23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EYLÜL CUMA dizi ELEKDAĞ LÜBNAN’DA SÜRDÜRÜLEN SAVAŞIN ORTADOĞU’NUN YENİDEN ŞEKILLENDİRİLMESİNİ ÖNGÖREN SÜRECİN BİR AŞAMASI OLDUĞUNU BELİRTTİ BOP: CİHANGİR DUMANLI: yüzyıla hâkim olma projesi Sayın Elekdağ, ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın İsrail’i ziyaretinde vurguladığı ‘‘Yeni Ortadoğu’’ neyi ifade ediyor? ELEKDAĞ Rice, bu ifadeyle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak tanımlanan projesine atıfta bulunuyor. Bilindiği üzere, Washington bu projeyi gerçekleştirmek suretiyle ABD, küresel üstünlük tekelini 21. asırda sürdürmeyi hedefliyor. Halen, ABD’nin desteğiyle İsrail tarafından Lübnan’da sürdürülen savaş, Ortadoğu bölgesinin siyasi ve ideolojik haritasının yeniden şekillendirilmesini öngören BOP sürecinin bir aşamasıdır. Bu bağlamda, ABD’nin eski Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinsky’nin bu sürece ilişkin olarak yaptığı şu uyarıya dikkati çekmek isterim: ‘‘Bu uygulamalar Amerikan yönetimindeki yenimuhafazakârların (neocon) ve onların İsrail’deki yandaşlarının reçeteleridir... Buna devam edilmesi, hem Amerika, hem de İsrail için ölümcül sonuçlar yaratacak ve tüm Ortadoğu halkının Amerika’ya karşı cephe almasına yol açacaktır. Bunun sonucu olarak, Amerika’nın Ortadoğu’dan atılması kaçınılmazdır. Bu da İsrail için sonun başlangıcı demektir.’’ (Global Viewpoint, Zbigniew Brzezinsky, Neocon Policies Ultimately Fatal for US, Israel, 31/07/2006) Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) sizin gözünüzde nasıl bir yapılanmayı içeriyor? ELEKDAĞ BOP’un, Bush yönetiminin global hâkimiyet stratejisi uyarınca gerçekleştirmek istediği dünya düzeninin kilit bir unsuru olduğunun altını bir kere daha çizeyim. Soğuk Savaş sonrası dönemde stratejik hâkimiyet oyununu hukuk ve diplomasi kurallarını gözeterek oynayan Washington, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra şu üç hedef üzerinde odaklanan bir stratejik bakış benimsedi: 1 ABD global stratejisinin temel hedefi, 21. asırda dünyadaki tek süper devlet konumunu korumak ve kendisiyle rekabet edebilecek güçte herhangi bir devletin veya bir ittifakın ortaya çıkmasını önlemek olmalıdır. 2 ABD, bu amaçla dünya güç dengesindeki tekelci konumunu kullanarak ABD merkezli bir dünya düzeni kurmalı ve kendi güvenliğini koruyacak ve çıkarlarına yarayacak bir küresel jeostratejik ve jeopolitik yapılanmayı gerçekleştirmelidir. 3 Bu yapılanma kısa sürede gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde, gelecek 10 veya 20 yıl içinde Çin, Rusya, Hindistan ve AB ilerleyerek ABD’nin oluşturacağı tekelci yapıya karşı koyabilecek bir konum kazanabilir ve bu durumda ABD’nin tek yanlı üstünlüğüne karşı koyabilirler. Bush yönetimi, bu dünya vizyonunu, 2002 yılı sonunda yayımladığı Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi ile açıkladı. Belge, askeri ve siyasi olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Stratejinin askeri bölümünde ABD, stratejik hâkimiyet oyununu, hiçbir hukuk ve diplomasi kuralını tanımayan ve tamamen kuvvete dayanan yeni bir stratejik yaklaşımla oynayacağını açıklıyor. Yeni strateji, ‘‘önceden vurma’’ (preemption) kavramına dayanıyor. Bu askeri doktrinin temel yaklaşımını, tehdit tam anlamıyla oluşmadan ve gerçekleşme aşamasına gelmeden ABD’nin onu kaynağında imha etmesi ilkesi oluşturuyor. Türkiye bu gelişmelerden nasıl etkilenecek? ELEKDAĞ ABD’nin Irak’ı bir arada tutamayacağı kesinleşip ülke etnik ve mezhepsel bazda çözülmeye başlayınca, Washington’ın, bağımsızlığını ilan edecek Kürt devletine destek vermesi ve İsrail gibi onu himayesine alması beklenmelidir. Bu durumda ABD, Irak’taki üs ve askerlerinin bir bölümünü kuzeye taşıyacak ve bağımsız Kürt C 11 ‘ABD’nin rakibi ABD karşıtlığı Sayın Dumanlı, siz ABD’nin gücünü, Türkiye’nin direnç noktalarını nasıl görüyorsunuz? DUMANLI ABD, tek kutuplu dünyanın büyük hâkimi. Böyle büyük bir gücün unsunları nelerdir? Askeri, ekonomik ve siyasi güç... Askeri bakımdan ABD’nin tartışmasız üstünlüğü var. Savunma harcaması kendisinden sonraki 32 ülkenin toplam harcamasından daha fazla. Sadece askeri alandaki ArGe projelerine 60 milyar dolar harcıyor. Bizim yıllık toplam harcamamız 10 milyar dolar. Ekonomi penceresinden baktığımızda askeri alandaki kadar hâkim olmadığını görüyoruz. Japonya, Çin, Rusya yükseliyor. Siyasal alanda ise her şeyi tek başına yapamıyor. Bugün Lübnan’a, Hizbullah’ı yok etmek için çözüm tartışıldığında ABD ben tek başıma girmem diyor. En büyük askeri güçsün, gir, hallet. Olmuyor. Yani gücün de bir sınırı var. Şimdi bu tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu dünya düzenine geçerken iki faktör var: Bir rakip güçlerin çıkması, iki Amerika’nın gücünün azalması. İki faktör de bence aynı anda işliyor. Amerikan gücünün azalmakta olduğunu mu söylüyorsunuz? DUMANLI Şöyle açacağım: Rakip güçlerin çıkması benden önceki konuşmacıların söylediği gibi çok kısa vadede mümkün değil. Yani Amerika’nın seviyesinde bir güç olmaları belki birleştikleri zaman mümkün. Esas tek kutupluluğu bitirecek olan Amerika’nın kendi hatalarıdır. Ve burada bence Amerika’nın karşısına çıkacak. Tek süper güç dünyada artan Amerikan düşmanlığıdır. Irak’ta günde yüz kişi ölüyor. ABD orada 132 bin askerle bulunuyor. Dünyada 860 üsse sahip, 272 bin askerini dünyanın değişik bölgelerine dağıtmış durumda. ABD’nin gönderdiği askerker, ABD düşmanlığını güçlendiriyor... DUMANLI Aynen öyle... O askerlerle Amerikan düşmanlığını yayıyorlar. Soğuk Savaş’ta en büyük müttefikimiz Amerika idi. En son yapılan halkoylamasında Türk halkının yüzde 86’sı Amerikan karşıtı. AMERİKAN KARŞITLIĞININ LİDERİ YOK Amerika’nın dayatmacı küreselleşmesine karşı umudumuz Amerika mı? DUMANLI Amerika şimdi bu küresel hâkimiyetini sürdürmek için küreselleşme denen bir ideolojiyle veya bir yaklaşımla yaklaşıyor. Fakat bu yukarıdan küreselleşmenin yanında bir de aşağıdan küreselleşme var. Rejimi ne olursa olsun, dünya insanlarının çoğunluğu Amerika’nın hedeflerini anladı ve ciddi bir karşıtlık besliyor. Rejimi Amerikan yanlısı olan ülkelerde de bu böyle. Bütün sorun bu karşıtlığı kim yönlendirecek? Acaba İran mı radikal İslamı yönlendirecek yoksa daha akılcı, laik, dinine inanan, demokratik, insanlık değerlerini savunan merkezler mi yönlendirecek? Bu önemli. Yanıtını da verir misiniz, kim yönlendirecek? DUMANLI Bence Türkiye’nin rolü de burada ortaya çıkıyor. Yani Türkiye burada değişmekte olan, işte yeni kutupların ortaya çıktığı, Amerikan gücünün azalmakta olduğu bir ortamda bütün politikaların tek yanlı olarak Amerika’ya bağımlı hale getirirse, işte stratejik vizyon belgesinde olduğu gibi, küresel dünyadaki yerini alamaz, gereken esnekliği gösteremez, potansiyel gücüne uygun bir politika güdemez. O halde bence daha çok taraflı politika yürütmemiz lazım. Tabii bunun da sayın konuşmacıların da söylediği gibi Bunun temeli bağımsızlıktan geçer. KÜLEBİ Ben de bu çok taraflı politikayı çok önemsiyorum. Batı ile ilgili politikalarımızı gerçekçi zemine oturtmamız lazım. Türkiye’nin komşuları var, Rusya var, Asya ülkeleri var; bunların hiçbiri göz ardı edilmemeli. ELEKDAĞ: BOP’un, Bush yönetiminin global hâkimiyet stratejisi uyarınca gerçekleştirmek istediği dünya düzeninin kilit bir unsuru olduğunun altını bir kere daha çizeyim. Soğuk Savaş sonrası dönemde stratejik hâkimiyet oyununu hukuk ve diplomasi kurallarını gözeterek oynayan Washington, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra şu üç hedef üzerinde odaklanan bir stratejik bakış benimsedi. ğı, kargayı Türk halkına bülbül diye yutturmaktan başka bir şey değil de nedir? Vizyon belgesinin bir anlamı olabilmesi ve ciddiyet taşıyabilmesi için ABD’nin PKK’nin tasfiyesi konusunda derhal, aktif ve sonuç alıcı önlemlere yönelmesi zorunludur. YENİ SÖMÜRGECİLİK SİSTEMİ Vizyon belgesinde Türkiye’nin BOP’un uygulanmasında ABD ile birlikte hareket edeceği vurgulanıyor. Oysa, ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayımlanan haritalar, Türkiye’nin sınırlarının küçültülmesini öngörüyor. Bu durumda biz kendimize zarar verecek bir politikanın yardımcısı mı oluyoruz? ELEKDAĞ Belge, BOP’un uygulanmasında Türkiye’nin ABD’nin dümen suyundan gideceğini tescil ediyor. Fakat burada akla durgunluk veren bir durum var. Bu da, Sayın Gül’ün, muhatabı Condoleezza Rice’tan PKK teröristlerinin acilen tasfiye edileceği hususunda kesin bir taahhüt almadan ortak strateji belgesi üzerindeki mutabakatını nasıl verebildiğidir... Cumhuriyet döneminde dışişlerinin yürütülmesinde bu denli öngörüsüz ve ciddiyetten yoksun bir uygulamaya hiçbir zaman tanık olunmamıştır. ABD, kol kanat gerdiği ve bir koz olarak el altında tuttuğu PKK’yi tamamen tasfiye etmemek için bin dereden su getiriyor. Bu durumda hükümetin, belgenin kıymeti harbiyesinin kalmadığını açıklaması isabetli olur. ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde yayımlanan makalede savunulan esas fikir, Türkiye’den Hindistan’a kadar uzanan İslam ülkelerini içeren jeopolitik kuşakta halen mevcut sınırların etnik ve mezhep çizgilerine göre yeniden çizilmesi halinde, bu bölgede istikrar ve demokrasinin daha kolay sağlanabileceğidir. Her ne kadar, bu makaledeki görüşleri Bush yönetiminin resmi görüşleri olarak nitelemek doğru olmazsa da ‘‘Pentagon kulislerinde’’ Ortadoğu’nun Amerika’nın çıkarları açısından nasıl şekilleneceğine dair yapılan zihin egzersizlerinde konuya bu şekilde yaklaşıldığını söylemek yanlış olmaz. Esasen, Arap/İslam dünyasının daha başından yeni sömürgecilik yöntemi olarak baktığı BOP’un uygulanması, ABD’nin Irak’taki başarısızlığı ve insan hakları alanındaki feci performansı nedeniyle artan sorunlarla karşılaşmıştı. Washington, bu direnci kırmak için, ‘‘ılımlı İslam’’la yönetilen ve bölgenin en büyük ve en modern devleti olan Türkiye’yi yanına aldı ve projede ona kendi güdümünde bir rol verdi. Ne var ki, son Lübnan harekâtında İsrail vahşetine yeşil ışık yakması, Arap ve İslam halklarında Amerika’ya karşı öfke, kin ve nefret hislerini derinleştirdi. Bu siyasi iklimde, BOP’un İslam âlemi gözünde HıristiyanSiyonist görüntüsü daha da güçlendi. Bu durumda, Türkiye’nin kendini BOP’la özdeşleştirmeye devam etmesi, Arapİslam âlemine yönelik politikasının inandırıcılığını yitirmesine yol açmaktadır. ? RUSYA ? ÇİN ? JAPONYA devleti, ABD’nin yeni Ortadoğu politikasının dayanak noktası olacaktır. Esasında, bu gelişmenin tüm şartları hazırdır. Birincisi, Türkiye, İran, Suriye tarafından çevrelenmiş olan Kürt devleti varlığını sürdürebilmek için Amerika’ya muhtaçtır ve onun her istediğini yapmaya hazırdır. Nitekim, Irak Cumhurbaşkanı Talabani, ‘‘Amerika bizim güvenlik çatımızdır, onsuz yapamayız’’ demiştir. İkincisi, AB ve İsrail böyle bir oluşumu desteklemektedir. Üçüncüsü, Kürt devleti petrol üzerine oturmuştur ve Amerika için tüm Ortadoğu petrol bölgesini denetim altına alabileceği bir konuma sahiptir. ABD, şekillenen bu tablo çerçevesinde Türkiye için de bir rol biçmiştir. Buna göre Türkiye, yeni Kürt devletini tanıyacak, onun Kerkük bölgesini ilhak etmesine ses çıkarmayacak, yeni devletle ortaklık düzeyinde bir işbirliğine girecek ve ona sahip çıkacaktır. Yani Türkiye, Kürt devletinin sınırlarının bir tür garantörü olacaktır. Amerika, Türkiye’ye bu politikasını dayatmak için PKK’yi bir baskı unsuru olarak ayakta tutuyor. Türkiye’ye bu düzeni kabul ettirinceye kadar PKK kozunu elinden çıkarmak istemiyor. ABD’nin PKK’ye karşı tutumu ne şekilde tecelli ederse etsin, Washington’ın politikaları sonucu Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmuş ve böylece Türkiye’nin is tikrar ve toprak bütünlüğüne yönelik ağır bir tehdit unsuru yaratılmış olacaktır. Zira, Kuzey Irak’ta, ABD destekli bağımsız bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye’de Kürt milliyetçiliğini körükleyecek ve ayrılıkçı Kürt hareketine güç kazandırarak Barzani’nin tasavvur ettiği şekilde Türkiye’deki Kürtlerle birleşerek denize çıkışı olan büyük Kürdistan’ı kurma projesini gündeme getirecektir. VİZYON BELGESİ ALDATMACA Gül’ün ABD ziyareti sırasında imzalanan Stratejik Ortak Vizyon Belgesi neyi ifade ediyor? ELEKDAĞ İki ülke arasında stratejik ortaklık bağının mevcut olması için, ilişkilerinin, sarsılmaz bir güven ve dostluğa, ileri bir güvenlik işbirliğine ve karşılıklı çıkarlara duyarlılık ve saygıya dayanması gerekir. Oysa, Amerika, Türkiye ile ilişkilerinde bir süredir güvenilir bir müttefik gibi davranmıyor. Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını hiçe sayan ve ulusal bütünlüğünü tehdit altında bırakan bir politika izliyor. Bu durumda, Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortaklık belgesinin aldatmacadan başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyor. AKP iktidarının bu konuda yaptı Lübnan uydu devlete dönüşebilir Elekdağ, ‘Parçalanacak yapının ardından ABD ve İsrail himayesinde Hıristiyan bir devlet kurulacak. Fransa’nın da son zamanlarda istediği politikadan bunu arzu ettiği anlaşılıyor’ dedi. İsrail’in Lübnan’a saldırısında neleri hedeflediğini düşünüyorsunuz? ELEKDAĞ Lübnan’da cereyan eden savaşın gerçek aktörleri ABD ile İran’dır. Önce İran, Hizbullah’ı kullanarak olayları başlattı ve ABD’ye şu mesajı verdi: ‘‘Benimle uğraşırsan, bölgede halen karşılaştığın ağır sorunların çok daha fazlasıyla karşılaşırsın.’’ Buna karşılık, İsrail, iki asker kaçırılması olayını Hizbullah’ın Lübnan’daki askeri yapılanmasını ve tahkimatını tahrip etmek için bir fırsat olarak gördü. Bush yönetimine gelince, İsrail’e savaşı yoğun biçimde sürdürmek için yeşil ışık yakarak İran’a, ‘‘Aklını başına devşir, sırada sen varsın’’ mesajını verdi. Buna ilaveten, ABD, İran’ın nükleer ihtiraslarına karşı bir hava harekâtına başvurması halinde, Tahran’ın kendisine karşı yapacağı bir misilleme bağlamında kullanabileceği Hizbullah’ın yeteneklerini etkisiz hale getirmeyi de öngördü. İsrail’in Lübnan’a saldırısı Suriye’yi nasıl etkiler? ELEKDAĞ Hizbullah’ın İsrail’e karşı kullandığı her türlü silah ve cephanenin esas kaynağı İran’dır. Bunlar, Suriye yolu ile Hizbullah’a intikal ettiriliyor. İsrail, Hizbullah’a karşı başarı sağlayamaz ve savaş uzarsa, Hizbullah’ın Suriye üzerinden geçen lojistik tedarik yolunu kesmeyi ve bunu sağlamak için Suriye’deki bazı askeri hedefleri havadan vurmayı öngörebilir. Böyle bir hareket, İran’ın Suriye’ye destek vermesine yol açarak çatışmayı bölgesel bir savaşa dönüştürme riskini taşır. Bu kadar uzun sürecek çatışma ortamında bütünlüğünü koruyamayacak olan Lübnan parçalanacak ve kurulacak mini devletlerden biri ABD’nin ve İsrail’in himayesinde Hıristiyan bir devlet olacaktır. Fransa’nın da son zamanlarda izlediği politikadan böyle bir gelişmeyi arzu ettiği ve bunu desteklediği anlaşılıyor. Arap dünyası nerede, ne yapıyor? ELEKDAĞ Perişan durumdaki Arap dünyası şu nedenlerle ortak bir tutum sergileyemiyor. Birincisi, Hizbullah eyleminin arkasında İran’ın olması ve İran’ın Irak’taki Şiiler üzerinde olduğu gibi Ortadoğu’daki Şiiler üzerinde de etkinliğinin artması. Ülkelerinde Şii azınlık bulunan Sünni Arap devletleri bu gelişmeyi ciddi bir tehdit olarak algılıyor. İkincisi, Radikal İslami örgütler olan Hizbullah ve seçimle işbaşına gelen Hamas’ın yükselişini, Arap ülkeleri rejimlerine bir tehdit olarak değerlendiriyor. 20. yüzyıl ile 21. yüzyılı karşılaştırdığınızda TürkABD ilişkilerini nasıl bir çizgiye oturtuyorsunuz? ELEKDAĞ ABD ile ülkemiz arasında yakın ittifak ve dostluk ilişkileri sürdürülmesi son 60 yıldır her sağduyulu Türk siyasetçisi tarafından desteklenmiş ve Türk dış politikasının temel bir önceliğini oluşturmuştur. 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra oluşan dünya ortamındaki TürkABD ilişkilerini şekillendiren ‘‘dinamikler’’ ve etkenler çok değişiktir. 11 Eylül saldırıları Washington’ın dünya bakışında yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bunun sonucu olarak ABD global stratejisi radikal bir değişikliğe uğradı ve ‘‘emperyal’’ diyebileceğim bir nitelik kazandı. Bu yeni dönemde, ABD ile ilişkileri yürütmek, deneyimsiz ve özgüven sahibi olmayan kişilerin harcı değil. Büyük diplomatik maharet ve beceriye ihtiyaç gösteriyor. Bugünün koşullarında Türkiye’nin çıkarları, dünya güç tekelini elinde tutan, gayet pervasız, risk almaktan kaçınmayan, müttefiklerinin görüş ve çıkarlarını göz ardı eden, sadece ben merkezli düşünen ve geniş İslam jeopolitik kuşağını siyasi ve sosyal bakımdan yeniden yapılandırma gibi muazzam bir girişime hesapsızkitapsız angaje olan Washington ile ilişkilerini aksatmadan, optimal düzeyde sürdürmesini gerektirmektedir. En isabetli yaklaşım bu dönemde, Ankara’nın Washington’la ilişkilerini, olabildiğince yapıcı, fakat her koşulda beraber hareket edilmesi şart olmayan, ABD’nin BOP gibi tüm dünyayı karşısına alan ve askeri güce dayalı politikalarına angaje olmadan, işbirliğini sadece çıkarların ve politikaların örtüştüğü alanlarla sınırlı tutan bir çerçevede yürütmesidir. Bu gerçekler, Türk dış politikasını ‘‘disiplin altına’’ almayı, buna karşılık ABD’nin istediğini yapmaya devam etmesine kapıyı açık tutan bir zihniyetle hazırlanmış bulunan sözde ‘‘Stratejik Ortaklık ve Vizyon Belgesi’’nin ilişkilere yarardan çok zarar getireceğini ortaya koyuyor. Şükrü Elekdağ. B İ T T İ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle