Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EYLÜL CUMA müzik YORUMLAR ÇİMEN ‘BULUŞMALAR’DA OZANLARI ŞAİRLERİ HALK EZGİLERİ VE BATI MÜZİKLERİYLE YOĞURDU C Zehirli İstikrar hinin en derli toplu, en ‘‘terbiyeli’’ dönemini yaşamak zorunda kaldıysa eğer, bunun nedeni Keynes iktisadının egemenliği değildir. Karşı kutup denilen sosyalist seçeneğin güçlü olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin de doğumunu kolaylaştıran, hatta sağlayan bir kutuptu bu. Artık yok. Sonuçlarıyla birlikte tasfiye edildi. İstikrar da tasfiye edildi. Ya Türkiye? ??? Anlaşılan, kapitalist dünyada, 1950’ler ve 1960’ların büyük bölümüne damgasını vuran büyüme oranları, tabana yayılmak zorunda bırakılan metropol refahı, bir istikrar yanılsaması yarattı. Artık o da yok. İstikrar yok, yanılsaması da sahneden çekiliyor... Başka tanrının çocukların ne yapabilir o zaman. Yani dünyanın lanetlileri? Yoksul çoğunluk? İstikrarın, zenginlerin ihraç malı değil, tersine, bir başka acının kabul ettirilmesi için içirilen bir ‘‘tatlı hayal ilacı’’ olduğu ortaya çıkıyor. Demokrasinin hep istikrarı da içeren, yığınların refah düzeyini yükselten ve bunu dünya ölçeğinde yapan bir kavram olduğu söylenir. Ama artık yalnızca askeri şiddet ve kanlı işgaller üzerinden bir ülkeye ‘‘girebiliyor’’. O halde Batı’nın hegemonyal gücü ABD’nin artık tek bir ihraç malı olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Dha doğrusu, zenginlerin tek ihraç malı vardır ve bu mal, ekonomiyi her köşesinden çekip çevirmektedir: Silahlı kuvvetler. Askeri şiddet olmadan, dünyanın mutlu azınlığı hiçbir şey satamaz, hiçbir dediğini yaptıramaz hale geliyor. Süreç, budur. Peki, istikrar sadece bağımlı ve azgelişmiş yoksul ülkeler için değil, gelişmiş sanayi ülkeleri için de hayal mi oluyor? Eğer öyle değilse, Avrupa Lübnan’a asker göndermekte neden bu kadar çekingen davranıyor ve George Orwell’in sosyalist deneyimleri öcü olarak göstermekle görevli ‘‘1984’’ romanını bile aratacak yoğunlukta güvenlik önlemleri neden bu kadar hızlı, hem de ‘‘Batı demokrasisi’’ içinde, yayılıyor? Bu soruların yanıtı kolay değil. 7 ‘Toprak ve asfalt bir arada’ HATİCE TUNCER Mazlum Çimen, Kalan Müzik’ten yayımlanan yeni albümünde halk ozanlarını, şairlerin sevdalarını ve insana dair aşklarını buluşturuyor. 4 yıllık bir aradan sonra çıkardığı solo albümüne ‘‘Buluşmalar’’ adını vermiş zaten. Buluşan yalnızca duygular değil, müziğiyle de halk müziği ve halk kültürü ile Batı’nın klasik anlayışı arasında bir köprü kurmuş. ‘‘Buluşmalar’’ albümü, ozan Nesimi Çimen’in oğlu olarak halk kültürünün zenginliğini yaşamış, keman ve bale eğitimi almış bir sanatçının kaçınılmaz olarak yoğurduğu hamur olmuş. Bir televizyon kanalı için yaptığı ‘‘Buluşmalar’’ adlı programda halk müzikçileri, ressamları, oyuncuları bir araya getiren Çimen, albüm çalışmasının da buluşma olduğunu fark edince aynı adı vermiş. Çimen, Buluşmalar’da halk ozanı ve aynı zamanda dedesi olan Cafer Tan, Sabahattin Ali, Meluli, Meçuli, Emekçi, Şükrü Erbaş, Karacaoğlan ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun şiirlerini