23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 ŞÜPHELİ DEĞİŞİM ADLI FİLMİN YÖNETMENLERİ C söyleşi ’LI YAşLARDA ÜÇ AMERIKALı GENÇ EYLÜL CUMA LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL Belki bir başka eylüle Dostluk yazısı! giyecek, benzin almak için, hatta arabalarının lastiğini değiştirmek için bile ‘’işgal‘‘ bölgesine (KKTC) gidiyorlar. Kıbrıslılar vatanseverdir. Ulusumuzun namusunu kurtaran ‘’Cumhurbaşkanı Papadopulos’un‘‘ vatansever olduğu gibi. Aşağıdaki nedenlerden dolayı Türkiye hiçbir zaman AB üyesi olmayacaktır, çünkü: 1 Türkiye Avrupa devleti değildir. 2 HelenRoma geleneğine dayanan Avrupa medeniyetiyle hiçbir ortak yanı yoktur. 3 Cumhuriyet değil, sadece katı otoriter askeri bir toplumdur. 4 İnsan haklarına saygısı yoktur, azınlıklara baskı yapılmaktadır. 5 Suriye, Irak, Ermenistan, Kıbrıs, Yunanistan ve Bulgaristan’a karşı saldırgan bir politika izlemektedir. Diğer bir ifadeyle, tüm komşularına karşı saldırgandır. 6 Musul bölgesini ve Kuzey Mezopotamya’nın petrol zengini topraklarını işgal etmek için Irak’a girmekle tehdit etmektedir. 7 Bir AB üyesi olan ‘’Kuzey Kıbrıs’ın‘‘ toprağını yasa dışı olarak işgal altında tutmaktadır. 8 Yaşam seviyesi ve ekonomisi, Avrupa’nın ortalama seviyesinin önemli ölçüde altındadır vs. Kemalist subaylar ve benimsedikleri Pantürkizm, bölgede istikrar ve barış için tehlike oluşturuyor. Türkiye’nin düzeni, ülkenin demokratikleşmesine ve AB’ye katılımına karşıdır. Bu gerçekleştiği takdirde, bu düzen, imtiyazlarını, egemenliğini kaybedecek. Türk askeri yönetimi, saldırganlığından hiçbir zaman vazgeçmedi, taleplerini azaltmadı, Kıbrıs ile ilişkilerinin düzelmesi yönünde en ufak bir adım atıp taviz vermedi...’’ ??? Dostluktan yana olan bir Yunan’ın güzel (!) satırları işte böyle uzayıp gidiyor. Aşırı milliyetçi ve düşman olanların yazılarını, varın siz tahmin edin! murilem@otenet.gr Eylül saldırılarının beşinci yıldönümü. Saldırılardan hemen sonra başlayan komplo teorileri bitmedi. Bu teorilerden biri, üç Amerikalı gence ait. İnternet üzerinden milyonlarca izleyiciye ulaşan “Loose Change” belgeseli 11 Eylül’e dair basit, ama çarpıcı sorular soruyor... 11 ALİ DENİZ USLU G örüntüler belleğimizde hâlâ taze. Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpan uçaklar, binalardan atlayanlar, çığlıklar, korku ve toz... Sonrası dünyayı da dehşete düşüren bir süreç. Afganistan, ardından Irak, yani savaş... 11 Eylül’ün beşinci yıldönümüne yaklaşırken yıllardır türetilen komplo teorilerine bir yenisi daha eklendi. ABD’li üç gencin hazırladığı ve internetten yayımladığı “Loose Change” isimli belgesel, farklı bir bakış açısıyla basit, ama sarsıcı sorular soruyor. Filmin yönetmeni Dylan Avery 22 yaşında. Yapımcı, Afganistan ve Irak’ta savaşmış 23 yaşındaki Korey Rowe. Belgeselle ilgili araştırmaları yapan ise 26 yaşındaki Jason Bermas. Üç genç, saldırılardan sonra, daha deliller yok edilmeden yapılan amatör çekimleri ve medya görüntülerini kullanarak 11 Eylül’ün bir düzmece olduğunu iddia ediyorlar. Belgeseli izleyince onlara hak vermemek elde değil. Aslında “Loose