03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 RAPORA GÖRE ADIL YARGıLAMA ILKESININ IHLAL EDİLDİĞİ BELİRTİLDİ C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ EYLÜL CUMA Af Örgütü’nden TMY uyarısı U luslararası Af Örgütü, terörle mücadele yasaları çerçevesinde açılan davaları ‘‘Türkiye’de halen adaletin ne ölçüde yerini bulmadığının şaşırtıcı bir göstergesi’’ olarak nitelendirdi. LONDRA (ANKA) Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’de Terörle Mücadele Yasası kapsamındaki yargılamaları sert dille eleştirdi. ‘‘Adil olmayan yargılamalar, Türkiye’nin insan hakları sicilini karartıyor’’ iddiasında bulunan örgüt, ‘‘Bugüne kadar eğer bir yeniden yargılama olursa Kafka’nın dikkatini çekecek biçimde yürütülür’’ ifadesini kullandı. Merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Af Örgütü, yayımladığı ‘‘Türkiye: Gecikmiş ve Esirgenmiş Adalet’’ isimli raporunda adil olmayan yargılamaların Türkiye’nin insan hakları sicilini karartmayı sürdürdüğünü savundu. Örgüt, terörle mücadele yasaları çerçevesinde açılan davaları ‘‘Türkiye’de halen adaletin ne ölçüde yerini bulmadığının şaşırtıcı bir göstergesi’’ olarak nitelendirdi. Terörle mücadele yasaları kapsamında haklarında dava açılan insanların sonu gelmeyen yargılamalar ile karşı karşıya kalmaya devam ettikleri öne sürülen raporda, bazı insanların 10 yılı aşkın bir süreden beri yargılanmayı beklediği iddiasına da yer verildi. Af Örgütü Avrupa ve Orta Asya Programı Direktörü Nicola Duckworth de ‘‘Türk hükümetinin işkenceyi yok etme taahhüdü var, oysa bu tür yöntemler ile sağlanan kanıtlar, özel ağır ceza mahkemelerince kabul edilmeye devam ediliyor ve yargıçlar, bunları reddetmeye yanaşmıyor’’ dedi. Duckworth, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin lehinde karar verdiği bazı kişilerin Türkiye’deki yasalara göre yeniden yargılanma hakkının bulunduğunu belirtirken ‘‘Ancak bugüne kadar eğer böyle bir yeniden yargılanma davası açılırsa, Kafka’nın dikkatini çekecek biçimde yürütülür’’ iddiasında bulundu. Af Örgütü, Türkiye’de AİHM’nin kararlarının ardından yeniden yargılanma hakkı sağlanırken PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bu kapsam dışında tutulması için sınırlama getirildiğine dikkat çekerek bu sınırlamanın aynı dönemdeki diğer davalar için de ‘‘ayrımcılık’’ oluşturduğu savına yer verdi. KAFKA KIMDI? Modern Batı edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Franz Kafka’nın en tanınmış eserleri arasında yer alan ‘‘Dava’’ romanının kahramanı Joseph K., gizemli bir mahkeme tarafından tutuklanıp yargılandıktan sonra suçunun ne olduğunu, kim tarafından suçlandığını öğrenmeden idam ediliyordu. Bir Dönemeçte Dünyanın nabzının attığı Ortadoğu’da olan bu! Irak’ın işgalinden Lübnan savaşına kadar, her şey, herkes, bu oyuna bakarak yerine oturuyor. Peki, kan soluyan PKK kimden güç alıyor? Başta ABD’den! Bunu bütün dünya biliyor. Irak’ta dostları olarak tek özerk Kürt yönetimi kalmıştır; PKK’yi gözden çıkararak o yönetimi kırmak istemez. Öte yandan, Türkiye’yi oyalamaya alışmıştır ve PKK’yi Ankara’ya karşı kullanmak işe yarıyor. Zaten, Türkiye’nin gerçek misyonunu ABD hiçbir zaman anlamamıştır. Türkiye’de, 1950’lerden başlayarak iktidara gelenlerin tiyneti de, ABD’yi kolaylığa alıştırmıştır. Ya bugün AKP’nin durumu? Kötünün kötüsü olarak, ABD’nin kucağında oturan bir iktidar vardır: AKP, budur! Onun, Türkiye’nin bağımsız karakterini hatırlayıp, oturduğu kucaktan sıyrılıp ayağa kalktığı görülmeyecek mi? Hayır görülmeyecek; çünkü, AKP de ‘‘Bushlaşmış’’tır! ? Bir saygın diplomatımızın, Şükrü Elekdağ’ın saptamasıdır: ‘‘İsrail, Hizbullah’ı bitiremeyince devreye BM sokulmuştur; BM’nin amacı da, malum haritaya giden yolları açmak için Hizbullah’ı etkisizleştirmektir.’’ BM, bir Barış Gücü toplamaya başlayınca, AKP hükümeti de, Türkiye’yi katmak amacıyla, ilk günden havada kapmıştır. Ne var ki, Lübnan’a gönderilecek bir Türk birliğini büyük tehlikeler bekleyecektir. Hükümet, tüm uyarılara kapalı günlerdir. Peki, günlerdir söylenen barış şarkılarının altında yatan nedir? ABD’ye yaranmak! AKP’nin yıldızının gitgide kaydığına bakıp bir şeyler yapmak istiyor Tayyip Erdoğan. PKK belası yetmiyormuş, vatan evladını Lübnan’a gönderip Türkiye’nin bir ayağını Ortadoğu bataklığının içine sokacak... 5 Eylül’de Meclis toplantısında, muhalefetten sözcüler, halkın yüzde 80’ine tanıklık ederek, gerçekleri bir kez daha dile getirdiler. Ne var ki, AKP’lilerin oylarıyla mayınlı bir tarlaya gireceğiz. Ama şunu da kafaya yazmalı: Türkiye’nin AKP’den kurtulmak gibi bir davası vardır ve başta gelen de odur!.. Le BÜYÜKANIT TÜRK ASKERİNİN TEZKERE DIŞINDA HİÇBİR GÖREVİ ÜSTLENMEYECEĞİNİ VURGULADI Kimse bize emir veremez ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Lübnan’da görev yapacak Türk askerinin, silahsızlandırma dahil tezkere dışında hiçbir görevi yapmayacağını belirterek ‘‘Tezkeredeki dört konu dışında hiçbir görev yapmayacak Silahlı Kuvvetler. Hiç kimse emir veremez, hiç kimse de yaptıramaz. Verilen yetkinin dışında bir görev istenirse, o görevi, bize görev vermeye çalışan yapar, biz yapmayız’’ dedi. Orgeneral Büyükanıt, şehit ailelerinin tepkilerinin de başlarının üzerinde yeri olduğunu söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile dün Başbakanlık Merkez Binası’nda bir araya gelen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ardından katıldığı Pakistan Silahlı Kuvvetler Günü resepsiyonunda gazetecilerin sorularını yanıtladı. Orgeneral Büyükanıt, geçen haftaki şehit cenazelerinde ailelerin dile getirdikleri tepkiler ile Başbakan Erdoğan’ın ‘‘Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ sözlerinin sorulması üzerine, ‘‘Bu konuda yorum yapmak istemem’’ dedi. Allah’ın kimseye böyle bir acı vermemesini dileyen Büyükanıt, ‘‘Evladını kaybediyor. Onların her türlü tepkisinin bizim başımızın üzerinde yeri var. Ateş düştüğü yeri yakar. Onun için ne söylenirse söylensin, o şehit analarının ellerini öperim, o şehit babalarının yanaklarından öperim. Hiçbir asker şehit vermek istemez. Kim ister, hiç kimse istemez. Pilotumuz şehit olmuyor mu, denizcimiz şehit olmuyor mu, kara kuvvetlerimiz, jandarma... Biz onların acılarını en iyi anlayan kimseleriz. Çünkü onlara komutanlık yapıyoruz. Onun için, onlar ne derlerse desinler, ben onlara saygı duyuyorum. Hepimiz saygı duyuyoruz’’ diye konuştu. ‘GÖREVI VERENLER YAPAR’ Lübnan’a gidecek olan Türk askerine ilişkin soruları da yanıtlayan Orgeneral Büyükanıt, BM komutanının tezkere dışında Türk askerine görev verip veremeyeceğinin sorulması üzerine, ‘‘Silahsızlandırma dahil, tezkeredeki dört konu dışında hiçbir görev yapmayacak Silahlı Kuvvetler. Hiç kimse emir veremez, hiç kimse de yaptıramaz. Bunu açıkça ifade ediyorum. Verilen yetkinin dışında bir görev istenirse, o görevi, bize görev vermeye çalışan yapar, biz yapmayız’’ yanıtını verdi. Tezkerenin TSK’ye verdiği görev konusunun kamuoyunda henüz tam anlaşılmış olmadığını belirten Büyükanıt, şu bilgileri verdi: ‘‘Birincisi, Doğu Akdeniz’de güvenliğin sağlanması konusunda, yasadışı kaçakçılığın kontrol edilmesinde Deniz Kuvvetleri’ne bir gücün tahsisini öngörüyor. İkincisi, dost ve müttefik ülkelerin Lübnan’a insani yardım yapması durumunda hava ve deniz ulaştırılması konusunda destek vermesi. Üçüncüsü, eğer ihtiyaç Askeri hazırlık süreci başlıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türk askerinin Lübnan’a gönderilmesini öngören tezkerenin Meclis’te kabul edilmesinin ardından gözler yeni sürece çevrildi. Dışişleri Bakanlığı, BM ile Türk askerinin görev yeri ve sayısını görüşecek. Genelkurmay, 28. Mekanize Tugayı’na hazırlık talimatı verecek. Bölgeye gönderilecek öncü heyetin altyapı çalışmalarını tamamlamasının ardından asker sevkıyatının, eylül ayının ikinci yarısın da başlaması planlanıyor. Meclis’ten yetki alan hükümet, ilk olarak Genelkurmay’a asker gönderme hazırlıkları, Dışişleri Bakanlığı’na BM ile görüşmeleri yürütmek üzere yetki verecek. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetten asker göndermenin detaylarına ilişkin yetkiyi aldıktan sonra, TSK’nin, uluslararası barış misyonları için görevlendirdiği 28. Mekanize Piyade Tugayı’na hazırlık talimatı verecek. Askeri hazırlıklar sürer ken, sivil kuruluşlar tarafından yapılacak insani yardımlar için bakanlıklarla eşgüdüm sağlanacak. Dışişleri de bu süre içinde, BM ile Türk askerinin görev yeri ve asker sayısı gibi teknik ayrıntıları görüşecek. Yer tespitinin ardından, Genelkurmay Başkanlığı, bölgeye, öncü heyet göndererek altyapı çalışmalarını tamamlayacak. Dışişleri ve Genelkurmay yetkililerinin, bugün bir araya gelerek, ayrıntılar üzerinde çalışmaları bekleniyor. duyarlarsa Lübnan ordusuna eğitim verilmesi. Bu eğitim Türkiye’de de verilebilir. Dördüncü madde Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor ve çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti oraya insani yardım amacıyla gidiyor. Ana amaç insani yardım.’’ Türk askerinin insani yardımın gerekli kılacağı korumayı sağlayacağını belirten Büyükanıt, ‘‘Yani oraya gittiğimiz takdirde bizim koruyacağımız insanlar, silahlı unsurlar bizim kendi insanlarımız. Kızılay, Kara Kuvvetleri, DSİ, onları korumak’’ diye konuştu. Görevler arasında ‘‘Lübnan’daki silahlı unsurların silahsızlandırılmasının olmadığını’’ vurgulayan Orgeneral Büyükanıt, ‘‘Ayrıca benim saydığım dört maddenin dışında görev yapmayacaklar. Yani insani yardım yapacaklar, denizde yardım edecek, havada yardım edecek ve oraya gönderdiğimiz kendi insanlarımızın güvenliğini sağlayacak’’ dedi. Orgeneral Büyükanıt, Türk askerinin konuşlanacağı yerin ve sayısının henüz belli olmadığını belirtti. ‘RİSK ÇOK YÜKSEK DEĞİL’ Orgeneral Büyükanıt, Lübnan’da görevlendirilecek deniz gücünün karşılaşabileceği risklerle ilgili soruyu yanıtlarken de ‘‘Düşük olduğunu düşünüyorum, ama sıfır risk yoktur. Yani bir balıkçı teknesi deniz kuvvetine tehlike teşkil eder. Bunun geçmişte örneklerini yaşadık. Sıfır risk hayatta yoktur. Ama dediğim gibi, çok büyük olduğunu sanmıyorum. Risk yok demek hayatı anlamamak demektir’’ diye konuştu. Monde Diplomatique’in ünlü başyazarı İgnacio Ramonet, aylık gazetenin eylül sayısında, ‘‘Dünyanın Yeni Bir Durumu’’ başlıklı önemli bir yazı yayımladı. Başında da, çarpıcı bir özetleme var... Diyor ki, ‘‘Uluslararası ilişkileri düzenlemekle görevli Birleşmiş Milletler Örgütü, Lübnan’da, araya koyacağı birlikleri sağlamak için büyük güçlükler içinde. Çünkü, Washington ile bağlaşıklarının ‘terorizmle mücadele’ adına sürdürdükleri politika, uyuşmazlıkların şiddetini arttırıyor. Öte yandan İran, nükleere koşmasını durdurmak yerine, Güvenlik Konseyi’ne meydan okuyup nükleer üstüne ‘ciddi görüşmeler’e çağırıyor. Öyle görülüyor ki, dünya, her gün daha belirsiz oluyor, özellikle Asya’da yeni aktörler ortaya çıkıyor; (sosyal adaletsizlik, yoksulluk, göçlerin yükselişi, ticaret, çevre gibi) yığınla sorun gitgide ivedi hale geliyor. Küreselleşme, bir dönemeçte yeni bir yöne doğrulmaya benzer.’’ Bu doğrulara ekleyeceklerimiz de var... ? Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1919’da, adil ve sürekli bir barış adına Milletler Cemiyeti kurulmuştu. Güzel şeyler de yaptı; ne var ki, yenenlerin bir egemenlik aracı olup çıktı ne yazık ki! İkinci Dünya Savaşı’nın arkasından 1945’te Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) kuruldu. O da güzel şeyler yaptı. Ama 1990’ların başlarında, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle, Birleşik Amerika’nın (ABD) tekeline düştü ve dünyadaki saygınlığını alabildiğine yitirdi. BM, Mustafa Balbay’ın söyleyişiyle, ‘‘Bushlaşmış Milletler’’ gibi hareket ediyor ve başkanı da, küresel aktörlerin planlarını uygulamakla yetiniyor. Bugün, uluslararası düzeni sağlamak adına, başına buyruk, adaletsiz, hukuksuz ve saldırgan ABD’nin fermanı okunuyor: Ortadoğu’da, o fermanın adı, Büyük Ortadoğu Projesi’dir; bir de, bir Ortadoğu için düşünülen yeni bir harita. ABD’nin Ortadoğu’daki taşeronu da İsrail’dir. Şimdi, Lübnan’ı korumak için oluşturulan Barış Gücü’nün ipleri, aslında ABD’nin elindedir; giderek İsrail’in ellerinde. F anatizm geri toplumlarda yaygın bir örgütlenme ve davranış olarak ortaya çıkar. Fatih’in Çarşamba semtinde İsmailağa Camii’ndeki linç olayı, tarikat ve cemaat örgütlenmelerindeki bir duruma işaret ediyor. Bu durum nedir? Yoksulluk ve içe kapanma, dini bağnazlıkla birleşince tehlikeli bir boyut kazanıyor. Geçmişten bu yana sağcı siyasi partiler toplumun dine olan eğilimini bir oy olanağı olarak görüp değerlendirdiler. Açıklık ve demokrasiyi savunmak yerine, despotik bir kültürü kendi siyasi başarıları için kullandılar. Dinle yoksulluk birleşince çoğu zaman tehlikeli bir fanatizm ortaya çıkıyor.Çarşamba’da olanlar arızi, yani gelip geçici bir durum mu? İşte bunu ciddi olarak sorgulamalı ve araştırmalıyız. Linç kültürünün nasıl üretildiğini, bu tablonun nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışmalıyız. Oradaki insanları hangi propaganda, hangi yaşam tarzı böyle davranmaya itiyor, bunu önyargısız ortaya çıkarabilmeliyiz. ??? Çarşamba semtine ilişkin bir buçuk ay kadar önce ilginç bir araştırma okumuştum. Bu araştırmada, Çarşamba’da bir çözülme olduğuna ilişkin tespitler yapılıyordu. Bir kısım in SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR sanın artık tesettürü terk ettiğini, artık eskisi kadar cemaat kurallarına uymadıklarını anlatıyordu. Cemaat içinde bir yozlaşma olarak kabul edilen, giyim kuşam konusunda bir değişim yaşandığına dikkat çekiliyordu. Tabii ki her değişim isteği, kurulu düzenin tepkisini çeker. Son çatışma, cinayet ve linç olayının arkasında da böyle bir değişim isteği, bir farklılaşma çabası mı yatıyor? Bunları bilmek o kadar da kolay değil. Cemaat, kapalı bir kutu ve içine nüfuz etmek o kadar da kolay değil. Ancak cemaatin içinde bir kıpırdanma olduğu yolunda saptamaları uzun zamandır duyuyorduk. ??? Çarşamba’da çekilen fotoğraflara bakıyorum. Türkiye’nin diğer yerlerine benzemiyor. Değişik ve kapalı giysiler içinde kadınlar, erkekler. Erkekler şalvarlı, kadınlar kara çarşaflı. İnsanların nasıl giyineceği tabii ki onların bileceği bir iş. Ancak kara çarşaf Camide Linç ve Gerilim lara bürünmüş, yalnızca gözleri ve burnu açıkta olan o kadınlarla Türkiye çağdaş bir düzen yaratabilir mi? Aynı şey erkeklerin kıyafetleri için de söylenebilir. Bazıları da diyebilir ki, demokrasi bir giyim kuşam meselesi mi? Özgürlük onlarla mı saptanıyor? Giyim kuşamın, insanın ideolojisiyle, dünyaya bakışıyla bir ilişkisi olduğu söylenebilir. Kadınları kapalı giysilere zorlayan, onu o şekilde yönlendiren bir dünya görüşünün demokrasi ve çokseslilik üretmesi mümkün mü? Tabii ki ideolojik tutumu, tek başına giyim kuşam ifade etmez, modern giysiler içinde de insan, gerici ve faşist ideolojileri savunabilir, bunun örneklerine etrafımıza bakarak karar verebiliriz. Sırf giysi bir ölçü değildir, ama giysinin de ideolojik amaçlarla şekillenebildiğini de biliyoruz. ??? Türkiye’nin bir farklılaşma ve kamplaşmaya doğru gittiği söylene bilir mi? Bu kıyafetlere, İstanbul merkezindeki bu manzaralara bakınca iyimser olmak çok zor. Peki bu manzara marjinal bir manzara mı? Toplumun çoğunluğu böyle bir durumda mı? Bir sorun olduğu, bu sorunun cinayetlere kadar uzanan bir fanatizme yol açtığını görüyoruz. Ciddi bir durumla yüz yüzeyiz. Bu konuyu siyasetin ötesine alıp, ciddi bir toplumsal sorun olarak değerlendirmeliyiz. Türkiye’de bir kimlik bunalımı yaşandığını, fanatik tarikatçı kesimlerin bu bunalımdan beslendiğini de görmeliyiz. ??? Bütün bunların çaresi açıklık, şeffaflık, özgürlük ve demokrasidir. Toplumda gelir dengesizliği, eşitsizlik, yoksulların aşağılara itilmesi, fanatizmi de kışkırtıyor. İşte birileri bu ortam içinde tezgâh açıp, buradan kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Buradan müritler elde ederek, bunun rantıyla zenginleşmeye çalışıyorlar. Tarikatların, cemaatlerin, cemaat temelli örgütlenmenin birilerine rant sağladığını biliyoruz. Gerginlik ve kamplaşma, her kesimde fanatikleri mutlu ediyor, toplumun ise dengesini bozuyor. Çarşamba manzaraları, üzerinde düşünmemiz gereken bir soruna işaret ediyor... Fatma Muzaffer Kansu’yu uğurladık Hacettepe Hastanesi’nde yaşamını yitiren Cumhuriyet şairi Ceyhun Atuf Kansu’nun eşi, gazetemiz yazarı Işık Kansu’nun annesi Fatma Muzaffer Kansu, son yolculuğuna uğurlandı. Fatma Muzaffer Kansu için Kocatepe Camisi’nde öğle namazının ardından cenaze namazı kılındı. Cenazeye, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Bülent Serim, DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, CHP Genel Sekreteri Önder Sav, CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Sevigen, CHP milletvekilleri Mustafa Gazalcı, Yakup Kepenek, Kemal Kılıçdaroğlu, Hakkı Ülkü, SHP’li Ahmet Güryüz Ketenci, DSP Genel Sekreteri Ahmet Tan, eski milletvekilleri Tahir Köse, Uluç Gürkan, Nihat Matkap, bazı Yargıtay ve Danıştay üyeleri, Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz, CHP Ankara İl Başkanı Hakkı Suha Okay katıldı. Cenazeye Milliyet gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila, Hürriyet gazetesi Ankara Temsilci Yardımcısı Faruk Bildirici, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay ile çok sayıda yazar, şair, gazeteci ile çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve sendika temsilcisi katıldı. Kansu, Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle