Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HAZİRAN CUMA dizi PARİS’TEN KÜLTÜREL BAĞLAR TAŞIDIĞIMIZ İRAN’A BAKIŞIMIZ ÖNYARGILARIN ÖTESİNDE DEĞİL Yakındaki uzak komşu İran B urada İran diye bir mücevherden söz edeceğim. Bizim Güneydoğu Anadolu’yu, Mardin, Midyat, Diyarbakır, Urfa, Antakya vd. gördüğümde ‘‘Buralar bir mücevher’’ demiştim. Aynı nitelemeyi İran ve onun gördüğüm kentleri Tebriz, Şiraz, İsfahan için kullanacağım. Bu üç tarihsel kentin dışında başkent Tahran’ı, kısa süreliğine de Gezvin ve Reşt’i gördük. 1625 Mart 2006 günlerinde Çiğdem Mahallesi Eğitim Çevre Dayanışma Derneği’nin eski genel sekreteri, şimdi Tahran’da Bank Keşaverzi’nin (Ziraat Bankası) bilgi işlem sistemlerinin geliştirilmesi için çalışan şirkette bulunan, Azeri Türkçesiyle dersek, ‘‘yahşi’’ ve sevgili dostumuz İsmet Yakşi’nin çağırması üzerine dernek başkanı Fatih Fethi Aksoy ve ben yola koyulduk. Yakşi’nin daha önce gördüğü Şiraz ve kısmen Tahran dışında her yeri birlikte dolaştık. Tahran’da onun şirketinin lojmanında kaldık. “Kaçak Çocuk Avı” C 9 UĞUR HÜKÜM P ürklerin İranlılarla ilk tanışması Orta Asya’dan Anadolu’ya geçerken oldu. İran yalnızca coğrafi olarak değil kültürel olarak da bize çok yakın bir ülke. Ancak, en eski sınır komşumuz İran ile halen birbirimize çok uzağız... T GİRİŞ VE BİRAZ TARİH İran yaylası bizim için çok önemli. Türk Oğuz boyları Orta Asya’dan önce İran’a geldiler. Alparslan’ın Bizans’ı 1071’de yenmesinden sonra kapıları açılan Anadolu’ya İran üzerinden aktılar. Bu arada bir kısmı İran’da kaldı. Bugün İran nüfusunun beşte biri, çoğu Azeri azı Türkmen (Horasan vilayetinde) ve biraz da Kaşkaylar (Şiraz ilinde) olmak üzere Türk kökenlilerden oluşuyor. Kürtler yüzde 10’a yakın. Kürtler ve Türkmenler Sünni Müslüman, halkın yaklaşık yüzde 90’lık kısmı ise Şii Müslüman. Dinsel azınlıklar yüzde 2 dolayında: Hıristiyanlar, Yahudiler, Bahailer, Zerdüştler. Küçük etnik gruplar arasında Ermeniler, Asuriler, Araplar, Lurlar, Beluciler sayılabilir. Türkiye sınırında Kürtlerin yaşadığı Kürdistan eyaleti, Azerilerin yaşadığı Doğu ve Batı Azerbaycan eyaletleri 28 eyaletin üçünü oluşturuyor. Kürdistan eyaletinde TV yayınlarında bazı saatler Kürtçe, iki Azerbaycan eyaletinde de günde 78 saat Azerice yayın varmış. Kendi dillerinde gazeteleri var. Okullarda Kürtçe ve Azerice ders de sanırım bu eyaletlerde var. Etnik azınlık sorununu bizden iyi yönetiyorlar. Aslında Azeriler için azınlık demek pek doğru sayılmaz, onlar İran’ın sahibi. Parlamentoda bir Yahudi milletvekili bulunuyor. Türkler İran yaylasında kalır ve bir kısmı Anadolu’ya geçerken İslam dinine orada bağlandı. Türkçe ile İran’ın dili olan Farsça kapsamlı bir etkileşime girdi. Binlerce sözcük iki dilden birbirine geçti, Arapçadan Türkçeye geçen binlerce sözcük de Farsça üzerinden Türkçeye aktı. Türkler edebiyatı, şiiri Farsça üzerinden öğrendiler. İRAN’IN YERLİ KÜRTLERİ Osmanlı padişahlarının birçoğu şiirlerini Farsça yazıyordu. Örneğin Yavuz Sultan Selim Farsça şiir yazarken savaştığı Şah İsmail Türkçe yazıyordu. İran’ın yerli kültürleri olan Persler, Partlar ve Sasanilerin kültürüyle birlikte yükselen İslam uygarlığı kültürünü İran’da özümlediler. Kalanlar İranlılaştı, ama İran için çok şey yaptı. Türkler İran’ı Sünni Arap baskısından kurtardı ve İran kültürünün dirilişini sağladı. İran’ı yöneten hanedanlardan Gazneliler, Selçuklular, Safeviler, Afşarlar, Kaçarlar Türk’tü. Kısacası, İran, Şii kültürü çevresinde toplanmış, bağımsızlığını korumuş, Türklerin oradan çok şey aldığı, çok şey verdiği, bir yönüyle de bir Türk ülkesi. Kültürel kökler geniş 1970’lerde Avrupa’nın Türkiye’ye bakışı ile Türkiye’nin bugünkü İran’a bakışı aynı. Kısmen İran’ın kısmen bizim sorumlu olduğumuz bir ‘‘şaşı bakış’’ var ortada. İşin doğrusu İran’la Türkiye birçok yönden birbirine benziyor. İnsanları, alışkanlıkları, davranışları, yemekleri, kentleri vb. Yunanlılarla, İtalyanlarla davranışsal ve fiziksel benzerliklerimizi ‘‘Akdenizliliğe’’ oturturuz da İranlılarla davranışsal, fiziksel ve kültürel benzerliğimizi, neredeyse aynılığımızı komşuluğa, tarihe, ırka, dine, kültürel köklere, bin yıllık, hangi bin yıl daha eski birlikte yaşamışlığa sığdıramayız. Kürtler, köken olarak İranlı yani Farsi bir halk. Azeriler de Türki olduğuna göre, her iki ülke de Türki ve Farsi unsurların bir bileşimi. İran, Arap ülkeleriyle kıyaslanmayacak köklü bir kültür, Doğu’nun geçmişteki parlak uygarlıklarından birinin temsilcisi.Türkiye ise Doğu ile Avrupa arasında kalmış, her iki taraftan da izler taşıyan, Avrupa’dan çok İran’a benzeyen ama yüzünü Batı’ya çevirirken doğusunu unutmuş bir ülke. Her yıl yurtdışına çıkan milyonlarca kişinin Dubai gibi yaratma, yapay bir kente, uzaktaki Tayland’a, Avrupa’nın aynı uygarlığın parçaları olan ve birbirine benzeyen ünlü kentlerine akın akın giderken hemen yanımızdaki İran’a gidilmemesi, İran üzerine Türkçe bir turist rehberininkitabının olmaması, Farsça küçük bir el sözlüğünün bulunmaması hayıflanılacak bir durum. İran’da şeriat rejiminin olması önyargılarımızı besliyor. İran’ı bizden geri bir ülke olarak gören yanılır. Laiklikte ileriyiz, ama İran toplumu, kültür ve gelişmişlik göstergelerinde bizden geri kalır bir ülke değil, bazı alanlarda Türkiye ileri, bazı alanlarda İran. Molla rejimi, İran’ın üzerinde geçici bir örtü, bir köpük gibi duruyor. İran o örtüyü üzerinden atacaktır. ‘ORADA GÜVENLİK VAR MI?’ ‘ORASI GİDİLECEK YER Mİ?’ Rejim İran’ın imajını bozuyor iz İran’a gelirken genel tepki ‘‘Neden B İran’a gidiyorsunuz’’ sorusu olmuştu. Bunda hem ‘‘orada güvenlik var mı bakalım’’ kaygısı hem de bir küçümseme, ‘‘Orası gidilecek yer mi?’’ önyargısı vardı. Ben de güvenlik tarafını sorup soruşturduktan sonra gittim. Ama İran’ı, ülkesini, insanını ve kültürünü küçümseyenler bu yazıyı okuduktan sonra izlenimlerini değiştireceklerdir. Bizden bir yıl önce İran’a giden Tempo Tur’un yöneticilerinden İhsan (Alboğa) ve Ağrı Dağı rehberi Serhan’ın da izlenimleri bizimkiyle aynıydı. Döndükten sonra görüştüğüm ve duyduğum biriki İran gezgininin izlenimleri de bu yöndeydi. Bugünkü siyasi rejimin İran’ın imajını olumsuz etkilediği ortada. İran, köklü bir kültür ve mimariye sahip, güvenle gezilen bir ülke; sıcak insanlar, kültürlü bir toplum. İran’dan Türkiye’ye yılda bir milyon turist gelirken İran’a giden toplam turist sayısı yanılmıyorsam 500 bin. İran’ın turizm için tanıtıma girişmesi ve bir imaj atağı yapması gerekli. Turizm algılaması İran’da pek zayıf. Üstünde İran yazan bir kupa bile bulamadık, anı olarak almak için. Bazı önemli müzelerde (Niavaran Sarayı, Şiraz’da Bağı İrem yani Cennet Bahçesi) bilet fiyatları bile İngilizce yazılı değil. İngilizce bilen de yok kapıda. Azeri de yoksa nasıl anlaşacaksın? Geriye tarzanca kalıyor. Bazı müzelerin ikiüç adı var. İşin içine İngilizceye çevrilmiş adlar da karışınca ‘‘O şu muydu? Bu neydi’’ sorularıyla boğuşmak kalıyor. (Örneğin Tahran’daki National Museum, National Arceology Museum, Bestan Museum. Üçü de aynı müze için kullanılıyor. Tebriz’de Azerbaycan Müzesi’nde ne kapıda ne içerde, biriki yapıt dışında İngilizce tabela ve açıklama var. Tebriz’de artık Türkiye Türkçesi ve alfabesiyle açıklamalar konmalı.) Bir şeyler sonuçta oluyor ama eksik, kör topal biçimde. Bazı müzeler çok erken, 1415.00’te kapanıyor, standart yok. Nevruz’da kapalı olanlar, bizdeki gibi onarım nedeniyle kapalı olanlar var. atimat, Fransa’ya siyasi mülteci olarak sığınmış, Kafkasya Dağıstan Cumhuriyeti kökenli bir annenin 6 yaşındaki kızı. 5 yıldır annesiyle Brest kentinde yaşayan Patimat polis aradığı için her gün başka bir ailenin yanında saklanıyor. Küçük kız, Fransa’ya kaçak yollardan girdiği için en geç önümüzdeki 30 Haziran’a kadar ülkeyi terk etmek zorunda... Cezayirli bir ailenin 6 ve 3 yaşlarındaki çocukları Mohamed ve Aissaya Fransa’da doğmuşlar. Her ikisi de Orleans’da okula kayıtlılar, ancak hiçbir resmi izinleri olmadığından 30 Haziran’da Fransa’dan atılma riskiyle karşı karşıyalar... Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde dünyaya gelip, iç savaştan ötürü Fransa’ya kaçan Makombo ailesinin ortaokul ve lise öğrencisi 16 ve 14 yaşındaki çocukları Rachel ve Jonathan, okulların tatil olduğu cumartesi gününden beri muhtemelen sınır dışı edilecek kaçak çocuklar listesinde... Nantes kenti sakinlerinin uzun yıllardır yakından tanıdığı Roman müzisyen Covaci geçtiğimiz 13 Haziran’da adi bir suçlu gibi yaka paça gözaltına alındı. Suçu, ana okuluna giden oğulları Ferdinand ve Mattei’nin Fransa’ya yasa dışı yollardan girmiş olmaları. Çocukların bu hafta Fransa’yı terk etmeleri gerekiyor. Moris adalı Salome iki haftadır lise bitirme sınavlarına giriyor. Ama onun arkadaşlarından bir fazla korkusu daha var. Bu haftadan itibaren Fransa’dan atılmak... İşte son günlerde sosyal hassasiyeti yüksek milyonlarca Fransız’ı hiddetle düşündüren ve de on binlercesini seferber olmaya, sivil itaatsizliğe iten bir durumun sıradan birkaç örneği... ??? Seferberliğin başını çeken ‘‘RESF’’ (Reseau Education Sans Frontiere / Sınır Tanımayan Eğitim Ağı) isimli, yüze yakın sivil toplum kuruluşunu bünyesinde toplayan bu kolektif yapının sözcüsü Richard Moyon durumu şöyle özetliyor: ‘‘Bugün Fransa’da yaşları 2 ila 18 arası değişen, sayıları 50 bini aşkın, muhtemelen 100 bine yaklaşan, yasalara göre kaçak durumda ancak oturdukları yörelerin okullarına kayıtlı çocuk var. Dominique de Villepin hükümeti ve popülist bir bakanın aldığı bir karar ve valilik veya emniyet müdürlüklerine yollanan bir genelgeyle bu çocuklar 30 Haziran’dan itibaren sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Fakat imza kampanyaları, dayanışma çemberleri, ‘Cumhuriyetçi Veliler’ kampanyasıyla giderek çığ gibi büyüyen bir kamuoyu tepkisiyle hükümeti geri adımlar attırmaya azmettik.’’ Bizzat başbakan Villepin’in de teslim ettiği gibi şu anda Fransa’da sayıları 200 ile 400 bin arası değişen kaçak yabancı yaşıyor. Geçen yıl 20 bin kaçağın sınır dışı edildiğini belirten İçişleri bakanı Nicolas Sarkozy bu seneki hedeflerinin 25 bin olduğunu açıkladı. Yasal olmayan göçmenleri en iyi tespit edebilmenin yollarından biri de kuşkusuz okullar. Zira Fransa’daki Cumhuriyetçi anlayışın merkezinde yer alan eğitim sistemi çocukları ön izin olmaksızın, sorgulamaksızın eğitime kabul eder. Kaçakların varlığını bu zayıf halkada yakalayan resmi makamlar da son olarak Valilik ve Emniyet genel Müdürlüklerine yollanan bir genelgeyle, okul yılının sona erdiği 30 Haziran’dan itibaren kaçak ‘‘Çocuk avı’’na çıktılar... ??? Bu nedenle bir süre önce RESF hareketinin öncülüğünde, MRAP, CIMADE gibi ırkçılıkla mücadele, insan hakları ve dayanışma kuruluşlarının desteğinde başta okullarda olmak üzere on binlerce Fransız bu ‘‘insanlık dışı, insan ve çocuk haklarına aykırı’’ niteledikleri duruma karşı seferber oldular. Şimdilik 60 binin üstünde imza toplanan kampanyanın dışında, yüzlerce okul ve mahallede oluşturulan yerel komiteler kaçak çocukları ‘‘Cumhuriyetçi Veliler’’ sıfatıyla korumalarına aldı. Duruma göre 5 yıl hapis ve yüksek para cezaları riskine rağmen binlerce aile, Nazi işgali yıllarını andırır bir heyecanla söz konusu çocukları evlerinde barındırmaya, saklamaya başladılar. Ve de bu ailelerin çoğunluğu ille de sosyalist ve ya komünist eğilimli değil. Çoğu en basit insani haklarını kullandıklarına inanan ve de vicdanlarına hesap vermeye hazır bireyler... Yükselen tepkiler ve kamuoyu baskıları karşısında taviz vermek zorunda kalan Bakan Sarkozy alay edercesine 800 kadar aile ve 1200 kadar çocuğu kapsayan bir yasallaştırma yapılacağını duyurması, protestoları dindireceğine alevlendirdi. Aralarında Nobel Kimya ödüllü profesör Georges Charpak, dünyaca ünlü genetik bilimcisi Albert Jacquard, eski Evry Episkopatı Jacques Gaillot ; Costa Gavras, Mathieu Kassovitz gibi tanınmış yönetmenler, Josiane Balasko, Charles Berling, Philippe Torreton gibi popüler oyuncular, Laurent Baffie gibi televizyon yıldızları, Mano Solo gibi şarkıcılar, yıldız sporcular, düşünürler ve 20 civarında sol milletvekili ve senatör art düşünceli, kısa vadeli ve aşırı sağın ekmeğine yağ sürmekten öteye geçmeyen siyasi amaçlı bu ‘‘Çocuk Avı’’na karşı savaş açtıklarını duyurdular... ??? RESF yapısı içinde yer alan yüzü aşkın sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla önümüzdeki 1 Temmuz’da Paris’te büyük bir yürüyüş öngörülüyor. Bakalım Sarkozy ve Villepin hükümetinin tavrı ne olacak, haklının hakkını tanıyabilecekler mi? Yoksa düzen adına ve oy uğruna yasaların arkasına sığınmayı mı yeğleyecekler? Tanınmış filozof ve psikanalizci Miguel Benasayag’ın ‘‘Demokrasilerde yasalla haklı arasındaki sınırlar hiçbir zaman havasu sızdırmaz katılıkta olmamıştır. Yasallık, haklılığın mücadelesiyle genişler ve zenginleşir’’ sözleri bir kez daha doğruluğunu kanıtlayabilecek mi? ugur.hukum?gmail.com Karzai gözden düştü Dış Haberler Servisi Afganistan’da Hamid Karzai liderliğindeki hükümetin, Taliban direnişinin artması ve yolsuzluğun önüne geçememesi nedeniyle hem birçok Afganın hem de bazı yabancı hükümetlerin desteğini kaybettiği ileri sürüldü. ABD’de yayımlanan The Washington Post gazetesinde yer alan haberde, Taliban’ın 2001’de devrilmesinin ardından gelişen süreçte, Afganistan’da hâlâ istikrar ve güfırsatına sahipti. Ancak bu fırsatı hızla kaybediyor’’ şeklindeki sözlerine yer verildi. Afganistan’da tüm tarafların payının olduğu bir hayal kırıklığı yaşandığını belirten aynı yetkili, ‘‘Bu ülke için tek alternatif Karzai. Ancak bize karşı saldırgan bir tutum izlemesi halinde kendisine yardımcı olamayız... Ve eğer o dibe çökerse bizi de beraberinde götürür’’ dedi. Haberde, Karzai’nin yaptığı son atamalara ilişkin olarak da siyasi gözlemcilerin, ‘‘Atamalar, profesyonel özelliklere göre değil etnik ve siyasi dengeyi oluşturmak üzere yapıldı’’ şeklindeki eleştirilerine yer verildi. Gazeteye konuşan bir Avrupalı yetkili de Karzai’nin kendi çıkarlarına ve ülkenin uzun vadeli yeniden yapılanma sürecine zarar verecek kısa vadeli kararlar aldığını, sonuç olarak uluslararası desteği yavaş yavaş kaybettiğini söyledi. Aynı yetkilinin, ‘‘Her şeyin alaşağı olduğuna dair korkunç bir his var’’ şeklindeki sözleri aktarıldı. 2002’den bu yana devlet başkanlığı görevini sürdüren Karzai, geçen hafta ülkesinde terörle mücadele eden koalisyon güçlerinin, Taliban militanları dahil yüzlerce Afganı öldürmesinin kabul edilemez olduğunu söylemişti. Karzai, ‘‘Son 34 haftada 500600 Afgan öldü. Onlar Taliban olsa bile bu toprakların çocukları’’ diye konuşmuştu. İçinde bulundukları durumun zor olduğunu kaydeden Karzai, yabancı müttefikleri, ülkenin kendi güvenlik güçlerini oluşturmak adına yaptığı daha fazla yardım çağrısını duymazdan geldikleri gerekçesiyle eleştirmişti. İran kendini fethedenleri fethetti ç semavi dinin bir sentezini yapan, demokrasiyi ve kadınerkek eşitliğini hedefleyen, ibadeti kalÜ dırarak bir ortak insanlık, hümanizma dini olan Babiliği kuran Bâb, onun devamı olan Bahailik, Perslerin ve Sasanilerin resmi dini Zerdüştlük (ateşe tapınma dini) ve onun Farsça ile Fars edebiyatının gelişmesine büyük katkısı olan kutsal kitabı Avesta, daha sonra Mani ve onun uzantısı Mazdek dinleri, İslamın ikinci büyük mezhebi Şiilik, hep İran’ın özgün, eşsiz kültürünün ürünleri. İran’da 2500 yıl önce devlet kuran Persler Anadolu’yu ve Yunanistan’ın bir kısmını da içine alan geniş imparatorluklarıyla (5 milyon kilometrekare civarında, 28 halka hükmettiler) tarihin ilk küreselleşmesini gerçekleştirmişlerdi. Sonra, bazı yönlerden ondan daha yüksek bir kültür olarak ortaya çıkan eski Yunan’ın Makedonyalı hükümdarı İskender, Persleri yenip ona yakın büyüklükte bir imparatorluk kurarak ikinci büyük ve kalıcı küreselleşmeyi başlatmıştı. Eski Yunan kültürünün üstünde de, toprak büyüklüğü olarak değil ama, etkileri ve ömrünün uzunluğuyla (Doğu Roma’yıBizans’ı da katarsak, 17002000 yıl) tarihin en görkemli imparatorluğu Roma’nın küreselleşmesi ve egemenliği kurulmuştu. Roma İran’a yayılamadı. Persler ve Partlardan sonra bir başka yerli kültür olan Sasanilerin devleti kuruldu. İran, 7. yüzyılda İslam akınları başlayınca önce Arap, 300 yıl sonra da Türk egemenliğine girdi. Sonra Moğol üstünlüğü ve 16. yüzyıl başında Safevi Şah İsmail, Şiiliği resmi mezhep ilan ederek, 850 yıllık Sünni egemenliği dönemini sona erdirdi; bugünkü İran kimliği oluştu. Yüksek bir kültür olan İran, hep ‘‘kendini fethedenleri fethederek’’ İranlılaştırdı, yitirdiği egemenliğini sonunda hep kazandı. Bir muhalefet ve başkaldırı ideolojisi görünümünde olan Şiilik, İran milliyetçiliğine (milliyetçilik son iki yüzyılın ideolojisi olduğundan, ‘‘memleketçilik’’ demek belki daha doğru) en uygun dinsel yönelişti. Bugünkü İranlıyı Farsi ve Türki unsurlarıyla birleştiren en önemli kültürel öğe Şiilik. S Ü R E C E K Hamid Karzai 2002’den bu yana görev başında. (Fotoğraf: AP) ven ortamının sağlanamamasının bu ülkeye asker gönderen ve yeniden yapılanma çalışmalarına kaynak sağlayan bazı yabancı ülke yönetimlerini rahatsız ettiği belirtildi. Bu çerçevede özellikle Avrupa ülkeleri hükümetlerinde, ABD’nin desteğine karşın Karzai’nin liderliği konusunda derin kaygılar oluştuğuna dikkat çekildi. Haberde, Kâbil’de bulunan yabancı bir askeri yetkilinin ‘‘Karzai, liderlik etme ve zor kararları verme