Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 YANLIŞ POLİTİKALAR TÜRKİYE’Yİ İKİLEMİN SON NOKTASINA GETİRDİ C H strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM HAZİRAN CUMA AB mi Kıbrıs mı? aziran ayı ortalarında gerçekleştirilen TürkiyeAB Ortaklık Konseyi toplantısı ve burada belirlenen "tutum belgesi" ile Türkiye’nin AB müzakerelerinin nasıl yapılacağı konusuna ilişkin AB’nin "pozisyon belgesi" taraflar arasında ciddi gerginliğe neden oldu. 1 Mayıs 2004’te AB üyesi olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) müzakerelerin bu denli çabuk açılıp kapanmasına karşı çıktı ve Müzakere Pozisyon Belgesi’ne Türkiye’nin Kıbrıs’la ilişkilerinin normalleştirilmesi maddesinin konulmasında diretti. şardı ve fiili müzakereler başlamış oldu. 17 Aralık 2004 Zirvesi ile AB belgelerindeki yerini alan Kıbrıs koşulu bu aşamada da en önemli sorun olarak Türkiye’nin önüne sürüldü. TÜRKİYE ZAMAN KAZANDI Laf kalabalığı bir taraf bırakılacak olursa bu süreçte Türkiye, Ek Protokol’den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmek için zaman kazanmış oldu. Hatırlanacağı üzere, 17 Aralık 2004’deki AB zirvesinde Türkiye’ye şart koşulan ‘ek protokole 24 saat içinde paraf atma’ talebi son dakikada geri çekilmiş ve Türkiye’nin ek protokolü 3 Ekim 2005’e kadar imzalayacağına dair bir ‘bildirim’de bulunması yeterli görülmüştü. Ardından da, Türkiye’yi temsilen AKP Hükümeti, 1963 Ankara Antlaşması’nı GKRY’yi de kapsayacak biçimde bir ek protokolle genişletmiş ve bu protokole GKRY’yi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru temsilcisi olarak tanımadığını bildiren bir deklarasyon eklemişti. AB Daimi Temsilciler Komitesi de (COREPER), 21 Eylül 2005 tarihinde Türkiye’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni "müzakere süreci sırasında" tanıması gerektiğine yer veren bir karşı deklarasyon yayınlamıştı. LİMANLARIN AÇILMASI KOŞULU Türk liman ve havaalanlarının Rum bandıralı uçak ve gemilere açılması koşulu hem 3 Ekim Müzakere Çerçeve Belgesi’nde hem de Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yinelenmişti. Bu anlamda Türkiye için 12 Haziran 2006 tarihi Kıbrıs konusu bazında, 17 Aralık 2004 veya 3 Ekim 2005 tarihlerinden bir farklılık göstermiyor. GKRY’nin limanların açılması konusunda Haziran 2006’yı son tarih olarak belirlemiş olduğu düşünülünce de "tanınan süre"nin Ekim ayına kadar –bir kez daha uzatılmış olduğu anlaşılıyor. Türk hükümeti, kazanılan ek sürenin sonunda da olsa nihayetinde bir gün liman ve havaalanlarını açmak veya açmamak ardından da GKRY’yi tüm adayı temsil eden "Kıbrıs Cumhuriyeti" adıyla tanımak veya tanımamak yönünde bir seçim yapmak zorunda kalacak. Bu aynı zamanda AKP iktidarının vereceği en zorlu sınav olacak. TÜRKİYE’NİN DEVLET POLİTİKASI Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tanınması, Türkiye’nin kırk yıllık devlet politikasının hiçe sayılması anlamına gelecektir. Konuyu önemli kılan da, yine bir devlet politikası olarak benimsenen AB üyeliği meselesinin bir şekilde buraya bağlanmış olması. Yani devletin iki önemli politikası birbiriyle yarışır hale geldi/getirildi. Diğer bir deyişle birinden birinin terki gerekecek. Bu nedenle, gerçekten de hem GKRY’nin tüm adayı temsilen Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla tanınmasının doğuracağı yeni sorunlar, hem de AB üyeliğinin gerçekleşme ihtimalinin kamuoyunda açıkça tartışılması gerekiyor. Ne var ki bilgi sağlıklı paylaşılmıyor; bu da Kıbrıs ile ilgili pek çok yanılsamaya sebep oluyor. Özellikle son dönemde yoğunlaşan "AB izolasyonları kaldırmadığı sürece limanların açılmayacağı" yönündeki açıklamalar öncelikle devletin Kıbrıs politikasını "izolasyonların kaldırılması"na indirgemekte ve "tanıma"nın sonuçlarını kamuoyunun dikkatinden uzak tutmuş olmaktadır. "Tanıma"nın anlamı konuşulmazken bir yandan da izolasyonların kaldırılmasının "tanıma"nın doğuracağı olumsuz sonuçları bertaraf edeceği izlenimi yaratılmaktadır. TÜRK TEZİ RAFA KALDIRILIYOR Hangi aşamada olursa olsun "tanıma", bugüne kadar ki yaklaşımının haklılığını oluşturan tezden Türkiye’nin kendi rızasıyla vazgeçmiş olduğu sonucunu doğuracaktır. Türkiye’nin tezi, Rum Yönetimi’nin kullandığı "Kıbrıs Cumhuriyeti" adının 19591960 antlaşmalarına göre kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti olmadığı yönündedir. Buna göre Kıbrıs Türklerinin de içinde bulunduğu, bu nedenle Kıbrıs Türklerini de temsil eden 1960 Antlaşmalarına göre kurulmuş olan devlet, 1963 yılında Rumlar tarafından silah zoruyla yıkılmıştır. Bundan sonraki süreçte ise Rumlar, Kıbrıslı Türklere 11 yıl boyunca etnik temizlik ve terör uygulamıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1963’te kendisinin ortadan kaldırdığı "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni devlet adı olarak kullanması ve dünya devletlerinin de "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak Rum yönetimini tanıması yoluyla oluşturulan haksızlığa Türkiye "tanıma" ile onay vermiş olacaktır. SİYASİ DEĞİŞİKLİK ŞART Böylece, bugünkü dünya konjonktürünün de gereği olan "KKTC’nin devlet olarak tanınmasının sağlanması" stratejisi tamamen çökecektir. "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin dünyanın kabul ettiği şekilde tanınması, KKTC’yi tanıyan tek devlet olan Türkiye’nin de bundan vazgeçmesi anlamına gelecek. Kaldı ki, bu aynı zamanda KKTC ile ilişkilerin de AB müktesebatı çerçevesinde Rumlar üzerinden yürütülmesini gerektirecektir. "Tanıma"nın ardından Türkiye için ciddi bir siyaset değişikliği şart olacaktır. Barış ya da Paranoya nemden bahsederek ‘‘bulanık sularda balık avlayanların’’ uyarılacağını gerekirse ‘‘afişe’’ edileceğini vurguladım. Tam bu noktada önümde bazı Yunan basın organlarının (9 önemli ulusal gazete) 1823 Haziran tarihleri arasında Türkiye ile ilgili çıkan haberlerinin başlıkları duruyor. Saydım, şaşırmadım... Siz de şaşırmayın! Çünkü 18 yıldan bu yana ben okumaya alıştım, siz de alışın... Onlar yazacak, hem Yunan kamuoyu, hem de bizler okuyacağız... Türkiye ile ilgili genelde konular aynı, başlıklar aynı... Hemen her gün aynı şeyleri yazarlar... Bıkmadan, usanmadan... ‘‘Tahrik’’ (Yunanca, ‘Proklisi’) Bu sözcük Yunan basınının Türkiye ile ilgili kullandığı haberlerin büyük bölümünün başlığıdır... Çünkü Türkiye’den yapılan her açıklama, her hareket (Ege ya da Kıbrıs konusu dahil) Yunan basınını tahrik eder... Çok çabuk kızarlar, çabuk öfkelenip, tahrik olurlar... Kaç sefer yazdık, çizdik. Son olarak İstanbul’da yapılan TürkYunan basın konferansında yüzlerine karşı dile getirdik. Neden, dedik, neden yalan yanlış haberlerle halkınızı Türkiye’ye karşı zehirliyorsunuz? Sustular, belki de biraz olsun utandılar. Sesleri çıkmadı... Hatta bazı aklıselim Yunanlı işadamları da meslektaşlarımızı eleştiren bizlere destek vererek ‘‘Yunanlı gazetecilere sesleniyoruz, bırakın bu halkın yakasını, Türkiye karşıtı düşmanlık tohumları ekmeyin’’ dediler... Ancak İstanbul’da dostluk ve barıştan söz eden Yunanlı meslektaşlar, Atina’ya döner dönmez kafalarının arkasında yatanı ortaya çıkardılar... 18 Haziran pazar ile 23 Haziran cuma günü arasında (beş gün) yüksek tirajlı 9 Yunan ulusal gazetesinde Türkiye ile ilgili tam 123 haber çıktı... Yanlış okumadınız tam yüz yirmi üç haber... Aynı tarihler arasında Türk basınında Yunanistan’la ilgili tek bir haber çıktı, Dora Bakoyannis’in Kıbrıs planı... Barış mı, paranoya mı? Sizce Yunanlı gazeteciler hangisini tercih ediyor? murilem?otenet.gr T "Bilim ve Araştırma" başlığında müzakerelerin Avrupa Komisyonu’nun tavsiyesiyle açılıp kapatılması kararının görüşülmesi sırasında GKRY, Türkiye’nin deklarasyonuna karşı yayınlanan AB karşı deklarasyonuna dayanarak Müzakere Pozisyon Belgesi’ne tanınma, limanların açılması gibi taleplerini "veto" tehdidini kullanarak dahil ettirmek istedi. GKRY’nin limanların Rum gemilerine açılması konusunun vurgulanması yönündeki talebi işi zorlaştırmış olsa da Lüksemburg’da AB’ye üye 25 ülkenin dışişleri bakanlarının bir araya geldiği TürkiyeAB Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilebildi. Türkiye, AB üyeliği(?) yolunda 12 Haziran 2006’da bir kavşağı daha dönmeyi ba Türk liman ve havaalanları RUM TALEPLERİ Kıbrıs’ın AB sürecinde bir engel olmaktan çıkması için; "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile ilişkilerin normalleştirilmesi yani GKRY’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak ve tüm adanın temsilcisi olarak tanınması gerekiyor. GKRY’nin de asıl talebi bu olmakla birlikte nedense son zamanlarda bu talebini Türk liman ve havaalanlarının Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılması konusuna indirgemiş durumda. Bu nedenle de 29 Temmuz 2005’te imzalanan Ankara Antlaşması Ek Protokolü’nün TBMM’de onaylanması gerekiyor. Elbette ki Rum talebinin tam olarak karşılanabilmesi için Ek Protokol’e eklenen ve bunun bir tanıma olmayacağını dile getiren deklarasyonun, parlamentonun gündeminden uzak tutulması şartıyla. Bu noktada Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması ile birlikte Rum yönetiminin kendisini "Türkiye tarafından tanınmış" ilan edeceğini ve bu tanımanın sonuçlarını diğer bir ifadeyle doğuracağı yeni talepleri takip edeceğini de vurgulamak gerekiyor. Tüm bunların yanında masumane kalan bir diğer talep de "GKRY’nin uluslararası örgütlere katılımına engel olunmaması" şeklinde ifade edilen ve esasen GKRY’nin NATO üyeliğinin veto edilmemesi beklentisini içeren istemdir. Gerçi gidişata bakınca önümüzdeki günlerde bunun AB üyeliği vetosuna karşı Türkiye’nin elindeki tek koz olarak kalacağını düşünülerek bu talebin karşılanmasının mümkün olduğunca geciktirilmesi yerinde olacaktır. SORUN ANLAM DEĞİŞTİRİYOR İzlenen hatalı politikalar nedeniyle Kıbrıs sorunu BM zemininden AB zeminine kaymakta ve dünya kamuoyunda Türkiye’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanımamasının bir "Kıbrıs sorunu" yarattığı yanılgısı yerleşmektedir. Gerçekten de AB ile ilişkilerde Kıbrıs’ın sürekli ön planda tutulması veya tutulmasına izin verilmesi, Kıbrıs’ı sorun yapan gerçeklerin unutulmasına sebep oluyor. Rumların Türklere yıllarca uyguladığı etnik temizlik ve terörün unutulmasına izin vermek Ada’nın bölünmesindeki baş aktörün ellerini temizlemesine yardımla ve "tanımama"nın gerekçelerinin yok edilmesi ile eş anlamlı olarak görülmelidir. ürkiye ile Yunanistan, Osmanlı’dan başlayan süreç dikkate alındığında yüzlerce yıldır önemli bir coğrafyanın iki ülkesi olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Kimi zaman savaş, kimi zaman barış içinde yaşamaya alışmış bu iki ülkenin halkları, bugünün stratejik koşulları içinde dost olmaya mecbur hale geldiler. Buna mecburlar, çünkü iki ülkenin de askeri güçleri, ekonomik durumları, dış güçlere bağımlılıkları belli. Zaten bugün artık savaş dediğiniz nedir? Kim kimin ülkesine adım atarsa batar, biter. Hele Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaş dikkate alındığında bunun en fazla 48 saat süreceğini bilmeyen yok gibidir. 48 saat içinde elde edilecek kazanımlar geçicidir. Koz olarak kullanılamaz, elde tutulamaz. Dış güçler ilk 48 saat içinde müdahale eder ve tarafların silahlarını susturarak eski sınırlarına dönmek zorunda bırakır. Aksini yapmak isteyen ülke ve liderleri ise uluslararası korkunç baskılara maruz kalacağının bilincindedir. Kısaca kazanan hiçbir zaman olmaz, olamaz. Kimse kimseyi kandırmasın! O zaman geriye yapılacak tek bir şey kalıyor, ‘‘barış içinde yaşamak.’’ İletişim organları dahil hemen herkes ‘‘barış için’’ elini taşın altına sokmakla yükümlüdür. Bu noktada biz gazetecilere önemli görevler düşüyor. Kalemimiz bu çerçevede yani ‘‘barış yolunda’’ yazmalı, halklarımız bu yola kanalize edilmelidir. İzlenme oranı ya da tiraj kaygısı ile edite edilen yazılar, Ege’nin her iki yakasını da tedirgin eder, mavi suları bulandırır! Bizler ‘‘bulanık sularda balık avlayanları’’ uyarmak için elimizden geleni yapmalıyız. Bu köşede zaman zaman gülümseyecek, zaman zaman düşünecek, bazı satırları şaşırarak ya da kızarak okuyacaksınız. Okuduklarınız belki eleştirel, belki takdir dolu olacaktır. Ama bilin ki bu yazılar Ege’nin iki yakasını süsleyen Türk ve Yunan halklarının barış, dostluk ve refahı için olacaktır. Kızmayın, alınmayın, gücenmeyin. Gerekirse önerin, hatta eleştirin, Bunu yapmak sizin yani okurun en tabii hakkıdır. Elektronik posta adresim size bu konuda yardımcı olacaktır. ??? Yukarıda iki ülkenin barış ve dostluğa ihtiyacı olduğu bir dö THE GUARDIAN’DAN ÖZEL EK ‘Modern Türkiye’ye kapılar açılmalı’ Dış Haberler Servisi İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesi, yayımladığı 16 sayfalık Türkiye ekinde, Türkiye’yi Avrupa’nın en hızlı büyüyen pazarı olarak nitelendirdi. Türk ekonomisinin 2000 ve 2001’de yaşanan krizlerin ardından bir istikrar döneminin tadını çıkardığını savunan gazete, bununla birlikte, ülkenin önünde ‘‘bazı siyasi güçlükler’’ olduğunu ve bunların içinde bulunulan istikrar dönemini tehdit ettiğini yazdı. Türkiye ekinin ilk sayfasında, İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett tarafından kaleme alınan bir başmakale yer aldı. Beckett, önünde ‘‘uzun bir AB yolculuğu’’ bulunan Türkiye’nin bu yolculukta ekonomik ve siyasi reformlarla gelişmiş Avrupa ekonomilerine yakınlaşmaya çalışacağını belirtti. Pek çok Avrupalının Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin AB’ye sığdırılamayacağı inancında olduğunu kaydeden Beckett, bu tür düşüncelerin yanlış olduğunu Avrupalı siyasetçiler olarak halklarına gösterebilmeleri gerektiğini ifade etti. Beckett, Türkiye’de ekonominin temel göstergelerinin, ortaya çıkan küresel dalgalanmalardan etkilenmekle birlikte, yapılan reformlar sayesinde hâlâ iyi durumda olduğunu savundu. Avrupa’nın genişlemesinin, geçmişte bu genişlemeye dahil olan bütün ülkeler için olumlu etkiler yaptığını, bunun Türkiye için de aynı olacağını yazan Beckett, büyüyen Türk ekonomisi içinde İngiliz şirketlerinin ağırlığının artmasını buna örnek gösterdi. Beckett, ‘‘Avrupa için en büyük tehdit, Türkiye gibi canlı ve dinamik bir ekonomiye kapısını açmak değil, içine kapanmaktır’’ dedi. ‘AB SÖZÜNÜ TUTMALI’ Müslüman Türkiye’nin birliğe üyeliğinin Avrupa ile Asya arasındaki farklılıkların ortadan kaldırılmasına yardımcı olacağını savunan Beckett, ‘‘Avrupa’da yaşayan herkesin modern Türkiye’ye kapılarını açması gerek’’ dedi. AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de ekteki açıklamasında, ‘‘Türkiye’de reformların hız kaybetmesinin, Fransa ve Avusturya gibi ülkelerde Türkiye’ye duyulan antipatinin süreci tehdit ettiğini’’ belirterek ‘‘Avrupa sözünü tutmalı’’ dedi. Avrupa’nın Türkiye ile ilişkilerinde dürüst bir çizgi yakalamak ile kısırdöngü oluşturmak arasında tercih yapmasını isteyen Rehn, Avrupa’nın taahhütlerine sıkı sıkı sarılması gerektiğini kaydetti. Aksi takdirde bunun Türkiye’deki reform sürecini zayıflatacağını kaydeden Rehn, AB’nin bu anlamda Türkiye’deki iç gelişmeleri de etkilediğini belirtti. Ekte ayrıca toplumsal yaşamdan turizme kadar çeşitli alanlarda röportajlara da yer verildi. Bush’un Pulu Bush, üstünde kendi resmi olan pullar bastırmış ve Beyaz Saray’dan postalanacak mektuplarda bu pulların kullanılmasını emretmiş. Bir süre sonra görülmüş ki pullar zarfa bir türlü yapışmıyor. Bush yetkilileri çağırıp sormuş: Üstünde resmim olan pullar yapışmıyor, arkalarına zamk sürmediniz mi? Sürdük efendim. Yapışmamasının nedeni, herkesin pulun arka yüzüne değil, ön yüzüne tükürmesi!.. MOSKOVA GÜNLÜĞÜ HAKAN AKSAY aksay@rusya.ru Domuz ve Nefret koYanlış trene bindiysenizenin m rü yü fa ra ridorda ters ta bir yararı olmaz. Dietrich Bonhoeffer diyecek sözüm yok... Domuz tartışmaları sırasında bir internet gazetesi, imajımızı kurtarması için Başbakan’a çağrı yaptı. Başbakan domuz kahramana destek verir mi ki? O daha kediye bile dayanamıyor... Ama belli olmaz. Peşin hüküm verip de ‘‘domuzluk’’ etmeyelim!.. N e ekonomi ne de siyaset haberleri; bugün bir toplantının sonucunu bekliyorum sabırsızlıkla. Bugün TRT yöneticileri Batılı partnerleri ile çizgi film alımı konusunda masaya oturuyor. Son günlerde TRT’nin, dünyaca ünlü ‘‘Winnie the Pooh’’ adlı çizgi filmi, kahramanının domuz olması nedeniyle reddettiği söylendi; sonra yalanlandı; lehte ve aleyhte konuşup yazanlar çıktı. Alman Der Spiegel’den Fransız AFP’ye, Amerikan New York Times’tan Rus İzvestiya’ya kadar dünya medyasının birçok temsilcisi, ‘‘domuz düşmanı’’ olduğumuz için bizimle alay etti. Önceki gün bir köşe yazarımız şöyle yazdı: ‘‘Müslümanlar (...) üzerinde domuz resmi olan anahtarlık taşımaz, tişört giymez. Müslümanların vergileriyle yaşayan bir devlet kurumu, Türk çocuklarına domuzu sevdirme gibi bir misyonun aktörü olamaz. Domuz (...) bizim kültürümüzde yeri olmayan bir hayvan. Çocuklar varsın domuz sevgisinden uzak kalsınlar.’’ Belli ki bu yazar çizgi filmi görmemiş. Bense defalarca izledim ve şiddet içeren pek çok çizgi filmin yanında iyilik ve saflık timsali olduğunu biliyorum. Doğayı paylaştığımız canlıların bir bölümüne düşmanlık yapmak konusunda ise Gürcü Liderin İşi Zor utinSaakaşvili zirvesi ciddi bir sonuç getirmedi. İktidara geldiğinden P beri Moskova’ya karşı sert bir üslup izleyen Gürcü lider, politikasını yumuşatma gereği duydu. Rusya ile İran da dahil çok yönlü pazarlıklar içindeki ABD’nin küçük Gürcistan’ı feda etmesi ihtimali göz ardı edilemez. Ayrıca Rusya’nın Tiflis’e uyguladığı ekonomik yaptırımlar, Gürcü ekono misini iyice zora sokmaya başladı. Putin, diplomatik mesajlarının arasına bir de tehdit sıkıştırdı: ‘‘Abhazya ve Güney Osetya’nın Gürcistan’dan bağımsızlığı konusunda o bölge halklarının fikrini beyan etmesi de önemli bir faktördür. Özellikle de Karadağ’ın bağımsızlığının tanındığı ve Kosova’ya da aynı yolun açıldığı bir dönemde...’’ Zaten fiilen topraklarına tümüyle hâkim olamayan Tiflis, yakında hukuki olarak da bölünme tehlikesiyle karşı karşıya gelebilir.