05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 AÇI C olaylar ve görüşler HAZİRAN CUMA MÜMTAZ SOYSAL Sancak Alabanda ‘Helâl’den ‘Halal’e : Yeniden İslâmiyet İ slâmiyet, son beş yıldır (İ.S. 11/09/2001’den sonra) Dört Halife Devri’nden (İ.S. 632661) bu yana en hızlı küresel yayılmasını gerçekleştirmektedir herhalde. Yalnız bu kez bu görevi devesinin üzerinde yalın kılıç ‘‘küffar’’a girişen Arap süvarileri değil, bizzat kendi ‘‘üstün’’ medeniyetlerinin saldırı altında olduğunu ‘‘günde beş vakit’’ yineleyip duran, küresel patronların borazanı medya tekelleri üstlenmiş durumda. Bu yayılmayı yalnızca fiziksel anlamda algılamak yanlış olur. Zaten günümüzde de herhangi bir dinin fiziksel sınırlarla tanımlanması artık mümkün değil. Yayılma, insanların küresel boyutta belirgin bir safa, kalıba doğru itilmeleri ve dolayısıyla safların kendini daha net ifade etmeye başlamasıyla ilgili. Bu durum zaten ister istemez fiziki bir netleşmeyi de beraberinde getirecek, getiriyor da. 1960’ların ABD ‘‘gettoları’’ndan sonra, Batı Avrupa ‘‘gettoları’’nda da özellikle 11 Eylül sonrası açık dini kimlik haykırışları bunu gösteriyor. İDEOLOJİK BİR SENTEZ Geçenlerde BBCWorld ana haber bültenlerinde birinci sırayı alan bir ‘‘kurgu haber’’ dikkat çekiciydi. Uzakdoğu, Avustralya ve Batı Pasifik bağlamında, gıda tekellerinin Müslüman nüfusu oldukça ağır basan bir bölgeye Endonezya ve Malezya yönelik rekabetlerinin ne denli İslami yaptırımlara paralel yürüdüğünü anlatıyordu. Haberin en ilginç yanı ise, halen bir komünist partisinin tartışılmaz egemenliğinde yönetilmekte olan Çin Halk Cumhuriyeti’nin de bu rekabet ortamına bir şekilde uyum sağlamaya çalıştığıydı. Özetle, son derece önemli bir gıda tüketim maddeleri pazarı olarak sunulan ve İslamiyet’in etki alanı altındaki bu geniş coğrafyanın tüketim eğilimindeki belirleyici kuralın, bu tüketim maddelerinin İslami usullere göre üretilmesi koşulu olmasıydı. Eşsiz bir ideolojik sentez olan ‘‘Şarkiyatçılık’’ kitabında, sömürgeci Batı’nın ‘‘mazlum’’ ülkeler üzerindeki gücünü ne şekilde meşru gösterme çabası içerisinde olduğunu oldukça anlaşılır bir biçimde ortaya koymuş olan Edward Said, ‘‘Şarkiyatçılık (Batı’nın Doğu anlayışlarıCD), modern tarihin başlangıcından bugüne, Doğu ile Batı gibi katı ayrımları temel alan her (tür) bilginin ortaya koyduğu oldukça acınası bir eğilimin tipik örneğidir; düşünceyi, Batı ya da Doğu mecraına sokar (siyah ya da beyaz gibiCD).... Batı’da oluşan (üretilmekte PENCERE AKP’nin Yol Haritası? CELİL DENKTAŞ B C Ç İR ülke ki, Danıştay’ın bir türban kararına karşı iktidardakilerin hukuka sığmaz sözleriyle dolduruşa gelen bir avukat, mahkemede yargıç öldürür. Bir ülke ki, sorumlular, bu aşikâr olayda bile ‘‘Ne yaptık da hukuk devleti bu hallere düştü?’’ diye derin derin düşüneceklerine, olmadık ipuçlarıyla ‘‘derin devlet’’ hayaleti peşine düşerler. Bir ülke ki, başbakanı, yabancı topraklarda görevli büyükelçiyi gözler önünde azarlayarak diploması tarihinde görülmemiş bir çiğlik yapar. Bir ülke ki, KKTC’nin Talat’ıyla el ele verenler, Rumların tutumundan yararlanma yerine, haklı ve güçlü olunan bir davayı kaybettirici Annan Planı yine gündeme gelsin diye hâlâ yalvar yakar olmayı sürdürürler. Bir ülke ki, her türlü ateşli silah ve korkunç bıçak, semt pazarlarında satılır ve alan yeniyetmeler bunlarla kız uğruna birbirini öldürür ya da doğrar. Bir ülke ki, düşük döviz kuruyla milli gelir hesabı yapılarak ekonominin gerçek durumu saklanıp yerli halk ve yabancı yatırımcı aldatılmaya kalkışılır. Bir ülke ki, ‘‘Ocaklara bin işçi alınacak’’ denince 41 bin aday çıkar ve sağlık raporu yerine maden direği taşıtma gibi ilkel yöntemlerle seçme yapılır. Bir ülke ki, köylüsü çiftçisi dıştan üflenen reçetelerle üretimsizliğe itilirken, elin Şili’sinden elma ithal edilerek ziyafet sofraları süslenir. Karanlığa sürüklenen böyle bir ülkenin muhalefet liderinden sürüklenişi durdurucu ve ileri atılmaya hazır güçlere umut verici bir ses beklenir, değil mi? Çıka çıka çıkan ses, ‘‘sancak alabanda’’ sesidir. umhuriyeti yaratan ve devrimleri yapan bir insanın kurduğu partiden ‘‘sağa açılma’’ sözünü duymak kadar şaşırtıcı ve düşündürücü bir şey olamaz. ‘‘Durmayalım, düşeriz!’’ sloganının sahibi bir kuruluş sağa açılacak, öyle mi? Sağ ki, bütün dünyanın politika sözlüğünde durgunluğun, tutuculuğun, yenilenme korkusunun, hatta geriye gidişin adıdır; 1920’lerle 30’ların CHP’sine göre rotasından zaten hayli uzaklaşmış bir parti, sağa da açılarak nereye varacak? Belki, aynı liderin daha önce, ‘‘ortanın solu’’ndan başlayıp ‘‘Yeni Sol’’, ‘‘Felipe sosyal demokrasisi’’, ‘‘Blair’ci sol’’, ‘‘Şeyh Edibali’nin Anadolu solu’’ gibi sözler duyduğunuz için, bu son sözü de ciddiye almayabilirsiniz ama, üzerinde ciddi olarak düşünülecek bir belirtidir bu. ünkü, rotası belli gemilerin kaptan köşkünde ‘‘alabanda’’lı komutlar pek sık duyulmaz. Ortanın solunda olduğu söylenen bir partinin rotasında olsa olsa küçük dereceli düzeltmeler olur. ‘‘Laiklik elden gidiyor’’ telaşıyla birdenbire sağ tutumlara yönelmek, bu elden gidişin temel nedenini unutmak olur: Halk yığınlarının laiklik karşıtı aldatmacılara kaptırılışı, solda gerçek anlamıyla halk yararına ekonomik ve sosyal politikalar izlenmemiş olmasındandır. olanCD) değerlerin tam göbeğinde bu eğilim olduğu için , Batı’nın Doğu karşısındaki güçlülük duygusu, sanki bilimsel bir doğruluğu varmışçasına sağlam bir zemin addedilir’’ diyor. Ve üstüne üstlük, ‘‘Avrupa’nın Doğu’da, özellikle İslamiyet’le karşılaşmış olması... Henri Pirenne’in de işaret etmiş olduğu gibi... Avrupa uygarlığı, kendine yabancı ve karşıt bir ideali...’’ yakalamasını sağlıyor Batı’nın. Said’in analizinde Batı, sömürgeci eğilimin kaçınılmaz bir şekilde kendisini dışa vurduğu sınıf kavrayışından başka bir şey değil. Ancak, Avrupa feodalitesinin daha sonra da kapitalizminin bu kavrayışı kendi kıtasında bir şekilde meşrulaştırma ve tüm toplumsal sınıfların desteğini yanına alma kaygısı, daha doğrusu sömürgelerin üzerine yürütmek üzere insan gücüne dayalı bir saldırı mekanizmasına ihtiyaç duyması, Doğu’yu ideolojik hedef tahtasına koymasını ve dolayısıyla da kendi kıta toprakları üzerinde açlığa ve yoksulluğa mahkum etmiş olduğu kendi insanlarına ortak bir hedef göstermesini sağlamakta. ‘BİR İTTİFAK YARATILMALI’ Tabii konu yalnızca Batı’nın topyekun bir Doğu düşmanı haline dönüştürülmesiyle çözülebilecek basitlikte değil. Aslında, Batı’nın topyekun Doğu düşmanı olabilmesi hiç mümkün değil. Öyleyse ne yapmalı? Doğu’nun içerisinde Doğu’dan nefret eden bir ittifak yaratmalı! Bunun ne demek olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Yani öncelikle kendi doğduğu coğrafyasına ve onun insanına bağlı, insan emeğinin değerini her şeyin üzerinde tutanlardan bahsediyorum, ‘‘biz’’ derken. İslami usullerin ticarette de öne çıkmasının dinle hiçbir ilişkisi olmadığını da otuz yaşını dolduran herkes bilir bilip de bilmek istemeyenler bir yana. Kırk, elli yaşına gelmiş hangimiz, çocukluğunda ya da gençliğinde sucukların, salamların ve bilumum ilgili ilgisiz gıda maddesinin etiketinde ‘‘Halal’’ damgası aradı? Ama şimdi? Siz aramasanız da hemen hemen hepsinin en görülebilir yerinde, TV ekranındaki BBC muhabiri gibi sırıtır yüzünüze. Yeminibillah ‘‘farz’’ olduğu anlatılan et hazırlama usullerinin gerçekten kitabına uygun olup olmadıkları bir yana, bu işe İslam coğrafyasına mal satan Avrupa’nın ve en sonunda da Çin’in soyunmuş olması, sanki bir tür ‘‘kara komedi’’. Çin’i, ‘‘Doğu’ya Batı’dan bakan bir Doğu’lu’’ olarak görmeye alışmalı mıyız? Bu derin bir konu. Ama Çin’in pazar paylaşımının ve de enerji talanının tam göbeğine davet edilmiş olduğunu da artık kör gözler bile görüyordur herhalde. ‘BUGÜNKÜ KUŞAKLARIN ÇARESİZLİĞİ’ Bizler, ‘‘helal’’ derdik. Bu sözcüğün oldukça geniş bir kullanım alanı vardır. Çoğumuz, başka hiçbir anlamını aklımıza getirmeden bunu bir ‘‘takdir’’, bir tür ‘‘olumlama, kutlama’’ nidası olarak kullandık; hala da öyle. Aslında bugünkü kuşakların çaresizliğini de yaşamamıştık. Çünkü o günlerde hep bir ağızdan üzerimize saldıran televizyon kanalları, renkli ve kuşe dergiler, gazeteler de yoktu. Bizlere henüz Batı karşısında aşağılık duygusuna kapılmamız gerektiği ezberletilemiyordu, ya da bunun araçları bugünkü kadar gelişmemişti. Tabii Batı saldırısına karşı İslamiyet’in bir kalkan olabileceği de henüz bize söylenmemişti. ‘‘Yeşil Kuşak’’ teorisi, o günlerde de var idiyse bile bizim bundan haberimiz ve buna hizmet etmeye hazır uyanıklarımız henüz mevcut değildi. ‘‘Halal’’, artık imdadımıza yetişmiş durumda. Artık bizler, bizi emperyalist Batı’dan oldukça ayıran çok önemli bir silahın elimizde olduğunun bilincindeyiz. Bunu BBC World sanki daha yeni tespit etmiş ve tıpkı Saddam’ın elinde Batı’yı bir anda mahvedecek kitle imha silahları bulunduğundan yüzde yüz emin olunduğu günlerdeki gönül rahatlığının ekranlardan buram buram yayıldığı günlerdeki gibi mutlu bir şekilde dünyaya yayıyor. Bize, kendimizi onlara karşı ne şekilde savunacağımızı müjdeliyor; biraz da acıyarak. Fakat heyhat! Batı’nın ortalama zekaya ve dolayısıyla da ortalama yaşam standartlarına sahip sakinleri ise zokayı daha önce yutup, Doğu’nun zavallı insancıklarına vahvahlanıyorlar. Ve sokağa çıktıklarında ilk yakaladıkları Müslüman’a, üstünlük ve korku karışımı bir telaşla soruyorlar: ‘‘Sizde kadınlar neden kapalı?’’ Tarih, tekerrür etmeden yoluna devam ediyor. Açgözlülük ise kaçınılmaz bir şekilde kendi mezarını kazıyor. B Çöken Senaryonun Altında Kalan Kim? C umhuriyet ve Danıştay’a yapılan saldırının arkasındaki asıl gücü, ‘‘nereye kadar giderse gitsin’’ türünden bir meydan okuma ile ortaya çıkaracaklarını söyleyenler, hafta sonundaki parti kongrelerinde, ülkeyi derinden sarsan olayın son durumuna nedense hiç değinmediler. Ne hazır olmamız istenilen ‘‘sürpriz’’den söz eden; ne de ‘‘fotoğraflara bakarak kimlerin yaptığını tahmin etmemizi isteyen’’ başbakan yardımcıları, ‘‘Biz dememiş miydik’’ türünden demeçler verdiler... Partisinin grup kürsüsünden ‘‘derin komplo’’ açıklaması yapan Başbakan’ın yakın çevresi, bu saldırı ile Şemdinli’deki bombalama olayları arasında bir VanAnkara çizgisine dikkatleri çekmek isterken, Danıştay olayının öne çıkan eylemcisi avukat Alparslan Arslan ile silahlı kuvvetlerde komando olarak görev yapmış bir emekli yüzbaşı arasındaki ilişkiden söz ediyorlardı. Öylece, o yüzbaşının yani Muzaffer Tekin’in yönettiği bir gladyo oluşumunu gündeme getirmek çabasındaydılar. Bu çaba, Muzaffer Tekin’in ilk sorgusu sırasında, tutuksuz yargılanması için verilen karar ile sönen bir balona dönüştü. Emekli yüzbaşıyı yargı önüne çıkartan polis, onun Vatanseverler Güçbirliği Derneği adı altında yakın dönemlerde kurulmuş bir örgüt ile ‘‘derin’’ ilişki içinde olduğu düşüncesindeydi. Oysa Tekin, cumhuriyet savcısına da, nöbetçi mahkemenin yargıcına da, böyle bir ilişkinin söz konusu olmadığını söylemekle yetinmedi. O derneği ‘‘niçin’’gözünün tutmadığını da anlattı. Tekin, 5 sayfalık ifadesi sırasında Vatanseverler Güçbirliği Derneği ile olan ilişkisi için şunları anlatmış: ‘‘1.5 yıl önce Vatanseverler Güçbirliği Derneği’ne gittim. Tüzüğü inceledim. Gerekirse Milis Güçler kurulur diye bir ibare gördüm. Bundan hoşlanmadım.’’ Bir dernek düşünün. Bir buçuk milyona yakın üyesi olduğundan söz ediliyor. Yine o kadar milyon dolar da parası. Emekli yüzbaşının, bu derneğin tüzüğünde göz atar atmaz dikkatini çeken ‘‘amaç’’ maddesine yerleştirilmiş olan, o ‘‘ gerekirse milis güçleri kurmak’’ maddesi, adına ister çete diyelim, isterseniz silahlı bir ORHAN BİRGİT lik.. düpedüz yasalara aykırıdır.. Bir derneğin kuruluşu sırasında, kurucuların listesi ile tüzüğü önce ilgili valilik makamına veriliyor. Oradan da bu belgeler İçişleri Bakanlığı’na gönderiliyor. O, yasaya aykırı olan ve ‘‘gerekli görürsek milis güçleri oluştururuz’’ denilen madde için resmi makamların tepkisiz kaldığı, Muzaffer Tekin’in anlatımlarıyla anlaşılıyor.. Kuruculara, ‘‘Bu hüküm geçmez. Değiştirin’’ denilmiyor. İçişleri Bakanlığı’nın bir tür koruması altında olduğu anlaşılan böyle bir derneğe üye olup olmadığı sorulan emekli yüzbaşının bir bakışta gördüğü, o silahlı güçler barındırma hükmüne, devletin ilgili birimleri yeşil ışık yakmış oluyor. GİZLİ ANAYASA DENİLEN.. Tekin, yine aynı ifadesinde, evinde bulunan ve AKP’li medya tarafından ‘‘Milli Güvenlik Belgesi’’ ya da ‘‘Gizli Anayasa’’ olarak adlandırılan belgenin, çok eski yıllarda Genelkurmay Başkanlığı’nda albay olarak görev yapan babasından kalan ‘‘İstihbarat ve Gerilla’’ adlı bir kitap olduğunu anlatıyor. Hep birlikte Cumhuriyet tarihimizde rastlanmadık o 17 Mayıs 2006 günü, bir anayasa kurumuna yönelik saldırı ile toplumun gündemine oturan olayların bilançosunun kalın çizgilerini bir kez daha anımsayalım. Bir yargıcımızı, Mustafa Yücel Özbilgin’i şehit verdik. Dört yargıç da yaralandı. Derin Senaryolar. Saldırının başlıca eylemcisi olan Alparslan Arslan adlı kişi, olayı türban konusundaki bir dava nedeniyle karar veren 2. Daire yargıçlarına karşı tepki olarak gerçekleştirdiğini söylediği için, o karar karşısında Şubat 2006’da verdikleri sert demeçlerin sahibi olan Erdoğan ve arkadaşları, telaş landılar. Hükümet üyeleri de AKP medyası da olayı bambaşka bir yöne çekmek amacıyla senaryolar oluşturma çabasına girdiler. 17 Mayıs saldırısına karşı bir başka tepki de Cumhuriyet ilkelerine yürekten bağlı yurttaşlar tarafından düzenlenen yürüyüşlerle ortaya konuldu. Şehit yargıcın cenaze töreninde, bu tepkilerini sergileyenler arasında yer almak isteyen Bülent Ecevit, beyin kanaması geçirerek yaşam savaşını sürdürdüğü hastanede önceki gün 82 yaşına girdi. İktidarın, soruşturma sona ermeden en yetkili ağızlar eliyle vizyona koymak istediği derin senaryo işe yaramaz hale geldi. 17 Mayıs günü, o senaryonun sahiplenmesini kimler yapmış ise Başbakan ilk iş olarak onların yakasına yapışmalıdır. Çünkü yurttaşlar, bu başı sonu tutmaz değerlendirmelere bakarak kendilerini, ne yaptığını bilen bir hükümetin değil, Rufailerin yönettiği gibi bir düşünceyi paylaşıyorlar. irisi eline kalemi aldı, beyaz kâğıda bir üçgen çizdi, bir köşesine ABD’nin Bush’unu yazdı, öteki köşesine AKP’yi ve RTE’yi kondurdu, üçüncü köşeye de AS (Arap Sermayesi) rumuzunu oturtunca dedi ki: İşte sana Türkiye’deki iktidar üçgeni!.. Hımmm, dedim, iyi de fazla şematik değil mi?.. Her basitleştirme abartılı olduğundan kendi yapısında çarpıklığı da içerir; ama, kimi gerçekliği anlamak bakımından yararlıdır... ? İstanbul sermayesi AKP’ye yabancılaşıyor; bunu yalnız biz görmüyoruz; gerçek, Amerika’dan ya da İngiltere’den de fark ediliyor... Oysa ABD değil miydi, Türkiye’yi ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ne oturtmak isteyen?.. Ne oldu?.. 2002’den bu yana geçen iktidar süresinde AKP, Başkan Bush’a iyi servis yapamadı; hem Irak’a Türkiye üstünden geçiş olanakları tanıyan ‘1 Mart Tezkeresi’ Meclis’ten çıkarılamadı, hem Filistin’de iktidara geçen Hamas ki ABD ve İsrail’in gözünde terör örgütü sayılıyor acele Ankara’ya çağrılıp onurlandırıldı... Şimdi Amerika’ya gidip gelen ne kadar gazeteci, işadamı, politikacı, arabulucu varsa diyorlar ki: Bush yönetimi Tayyip’ten neredeyse vazgeçmiş gibi... ? RTE’nin akıl hocası Cüneyd Zapsu, gazetelerin yazdıklarına göre Bush’un akıldanelerine yalvarmış: RTE’yi çukura itmeyin, kullanın!.. İşin en çarpıcı yanı ne?.. Bu rezil pazarlıkların Türkiye’de gazetelerde yayımlanması ve herkesin hiçbir şey olmamış gibi birbirini seyretmesi... Son günlerde Cüneyd Zapsu, Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen’in yanı sıra bu dinci siyaset topluluğunda adı sivrilen bir ilginç kişi daha var: Korkut Özal!.. AKP’nin akıl hocası!.. ? AKP’nin akıl hocası ve dinci Türkiye siyasetinin mimarlarından pek meşhur Korkut Özal bu kez de Aktüel dergisine konuşarak RTE’nin ve partisinin daha önceden saptanmış yolunu çizdi: ‘‘ Recep Tayyip Bey 1’inci başkan olacak!..’’ Nasıl?.. Anayasa değişecek!.. Türkiye Başkanlık Sistemi’ne geçecek!.. RTE ilk başkan olacak... Haydi hayırlısı!.. ? İş kolay görünmüyor... Belli olmaz, RTE bidenbire dönüp erken seçim yoluna da girebilir; ama, bu yol uzlaşma, istikrar, normalleşmeye dönmek ya da zamanlamayı uzatmak demektir... RTE’nin kararlarında en etkili odak ABD olacaktır... Türkiye bir kavşakta!.. Ne yazık ki siyasal arenada AKP’nin karşısına halkın ağırlığını koyabilecek bir ulusal örgütlenme ve uzlaşma bilinci daha saydamlaşamadı... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle