşleşmesi, ayıran tarikatın değil, halkı zulme karşı toplayan aydınlığın güçlenmesi umudu vardır. Eli kolu bağlı bekleyen beklemekten vazgeçerse, gören, ama susan susmazsa, düşünen, ama yazmayan yazarsa belayı def etmek mümkün olabilir. ??? Şimdilik beladan kurtulmanın yöntemlerini düşünebiliyor değiliz. İnsanlık savunmadadır. Saldırı dört koldan üstümüze geliyor. Biz bir yandan var olmayı sürdürürken, var olmanın anlamı üzerinde de kafa yormak zorundayız. Teslim olarak var olmayı seçmek, gerçekte fikri köleliği seçmek, geleceği feda etmek demektir. Var olacaksak, özgür düşünceyle, insanı, insanlığın ütopyalarını, sömürüden kurtuluşunu başa alarak var olalım. Yurdumuz tehlikedeyse, tehlikeyi bilerek, yurdu savunarak var olalım. Bize bin dereden su getirerek anlattıkları hayat hayat değildir. Bize boş vermenin felsefesini yapan yazar gerekli değil. Miskinliğin erdemlerini anlatan Oblomov sevimli olabilir, ama ‘‘Oblomovluk’’ belanın arayıp da bulamadığıdır. Bize gerekli olan, devrimci, yüzü yeniliğe dönük kuşkudur, eylemli eleştiridir. Bize gerekli olan, sık sık dönüp bakacağımız bir aynadır. Yüzümüzü bu aynaya dönecek ve başımızı yerden kaldırıp ‘‘Bugün ne yaptın’’ diye soracağız. Sırrını çok önceden bildiğimiz, sırrı eski kitaplarda, ihtiyar adamların el yazmalarında, eski hayatlarda yazan ayna, umalım da bize olumlu bir cevap versin. Yoksa belanın ufku tümüyle karartmasına pek bir şey kalmamıştır. guray.oz?cumhuriyet.com.tr Bela Türkiye’nin başında dolanıyor. Bela bölgemizin, bela dünyanın tepesinde geziniyor. İnsanların, ulusların, halkların her şeyine el atmış durumda bela. Dört koldan saldırıyor. Felsefeyi elinin tersiyle itmiştir, sosyolojiyi ‘‘insanları yontmak, kalabalıkları düzene sokmak’’ olarak anlamaktadır. Edebiyatta her şeyi her şeye anlamsız bir şekilde bağlayan, ‘‘hiç’’in propagandasına ağırlık veren, gerçeği parçalayan, bütünsel olana nefreti aşılayan yazılara yazı diyen postmodern bir kakafoni egemendir artık. Ekonomi, egemenin dertlerinin kitabıdır. Yoksul dünyadan dışlanmış, çalışan yalnızca aç kalmamaya koşullanmış, sendika gülünçleştirilmiş, siyasetçi meddah olmuştur. Sinemalarda zorbalığın filmleri var. Televizyon kanallarında dehşet, vahşet ve seks para ediyor. Hollywood örümcek ağı gibi yalnız sinemaları değil, ruhları da esir alalı çok oldu. Güneşimiz kararıyor, gölgemiz silikleşiyor. Ruhlarımızı kurtarmak için bile dermanımız kalmamış gibidir. Öyle midir? ??? Silkinip, kendimize gelmezsek öyledir. Kadınlar her gün biraz daha kapanıyorsa öyledir. Erkeklerin yüzünde öfke çaresizlikle birleşmiş, boyun eğmeye dönüşmüşse öyledir. Hurafenin egemenliği gittikçe yükseliyor, ülke sinsi bir karanlığa her gün biraz daha teslim oluyorsa öyledir. Bela siyasetin her alanında egemen olmuş, kara dumanlarını Atlantik’in ötesinden ülkemizin göklerine taşımışsa öyledir. Hiç itiraz eden kalmamışsa, hiç isyan eden yoksa öyledir. ??? Neyse ki isyan edenler, itiraz edenler, sokağa çıkanlar, yürüyenler var. Neyse ki, kadının karanlığa kapatılmasına razı olmayanlar var. İyi ki biraz varlar, iyi ki din iman yaygarasına kapılıp bilimi, aydınlanmayı, sosyalizmi unutmayan ‘Timsah avcısı’ Irwin öldü BRISBANE (AA) Avustralyalı timsah avcısı Steve Irwin (44), dalış seferi sırasında dikenliuyuşturanbalığıgillerden bir balığın göğsünden sokması sonucu öldü. Sydney’in ‘‘Daily Telegraph’’ gazetesinin internet sitesindeki habere göre Irwin, kaza sırasında Queensland eyaletinin Büyük Mercan Kayalıkları’nda sualtı belgeseli çekiyordu. Irwin, vahşi yaşama olan ilgisi ve Avustralya’da ilk kez 1992’de yayımlanan ‘‘Timsah Avcısı’’ adlı programıyla tanınıyordu. Avustralya hayvanat bahçesini turistlerin ilgi odağı haline getiren Steve Irwin’in kamuoyundaki imajı 2004’te sarsılmıştı. Irwin, hayvanat bahçesinde büyük bir timsahı beslerken bir kolunda oğlunu tutması nedeniyle tepki toplamıştı. Amerikalı Terri Irwin ile evli olan Steve Irwin’in bir kızı ve bir oğlu bulunuyor. İ zmirliydi, Ali Onbaşı. Ne korktu ne de kaçtı. Erzurumluydu. Arkadaşlarının yerine nöbete kalktığından adı ‘‘Deli Erzurumlu’’ya çıkmıştı’’. Tire’nin Konaklı beldesinden Tahir Örsel de onlardan? Ama o kendisini, ‘‘Bademyeli Kızanı’’ olarak adlandırıyor. Dönemin tanıklarından. Lübnan’a asker göndermeye mecbur. Bunun temel nedenini biliyoruz. AKP’lilerin görünüşte dile getirdikleri ‘‘Süper ligde oynayacaksak.. büyük devlet olacaksak.. arka bahçemizde olanlara kayıtsız kalamayız... Ortadoğu’da söz sahibi olmak istiyorsak orada olmalıyız..’’ benzeri bir dizi bahane ve cilalı büyük ve içi boş lafların ardında bir temel gerçek yatıyor: AKP iktidarı, ABD’nin isteğini yerine getirmek ve Lübnan’a gitmek zorundadır. Lübnan’a gitmek, Irak savaşına katılmanın yanında çok daha anlamsızdır, ama ABD’ye bağlılığını en azından Lübnan konusunda göstermek zorundadır... AKP’nin yapmaması gerekense, PKK’nin Türkiye’ye saldırılarının ana üssü olan Irak Kürdistanı’na sıcak takiptir... AKP’nin iktidarda kalabilmesi bu iki noktada ABD’ye uyum ile yakından ilişkili. AKP biliyor ki, ABD’nin Türkiye’de iktidarları devirme ve bazılarını iktidar yapma olasılığı çok güçlü. Nitekim, AKP de, Kemal Derviş’in alet olarak kullanıldığı bir operasyon sonucu doğan boşluğu doldurarak iktidar oldu. Erdoğan başbakan olmadan Beyaz Saray’larda başbakan gibi ağırlandı... AKP CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Erdoğan’ın Sifon Sınavı ekonomiye bağlı. ??? ABD, ayrılıkçı teröristlerin askerlerimizi öldürmesinin ülke çapında yarattığı infial karşısında AKP’ye iki uyduruk destek yarattı: Bunlardan birincisi, Türkiye’yi uyutma niteliğindeki paçavradan stratejik işbirliği anlaşması, ikincisi de ‘‘PKK ile koordinasyon’’ için bir general ataması!... ABD, isterse, Irak Kürdistanı’nda kontrolü altındaki PKK’lilerin Türkiye’ye karşı saldırılarını kesebilir... Ama bunu yapmaya yanaşmıyor, çünkü ileride istediği gibi kullanabileceği ve yönlendirebileceği PKK’nin ‘‘askeri güç’’ olarak varlığını sürdürmesini istiyor. (İçteki Kürtlere çağrı yapan yazar, gazeteci ve sanatçıların, ABD’nin bu politikası karşısında her zaman sessiz kalmaları, Washington’a toz kondurmamaları ilginç mi, çelişki mi yoksa doğal mı?) ??? Bir sonuca varmak istersek: Cüneyd Zapsu, Amerikalılara yalvar yakar, ‘‘Bu adamı kullanın, sifonu çekmeyin’’ dedi.. Şimdi Erdoğan, Lübnan’da bu kullanılırlığının sınavlarından birini verecek. ABD bakıyor: Bu adam gerçekten işe yarar mı, yoksa sifonu mu çekmek gerekir... ??? AKP’nin ABD’ye bağımlılığının şüphesiz ki temel bir diğer nedeni ekonomi. AKP henüz kırılgan olsa da, göreceli istikrarlı ekonomiyi ayakta tuttuğu sürece, iktidarını sürdürebilir. Ekonomik bombanın şu sıralarda, daha bir yıl patlamaması gerekir. Bata çıka da olsa en az Cumhurbaşkanlığı seçimine ve genel seçimlere kadar... Bunun anlamı şu: ABD ile çatışmama, yüksek faize ve sıcak para akışına, uluslararası para piyasalarının hoşuna gidecek önlemlere devam... Özetle, AKP iktidarının önümüzdeki 1.5 yıllık geleceği ABD’ye ve 1) AKP en en ABD işbirlikçisi, en ABD bağımlısı partidir. Bu işbirliği, ne yazık ki Türkiye’nin çıkarları aleyhine işliyor... 2) AKP, Türkiye’nin ekonominin kendi ayakları üzerinde durmasına hizmet edecek orta ve uzun vadeli ekonomi politika belirleyebilecek bir düşünce yapısında değil; Türkiye’nin büyük ekonomik sarsıntılardan en az etkilenebilecek bir ekonomi politikası yok. Bu açıdan da AKP Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmiyor. 3) AKP, Avrupa Birliği ile sorunları çözemiyor ve o cephede de Türkiye’nin ilişkilerini zora sokuyor. 4) Erdoğan, her açıdan, ‘‘Sifon Sınavını’’ başarıyla atlatmakla karşı karşıyadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerde iktidar olabilmesi, bu sınava bağlıdır. 5) ABD’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’ın arkasında bulunması beklenmeli. Çankaya’da Erdoğan, Başbakanlık’ta Gül ve Amerikancı ekonomi takımı, ABD için mükemmel bir ekip olur. Bu anti Türkiye koalisyonuna karşı, ulusal ekonomikpolitik güçlerin politikası var mı, varsa ne? Yoksa, tam Cumhurbaşkanlığı ve tam genel seçimler sırasında mı açıklanacak bu politika?!!! Yakışıklı sert erkek öldü BEVERLY HİLLS (AA) Filmlerde güçlü, düşünceli ve lider karakterleri canlandıran ünlü oyuncu Glenn Ford öldü. Polis tarafından yapılan açıklamaya göre, 90 yaşındaki karakter oyuncusu Ford, evine çağrılan sağlık görevlileri tarafından ölü bulundu. Açıklamada, Glenn Ford’un ölümüyle ilgili olarak cinayetten şüphelenilmediği ifade edildi. ‘‘The Blackboard Jungle’’, ‘‘Gilda’’ ve ‘‘The Big Heat’’ gibi filmlerle tanınan Ford, 1 Mayıs’ta Hollywood’daki tarihi Mısır sinemasında verilen 90’ıncı yaş günü partisine sağlığı elvermediği için katılamamıştı. 1990’lı yıllarda birkaç kez kalp krizi geçiren Ford, 53 yıllık sinema kariyerinde çok sayıda filmde rol aldı. Ford, filmlerde genellikle ‘‘yakışıklı sert erkeği’’ oynuyordu.