Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler EYLÜL CUMA Almanya/Türkiye Gerçeği S avaş sonrası Almanyası, Türkiye’den vasıfsız işçi istemiş ve insanlarımız, 30 Ekim 1961 tarihinden başlayarak Almanya’ya gelmişlerdi. İlk işçilerin Almanya’ya gelişinden 12 yıl sonra; yani 1973 yılında, petrol krizi tüm dünyayı olduğu gibi, Almanya’yı da büyük ölçüde sarsmıştı. Ancak bu dönemde Türk işçilerin Almanya’daki sayısı bir milyon sınırına ulaşmıştı. Bugün Almanya’da üç kuşak Türk yaşıyor. Birinci kuşak Türklerden hayatta kalan iki yüz bini, emeklilik hakkını elde etmiştir. İkinci kuşak Türklerin yaş piramidi 3045 iken, üçüncü kuşağın yaş piramidi sınırı 20’li yaşlara uzanıyor. İşte bu kuşaktan çocukların yarım milyonu okuyor ve bunun yaklaşık otuz altı bini üniversite eğitimi alıyor; yani yükseköğrenim görüyor. Bugün Türkiye’de yerleşik Alman nüfus yirmi bin civarındadır. Bu nüfus, Anadolu insanını yakından tanıma şansına sahiptir. Dolayısıyla kırk yıl önce apar topar, hiçbir ön hazırlık yapılmadan yollara düşen Türklerin durumlarını çok daha iyi irdeleyebilir ve iki toplum arasında köprü görevini üstlenebilir. Almanya’nın Berlin, Münih, Köln ve Hamburg gibi metropolleri ve diğer şehirlerinde Türk mahalleleri oluşmuştur. Yabancı bir toplumda gettolaşmanın nedenlerini ve bunun nasıl engellenebileceğini en iyi buraya yerleşmiş Alman aileleri değerlendirip çözüm yolları önerebilir. Ülkemizin ilgili kurum ve kuruluşlarının, buradaki Alman toplumu ile yakın ilişki kurması sayesinde, oradaki Türklerin Alman toplumuyla ilişkilerini üst düzeye çıkarma yöntemleri bulunabilir. İlk kuşağın çocuk ve torunları şu anda, Alman ekonomisinde girişimci ruhunu, en verimli yansıtan grubu oluşturuyor. Türk girişimcilerinin etkinliği sonucunda, Alman ve Türk ekonomisine kazandırılan girdiler, Almanya’daki PENCERE Şehit Anaları ve RTE OKTAY AKBAL Prof. Dr. İLHAMİ KİRİZOĞLU Türklerin, artık göçmen/misafir işçi diye adlandırılmasının doğru olmadığının kanıtıdır. Şu anda Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 80’i on yıldan daha fazla bir süredir burada yaşamakta olup yüzde 26’sı ise burada doğmuştur. Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Vakfı, Essen 2005’in verdiği bilgilere göre, Alman vatandaşlığını elde eden Türk kökenlilerin sayısı sekiz yüz kırk bin olup, Almanya’da yaşayan diğer 1.8 milyonluk Türk nüfus da eklenirse, bu sayı 2.6 milyonu bulmaktadır. Almanya’da yaşayan Türklerin yüzde 32’si Alman vatandaşlığı statüsüne sahipti... Almanya ticaret, yatırım ve ekonomi alanında Türkiye’nin en önemli ortağıdır. 1000’den fazla Alman firması Türkiye’de çalışmaktadır. Aynı şekilde, Almanya’daki Türk girişimci sayısı 1985 yılında yirmi iki bin iken, bugün 64.600’e çıkmıştır. Bu da yirmi yıl içinde, Almanya’daki Türk işletmelerinin sayısının üçe katlandığını gösterir. Türk işletmelerinin sağladığı toplam istihdam, 2005 yılında 323.000’e ulaşmıştır (TAM, Essen 2005). Türkler sadece döner satmıyor, aynı zamanda Alman bilim, sanat ve edebiyatına da çok önemli katkıda bulunuyor. Prof. Dr. Müfit Bahadır, Prof. Dr. Faruk Şen, Prof. Dr. Ali Şefik Bahadır, Prof. Dr. Alparslan Yenal, Prof. Dr. Fikret Adanır, Prof. Dr. Semih Tezcan, Prof. Dr. Harun Parlar ve diğer Türk bilim insanları önemli çalışmalar yürütüp Türk/Alman bilimine önemli katkılarda bulunuyorlar. Aynı şekilde, konuyla ilgilenenler hemen Feridun Zaimoğlu, Emine Özdamar, Zafer Şenocak, Aras Ören ve Yüksel Pazarkaya gibi edebiyatçıları, Muhsin Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi İlginç Birkaç Alıntı iyaset dört yıla yakın bir süredir ‘‘S ne yazık ki bir kaza sonucu, kendini bilmez bir siyasi kadronun eline geçti! Hukuka, yasalara, anayasaya, devletin geleneklerine, çoğunluğun isteklerine, eğilimlerine, hatta feryatlarına aldırmayan bir anlayış sergilenir oldu... Siyaset, ‘değiştim değişmedim’ diye körebe oynayan, oynatan bu kadronun elinde bir hokkabazlığa dönüştü.’’ DSP Genel Sekreteri yazar Ahmet Tan... (Güvercin dergisinden) ‘‘Türk ordusunun geleneksel ve anayasal konumunun Türkiye için bir nevi kendisine özgü ayrıcalığımız ve milli üstünlüğümüz olduğu muhakkak... Zaten bunun için de dışardan ve içerden gücünü, etkisini azaltmak istiyorlar. Keşke dünya koşulları ve muhitimiz orduya, ordulara ihtiyaç olmasını hissettirmese, bugün, bunu söylemek mümkün mü?’’ Yargıtay Onursal Başkanı Vural Savaş... (Yeniden Müdafaai Hukuk Dergisi’nden) ??? ‘‘Neden Köy Enstitüleri’nde yetişenlerin yüzde 99’u eğitimini aldıkları görevlerde kaldılar da, imam hatiplerde okuyanların yüzde 92’si ezan okumaktan, cemaatle sıraya girip namaz kıldırmaktan kaçtı? Çünkü, bir mesleksel bilinçlenme ve meslek ahlakı sorunudur... Din odaklı eğitim öğretim nitelikli insan değil, niceliksel ve mihaniki insan üretir.’’ Ali Dündar (‘‘Kemalizmin Yol Haritası’’ adlı kitabından.) ??? ‘‘Türkiye bir İslam ülkesi midir, Avrupa ülkesi midir tartışmasının olduğu doğrudur. Ne var ki bu tartışma, Avrupa’dan değil Türkiye’yi bir İslam ülkesi yapmaya çalışan bizim kendi akıllılarımızdan kaynaklanmaktadır. Çünkü bu kesim Türkiye’yi bir şeriat devletine çevirmek ve Avrupa’dan koparmak hayaliyle yanıp tutuşmaktadır.’’ Prof. Dr. Erol Manisalı (‘‘Askeri Darbeden Sivil Darbeye’’ adlı kitabından) ??? ‘‘20. yüzyılın tek bir gerçeğini hatırlamak doğru konumlanmaya girmek için yeterlidir. Emperyalizm çağında bütün devrimler emperyalizme karşı vatan savunmasında gerçekleşmiştir. En başta saltanatı yıkan Türk devrimi istiklal savaşının içinde oldu. Yani devrim, bir ülkede emperyalizme karşı mücadelenin, başka bir deyişle vatan savunmasının ürünü olacaktır.’’ Doğu Perinçek (Aydınlık dergisinden) ??? ‘‘İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı gerçekte o yapmamıştır. Büyükşehir Alarko’dan yönetilmiştir. Yahudi lobileri ve masonik yapılanma Nurettin Sözen’i devirmiş ve RTE’ye büyükşehir başkanlığını ikram etmiştir. RTE ile bir Siyonist konsey uşağı figüran rolündedir. RTE’nin en önemli misyonu TC devletinin mührünü başkalarının eline vermesidir. RTE’ye hiçbir zaman başbakanlık yaptırılmamıştır. Çünkü bunu yapamayacak kadar yetersiz olduğu aynel yakin görülmüştür.’’ M. Sami Aydoğan (Milli Çözüm dergisi) ??? Son günlerde kimi dergilerden, yayınlardan, kitaplardan ilginç bularak not ettiğim parçalar... Omurca, Şinasi Dikmen, Serdar Somuncuk, Burak Topal ve Kaya Yanar gibi kaberetistleri; Birol Ünel ve Renan Demirkan gibi ünlü tiyatro sanatçılarıyla sinema yönetmeni Fatih Akın’ı bileceklerdir. Resim sanatında da Mehmet Güler, Hanefi Yeter ve İsmail Çoban’ın adını sayabiliriz. Ruhr Havzası’nda ve Kuzey Ren Westfalya eyaletindeki ‘‘Arkadaş Tiyatrosu’’ 100’ün üzerindeki oyuncu kadrosu ile Almanya’da Türk tiyatrosunun yüz akı olarak serpilerek herkesin ilgisini çeken eserler sergilemektedir. Bu ve buna benzer sanatsal etkinlikler Almanya’daki Türklerin yaşadıkları topluma uyumu gerçekleştirdiklerini kanıtlamaktadır. Zaten üzerinde durulan en temel istek uyumdur. Uyum içinse, içinde yaşanan toplumun dilinin konuşulmasının önemi vurgulanmaktadır. Almanya’daki Türk gençlerinin, kendilerini ikinci planda hissetmemelerinin yolunun, başarılı bir öğrenim ve iyi bir eğitimden geçtiğini bilmeleri gerekir. Bunun için de mutlaka iyi Almanca bilinmelidir. Uyumsal zorlanmaları açan anahtarın, iyi bir dil bilgisi, iyi bir öğrenim, eğitim ve garantili bir iş olduğunu kabul etmek gerekir. Almanların bize vereceği, bizim onlara vereceğimiz o kadar çok şey var ki... Almanlar üstün yetenekli Türk bilim insanlarına araştırma bursu vermektedir. Örneğin Alexander von Humboldt Vakfı araştırma bursu gibi; acaba aynı şekilde Alman bilim insanlarına da Türkiye’nin bilim araştırma bursu vermesi düşünülemez mi? Bunu YÖK’ün düzenlemesi mümkün olmaz mı? Yabancı bilim insanları çalıştıkları ülkelerin en iyi temsilcileri ve savunucuları olmaktadır... kurgenc?yahoo.com Y OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ ABD’nin Kandil Büyükelçisi B u zamana kadar Türkiye’nin Güneydoğu’da yaşayan yurttaşlarıyla bir sorunu olmamış, fakat onları kendi çıkarları için maşa olarak kullanan devletlere ajanlık ve yataklık eden unsurlarla ve Yunanistan’ın resmen üçüncü ordumuz dediği PKK terörist örgütüyle problemleri olmuştur. ABD uzun zamandan beri PKK konusunda uyguladığı uyutma taktiklerinden sonra ilk defa geçen hafta ciddi(!) bir karar aldığını bildirdi. Karar hemen hemen Amerika’nın daha önce İrlanda Kurtuluş Ordusu (IRA) ile Birleşik Krallık (UK) arasındaki anlaşmazlığı çözmek için kullandığı formülün bir benzeri. Belki aradaki tek fark, ABD’nin IRA’yı bir terörist örgüt olarak nitelemediği halde, PKK’yi bir terörist örgüt olarak kabul etmiş olması. Bu sebepten de PKK’nin Irak’taki temsilcisi haklı olarak ABD bizi muhatap olarak kabul etti diyebiliyor ve önemli bir saptamayı dile getiriyor. Bilinen bir şey varsa o da Amerika’nın zikzaklarla dolu ve samimiyetten uzak Irak serüveninde, eski stratejilerinden hiçbir değişiklik yapmadan adım adım ilerlediğidir. Hakikatte, ABD’nin Ortadoğu politikalarında pek fazla bir değişiklik olmamış, fakat bazı duraklamalar olmuş ve ince ayarlar yapılmıştır. Şu anda, ABD’nin Ortadoğu stratejisinde iki stratejik ortağı (İngiltere ve İsrail) ve stra DR. SAİM KÖKSAL tejik ortak olmaya aday Kürtler vardır. ABD’nin bölgedeki Kürtlerin bir parçası olarak gördüğü PKK, Türkiye, Irak, Suriye ve İran sınırları içerisinde faaliyetlerini sürdürdüğü için ABD için önemlidir. Bu nedenle Irak’ın işgalinden önce terörist olarak gösterilmiş olması bir şey ifade etmemektedir. Kandil Dağı bu stratejinin doğuya (İran, Hazar petrol havzası ve Orta Asya’ya) açılan bir kapısı, ABD stratejilerini kuzeye (Ermenistan’a) ulaştıracak bir merdivenin başlangıç noktasıdır. Tüm üst düzey Amerikan yetkililerinin bu zamana kadar söyleyemediği gerçek budur. Kuzey Irak’taki bu stratejik embriyonun korunması da ABD için bu sebeplerden ötürü çok önemlidir. Yoksa, Tel Afer’i, Tikrit’i ve diğer yerleri tereddüt etmeden bombalayan ABD, buraları da nokta hareketleri ile bombalar ve sözde önem verdiği müttefiki(!) Türkiye’yi doğruyu söylemeyerek üzmezdi. Bugün ABD için esas olan Kürtleri üzmemektir. ABD’nin bu konuya ne kadar önem verdiği, PKK ile Türkiye arasında koordinatör olarak atanacak kişilerin listesine bakılarak görülebilir. Atamadan önce geçen isimler arasında eski Ankara Büyükelçisi Mark Grossman, eski Dışişleri Bakanı Colin Powell ve Savunma Bakanlığı’nda stratejik ilişkilerde görev almış olan General Joseph Ralston’un bulunduğu ifade edilmekteydi. Sonunda General Joseph Ralston Irak’taki savaş hali düşünülerek koordinatör olarak atandı. Ankara’nın bu koordinatöre karşı çıkmayacağı ve ABD’li yetkiliye eşit iyi İngilizce bilen bir kişiyi atayacağına dair haberler gelmekte ve Türkiye’nin bu statünün ‘‘PKK koordinatörü’’ değil ‘‘PKK ile mücadele koordinatörü’’ olarak değiştirilmesini isteyeceği ifade edilmektedir. Eğer durum böyle ise, bu, Türkiye’nin yapacağı en büyük hata olur. Türkiye bunu yapmakla PKK’yi taraf olarak kabul etmekle kalmaz, aynı zamanda ABD’nin bu zamana kadar yürüttüğü ve yürütmeye devam edeceği belli olan ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarına dinamit koyan politikalara da yardımcı olmayı, yani kendi mezarını kazmayı kabul ettiğini beyan etmek olur. Bu nedenle ‘‘Terörle mücadele koordinatörü’’ daha uygun bir isim olabilir. avuz Donat’ın Sabah gazetesindeki köşesinde yayımlanan gözlemlerine bakılırsa RTE yorgun... Başbakanın ‘‘ağzının ayarı’’ bu yüzden bozuluyormuş... ‘‘Fiziksel’’ yorgunluğun üstüne bir de ‘‘zihinsel’’ yorgunluk bindi mi ‘‘hata kaçınılmaz’’ oluyormuş... Donat’ın yaklaşımı doğrudur; ama, RTE ne kadar yorgun olursa olsun oğulları vurulmuş şehit annelerine dönüp: ‘‘ Askerlik yan gelip yatma yeri değildir’’ diyebilir mi? ? Üstelik iş bu kadarla da kalmadı... Recep Tayyip son şehit ailelerinden birisini telefonla aradı... Ötekini aramadı... Neden?.. Başbakanın bu yoldaki açıklaması da havsalaya sığacak türden değil... RTE dedi ki: ‘‘ Şehit annesi Neriman Okay sert tepki gösteriyor, komutanın yakasına sarıldı. Şimdi telefonda aynı durumla ben de karşılaşırsam, bunu mu dinleyeceğim ben...’’ RTE çam üstüne çam deviriyor... Ancak unutmayalım ki devrilen çamlar Recep Tayyip’in düşünce ve mantık ormanında yetişmiş ağaçlardır... ? RTE, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın mantığını benimseseydi, şehit annesi için şöyle konuşmazdı: ‘‘ Sert tepki gösteriyor; bunu mu dinleyeceğim ben...’’ Gazeteciler Erdoğan’ın sözlerini Genelkurmay Başkanı’na ilettikleri zaman Orgeneral Büyükanıt dedi ki: ‘‘ Evladını kaybediyor. Onların her türlü tepkisinin başımızın üstünde yeri var. Ateş düştüğü yeri yakar. Onun için ne söylenirse söylensin, şehit analarının ellerini öperim.’’ ? Başbakan Erdoğan’ın şehit anne ve babalarına iki çıkışını alt alta yazalım: ‘‘ Askerlik yan gelip yatma yeri değildir...’’ ‘‘ Bunu mu (şehit annesini mi) dinleyeceğim ben...’’ Al birini.. Vur ötekine.. Başbakan, Donat’ın dediği gibi yorgun mudur, sinirleri mi bozulmuştur, yaşadığı gerilimde dengesini mi yitirmiştir, askerlik ve şehitlik üzerine felsefesi mi çarpıktır; şehit annelerine neden tepki duyuyor?.. Kendisine düşeni yapamadığı için suçluluk duygusu mu taşıyor?.. Hem şehit analarından kaç... Hem şehit analarını azarla... Hem de Lübnan’a, yani dışarıya asker yolla!.. Ne olacak bu RTE’nin hali?.. Türkiye Hem Hedef Hem Maşa T ürk halkının en az yüzde sekseninin karşı çıkmasına rağmen AKP Meclis’te 340 oyla evet dedi. ABD ve İsrail’in yanında Hizbullah’a, İran’a ve Suriye’ye karşı oy verenler emperyalizmin yanında yer alarak Türkiye’nin ve bölgenin çıkarlarını çiğnediler. Şahsi çıkarlar ve emperyalizmin talepleri örtüştü. Ankara’dan ABD’ye gidip ‘‘bizi kullanın’’ diyen danışmanlara ABD’nin yanıtı çok net oldu: ‘‘Ortadoğu’da bizim maşamız olun.’’ 340 milletvekilinin oyları ‘‘kullanılmaya evet oylarıdır’’. Tarih bunu böyle yazacaktır. Yeni Ortadoğu projesinde Türkiye, ‘‘ABD, AB ve İsrail’in hedefleri arasındadır’’. Şahsi çıkarları yüzünden bu gerçeğe gözlerini kapatanlar Türkiye’ye ihanet etmişlerdir. ABD ve İsrail istemediği için Kuzey Irak’taki kukla devlete sessiz kalanlar, onların çıkarları için görev üstlendiler. Yadsınamayacak bazı gerçekleri sıralayıp durumu netleştirelim: 1) ABD, AB ve İsrail Ortadoğu’da sınırları değiştirip petrolü ve pazarı tamamen denetimleri altına almak istiyorlar. 2) Arap ülkeleri, İran ve Türkiye hedefteki ülkelerdir. Fiili gelişmeler ve izledikleri politikalar durumu netleştirdi. 3) ABD, AB ve İsrail’in Kürdistan projeleri Irak, Suriye, İran ve Türkiye’nin parçalanmasına yöneliktir. Bu bir tahmin olmaktan çıkmış fiilen gerçekleştirilmeye başlanmıştır. EROL MANİSALI 4) ABD ve AB önderliğinde Birleşmiş Milletler kullanılarak yürütülen ‘‘Lübnan’a asker’’ kararları, yeni Ortadoğu projesinin bir parçasıdır. 5) Lübnan üzerinden, ‘‘İran ve Suriye’nin bölgedeki etkilerinin ortadan kaldırılması hedefleniyor. Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve etkisinin yok edilmesi amacı güdülüyor. Bunlar BM kararlarına geçmiş. TSK de bu amaçla kullanılmak isteniyor. 6) TSK, Kuzey Irak’ta etkisiz hale getirilirken Afganistan ve Lübnan’da ‘‘Yeni Ortadoğu’yu kurmak isteyenlerin’’ emrine veriliyor. TSK’nin, ‘‘Sınır değişmelerine’’ angaje edilmesi söz konusu. Türkiye kendi ulusal çıkarları yerine ABD, AB ve İsrail’in çıkarlarına hizmet veriyor. HÜKÜMETIN TARİHİ ÇELİŞKİSİ Hükümetin tutumu, ‘‘hedeflerden biri olan Türkiye’ye karşı, TSK’nin bir maşa haline dönüştürülmesine yol açıyor’’. Lübnan’daki askeri güçte ‘‘denetim, kumanda ve çıkarılacak yeni kararlar’’ ABD, AB ve İsrail’in elinde olacak. Bu misyonda, ‘‘Hizbullah’ın hedef alındığı ABD, İsrail ve birçok AB ülkesi tarafından açıklandı ve belgelere geçti. Lübnan’da halkın yüzde doksanı Hizbullah’ı destekliyor. İran ve Suriye Hizbullah ile yakın ilişki içinde. Hizbullah’ın tasfiyesi ne sonuç doğurur? 1) İran ve Suriye’nin Ortadoğu’daki etkisi azalır. 2) Bu operasyonlar sırasında Türkiye, İran ve Suriye ile karşı karşıya gelir. ABD, İsrail ve AB’nin istedikleri şey bu; böylelikle Kürdistan projeleri hızla ilerler. Türkiye de kendi kazdığı kuyuya düşürülmüş olur. Cumhurbaşkanı Sezer bu tehlikeyi gördüğü için TSK’nin (ve Türkiye’nin) kullanılmasına karşı çıktı. ‘‘Bizi kullanın’’ diyen siyasilere ve danışmanlara karşı, ‘‘Türkiye’yi ve TSK’yi kullandırmayın’’ dedi. Olay bu kadar nettir; bir tarafta ‘‘bizi kullanın’’ diyen küçük bir azınlık; öte yanda karşı çıkan büyük çoğunluk var. Türkiye’nin stratejik ulusal çıkarlarının yürütülmesi için azınlığın Türkiye’yi yönetmesine son vermek zorundayız.Gerçek demokrasi bunu gerektirir. CUMHURİYET 02 CMYK