notalara dökmüş: ‘‘Buluştukları nokta aşktı.. insan sevdası, insana dair aşkları. Buluşmalar’da aslında bir de Necip Fazıl Kısakürek vardı. Necip Fazıl’ın sevdiğim şiirleri vardır. Sağ görüşlüdür, Nâzım’a inat sağcı olan bir insan. Benim yakalandığım şiirleri vardır, benim kuyumda iyi buluşur. O buluştuğum şiirlerden biri için mirasçıların iznini aldık. Müzisyen ya da ağabey Cahit Oben, ‘söz ve müziğin tam olarak buluşamadığı’nı söyleyince aile iznini geri aldı, biz de Necip Fazıl’ın şiirini çıkardık.’’ Devrimci ozan babasının Sıvas’ta dinciler tarafından yakılmasına karşın sağcıların idolü bir şairin edebiyat gücüne saygı duymayı bilen Çimen’in sanatına aynı saygı gösterilmemiş diye düşündük. Çimen’in bu yaklaşımı, sanatı kimin ürettiğine göre değerlendirilmesine karşı olmasından kaynaklanıyor: ‘‘Sanatçı açısından bakarsak sanatını atlayamam. Hitler seviyor diye Wagner dinlemeyecek miyiz? Sağın göbeğinde yaşayan bir insanın şarkısını Mihriban’ı söyleyemeyecek miyiz? ‘Van Gogh sağcı mı solcu mu’ diye düşünebilir misiniz? İnsana dair ne varsa temelinde aşkı oluşturur. Evrensel düşündüğün zaman aşk kendi gerçeğini buluyor.’’ İYİ MELODİ BULUCUSU Çimen kendisini ‘‘İyi melodi bulucusuyum’’ diye anlatıyor. Gözünü kapatıp kendine döndüğünde Anadolu köylerinde, İstanbul’da 60’lı yılların devrimci ve aydınları arasında geçen günlerinde, eğitim yıllarında biriktirdiklerinden ezgiler yakalaması zor olmuyormuş: ‘‘Çok olay yaşadım, çok yöre gezdim, çok insan tanıdım. Acıyı iyi bilirim, hem de aile olarak biliriz. Sevinci de biliriz. Çünkü ben sevgiyi bilen, taşıyan insanları tanıdım, öğrendim. Onlara çorba yapardım, ibrikle su dökerdim. Annemin babası Cafer Tan benim için filozoftur. Tunceli’de çok önemli isimdir.’’ Ufuk Karakoç’un bir bestesinin dışında Buluşmalar albümünde Çimen’in 11 bestesi yer alıyor. Ayrıca Cemo, Gelin, Berivan, Mürüvet adlı dizi filmlere yaptığı müziklerden yaptığı seçkiyle Buluşmalar albümü 20 eserle sunuluyor. Buluşmalar’da iki albüme sığacak kadar uzun süreli geleneksel Anadolu ezgileriyle Batı temaları arasında müzikal geçit yapılıyor: ‘‘Bu gidip gelmeler benim müziğimde açıkça fark edilir, benim tercihim OSMAN ÇUTSAY er şey onun için. Bitmek bilmez bir fırtınaya esir açık ‘‘H denizdeyiz sanki ve burada çırpınan milyarlarca insanı çaresiz bırakan bir kargaşa, tek hedefi meşru kılıyor: Dinginlik.’’ ‘‘İstikrar da denebilir.’’ ‘‘Neden?’’ ‘‘Belki, bu koşullarda gerçekleşmesi hiç mümkün değil de, ondan. Daha önce yazmıştık; tekrar oluyor: Ortada sadece ‘olmayacak duaya amin ayinleri’ var; başka bir şey yok. Kalıcı bir istikrar, artık sadece bir propaganda masalı. Gerçekleşmeyeceği, gelmeyeceği veya getirilemeyeceği bilindiği için, propaganda gücü büyüyor. Mistik etkisi yayılıyor. Kanattıkça uyuşturuyor.’’ ??? İstikrar, bugün, hep aranan, her aracı mubah kılan, ama hiç bulunamayan bir ‘‘sanal nihai durum’’ olarak tanımlanabilir. Bu nedenle de tek işlevi belli bir toplumsal sistemi, sosyal piyasaya ekonomisi üzerinde yükselen Batı demokrasisini yüksek tutmaktır. Propagandaya hizmet eden bir işlev bu. Çünkü, bizim ‘‘yeni ortaçağ’’ diye andığımız, ama yerleşik medyada ‘‘yeni qdünya düzeni’’ olarak satılan mevcut statüko, son derece eski olması bir yana, içindeki hiçbir aktöre şans tanımayacak kadar da tek yünlüdür: Zenginler, ekonominin ve dünya sisteminin tek sahibidir. Bunu kabul etmeyen, kim olursa olsun, terörist damgasını şu veya bu biçimde taşımaya mahkumdur. Bu, gerçekten de yeni bir durumdur. Oysa, çok değil, bir çeyrek yüzyıl öncesine kadar bu iş böyle değildi. İçindeki tartışmalı gelişmelere rağmen, dünya sahnesine zenginlerin şımarıklığı ve pervasızlığını dizginlemek üzere, üstelik de ‘‘yoksulların temsilcisi’’ kimliğiyle çıkmayı önemseyen bir karşı kutup vardı. Artık yok. Yaşanan rezaletin de, bu nedenle, bir sınırı yok. Fakat geçen yüzyılda, yaşanan tüm acılara rağmen, özellikle İkinci Büyük Savaş sonrasında bir istikrar sağlanabilmişti. Zenginler, şımarıklığı ve pervasızlığı bir süre için rafa kaldırmak zorunda kalınca, bir ‘‘görece istikrarlı’’ dönemden söz etmek mümkün olabildi. Kapitalist dünya, tari M azlum Çimen babasını, kendisini ve oğlunu şöyle anlatıyor: “Babam Nesimi Çimen büyük bir devrimcidir benim için. Asıl mesleği kalaycı olan bir ozandır, âşıktır. Ben onun oğluyum, bale yaptım, şimdi benim oğlum piyanist.’’ ‘En başa dönmek istiyor’ Ç imen Türküleri, ‘Feryadı İsyanım’la birlikte üç solo albümünü tamamlayan Çimen, 2007’de tamamen geleneksel çalışmalara başlamayı planlıyor: ‘‘Başa dönmek istiyorum. Curayla, bağlamayla çalışacağım. Bugüne kadar gelenekselle sınırlı kalmamam bilinçli bir tercihti. Nesimi Çimen’in oğluydum, kendi müziğimi yaratmadan hazır tribüne oynayacaktım. Benim derdim Mazlum Çimen’i yaratmaktı. Nesimi’yi sömüremezdim. Şimdi hazıra konmadan kendimi yarattıktan sonra gönlümün bahtiyarlığıyla çalıp ustalardan bir albüm yapacağım. Pir Sultan’lar, Meluli’ler, Nesimi Çimen’ler olacak. Aranje yapmadan, günümüz enstrümanlarına yaslanmadan, kendimden bir şey katmadan bir albüm yapacağım. Bunu yapmaya kendimi sorumlu hissediyorum. Babamım yaptığı müziği, kendi bestelerim var diye arşive koyamam. Benim oğlum Saki de piyanist. O kendi sürecini tamamlayıp belki dönüp benden bir şey çalacak.’’ Mazlum Çimen ve piyanist oğlu Saki Çimen, stüdyoda çalışıyorlar. ‘Buluşmalar’ın kayıtları Stüdyo Çimen’de gerçekleşti. cutsay?gmx.net dir zaten. Âşık babanın çocuğuyum. Nesimi ile Dilber’in oğlu olmak bir onur. Halk kültürünü taşıyorum, benimle birlikte geliyor. O kültürün getirdikleriyle birlikte klasik keman çaldım. Konservatuvarda bale eğitimi gördüm, Devlet Opera ve Balesi sanatçısıyım. Ömrümün büyük çoğunluğu klasik sanatla geçti. Bir ayağım toprak bir ayağım asfalt benim. Babam ozan, ben ozan, oğlum ozan... Bana tuhaf geliyor. Değişkenliğe kendi penceremizi açmak gerekiyordu. Alevi camiasında herkes bağlama çalar ama bunun dışında enstrüman çalana az rastlanır. Çimen ailesi bunu yapmış. Babam büyük bir devrimcidir benim için. Çünkü asıl mesleği kalaycı olan bir ozandır, âşıktır. Ben onun oğluyum, bale yaptım, şimdi benim oğlum piyanist.’’ Çimen, Cemo dizisinin müziğinden bir bölümü, filmin yönetmeni, mayıs ayında yitirdiğimiz Atıf Yılmaz anısına albüme almış: ‘‘Cemo’yu bolero ritimleriyle yaptım. Geleneksel enstrümanlarla klasik temaları buluşturduk. Zazaca vokalle de Zazaca bolero diye bir şey çıktı ortaya. Atıf Ağabey, ‘Nereden aklına geldi’ diye gülmüştü. Gelin’de klasik opera formatından yararlandım. Onun bir belgeselinin jenerik müziğini aldım. Duyulmasını iste diğim film müziklerinden bir seçki yaptım.’’ DÜZENLEMELER Buluşmalar’daki eserlerde klasik Batı temaları, geleneksel öğelere göre daha ağırlıkla kullanılıyor. Yıllardır birlikte çalıştığı ve Çimen’in ‘‘beynimin yarısı’’ diye anlattığı Cengiz Özdemir, düzenlemeleri ve orkestrasyonu üstlenmiş. Bu albümde ekibe Ersin Bişgen de katılmış: ‘‘Geleneksel sazları az kullandık, o yönde bestemiz yok. ‘Ey Pirim’ bir nefestir, bağlama, kaval, bendir kullandık. Benim diğer ezgilerimde çok geleneksellik görülmez ama yine de melodik koku vardır.’’ FİLM MÜZİKLERİ ‘‘Memu Zin’’, ‘‘Soğuk Geceler’’, ‘‘Işıklar Sönmesin’’ filmlerinin müziklerinin yanı sıra çok sayıda belgesel ve diziye de müzik yapan Çimen bu işten büyük keyif alıyormuş. Bir projede ve bir ekiple birlikte çalışmayı çok seven Çimen, sinemanın büyüsüne kendini kaptırmış: ‘‘Bir el sunuyorlar ve o eli giydiriyorsunuz. Senaryo okunuyor, film çekiliyor, veriler değerlendiriliyor ve kafanızdaki bulutlar yağmaya başlıyor. Yağmaya başladığında siz onun altında ıslanmaya başlıyorsunuz. Hiçbir sanatı başkasıyla yarıştıramazsınız, birbirine muhtaçtırlar. Müzik iki unsurla diğer sanatlardan ayrılır. Yalnızca müziği göremezsiniz ve dokunamazsınız.’’ ÇİMEN MÜZİK YAPIM Yaklaşık 1.5 yıldır Beşiktaş’ta kurduğu stüdyosunu genç müzisyenlerle bir atölyeye dönüştüren Çimen, kendi adıyla bir müzik yapım şirketi kurmuş. Bunun, yapımcılara dil döküp projesine inandırmaya çalışmak yerine kendi istediklerini hayata geçirebilmek için bir çözüm olduğunu düşünüyor: ‘‘Helva meselesi gibi. Ustamız, yağımız, şekerimiz var, neden biz yapmayalım. Mazlum Çimen’in sokakta duyup çok beğendiği genç müzisyenleri daha ileriye taşıma, yaptığı işlere duyurma lüksü olmalı. Burası genç müzisyenlerin bir fabrikası haline geldi. Çocukların bir enerjileri var, Beyoğlu sokaklarında oturmaları, içmeleri gerekmiyor. Burasının 78 anahtarı var ve kimlerde olduğunu bilmiyorum. Ben de öğrenmeye çalışıyorum. Aslında ne kadar az şey bildiğim ortaya çıktı bu atölyede.’’ Farklı ülkelerden yazarlar ‘Berlin Edebiyat Festivali’nde Kültür Servisi Bu yıl altıncısı düzenlenen Uluslararası Berlin Edebiyat Festivali, ‘Haus der Berliner Festspiele’ binasında yapılan açılış etkinliğiyle başladı. Allen Ginsberg’in ‘Howl’ adlı şiirinin Michael Krüger tarafından Almanca okunmasının ardından Abdelwahab Meddeb’in bir giriş yaptığı etkinlik, Karayipler’den yazar Edouard Glissant’ın açılış konuşmasıyla sürdü. Festival açılışı, Natacha Atlas konseriyle son buldu. 516 Eylül tarihleri arasında dünyanın pek çok ülkesinden tanınmış şair ve yazarları edebiyat dostlarıyla buluşturacak olan festivalde bu yıl dikkat çekici başlıklardan birini, Karayipler, Kuzey Afrika ve Kara Afrika edebiyatlarının bir arada değerlendirileceği ‘Frankofon edebiyatlar’ izlencesi oluşturuyor. 6. Uluslararası Berlin Edebiyat Festivali’nin konukları arasında Monica Ali, Isabel Allende, Gao Xingjian, Ulla Hahn, Yasmina Khadra, Doris Lessing, Frank McCourt, Tim Parks, Jorge Semprun, Vikram Seth ve Feridun Zaimoğlu bulunuyor. Jostein Gaarder, Lauren Child ve Aidan Chambers’ın ‘Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’ başlığı altında okumalar yapacağı festivalde, Allen Ginsberg onuruna da bir etkinlik yer alacak. Farklı ülkelerden yazarlar, sanatçının, Beat kuşağının kült metinlerinden biri olan ‘Howl’ adlı şiirini anadillerinde okuyacaklar. Michael Winterbottom ve Mat Whitecross’a 2006 yılında Berlin’de en iyi yönetmen dalında Altın Ayı kazandıran ‘Guantanamo Yolu’ adlı film de festival kapsamında gösterilecek. Bu yıl zengin bir içerikle edebiyat dostlarının karşısına çıkan festivalde, Frankofon şairlerin tanıtıldığı ‘Konuş, Bellek’ bölümü ile çağdaş politik ve kültürel konuların tartışılacağı ‘Yansımalar’ başlığı ön plana çıkıyor. Daha önce festival kapsamında hapishanede gerçekleştirilen okumalara bu yılki festivalde de yer verildi. Kapanışta ise, Uwe Wesel Britanyalı gazeteci Victoria Brittain ve iki yıl Guantanamo’da tutuklu bulunan Ruhel Ahmed, Asif İkbal ve Şefik Resul ile bir söyleşi yapacak. U lusal Kurtuluş Savaşımızı taçlandıran 30 Ağustos 1922’nin 84’üncü yıldönümünü Zafer Bayramı olarak coşkuyla kutladık. Aynı zamanda, Türk Silahlı Kuvvetleri Günü’ydü. Zaferi ulusuyla birlikte kazanan askerler, bu bayramın yıldönümlerini kendi özel günleri olarak da kutlamaktaydılar. Kimse pek anmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölücü teröre ve irtica girişimlerine karşı olduğunu bir kez daha vurgulamış olmasının bu unutkanlıkta payı var mıdır acaba? ??? 30 Ağustos’ta zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’un başlangıcı olan 26 Ağustos’un yıldönümü, 84’üncü yılında Türkiye için yeni bir dönemin de başlangıcı sayılabilir. Çünkü o gün, Türkiye’yi efsunlamak için kullanılan Avrupa Birliği (AB) hayalinden kimlerin yanlışlarıyla kurtulduğunun açıkça ortaya çıktığı bir gün özelliğini de taşıyor. Çünkü Türkiye’nin, iktidarın ayak sürümesi, AB merkeziyle ilişkileri ciddiye almayan bir yaklaşım sergileyerek AB’den uzaklaşmakta olduğu da aynı gün açıklandı. Açıklayanlar da AB sözcüleriydi.Sanırım bu açıklama, ülkemizdeki yetkili çevrelerin ağızlarını bağlayan GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ baskının da sonunu getirdi. ‘‘Avrupa Birliği’ne girmezsek sorumlu olarak bizi gösterirler’’ diye çekinenler, bu açıklamayla seslerini çıkarmanın, karşı görüşlerini rahatça açıklamanın olanağını da elde ettiler. Böyle giderse, ‘‘Avrupa Birliği’ne girelim de ne olursa olsun’’ diye pala çalanlar da iktidarın karşısına geçerlerse şaşırmayalım. Avrupa Birliği’nin, yalnız kendileri için geçerli olan avantajlarını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmaları, zorunlu olarak çizmeye çalıştıkları pembe tabloyu tuzla buz edeceği için kızmakta pek de haksız olmayacaklar. ??? Askerlerle birlikte bayram coşkusunu yaşadığımız bugünlerde gündemde doğal olarak asker var. Ama gündemin askerli maddelerinden birisi de Lübnan’la ilişkili. Birleşmiş Mil AB Efsunu Bozuldu letler’in 1701 sayılı kararına iktidarın balıklama atlamasının ardındaki nedeni yine dış basından öğreniyoruz. Bizimkiler her ne kadar ‘‘Türkiye’nin saygınlığını, önemini korumak, maçı kale arkasından seyretmemek’’ gibi ciddiye alınması zor gerekçeler sıralıyorsa da Avrupa gazetelerinde ‘‘Türkiye’nin önceden vermiş olduğu söz nedeniyle’’ bu çelişkili duruma düştüğü yorumları yer alıyor. Hele ‘‘Avrupa Birliği’nde zor duruma düşeriz’’ gerekçesi tam bir komedi. AB’de Lübnan konusunda oluşmuş bir görüş birliği yok ki. Fransa, eski sömürgelerinde yine ön plana geçmek istiyor olabilir. Ama siyasal tarihinin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki bölümünde Ortadoğu’ya ilgi göstermemiş olan Almanya başka telden çalıyor. Bu nedenle, ileri sürülen bu savın iler tutar bir yanı yok. Tabii bizimkiler için, asker göndermenin başta gelen nedeni Amerika Birleşik Devletleri’ni bir kez daha darıltmamak olmalı. Ama bu durum da bir çelişkiyi içinde barındırıyor. Birleşmiş Milletler’in, gönderilecek gücün, barış gücü mü, görev gücü olacağı bile belli olmayan kararına uymak için, Ortadoğu’da Birleşmiş Milletler kararı olmaksızın alikıran başkesen rolüne soyunan ABD’nin dümen suyuna girmenin bölge ülkelerinde yaratacağı tepki yok sayılabilir mi? Özellikle de gidecek askerlerin, İsrail’in yeniden boşaltacağı yerlerdeki askerlerinin görevini Hizbullah’a karşı da üstlenecek olması, var olan tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktayken. Çoğunluk karşı ama, peşin peşin verilmiş olan sözler için AKP Grubu bir kez daha sınavdan geçecek. Grup kararı alınmayacak olmasının gerçekte ret oyu kullanacak milletvekilleri yüzünden doğabilecek parti içi sıkıntıların doğmaması için düşünüldüğü iddiası da doğrusu yabana atılacak gibi değil. En iyi video klip: Panic At The Disco ANKARA (AA) MTV müzik ödülleri, düzenlenen törenle sahiplerine dağıtıldı. Gecede, yılın en iyi video ödülünü, ‘‘I Write Sins not Tragedies’’ adlı şarkısına çekilen video kliple, ‘‘Panic! At The Disco’’ aldı. Ödüle değer görülen diğer isim ve çalışmalar şöyle: En iyi erkek video: James Blunt You’re Beautiful En iyi kadın video: Kelly Clarkson Because of You En iyi grup video: The All American Rejects Move Along. En iyi rock video: A.F.I. Miss Murder. En iyi R&B video: Beyonce, Slim Thug ve Bun B Check On It (Pembe Panter). En iyi dans videosu: Pussycat Dolls ve Snoop Dog: Buttons. En iyi rap video: Chamillionaire ve Krayzie Bone Ridin. En iyi hiphop video: The Black Eyed Peas, My Humps En iyi pop video: Pink Stupid Girls. En iyi yeni artist: Avenged Sevenfold Bat Country İzleyicinin seçimi: Fallout Boy Dance, Dance En iyi yönetim: Gnarls Barkley Crazy. En iyi koreogrofi: Shakira ve Wyclef Jean Hips Don’t Lie. En iyi sanat yönetmenliği: Red Hot Chili Peppers Dani California. En iyi özel efektler: Missy Elliot We Run This. oerinc?cumhuriyet.com.tr. Allen Ginsberg