Change”in iki bin dolar bütçeli ilk versiyonu 2005 yılının nisan ayında çıktı. Daha özenle ve güçlendirilerek hazırlanan ikinci versiyonu ise umulandan daha güçlü bir etki yarattı. Filmin gün yüzüne çıkmasında muhalif tavrıyla tanınan “Vanity Fair” dergisinin büyük payı var. Dergi geçen ayki sayısında bu gençlere ve filmlerine yer verdi. Belgeselde kullanılan görüntülerin ve haber kaynaklarının Newsweek, CBS News, CNN, Fox News gibi ciddi yayın kuruluşlarından derlenmiş olması da filmi güçlü ve inandırıcı kılıyor. Filmde göz önünde olup da fazla kurcalanmayan ayrıntılar irdeleniyor. Bu ayrıntılardan biri kulelerin enkazından teröristlerin pasaportlarının sağlam çıkarken, American Airlines 11 ve United 175 uçaklarının kara kutularının bulunamaması. Ekip saldırılardan beri kafaları karıştıran, ama üzerinde çok durulmayan bu ayrıntının üzerine gidiyor. Bir iddia da uçakların uzaktan kumanda ile yönlendirilmesi. Filmde, ikiz kulelerin ABD usulü, kontrollü yıkımı andıran çöküşleri de National Geographic belgesellerinden alınmış görüntüler gibi bir etki yaratıyor. Çarpmadan sonra binadaki farklı patlamalar da “Loose Change”de öne çıkan ayrıntılardan. Pentagon’a çarptığı söylenen uçağın kalıntısının olmaması, dev bir uçağa ait tek bir parça görünmemesine de dikkat çekiliyor. Uçağın çarptığı söylenen yerde bir çarpışma izlenimi uyanmaması da kafa karıştırıcı belgeler arasında. Pentagon gibi Amerika'nın en iyi korunan binasına, rotasından çıkan bir uçağın gelip, kanat hasarları olmadan nasıl çarptığı bilinmiyor. Film, Hollywood tarzı kahramanlık hikâyesi ile mitleşen diğer uçağı da göz ardı etmiyor. Uçak, Beyaz Saray’a giderken Pensilvanya’da bomboş bir araziye düşüyor ve yine ne tesadüf ki böyle bir uçuşa ait kayıtlar bulunamıyor. AYRINTILAR ÇOK FAZLA... Şüpheli ses kayıtları ve cep telefonlarının belirtilen yükseklikte çalışmasını olanaksız kılan raporlar varken anlatılan hikâyede boşluklar bulmak pek zor değil. Belgeselde yukarıda sıraladıklarımız gibi onlarca dikkat çeken ayrıntı bulmak mümkün. İddialar o kadar fazla ki her biri için ciddi kafa yormak gerekli. Mesela 11 Eylül’den önce milyarlarca dolarlık altının Dünya Ticaret Merkezi’nden çıkarıldığı biliniyor. Dünya Ticaret Merkezi’nin sahibi Larry A. Silverstein da olaydan bir buçuk ay önce kuleleri 99 yıllığına kiralıyor ve mil yon dolarlık sigorta poliçesi terorizmi de kapsıyor. İddiaları herkesin görebileceği ve yorumlayabileceği bir anlaşılırlıkla sunulması bu küçük bütçeli büyük yapımın en önemli avantajı. Belgeselin bir dizüstü bilgisayar, altı bin dolar ve sıkı bir gözlem çalışması olduğunu söylemeden geçmemeli. Sonunda üç genç alternatif teorileri ile dünyayı saldırılar üzerine yeniden düşündürmeyi başardı. İnternette, www.loosechange911.com adresinde filmi izleyenlerin sayısı milyonlara ulaştı. Elbette “Loose Change”e karşı tavır da alındı, karşı videolar yapıldı, tezler öne sürüldü, ama bu, filmin gördüğü ilgiyi eksiltemedi. Üstelik karşı komplo teorileri de hazırlandı, garsonluk yaparak para kazanan gençlerin birer soytarı olduğu ilan edildi, muhalif düşünce gruplarınca desteklenen birer piyon oldukları savlandı. 11 EYLÜL VE KORKU KÜLTÜRÜ Tüm bunlara karşın belgeselin yaratıcıları; Dylan Avery, Korey Rowe, Jason Bermas “medya ve hükümeti, halkı kontrol etmek için yaratılmış mekanizmalar” olarak gördüklerini söylemekten ve “Söylenenlere inanmayın, her zaman şüpheci olun” diye uyarmaktan geri kalmadılar. İddialarına inananların ve onları destekleyenlerin artması da söylemlerinin yerine ulaştığının kanıtı. “11 Eylül saldırılarının arkasındakiler öğrenildiğinde” diyorlar, “İkinci Amerikan Devrimi yaşanacak”. Bu devrimin barışçıl bir yanının olmayacağından eminler. Çünkü kandırılan halkın şiddete yöneleceğini, gerçek Amerikan halkının da böylesine büyük bir yalana karşı çok sert bir tepki vereceğini düşünüyorlar. 11 Eylül’ün Bush’a ne kadar yaradığı sorusunu cevaplamayı bile gülünç görürken, soruyu tüme vardırıp “Böyle bir şeyden kimler faydalanır?” sorusunun yanıtını arıyorlar. Bir yanıtları da var: “Hükümet, ordu ve silah üreticileri”... Bu üçlüye, geçmişten bu yana oylarını verirken “korku kültürü”nün yönlendirmesine uyan, hükümetlerinin her dediğine inanan Amerikan halkını ekliyorlar. Evet, 11 Eylül çok şeyi değiştirdi ve neresinden tutulsa eksik kalan bir yapboz olarak sırrını koruyor. Amerika, kahramanlık ve ayakta kalma gösterileriyle beş yılı geçirse de, kimileri hâlâ şüpheci ve araştırmaya devam ediyor. Dünya, ikiz kulelerin yıkıntılarından yükselen dumanların dağılıp enkazın belirginleşmesi için bir başka eylülü bekliyor. CUMOK’lar yazıyı okuyunca belki biraz hayret edecek, belki de biraz sinirlenecekler. Ancak ben onların da okumasını istedim. Bakın Türkiye ile ‘‘dost’’ olmak isteyen bir Yunan, bu konudaki ‘‘güzel’’ duygularını nasıl dile getiriyor. Aslında bu yazıyı tam olarak yayınlamak isterdim, fakat bu köşedeki yerimizin sınırlı olması nedeniyle içinden bazı paragrafları almak zorunda kaldım. Zannetmeyin ki yayımladığım ‘‘tam’’ çeviriler içinde düşmanlık saçan satırlardan cımbızlanmıştır. Hayır, yazının tamamı aynı doğrultudadır. İşte size 3 Eylül tarihli ‘‘Apoyevmatini’’ gazetesinde ‘‘Kostas Valetas’’ imzasıyla yayımlanan ‘‘TürkYunan Dostluğu’’ başlıklı yorumdan bazı paragraflar. ??? ‘‘TürkYunan dostluğuna taraftarız. Ancak, komşu Türk halkıyla ve küçük Asya’da (Anadolu) yaşayan baskı altındaki çok sayıda azınlıkla da dostluk taraftarıyız. Kürtlerle (20 milyon), Ermenilerle, Türkmenlerle, Çerkezlerle, Süryanilerle, etnik lisanlarının kullanılması bile yasak olan ‘’çileli‘‘ halklarla dostluk taraftarıyız. Türk ve Yunan halklarının alıp veremedikleri hiçbir şeyleri yok. Anlaşmazlıklarımız, kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçıları olarak gören, militarist ve neofaşist Kemalist (özellikle TSK’nın subayları) düzenle. Anlaşmazlıklarımız, geçmişe özlem duyanlarla, birkaç asır için Libya’dan Kafkasya’ya, İran Körfezi’nden Viyana’ya kadar egemen olmayı başaran ‘’gaddar (barbar)‘‘ dönemin özlemini çekenlerle. Hareketlerinin bilincinde olmayan (kendilerini kaybetmiş) militaristlerle. Bir AB üyesi devletin (Kıbrıs ) topraklarında kırk bin kişilik yasa dışı ordu bulunduran yayılmacılarla. Kıbrıslı Türkler, yani Müslüman Kıbrıslılar bile, Türk işgalinden dolayı dayanılmaz şekilde acı çekiyorlar. Tabii ki, işgal altındaki bölgede büyük bir inşaat faaliyeti içinde ve kısmen Rum parasıyla yaşıyorlar. Kıbrıslılar (Rum kesimi), yiyecek, Sinema ve televizyon çalışanları örgütlenmeli DİSK Başkanı Çelebi, sendikacı ve sanatçılarla görüştü. (CİHAN ORUÇOĞLU) Yapımcı Korey Rowe (solda) ve araştırmacı Jason Bermas. stanbul’da Esma Sultan Yalısı’nda düzenlenen bir toplantı ile kamuoyuna açıklanan bir inisiyatif, Türkiye’nin dış politika alanında attığı olumlu adımlardan biri olmaya aday görünüyor. Kültürler arası diyalog konseptine dayanan inisiyatif, Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le, Almanya Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeir’in imzalarını taşıyor. Dün, iki bakanın birlikte sunduğu proje, aslında Türkiye’nin bu alanda attığı ikinci olumlu adım. İlk adım, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin öncülüğünde Başbakan Erdoğan ile İspanyol Başbakanı Zapatero’nun oluşturduğu ‘‘Medeniyetler Buluşması’’ projesiydi. Ne var ki, Barcelonaİstanbul eksenindeki bu proje, şimdilik güzel bir tasarım olarak ortada duruyor. Alman ve Türk dışişleri bakanlarının önayak olduğu projenin hayata geçirilmesi daha kolay olacağa benzer. İki ülkenin pasaportunu taşıyan bilim insanı ve sanatçıların sayısı o kadar fazla ki... Elbette, Almanya’da yaşayan ve her geçen gün Alman toplumu içindeki etkinlik düzeylerini arttıran Türklerin varlığı bu inisiyatifin en önemli güvencesi olacak. Bu girişimin temel amacının, ‘‘medeniyetler çatışması’’nın kaçınılmazlı İ KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi ne denli önemli olduğunu vurgulamaya gerek var mı?), ODTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Canan Çilingir, Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Kemal Kirişçi gibi bilim insanlarının, Renan Demirkan gibi Almanya’da ciddi bir kariyer yapmış bir yazarımızın, Adnan Maral gibi başarılı bir sporcumuzun da yer aldığı konuşmacılar, inisiyatifin hedeflediği kültürlerarası anlayış ve iletişimin hiç de hayal olmadığının bir kanıtı gibiydi (Kültürlerarası İletişim Derneği Başkanı olarak bu girişimden heyecan duymamam mümkün mü?). ??? Ernst Reuter’in kim olduğunu bilmeyenler için kısaca özetleyeyim. Reuter, Nazi döneminde Almanya’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan çok sayıdaki bilim ve sanat insanından biri ve savaş sonrası Berlin’in ilk belediye başkanı. Böyle bir inisiyatifin onun adıyla anılması gerçekten son derece anlamlı. ğı tezini ileri sürenlere inat kültürler arası diyaloğu geliştirmek, farklı kültürler ve dinler arasında köprüler kurmak olduğu anlaşılıyor. Karikatür krizinin ardından Türk ve Alman dışişleri bakanlarının yayımladıkları ortak deklarasyonun, bu inisiyatifi ateşleyen ilk adım olduğu söylenebilir. ??? Toplantıya, bakanların yanı sıra iki ülkenin işadamları ve kültür insanları da katıldı. Yaptıkları kısa konuşmalarla bu inisiyatifin önemini vurguladı hepsi de. Aralarında Siemens, Deutsche Welle gibi Alman kuruluşları yöneticilerinin, Cefi Kamhi, Şarık Tara, Can Paker, Cem Duna gibi ülkemizin uluslararası ilişkileri bağlamında her zaman etkin rol oynamış işadamları ve sivil toplum kuruluşu yöneticilerinin, Vural Öger gibi iki toplumda da söz sahibi işadamısiyasetçilerin (Öger’in Avrupa Parlamentosu üyeliğinin ülkemiz açısından ‘‘Ernst Reuter Kültürlerarası Anlayış ve Diyalog İnisiyatifi’’nin kısa sürede, bir iyi niyet olmaktan çıkıp, ete kemiğe bürünmesini dilerken, projenin bir ayagının eksik olduğunu vurgulamaktan geri duramıyorum. Projenin dört ana aks etrafında şekilleneceği görülüyor, dağıtılan broşürde. Bunlardan ilki, medya alanında işbirliği, ikincisi ‘gençlik değişim programları’, üçüncüsü ‘entegrasyon’u sağlamaya yönelik etkinlikler ve dördüncüsü akademik işbirliği. Peki, kültürsanat alanındaki işbirliği neden yer almıyor inisiyatif hedefleri çerçevesinde, anlamak mümkün değil. Herhalde, sanat alanının diğerlerinin yanında ‘hafif’ ya da ‘sakıncalı’ bir başlık gibi durmasındandır. Kültürler arası anlayış ve iletişimin en başta kültür, sanat aracılığı ile sağlanabileceğini bilmeyen var mı? Denilebilir ki, gerek gençlik projeleri, gerekse entegrasyon projeleri çerçevesinde kültür sanat da yer alabilir. Bunun yetersiz bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Bu inisiyatifin başarısının büyük ölçüde kültür sanat insanlarının çabalarına bağlı olduğunu biz gene hatırlatmış olalım. vecdisayar@yahoo.com İstanbul Haber Servisi DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, sinema ve televizyon sektörde çalışan sanat emekçilerinin sosyal ve ekonomik haklarının güvence altına alınması gerektiğini belirterek, ‘‘Sinema ve televizyon dünyasında sendikalılaşmak çok önemli’’ dedi. Beyoğlu Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği’nde DİSK’e bağlı Sinema Emekçileri Sendikası (SİNESEN) ve birçok sanat derneği temsilcisiyle bir araya gelen DİSK Başkanı Çelebi, sinema ve televizyon sektöründe adaletsizliğin, hukuksuzluğun ve yaşanan kaos ortamının son bulması gerektiğini söyledi. Çelebi, ‘‘Gelişmiş ülkelerde sinema ve televizyon çalışanlarının ekonomik ve sosyal çalışma koşulları çok ileri düzeydedir. Türkiye’de ise film setinde çalışan bir kişi, çok kötü şartlar altında çalışmak tadır. Bunun önüne geçmek için sinema ve televizyon alanında çalışan herkesi sendika bünyesine almayı hedefliyoruz’’ diye konuştu. Çelebi, ‘‘Bir film setinde çalışan herkesin ücretlerini tam alması, sosyal güvence içerisinde sağlık ve kaza sigortaları yapılmış olmasını istiyoruz’’ dedi. SİNESEN Başkanı Yusuf Çetin ise sendikalılaşmaya çok önem verdiklerini vurgulayarak, ‘‘Setlerde denetleme yapacağız, takım sendikasına uygun her çalışan sendikaya katılacak, aksi takdirde seti kapatacağız’’ açıklamasını yaptı. Çetin sendikalılaşmanın yapımcıya da yarar getireceğini anımsatarak, ‘‘Herhangi bir aksama durumunda karşılarında muhatap bulabilecekleri bir sendika olacak. Böylelikle iki taraf da güvenceye alınıp istismar engellenmiş olacak’’ dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle