Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 GÜNCEL C haberlerin devamı EYLÜL CUMA Osmanlı’ya özendiler Aynı şey İsrail için de geçerli. Belki bu sakin durum biraz daha sürer. Ama 1701 No’lu karar hiçbir sorunu halletmedi. Tam tersine, bu karar yeni sorunlar yarattı. Ne gibi sorunlar çıkmasını bekliyorsunuz? NURETTİN Birkaç ay sonra yeni sorunlar ortaya çıkacak. İlk sorun da bu kararın metninin yorumlanması konusunda olacak. 1701 No’lu karar Güney Lübnan’da silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulmasını istiyor. ABD ve İsrail tarafı diyecek ki, ‘‘Bu karar Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngörüyor’’. Ama kararda Hizbullah’ın adı zikredilmemektedir. O zaman da sorun çıkacak. Bütün bunlar Litani Nehri’nin güneyi için geçerli. Ama kuzeyi için herhangi bir şey yok. O zaman kuzeyde Hizbullah silahlarını koruyabilir. ‘Yeni sorunlar çıkacak’ Sizce son tahlilde ABD ve İsrail’in nihai hedefi nedir? Bu hedefe kolayca ulaşabilecekler mi? NURETTİN ABD ve İsrail’in ana hedefi, Hizbullah’ın askeri gücünün tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu nedenle mutlaka yeni sorunlar ortaya çıkacaktır. Öyle görünüyor ki bu geçici bir karar. ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde, içinde Hizbullah’ın adının da geçeceği bir ‘silahsızlandırma kararı’’ çıkarılmasına teşebbüs edecek. Ortamın bu sakinliği ne kadar daha sürer bu koşullar içinde. Yakın zamanda sürtüşme ve çatışma riski var mı? NURETTİN Ateşkesten sonra burada ve İsrail’de tartışmalar oldu. Her iki taraf da kendi hesaplarını yeniden gözden geçiriyor. Ancak bu o kadar uzun olmayacak. 78 aydan önce bir çatışma ortamı beklemiyorum. Ancak daha sonra olabilir. Türkiye’nin asker gönderme kararı alması sizin için ne anlama geliyor? NURETTİN Eğer Türkiye’nin yakın tarihine bakarsak, Türkiye’nin kendi tarihi geçmişine dönmek düşüncesi sadece İslama yakın olan tabanla ve muhafazakâr hükümetler ile geliyor. Eski Osmanlı dönemine dönme düşüncesi İslami partiler ile geliyor. Yani yeni Osmanlı düşüncesi Turgut Özal ile geldi. İslami birlik düşüncesi de Necmettin Erbakan ile geldi. Şimdi ise Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesi ‘‘Osmanlı özentisi’’... Kısmen böyle görünüyor. AKP’nin asker gönderme kararı, sadece ‘‘Osmanlı özentisi’’ olmak ile açıklanabilir mi peki? NURETTİN Hayır tabii ki. AKP’nin Lübnan’a asker gönderilmesi konusundaki ısrarlı tutumu beni şaşırttı. Israr o kadar büyük oldu ki şaşırdım kaldım. Çünkü bu kadar ısrarcı olmalarının sebebi, ya Lübnan’ı iyi bir şekilde bilmemelerinden kaynaklanıyor ya da biliyorlar. Aynı zamanda buna rağmen başka hedefler için bu adımı attılar. ‘ABD ile ilişkileri iyi yürütebilmek için’ O hedefler ne olabilir? NURETTİN Bunun nedenlerini iki gruba ayırabilirim. Ama aynı zamanda da ayırmam mümkün değil. İlk olarak AKP, AB siyaseti ile uyumlu olmak istiyor. Özellikle de Kıbrıs meselesinde koşulların daha hafif olması için. İkincisi de ABD yönetimi ile Irak tezkeresi sonrasında olduğu gibi, Washington yönetimi ile çelişkili olmamak, ABD ile yeni çatışmaya girmemek için. Yani AKP ile ABD arasındaki ilişkileri daha iyi yürütebilmek için. Özetle, AKP Ortadoğu’da ABD’nin dümen suyunda mı gidiyor? NURETTİN AKP için Lübnan krizi, ABD ile ilişkilerini düzeltmek için iyi bir fırsat oldu. Yani AKP için Lübnan krizi ABD ile ilişkileri iyileştirmek ve düzeltmek için bir araç oldu. Başka nedenler de var mı? NURETTİN AKP, diğer taraftan da daha önce söylediklerime bağlı olarak Türkiye’deki iç politikadaki çıkarı için Lübnan’a asker gönderiyor. AKP, hem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hem de genel seçimlerde ABD’nin desteğini almak için Lübnan’a asker gönderme kararı verdi. Büyük bir ihtimalle Meclis’e yeniden çoğunluk olarak girecekler. AKP’nin kaderi... AKP’nin stratejik hedefleri var ve bunun için beş yıl yetmedi. Özellikle AB süreci için 2. döneme ihtiyaçları var. AKP’nin kaderi AB ile irtibatlanmış. Seçimlerde çoğunluk olarak kazanmak için bu koşulları hazırlıyor. Hem AB ile hem ABD ile iyi ilişkiler içinde olmak istiyor. Peki, Lübnan’a asker gönderme kararı, Türkiye için doğru politika mı? Lübnan’dan nasıl görünüyor? NURETTİN Eğer AKP iktidarda olmasaydı, Türkiye böyle bir adım atmazdı. 2. Dünya Savaşı’ndan beri Türkiye’nin Ortadoğu politikası İsrail eksenine oturtuldu. Türkiye’nin politikası tek taraflıydı. Türkiye, İsrail ile ekonomik, askeri ittifaklar yaptı. Yani eski Türk dış politikası İsrail ekseninden Ortadoğu’ya giriyordu. Şimdi ilk defa bir Arap penceresinden Ortadoğu’ya girmiş oldu. Bunun da adı Lübnan. 1 Mart tezkeresi geçseydi, Türkiye ilk defa Irak penceresinden Ortadoğu’ya girecekti. O pencere şimdi Lübnan penceresi oldu. AKP’nin İslami boyutu olmasaydı bugünkü adım olmayacaktı. Bu durum, Lübnan’da görev yapacak Türk askerine risk getirir mi? NURETTİN Lübnan bu veya şu şekilde Suriye ve İran’ın arka bahçesidir. UNIFIL’in de hareket alanı Şii bölgesidir. Lübnan’ın dini, sosyal ve siyasi bünyesi çok karmaşıktır. Lübnan’ın büyük bir kesimi, özellikle Hıristiyanlar ve Şiiler tarihi nedenlerden dolayı Türkiye’ye kuşkulu bakıyor. Türkiye, bu faktörleri kendi hesaplarına aktarmazsa büyük bir riski olan veya tehlikesi olan alana girer. Türkiye’nin hesapları yüksek şekilde dikkatli, duyarlı ve titiz olmalı. Yoksa Türkiye olumsuz durumla karşı karşıya olacak. ‘Provokasyonlar ülkesi’ Peki, durumun kritikliği ortada olduğuna göre, Türk askerine yönelik ciddi bir provokasyon beklentiniz var mı? NURETTİN İlk dönemde provokasyon beklemiyorum. Şimdi herkes yoruldu. Hem İsrail, hem Hizbullah, hem Lübnanlılar. Ancak Lübnan ‘‘savaşların ülkesi’’ olduğu kadar bir ‘‘provokasyonların ülkesidir’’. Lübnan’ın iç bünyesi çok kırılgan. Lübnan topraklarında her yabancı ülkenin istihbarat servisleri rahatça çalışıyor. Herkes rahatça girebilir. Bunun için de Lübnan’da sürpriz olaylar ortaya çıkabilir. Bu kehanet değil. Bunu yakın tarihimizden gördüğümüz derslerden çıkarıyoruz. Provokasyon her an olabilir. Provokasyon dışında, herhangi bir gruptan saldırı olabilir mi? NURETTİN Türk askerine yönelik saldırı olmayacak. ‘‘Temenni ediyorum!’’ Türk askeri birliği deniz birliği olursa riski daha az. Risk daha çok karada. Lübnanlılar ile UNIFIL’in Türk olmayan unsurları arasında bir çatışma olsa bile bu UNIFIL’in tüm askerlerine, Türk askerlerine de yansır. Sorunun çözümü nerede? Hizbullah silahsızlanırsa bütün bu sorunlar hemen çözülüverir mi? NURETTİN Araplar ile İsrail arasında nihai bir barış olmadığı sürece Lübnan’ın durumu hiçbir zaman sakin olmayacak. Lübnan meselesi bir iç mesele değil sadece. En çok bölgesel ve uluslararası bir mesele. O zaman nihai, kapsamlı, adil bir barış yoksa Lübnan’da barış olmayacak. İsrail her an Lübnan’a tehdit oluşturuyor. İsrail her an Lübnan’a saldırabilir. O zaman herkes biliyor ki, UNIFIL gücü Lübnan’ı korumayacak. Çünkü yeterli askeri olanakları bulunmuyor. Lübnan ordusu ile İsrail ordusu arasında bir mukayese yaparsak, İsrail ordusu bir saat içinde Lübnan ordusunu yok edebilir. ‘Lübnan’ı kim koruyacak?’ Lübnan ordusu bir saat içinde buharlaşır. O zaman Lübnan’ı kim koruyacak. Tabii ki Türkiye’nin deniz gücü değil. Sadece ve sadece Hizbullah koruyabilir. Daha önce 2000 yılında Güney Lübnan’ı kurtardı. Temmuz savaşı sırasında Güney Lübnan’ı savundu. İsrail ordusunun çok güçlü olmasına karşın, Hizbullah militanları savaş meydanında ayakta kaldı. Ortadoğu’da adil ve kapsamlı bir çözüm olmadığı sürece Hizbullah silahını bırakmaz. Hizbullah’ın yapısı o kadar güçlü mü? NURETTİN UNIFIL tutuklamak istese kimi tutuklayacak? Hizbullah o bölgenin kendi insanı. Öğretmen, öğrenci, köylü, çiftçi, şoför, berber, bakkal.. artık kim varsa o bölgede, hepsi Hizbullah. Herkes kendi işinde gücünde. Eğer tehdit olursa, alıyor silahını ve ülkesini savunmaya gidiyor. Daha sonra yeniden kendi işlerine dönüyorlar. Söyleyin bana bu durumda UNIFIL kimin silahını toplayacak? Bana göre Hizbullah’ı parçalayacak hiçbir güç yok. Bu aşamada Hizbullah’ı silahsızlandırmak demek, Güney Lübnan’da yaşayan insanları yok etmek, İsrail’in eline teslim etmek demek. Bu insanlar Güney Lübnan’ı terk edip nereye gitsinler. Orası onların memleketi, yurdu. Bu aşamada Hizbullah’ın silahsızlandırılması mümkün değil. GÜNDEM MUSTAFA BALBAY CÜNEYT ARCAYÜREK Dinime Dahleden Her açıdan kendinde güçlülük ve haklılık vehmediyor. Pek çok açıdan olduğu gibi bu açıdan da bakıldığında RTE inanılmaz bir karakter yapısı sergiliyor. Bu kanıya varmak için bir değil, yüz, yüz değil yüzlerce örnek gösterilebilir. Fakat Söğüt’te Ertuğrul Gazi Şenlikleri’nde belki de bugüne dek görmediği gidişe bakılırsa daha çok göreceği tepkilere karşı sureti haktan görünen tavrı; kimliği ve karakteri üzerindeki bu kanının giderek yoğunlaşmasına olanak tanıyor. Konuşmasında yine esip savurdu. Uzakdoğu’dan Balkanlar’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar Osmanlı’nın ‘‘özlemle arandığını’’ söyledi. Bu türden övünülere sık sık rastlanıyor. Fakat nedense bizdeki Osmanlı tarihçileri ve RTE gibi din devleti özlemi çekenler, Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Arap ülkelerinde, Avrupa’nın hemen bütün ülkelerinden halk indinde bugünkü Türkiye’ye neden bu denli olumsuz baktıklarını açıklayamıyorlar. ??? RTE, inanılmaz bir vurdumduymazlıkla göstericilere şöyle seslendi: ‘‘Burası siyasetin yapıldığı bir alan değil. Ama biz kavganın, gerginliğin tarafı olmayacağız.’’ Söyleyene bakın. İktidara geldiği ilk günler iktidarını halka yutturmak için bireylere yumuşak davrandı. Ne ki koltuğunu sağlamlaştırdıktan, herhangi bir müdahale ile karşılaşmayacağı güvencesini aldıktan sonra aşama aşama gerçek yüzünü gösterdi. Sertleşmeye, halka, bireylere hakaret etmeye, saygın kurullarla kavgaya başladı. Kavganın, gerginliğin yanında olmayacağını söyleyen adamın, dinime dahleden bari Müslüman olsa deyişini adeta anımsatarak, dört yılda geride bıraktığı tabloya bakın: Memurla, emekliyle, köylüyle, çiftçiyle, esnafla, medyayla, tüccarla, sendikalarla, şehit analarıyla, sivil toplum örgütleriyle, toplumu oluşturan kurumlar, kuruluşlar... Ne gelirse aklınıza hemen hepsi ile kavgalı. Üstelik her biriyle kavgaya çanak tutan kendisi. Üstüne üstlük toplumda gerginliği de yaratan kendisi. Fakat dört yıllık geçmişini yansıtan bu tablo RTE’yi asla bağlamaz. O, ola ki kendini Tanrı’nın bir mucizesi sanıyor. Tıpkı Londra’da uçak kazasından sağ kurtulan Menderes’i, çevresinin bir süre sonra Türkiye’yi bir kez daha yaratmak için Allah’ın gönderdiğine inandıkları gibi. ??? Dincidinsiz ayrımının bu iktidar sayesinde giderek yoğunlaşmasını, toplumda gerginlik yaratır aşamaya gelmesini acaba nasıl açıklayacak? Soru abes. Zira bu adam ve adamlar camideki olayın cinayet mi, linç mi olduğunun ortaya çıkarılması için parmaklarını bile oynatmadılar. Ne de laik rejimin temelini oyan tarikatları araştırmaya soyundular. Lübnan’a asker gönderilmesin diyen bir pankart açan gençlere yönelik linç girişimini neredeyse kutlayan İstanbul polis müdürü de cami cinayetinin gerçek yüzünü aydınlatmak için çaba harcamadı, örtbas etmeye çabaladı. Cami cinayeti, tarikatlar, şeyhler üzerindeki yayınlar karşısında suspus. Ama şu veya bu partiden insanlar; ‘‘Başbakanlık’ın yan gelip ‘satma’ yeri olmadığını’’ yüzüne haykırdıkları zaman fena bozuluyor. Velakin; alttan alta okşayıp büyümelerine, gelişmelerine destek verdiği tarikatlardan birinin önde gideni, Cüppeli Ahmet Hoca’nın Beykoz’da iki milyon dolara aldığı villanın suyunun nereden geldiğini soruşturmuyor. Tarikatların artık parasal çıkarlar sağlamak için mafyaya dönüştüğünün araştırıp incelenmesine girişilsin diye emir veremiyor. Çünkü, bu iktidar tarikatlarla bağlantılı. Tek umut; Müslüman halkın ülkeyi Müslümanlığı kullanarak siyaset yapan ve iktidarda kalmaya çalışan ve çalışacak olan RTE’den kurtarması! Eylül’ü Geçe: Savaş mı Terör mü? 11 Eylül 2001’de New York’a düzenlenen saldırının bir daha yinelenmemesini yürekten diliyoruz... ABD’nin dünyayı kana bulamaması için! 11 Eylül günü ikiz kulelere düzenlenen saldırı, tüm dünyanın ezberini bozdu. ABD, kendi içinde yaşadığı savaştan beri hiç dış saldırıya uğramamış, topraklarında hiç düşman izi görmemişti... ABD, küresel aktörlerin en güçlüsü, tek kutuplu dünyanın lideriydi. Kimse ABD’ye kendi topraklarında bir şey yapamazdı... 11 Eylül’le birlikte ABD’nin de saldırıya uğrayabileceğinin görülmesi, bir anlamda 21. yüzyılın şekillenmesini beraberinde getirdi. Bu saldırıyı kimler, niçin düzenledi? Hedef, neden dünya ekonomisinin sembolü haline gelen ikiz kulelerdi? ABD’nin efsanevi koruma kalkanları neden hiç işe yaramadı? Bu sorular hâlâ askıda duruyor. Böylesi saldırılarda, küller dağıldıktan sonra şu soru sorulur: Saldırı kime yaradı? ??? 5 yıl sonra sorunun yanıtı şöyle verilebilir: Bush’u vitrine koyan ‘‘Yeni Amerikan Yüzyılı’’ projecilerine! Bir başka deyimle neocon’lara, yani yeni muhafazakârlara... 11 Eylül’ün hemen arkasından ABD, Afganistan’ı işgal etmeye karar verdi. Terörle sonuna kadar savaşmak gerekiyordu. Tüm dünyaya şu ikilem sunuldu: Ya Bush’tan yanasınız ya teröristten, üçüncü bir seçenek yok! Bush yönetiminin bu dayatması hâlâ sürüyor. 11 Eylül ürünü olan Afganistan ve Irak işgallerine baktığımızda görünüm şu: İkisi birbirinden beter! Afganistan’daki sözcüler demeç veriyor, ‘‘burası Irak’tan beter’’ diye... Irak’tan haberler geliyor, ‘‘iş giderek kötüye gidiyor’’ diye... Bunlar işin görünen yanı... Öteki yüzü ise şöyle: ABD, Orta Asya’nın ve Ortadoğu’nun girişlerini eline geçirdi, bırakmıyor! Her gün onlarca insanın ölmesi, ABD açısından başarısızlık olarak algılanmayabilir. Bir an tersini düşünelim: ABD, Afganistan ve Irak’a girdi, kısa sürede yeni bir düzen kurdu. Demokrasi rayına oturdu. Halk kendisini temsil edecek bir yönetim seçti. İşler tıkır tıkır gidiyor. Bu durumda ABD’ye, ‘‘artık git, sana gereksinmemiz, kalmadı’’ demezler mi? Derler... Bu durumda ABD, girdiği yerde istikrar ister mi? İstemez! ??? Geçen 5 yıla bu pencereden bakınca önümüzdeki 5 yıllar nasıl geçecek? Görünen o ki, ilk 5 yılı kısa sürede tersine çevirmek kolay olmayacak. Başlıkta vurguladığımız gibi ABD dünyaya iki seçenek sunuyor: Terör kurbanı mı olmak istersin, savaş kurbanı mı? 40 Bush mu 40 Saddam mı? Neocon’lar mı El Kaide mi? Emperyalizm mi şeriat mı? Yeni mandacılık mı sömürge mi? Nükleer silah mı intihar bombası mı? Fakirlik mi ölüm mü? Girişteki dileğimizi tekrar tekrar yineliyoruz: ABD bir daha hiç mi hiç saldırıya uğramasın... Hiçbir Amerikan kenti terör belasıyla karşı karşıya kalmasın... ABD’nin dünyayı kana bulamaması için... Yeryüzünün Amerikan gölüne dönmemesi için... Başer’e son anda görev Edip Başer konuşmasında, ‘‘Çalışmalarda ülkemizi temsil etmek için görevlendirilmiş olmaktan çok mutluyum’’ derken gerek Başbakanlık’tan gerekse hükümetin herhangi bir kanadından Başer’in koordinatörlük görevine atandığına ilişkin bir açıklama gelmedi. Başbakanlık kaynakları, gün boyu gerekli açıklamaların yapılacağını belirtirken beklenen açıklama öğleden sonra bizzat Başbakan Erdoğan’dan geldi. Erdoğan, partisinin genel merkezinde katıldığı AKP il başkanları toplantısından ayrılırken gazetecilerin konuya ilişkin sorularını yanıtladı. Erdoğan, Başer’in atanmasına ilişkin genelgeyi imzalayıp imzalamadığı sorusuna, ‘‘İmzaladım, bugün imzaladım’’ yanıtını verdi. ‘‘Görev tanımı nasıl olacak’’ sorusu üzerine de Erdoğan, ‘‘Terörle Mücadele Yüksek Kurulu üyesi, aynı zamanda da terörle mücadelede koordinatör olarak emekli orgeneralimiz Edip Başer Bey görev yapacak’’ dedi. Erdoğan, ‘‘atamayla ilgili Cumhurbaşkanı’nın itirazları olduğu yönünde ifadeler bulunduğunun’’ belirtilmesi üzerine, ‘‘Hayır, hiç böyle bir şey yok. Biz burada sadece Dışişleri Bakanımız ve Başbakan Yardımcımız ile aynı zamanda Genelkurmay Başkanımız ile müşterek görüşmelerimizi yaptık. Ona göre de kararımızı verdik’’ diye konuştu. AP’den göstermelik yumuşama ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL Avrupa Parlamentosu (AP) Dışilişkiler Komisyonu’nda kabul edilen Türkiye Raporu’nun son halinde Ankara lehine bazı değişiklikler yer aldı. AP Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi Hollandalı Camiel Eurlings tarafından hazırlanan raporun son halinde Pontus ve Süryanilere yönelik ‘‘soykırım’’ ifadeleri kaldırılırken Ermeni ‘‘soykırımı’’ AB üyeliği için önkoşul olarak kaldı. Ermeni ‘‘soykırımına’’ yönelik paragrafta Ermenistan’la sınır anlaşmazlıklarının barışçıl çözümü ve bir ülkenin geçmişiyle yüzleşmesinin AB üyeliği için gerekli olduğu ileri sürülerek ‘‘Türkiye’nin benzer bir tutumu Pontus ve Süryani azınlıklar için de öngörmesi’’ istendi. Türban vurgusu Alevilerin yanı sıra Yezidilerin de dini haklarının tanınmasının istendiği raporda Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, ekümenik sıfatının kullanılmasının sağlanması gibi çağrılar yer aldı. Türk toplumunda türban konusuna yönelik tartışmaların yaşandığının öne sürüldüğü raporda, türbanlı öğrencilerin üniversiteye gitmesi konusunda bir uzlaşıya varılmasına yönelik ifadeler de bulunuyor. Raporun son halinde Talat Paşa Komitesi ‘‘ırkçı ve yabancı düşmanı’’ olarak nitelenerek bir an önce kapatılması istendi. Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmamasının eleştirildiği AP raporunda Türkiye’nin KKTC’den belli bir takvim içinde asker çekmesi talep edildi. İfade özgürlüğü konusunda ülkedeki ilerlemenin tatmin edici olmadığının belirtildiği raporda Türkiye’ye en kısa zamanda Ceza Yasası’nın 216, 277, 285, 288, 301, 305 ve 318. maddelerinin değiştirilmesi ya da kaldırılması çağrısı yapıldı. Şemdinli eleştirileri Raporda Güneydoğu’daki duruma ve Şemdinli olaylarına yönelik ağır eleştiriler de yer aldı. AP’nin Türkiye Raporu’nun 2528 Eylül tarihlerinde Strasburg’da yapılacak genel kurulda ele alınması bekleniyor. ayda Baştarafı 1. Sayfada şehit verildi larla açıkladı. Terör örgütünün 2002 yılındaki saldırıları sonucu 6 güvenlik görevlisinin şehit düştüğünü, kaydeden Güven, ‘‘Sadece temmuz ayında 25 güvenlik mensubu şehit olurken, 2002 yılındaki PKK saldırılarında 45 sivil yaşamını yitirirken ve yaralanırken, bu rakam 2003 yılında 144, 2005 yılında 274 ve bu yılın ilk 7 ayında 472’ye ulaştı’’ dedi. Terör örgütünün Türkiye’de hâlâ yaklaşık 2 bin, Kuzey Irak’ta da 3 bin3 bin 500 militanı bulunduğunu anlatan Güven, PKK’nin elebaşılarının Kuzey Irak’ta olduğunu ve örgütün teröristleri o bölgede silah altına aldığını, onların beynini yıkadığını ve ardından Türkiye’ye gönderdiğini kaydetti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dışişleri Bakanlığı Güvenlik İşleri Genel Müdürü Hayati Güven, terör örgütünün 2002 yılındaki saldırılarında 6 güvenlik görevlisinin şehit düştüğünü, bu rakamın 2003 yılında 21, 2004 yılında 73, 2005 yılında 97, 2006 yılının ilk 7 ayında ise 91 olduğunu açıkladı. Dışişleri Bakanlığı Güvenlik İşleri Genel Müdürü Hayati Güven, Türk Polis Araştırmaları Enstitüsü’nün Washington’da düzenlediği terörle mücadele konferansında bir konuşma yaptı. Türkiye’nin Kuzey Irak’taki terör kamplarının kapatılmasını, PKK’nin elebaşlarının tutuklanarak iade edilmesini ve örgüte sağlanan lojistik desteğin kesilmesi gerektiğini belirten Güven, PKK teröründeki artışı rakam