05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 PROF NADİA CAMUKOVA ÜÇ YÜZ SAYFALIK BİR KİTABI BİRKAÇ SAATTE BİTİREBİLİYOR C portre ESİNTİLER ZEYNEP ORAL HAZİRAN CUMA Dünyanın en zeki kadını D Prof. Dr. Nadia Camukova... Fotoğraf: VEDAT ARIK ağıstan Devlet Üniversitesi öğretim üyesi tarihçi ve edebiyatçı Prof. Nadia Camukova fotografik bir hafızaya sahip. Üç yüz sayfalık bir kitabı birkaç saatte, anlayarak bitirebiliyor ve üç binden fazla kitabı harfi harfine hafızasında taşıyor. İki yaşında okuma ve yazmayı öğrenen Camukova, 14 yaşına geldiğinde iki üniversiteyi birden bitirmiş. Profesörlük unvanını en genç alan isimlerden. Sahip olduğu zekâ ile yaşamaya alışmanın zaman aldığını, çocukluğunun kitaplar arasında geçtiğini, ama hiç iletişim sorunu yaşamadığını söylüyor. “Farklılığının” farkında olmadığı için ra360’lık ölçümden de 357 gibi bir rakama ulaştım. Bunlar orada o güne kadar verilen en yüksek sonuçlardı. HERKES KENDİ DÜNYASINDA YAŞAR Yüksek zekâya sahip biri olarak nasıl bir çocukluk geçirdiniz, sorunlarınız oldu mu? Aslında her çocuk biraz kendi dünyasında yaşar. Ben de biraz suskun ve içine kapanıktım. Bazen günlerce konuşmuyordum, ama hayattan bağımsız ve iletişim problemi olan biri değildim. Çevremden Uyanık olduğum süre zarfında beynimin sürekli çalışması gerektiğini düşünüyorum, ama buna elbette ki imkân yok. Kendimi zihinsel olarak durgun ve boşlukta hissettiğim zaman çok rahatsız oluyorum. Olaylara bakış açınız ve tavrınız farklı mı? Genelde yaşanılanlara karşı tepkilerimi verirken çok yönlü düşünüyorum. Bu beni fazla soğukkanlı yapıyor. Panik yaptığım bir yaşanmışlığım yok desem yeridir. Olaya karşı kısa zamanda birçok alternatif üretip sorguluyorum. Huzurumu ve sükunetimi bozmuyorum. Bana sorarsanız burada önemli olan karşılaştığınız problemleri en basite indirerek düşünmeniz. Bunu herkes yapabilir. HAYATIN FARKINDA OLMAK Hayat felsefeniz nasıl? Hayatın içinde olduğumuzun farkında olmak ve hedeflerimizi belirlemek şart. Bizden öncekiler “Bizi nasıl temsil ettin?” dediklerinde yüzümüz kızarmamalı, sonra gelen nesiller, “Bana ne bıraktın?” dediğinde de ruhumuz kaçacak yer aramamalı. İşte böyle yaşamalıyız. Bizler, geçmiş ile gelecek arasında şu andan sorumluyuz. Üniversitede hangi çalışmaları yürütüyorsunuz? Yeni sayılabilecek Doğu Bilimleri Fakültesi’nde Türk Dili ve Tarihi Kürsüsü’nün başkanlığını yapıyorum. Bu yüzden onu sağlam temeller üzerinde yükseltmeye çalışıyorum. Amacım yönlendirmek değil, en doğruyu yansıtmak. Türkiye’de kaldığınız sürede hangi çalışmaları yaptınız? Kendim için özel bir tasavvuf araştırması yapıyorum. Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı ile birlikte üstün zekâlı çocukların keşfedilmesi, eğitimi ve desteklemesi ile ilgili bir program da hazırlıyoruz. Çocukların eğitim ile ilgili farklı düşünceleriniz var mı? Bana göre eğitim en geç üç yaşında başlamalı. Çünkü üçbeş yaş arası beyinin kayıtsız şartsız kabul dönemi. Bu dönemde alınan bilgilerin üstüne bilimi koymak çok daha kolay. Elbette çocuklar ilkokula üç yaşında başlasın demek istemiyorum ama eğitimin hazırlığı bu yaşta başlarsa çok başarılı olabiliriz. Benim de bu yönde çalışmalarım var. Latife Hanım bakış açısından irdelemiş. (Boşanmadan sonra Latife Hanım’a önce bir dışlama, tecrit, yok sayma; derken olumsuz bir imaj yaratma; Atatürk’ün ölümünden sonra ise müthiş bir karalama seferberliğine girildiğini unutmayalım!) Latife Hanım, sekiz dil bilen, hukuk eğitimi görmüş, akıllı, zeki, kültürlü, dünya politikası üzerine derin birikimi olan, bağımsız, özgür, kadınerkek eşitliğine inanan, kendi fikirleri olan, muhakeme gücü olan bir kadın. Daha kadınların siyasal hakları yokken, Mustafa Kemal’e ‘‘Ben milletvekili olmak istiyorum’’ diyen kadın... İpek Çalışlar’ın da belirttiği gibi, Atatürk üzerine yazılan kitaplarda, Latife Hanım’ın politikaya ilgisi hep bir kusur, bir yanlış, bir haddini bilmezlik diye yorumlanır. Ne de olsa politika erkek işidir! Oysa tanıştıkları andan başlayarak, iki buçuk yıllık evlilik boyunca da Latife Hanım’ın Mustafa Kemal’e çalışmalarında yardımcı olduğunu, düşüncelerini ona aktardığını, onunla özgürce tartıştığını görüyoruz bu çalışmada. Latife Hanım, kadının peçesini atmasını bir özgürlük kavgası olarak görüyor, kadınların siyasi temsil hakkını savunuyor, çokeşliliği sona erdirecek Medeni Kanun projesini destekliyor, eğitimin dinden ayrılmasının kadınların ilerlemesi için şart olduğunu savunuyor. Kocasıyla Anadolu’nun her yerini dolaşırken, konuşmalar yaparken kadınlar için bir rol modeli oluşturmaya çalışıyor. Türkiye’de kadın haklarına ilişkin en önemli adımlar o dönemde atılıyor... (Siz söyleyin, erkek egemen toplumda nasıl sevilir böyle öncü bir kadın!) Şimdiye dek, bu evliliğin sona ermesine aklım ererdi de, Mustafa Kemal’in Latife Hanım’la niye evlendiğine bir türlü yanıt bulamazdım. Şimdi anlayabiliyorum: Mustafa Kemal ancak kendi eşiti olan, kendi gibi bir kadınla, ancak Latife Hanım’la evlenebilirdi. Herkesin okuması gerektiğine inandığım ‘Latife Hanım’ kitabı için sonsuz teşekkürler İpek Çalışlar! www.zeyneporal.com faks: 0212.257 16 50 Prof. Dr. Nadia Camukova 199.37’lik IQ derecesiyle dünyanın en zeki insanı unvanına sahip. hat bir çocukluk geçirdiğini söyleyen Camukova, şimdi tüm zekâsını bilime ve üstün zekâlı çocukların gelişimine adamış. Prof Dr. Nadia Camukova ile hayatını ve çalışmalarını konuştuk. IQ’nuz 140200 aralığında 199.37 gibi şaşırtıcı bir seviyede. Bu test nerede yapılmıştı? İki yıl önce Moskova’da bir beyin araştırma enstitüsünün kalabalık bir bilim adamı kadrosu beni davet etti. IQ ve EQ başta olmak üzere mantık ve düşünce testlerinden geçtim. İki farklı şekilde ölçüm yapıldı. 200’lük ölçüm üzerinden 199.37, fazla uzaklaşmadığım için farkımı göremiyordum Arkadaşlarım top oynar, koşuştururken ben kitap okurdum. Çünkü kitaplar arasında çok huzurluydum. Bu farklılık, hayatımı pek zorlaştırmadı, ama ona alışmak biraz zaman aldı. Bu farklılık size tüm kapıları açmış olsa gerek? Hayatımda tüm kapıları zekâm değil, kaderim açtı. Günlük hayatınızda bu zekâyı nasıl kullanıyorsunuz? Gün içinde tüm kapasitemi kullanacak zihinsel faaliyetleri yapmaya çalışıyorum. Dengeler kadın ve erkekte “Zekâ”yı nasıl tanımlarsınız? Zekâ, yapacaklarını en iyi şekilde yapmak için sahip olduğun kapasitedir. Kadın ve erkekler arasında zekâ üstünden üstünlük kurma hevesi her dönem yaşanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Dünyayı dengede kadın ve erkek tutuyor, yani biri hafif diğeri ağır değil. Yalnızca birinin güçlü olduğu yerde diğeri belki biraz daha zayıf. Bazen birbirlerine yol vermeleri, birbirlerinin yollarından çekilmeyi bilmeleri gerekir. Dengeyi karşılıklı anlayış ile sağlamak zorundayız. Şu sıralar Türkiye’de pek çok konferansa katılıyorsunuz. Nelerden bahsediyorsunuz? Yaşanılanları ve hayatı yorumluyorum, dünyanın benim kulemden nasıl göründüğünü anlatıyorum. Çünkü farklı görüşler alternatifleri yaratıyor, bende bu alternatifleri arttırıyorum. Dünya, Türkiye, İslam ve bu coğrafyanın üzerine kendi görüşlerimi ve yorumlarımı paylaşıyorum. DOĞU’DA DUYGULAR, BATI’DA BİLİM Türkiye’nin dünya perspektifindeki yerini nasıl görüyorsunuz? Türkiye doğu batı, kuzey güney arasında merkezde bulunuyor. Doğuda duygular, batıda ise bilim öne çıkıyor. Duygu ve bilimi dengeleyebilecek potansiyele en yakın insanlar da bu coğrafya üzerinde yaşıyor. Bu dengeyi kurup, dünyaya öğretebilecek bir konumda burası. Türkiye bulunduğu yerin ve sorumluluklarının bilincinde olmalı. Türkiye İslamın asıl kaynaklarında biri olmakla beraber, dünyada eşi benzeri olmayan bir cumhuriyetin de sahibi. Birini ötekine karşı kullanamazsınız. İslam, laikliğe ve cumhuriyete karşı alet edilemez. Bunları birbirine düşürmeden en iyi şartlarda, hatta biri diğerine destek verecek şekilde öne çıkarmak çözüm olabilir. İstanbul’a ilk kez ne zaman geldiniz? İstanbul’a ilk kez 1995 yılının eylülünde geldim. Pek çok ülkeye gittim, ama onlarda yabancı hissetmiştim kendimi. İstanbul o kadar farklıydı ki bir anda girdi kanıma. Uçaktan indiğimde evime geldiğimi hissettim. Dünya tarihini taşıyan bu şehir beni gerçekten büyülüyor. Zaten ben tarihi, tarih olarak görmüyorum onu yaşıyorum, hissediyorum. İstanbul’da bana bunu fazlasıyla veriyor. O dönemde tek kelime Türkçe bilmiyordum. İki ay kaldım, ayrılırken kimse Türkçeyi burada öğrendiğime inanmıyordu. Yedi yıl müzik okumuşsunuz. Nasıl piyano çaldığınızı çok merak ettim. Şimdi müzikle aranız nasıl? Müziği çok seviyorum ve hâlâ piyano çalıyorum. Türk Sanat müziğini ve türküleri çok seviyorum. Türkiye’nin tadını türkülerden alıyorum. pek Çalışlar’ın, Doğan Kitap’tan çıkan ‘Latife Hanım’ adlı kitabını biraz önce bitirdim. 500 küsur sayfalık kitap bir haftadır elimden düşmüyordu... Sarsıldım. Etkilendim. Heyecanlandım... Öğrendim, bugüne dek hiç bilmediklerimi, duymadıklarımı, okumadıklarımı, ayırdına varamadıklarımı öğrendim... Bugüne dek öyle değil de böyle düşünmemizi, öyle değil de böyle yorumlamamızı, bilmemizi, ezberlememizi isteyenlerin dayatmacılığına öfkelendim, isyan ettim... Kâh gözyaşlarımı tutamadım, içim acıdı; kâh güldüm, gülümsedim, kahkahalar attım... Kimi zaman bir polisiye roman okurmuşçasına, merakla, soluk soluğa çevirdim sayfaları; kimi zaman aynı paragrafı tekrar tekrar okuyarak, elimde kalem, satır altlarını çizerek, notlar alarak okudum... Bitirdiğimde Latife Hanım’a sevgim ve saygım bin kat çoğalmıştı. İpek Çalışlar’a da öyle. Bugüne dek anlatılandan, yazılandan, bilinenden çok farklı bir Latife Hanım portresi çıkarıyor karşımıza İpek Çalışlar, bu dört dörtlük biyografide. Bu portreden önce, İpek Çalışlar’ın başarısının, inandırıcılığının, gerçeği yakalamasının izlerini sürüyorum: Önce müthiş bir araştırma yapmış: Bugüne dek yayımlanmış tüm kitaplardan öte, hem yurtiçinde hem yurtdışında (özellikle ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’da) Latife Hanım’a yer veren tüm gazeteleri taramış, çok geniş bir yelpazeye yayılan tüm kaynakları değerlendirmiş... Aynı konuda, aynı olaylar karşısında benzer ya da farklı görüşleri, hatta kimi zaman birbirinin tam tersi düşünceleri, kanaatleri, anlatımları bir arada sergilemekten, kullanmaktan kaçınmamış ve bunlara, dayatmadan uzak, kendi yorumunu getirmiş, okuyucuya da kendi yorumunu yapma hakkını tanımış! Latife Hanım’ın kimliğini, kişiliğini, Mustafa Kemal’le ilişkisini en geniş çevresiyle ele alıp Türkiye ve dünya konjonktürüne oturtmuş. Tüm bu malzemeyi, ‘‘kadın duyarlığı’’ sözünü çok sevmiyorum, ‘‘insan duyarlığıyla’’, politik kaygılardan uzak, ama kadın İ ‘Quai Branly Müzesi’ Paris’te açıldı DEFNE GÜRSOY PARİS Eyfel Kulesi’ne 200300 metre uzaklıkta, Seine ırmağı kıyısında uzanan yeni bir dev müze, ‘Musé du Quai Branly / Branly Rıhtımı Müzesi’ 20 Haziran 2006 Salı sabahı Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından açıldı. 1958’den, yani 5. Cumhuriyet’in mimarı General De Gaulle’den beri Fransız devlet başkanlarının tutkusu haline gelen bir gelenek var: ‘‘Ardında kendi adını sonsuza kadar yaşatacak çok büyük bir kültürel kurum bırakmak’’. KENDİ ADINI TAŞIYOR Georges Pompidou, kendi adını taşıyan kültür merkeziyle ya da diğer adıyla Beaubourg çağdaş sanat yapıtlarını aynı çatı altında toplamıştı; Valery Giscard d’Estaing yine Seine ırmağı kıyısında, eski tren garından dönüştürülmüş Orsay Modern Sanatlar Müzesi’ni açmıştı; François Mitterrand, cam piramidi o yıllarda çok tartışılan büyük Louvre Müzesi’ni yeniletip genişlettirmiş ve kendi adını taşıyan Yeni Ulusal Kütüphane’yi yaptırmıştı. Jacques Chirac ise 1995’te cumhurbaşkanlığına ilk seçildiği andan başlayarak, Fransızcasıyla ‘Les arts premiers / İlk Sanatlar’ kuruluşuyla ilgili kişisel tutkusunu duyurdu. Müzede yer alacak yapıtların önceleri ‘Arts Primitifs/İlkel Sanatlar’ başlığı altında toplanması öngörülmüştü. Ne var ki, ‘primitif/ilkel’ sözcüğü, çok kısa süre içinde sömürgeci geçmişe göndermeler içerdiği ve aşağılayıcı yönü görülerek, daha ‘yumuşak’ olduğuna karar verilen ‘Premier/ilk’ sözcüğüyle değiştirildi. İşte, yapımına beş yıl önce başlanan dünyanın en büyük ‘ilk sanatlar’ müzesi böyle doğdu. Yılda yaklaşık 1 milyon ziyaretçi çekmesi beklenen müze 233 milyon Avro’ya mal oldu. Yaklaşık 300 bin, 4 kıtadan, Afrika, Asya, Avustralya Okyanusya ve Amerika’dan toplanmış parçanın sergilendiği müze 40 bin 600 m2’lik bir alana yayılıyor. Bu yapıtların önemli bir kısmı, daha önce kapatılması ciddi bir tepki yaratan ‘Musee de L’Homme/İnsan Müzesi’nden gelmiş olmasına karşın, yeni müzenin görkemi tüm tartışmaları susturmuşa benzer. Ünlü Fransız mimarlardan Jean Nouvel, yapının 220 metrelik ön cephesini Seine ırmağına bakacak biçimde yaymış. Düzenlemesi tümüyle özel tasarlanmış 18 bin m2’lik bir bahçe, 10 bin özgün çalgının yer aldığı camdan bir kule, tiyatro, sinema, gösteri ve konferans/ders salonları, 200 bin yapıtlı bir kütüphane, 700 bin fotoğraf ve sayısız belge bulunan, kamuya açık bir medyatek, değişen sergileri ağırlayacak üç ayrı sergi salonu gibi birçok olanakla bezenmiş bir kültür sarayı Paris’in çekici zenginlikleri arasına katılmış bulunuyor. KOLOMB ÖNCESI MEKSİKA HEYKELLERI Afrika’nın en seçme Dogon heykelleri ve D’mba maskeleri, Kuzey Amerika yerlilerinin bizon derilerine işlenmiş süslemeli eşyaları, Madagaskar yerlilerinin tarihi giysileri, Kolomb öncesi Meksika heykelciklerinin yanı sıra, Avustralya yerlilerinin gündelik veya günümüz dünyasının gözlerden ırak toplumlarının yaşamından seçmelerin yer aldığı sürekli sergideyse 3 bin 500 parça meraklılara sunuluyor. K aç yıldır yoksun ortalıkta! Seni sadece Yüce Divan’ın karşısında elpençe divan görüyorduk! Bir de, belleğin en diplerine itilmiş, tatil yerlerinde uzun şortlu yazlık kıyafet resminin üzerine belli belirsız gri ışınlar düşüyor.. Berlin’de de bir basın toplantısı yapmamış mıydın! Tabii, ilk başlardaki, medyada şişirilmiş ‘‘Alman üniversitesinde öğretim üyesi’’, borç ödeme haberlerini de unutmamak gerekir.. Şişmanlamışsın! Birkaç beden büyük elbise giymeye başlamışsın. Bol elbisen örtmeye çalışmış, ama kalçaların genişlemiş; gıdığın bel vermiş.. Yan yana durunca, iki kardeş daha çok birbirinize benzer olmuşsunuz! Yüce Divan’da karar için ayağa kalktığında, ellerinin ve parmaklarının büyük bir saygıyla kruvaze ceketinin bir kanadını öbürünün üzerine koyuşu ve sonra müthiş bir yumuşaklıkla düğmeyi ilikleyişi, doğrusu seyretmeye değdi! Ayakta dururken ünlü avukatın, kulağına mutlu mesut bir şeyler mırıldandı.. Aklında bile kalmamıştır! Ama beklenti konusunda güven verici bir durumda bulunduğunuz görülüyordu.. ‘‘İhaleye fesat karıştırma’’ suçunun, ‘‘görevi kötüye kullanma’’ya düştüğünün rahatlığıydı, ikinizde görülen! ??? Gazeteler ve aile, sanki beraat havasını yayıyordu ve ‘‘görevi kötüye kullanma’’nın bir yarıhüküm olduğu, şart CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI lı salıverilmeye sokulduğu ve beş yıl boyunca bir daha bu suçu işlememen gerektiği gözlerden uzak tutuluyordu! Doğrusu, çıkışta seni karşılayan ‘‘bindirilmiş kıtalar’’ da iyiydi! Milyonların yüreği senin için atıyordu, kurtarıcılarını özlemişlerdi. Mizansen tamamdı: Önce bugüne kadar sağdan soldan, geniş bir merkezi cepheden gelen siyaset tekliflerini Yüce Divan süresince reddettiğini, ama şimdi bütün önerileri ele alacağını açıkladın.. Caddeye çıktığında zaten kıtaların seni bekliyordu, bayraklar açılmış ve resmin de havalara kaldırılmıştı; işte ‘‘halk’’ da seni siyasete çağırıyordu! Omuzlarına almalarını da beklerdik! Ama demek ki henüz havalara girememişsin! ??? Türk milleti, yetiştirdiği Büyük Türk Büyükleri’ni unutmaz! Hele, durmadan batırıcı olanlarını! Birilerini yükseltmek için bütünü batırırken, beceriksizliğinden, yükselttiklerinin de çoğunu batırdın! Çil yavrusu gi Bekliyorduk! Hoş Geldin! bi dağıldılar; belki de sığındıkları inlerinde kurtarıcı bekliyor.. ANAP’ı her seçimde kademeli büyük düşürüşlerle, nasıl da bitirdin ve yerlerde sürünen bir partiye dönüştürdün! Her ne kadar, üyelerine kâr payı dağıtan ve bu açıdan ülkenin en başarılı siyasi anonim şirketi olan ANAP’ı bitirmen, doğrusu başka çeşit yüzbinleri çok mutlu etti ve başarısızlığını büyük bir heyecanla alkışladıysa da, siyasi tarihe, başarısız bir lider olarak kaydoldun! Türkiye senin döneminde dipleri yokladı durdu.. Her şey batmış olduğunda, ya istifa ettin; ya da senden sonrası tufan oldu, sel götürdü yel aldı.. Sık sık, tsunamilerin üzerinden geçtiği bir ülke manzarası kaldı geride.. Virane, yıkık dökük, bebelerin annelerinin eteklerini çekiştirdiği büyük yoksulluk manzaraları, Uzakdoğu ülkelerinin.. ??? Hoş geldin, büyük ihalelerin siyasetçisi! Türkbank’ta ‘‘görevini kötüye kullanıcı’’! Hoş geldin enerjinin büyük insanı! Mavi Akım’ın Moskova takipçisi.. Nükleer santral rezaletinin iktidarı.. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı seni ve Parti’ni bekliyor! Türkiye Hazinesi’ne ve halkına yeni döşenecek daha onlarca enerji projeleri seni bekliyor! En pahalı ve dolayısıyla en kaymaklı kadayıf yüzergezer enerji santrallarının büyük siyasetçisi! Hoş geldin! En büyük çevre kirleticileri olduğu için bu santrallar çalıştırılmıyor, ama sahiplerini Hazine’den beslemeyi başarıyla sürdürüyoruz! Onları besliyoruz, şüphesiz onların de beslediği ailelerinin varlığını düşünerek! Yaptığın, en dışa bağımlı ve en pahalı enerji santralı anlaşmalarını, en uzun sürelerle ve senden sonraki hükümetlerin bile bozmayı göze alamayacakları nitelikte kotarmayı başaran Türk Büyüğü! Hoş geldin! Bizde siyasetçi ülkeyi batırabilir, ama bir ihalede görevini kötüye kullanamaz.. Birincisi özgürlüktür, ikincisi suç.. Bu sana iyi bir ders olmuştur; artık ihalelere karışmaz, sadece batırma özgürlüğünü daha sınırsız kullanırsın! Hoş geldin! Artık baş sayfalardan eksik olmazsın... Bize AKP yetmiyor, Türkiye seni bekliyor..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle