05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN CUMA ve insan BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR İBİŞ MAHMUT HOCA YAŞAR USTA TİPLEMELERİNİN VE SİNEMANIN EMEKTARI C Yeni Avrupa 13 Yorgun Kavuklu: ÖZKUL avuklu, İbiş, Mahmut Hoca, Yaşar Usta... O, Türk tiyatro ve sinemasının emektarı Münir Özkulu. “Tüm yaşamımda, tiyatroda ve sinemada yalnızca duygularla oynadım” diyordu. Belki de bu yüzden yoruldu ve köşesine çekildi. Geçen günlerde Tiyatro Festivali'nde aldığı “Onur Ödülü”, onu bir kez daha sahneye çıkardı... K G Resmen bir çocuk Münir nasıl biri? Biraz bahsedeyim size. Münir bir çocuk, resmen bir çocuk. Cemiyet içine çıkarken utanır sıkılır. Halkla konuşmak istemez, arka yollardan gider. Bütün bu sıkıntısı yüzünden içki içer. İçtiği zaman da rahatlar, dünya umurunda olmaz. İç dünyası başka bu adamın, ama bir çocuk. (...) Münir’in hayal dünyası o kadar güzeldir ki, onu deştiğin zaman özellikle eskilerden o kadar güzel şeyler anlatır ki. Meraklıdır da. Mesela Ferdi Tayfur’u sever, onu çok dinlerdi. Sadık Şendil’le oturur, Haldun Taner’le muhabbet ederdi. “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”ndaki final lafını Haldun Taner’e Münir yazdırmıştır. Münir’in sezgileri çok iyidir. Erol Günaydın ÖZLEM ALTUNOK K avuklu, Mahmut Hoca, Fasulyeciyan ve daha pek çok sıfat, rol, tanım dolduruyor Münir Özkul’un hayatını. Türk tiyatro ve sinemasının emektarı, çocuk, usta, “yaramaz”, bilge, şeytan tüylü, duru, sahne eri ve belki de bütün tanımları kapsayan bir üstbaşlıkla; mahcup... Mahcupluğu yarattığı onca tip, karakterle çoğalan, parayla ilişkisini, inişli çıkışlı yaşamını, suskunluğunu belirleyen 81 yaşına akran bir duygu sanki. yiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!” Münir Özkul için hayatın perdesi, 15 Ağustos 1925’te açılır. Babası askerdir, annesi onun da babasının izinden gitmesini ister, oysa o daha ortaokul yıllarında tiyatroya merak salar. “Sevdiğim tek insan, tek şey annemdi. O, paşa olmamı isterdi. Ben de peki, derdim. Annemi çok sevdiğim için okuyacaktım. 1112 yaşlarında başka bir tutku başladı: Oyunculuk” der o yıllar için. İlk sahne deneyimini de 1940’ta Bakırköy Halkevi’ndeki “Mahcuplar” oyunuyla yaşar. Maceralı lise yılları 24 yaşında pek çok okul değiştirdikten sonra bittiğinde tiyatro da bir süre askıya alınacaktır. İstanbul Üniversitesi’nde iktisat ve edebiyat bölümlerinde okumayı dener, olmaz... Hayatını profesyonel anlamda oyunculukla kazanmaya da o zamanlarda, 1949’da, Ses Tiyatrosu’nda başlar, Küçük Sahne’de devam eder, bu sahne Muhsin Ertuğrul’la da çalışmasını sağlar. MAAŞLI OYUNCULUK ONA GÖRE DEĞİL Tiyatroyla hiç kopmayacak bağı da o zaman kurulur. “Gerçek bir tiyatroda, tiyatro mutluluğum 1950’de, Küçük Sahne’de Muhsin Ertuğrul’u tanımamla oldu. Tiyatronun büyüklüğünü, tiyatro nasıl sevilir, nasıl sayılır ondan öğrendim...” 1957’ye kadar süren bu dönemde “Fareler ve İnsanlar”, “Karakolda”, “Yarış”, “Sevgili Gölge”, “Hamlet” gibi oyunlarda oynar. Tiyatro kapanınca Vasfi Rıza Zobu’nun davetiyle sadece iki sezon Şehir Tiyatroları’nda çalışır. Maaşlı oyunculuk yapmak ona göre değildir. Biraz da bu yüzden sinemayla ilişkisi neredeyse tiyatroya paralel olur. Rol aldığı ilk film, “Vatan ve Namık Kemal”dir. Bir dizi tarihi filmin ardından “Edi ile Büdü”, “Edi ile Büdü Tiyatrocu” gibi komedi filmlerinde, “Kalbimin Şarkısı”, “Miras Uğruna” gibi melodramlarda rol alır. KAVUKLU OLMAK... iderek yaşlanan ve hantallaşan Avrupa’nın acilen taze kana ihtiyacı olduğunu görmemek mümkün mü? 1960’lı yıllardan bu yana yabancı ülkelerden gelen göçmenlerle kendine sosyoekonomik hareketlilik sağlayan Avrupa’nın sıkı sıkı tutunduğu diğer bir çözüm ise genişleme. Her ne kadar şu sıralar Fransa, Almanya ya da Hollanda gibi kurucu ülkeler genişleme alerjisi yaşasalar da AB genişleme olmadan yoluna etkin bir biçimde devam edemez. En azından şimdilik. İşte bu nedenle yeni üyelerin katılımına olanak sağlayacak kurumsal sistemi yenileyen anayasanın reddedilmesi AB içinde bu kadar paniğe ve duraklamaya neden oldu. ‘‘Madem halk istemiyor biz de yolumuza bir süre genişleme olmadan eldeki Nice Anlaşması’yla devam edebiliriz’’ denebilirdi. Ama öyle denmedi. Anayasanın reddedilmesinin arkasında başka nedenler olduğu söylendi ve genişlemenin ‘‘günah keçisi’’ yapılmaması çağrıları yer aldı. Çünkü AB liderleri ve kurumları içinde görev yapan ‘‘beyinler’’ genişleme olmaksızın AB’nin ekonomik, politik ve sosyal anlamda nasıl da zor bir duruma düşeceğini çok iyi biliyorlar. Tarihinin belki de en can alıcı krizlerden biri olarak kabul edilen anayasanın reddine rağmen AB, çekinceler koysa da, bin bir koşul getirse de, ya da korksa da genişleme konusunda yoluna devam etme kararı aldı. Unutulmamalı ki anayasa referandumlarının hemen ardından AB, ‘‘ateşli’’ konu Türkiye ile tüm karşı çıkmalara rağmen müzakereleri başlattı. Bu ne demek? Bu, AB büyük bir genişleme ihtiyacı içinde demek. Yeni pazarlar, büyük ülkelerin yabancı yatırım götürebilecekleri yeni iş imkânları, AB pazarında çalışabilecek genç, kaliteli ve ucuz işgücü, ekonomik büyüme, bölge siyasetinde söz sahibi olma, birliğin getirdiği güçle kü reselleşmeyle daha etkin mücadele, sınır kontrolleriyle terör, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı konularında güvenliğin sağlanması. Tüm bunlar AB’nin değişen dünyada kendini koymak istediği yer ile bire bir ilgili. AB’nin genişlemenin kendisi için önemini defalarca tekrarladığı ve tüm bu unsurların Türkiye’nin siyasi istikrarı ve gelişimine fayda sağlayacağı kuşku götürmez. Ancak AB bazı genişlemelerde diğerlerinden daha mı aceleci? Geçen hafta Avrupa’nın göbeğinde yeni bir devlet doğdu; Karadağ. Sırbistan’la yollarını halkoylaması sonucu ayırmaya karar veren Karadağ, Avrupa içindeki dengeleri etkilemeyecek kadar küçük bir ülke!? Öyle mi dersiniz? AB Komisyonu şimdiden Karadağ’a üyelik perspektifi verilmesi için kolları sıvadı. Daha dün arka bahçesinde savaş yaşayan Avrupa bugün pamuk ipliğine bağlı eski Yugoslavya ülkelerine kollarını açıveriyor. Hadi ‘‘Küçücük bir Karadağ AB’ye yük olmaz ve Balkanlar’daki gelişime katkı sağlar’’ gibi bir çıkarım yapalım. O halde bu, bundan sonra kendi bağımsızlığını ilan eden her minik ülkeye üyelik perspektifi verileceği anlamına mı gelecek? Kıbrıs Rum Kesimi’nde adanın bölünmüşlüğünün altını çizen geçen haftaki seçimlerin ardından taraflar arasında çözümsüzlük iyice yerleştikten sonra KKTC ‘‘Biz de bağımsızlığımızı istiyoruz’’ derse ne yapacak AB? Hangi nedenle Kıbrıslı Türkleri reddedecek? Bir tarafta çözülme bir tarafta birleşmenin teşvik edildiği bir Avrupa nasıl ortak bir politika belirleyecek? AB liderleri haziran ayında yaşadıkları varoluşçu krize bir çıkış yolu aramak için bir araya geliyorlar. ‘‘AB nereye kadar gidecek’’ sorusunun yanıtı bulunur mu bilinmez, ancak ‘‘Yeni Avrupa’nın’’ ne olacağı konusunun konuşulmasının zamanı çoktan geldi. Tuluattan korkan kavuklu Kavuk arkasındaki duvarda bir çiviye asılı duruyordu. Yeni tanışmıştık. Odanın ortasında masanın başında oturuyordu. Önünde kâğıt, kalem. Kâğıdın üstünde büyük harflerle yazılmış “KİTAPSIZ KADINSIZ, ALLAHSIZ TİYATRO” yan cümlesi. Merak ederek sordum kâğıda yazdığı şeyin daha geniş bir açıklamasını. “Bilmem. Öyle yazmışım işte! Ben kitaplı tiyatrodan geliyorum. Hiç tuluat oynamadım, hayatımda tuluat yapmadım. Dümbüllü kavuğu bana verdikten sonra kafa yormaya başladım geleneksele. Oradan da bir yere gidemedim. Kendi tiyatromda kadın oyunculardan çok çektim, tiyatroda kimilerinin Allah kesilmesine hep gıcık oldum” diyerek eliyle alnından ensesine doğru az saçlı başını sıvazladı. Ferhan Şensoy Oysa en bilineni, dile düşeni ve hatta evinin duvarında çerçeveli olanı ise onunla özdeşleştirilen Haldun Taner cümleleri, yani “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”ndaki Fasulyeciyan rolünden ona kalanlar: “Aktör dediğin nedir ki? Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizle Tiyatroya ara vermez. Bulvar Tiyatrosu, Küçük Opera, Arena Tiyatrosu derken, 1968’de “Kanlı Nigar” oyununda İbiş rolünü oynar. Onu seyreden İsmail Dümbüllü’nün ertesi gün bir notu ulaşır : “Başına o fesi giyme, ben sana kavuğumu göndereceğim.” Tuluat geleneğinde kuşaktan kuşağa aktarılan bir sembol olan kavuk, yaklaşık 20 yıl boyunca onun olacaktır. Sonrasında “Ben Kavuklu’yu oynamak değil, Kavuklu olmak istiyorum. Kavuklu bir rol değil kişidir” diyerek canlandırdığı karakterleri bir kişilik olarak ele alacaktır. Yine o dönemde Bizim Tiyatro ‘da Fasulyeciyan rolüyle dikkat çektiği “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”nda oynar. GÖREV DAĞILIMI HAZİRAN’DA TMMOB’de yeni dönem ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) 2528 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilen 39. Dönem Genel Kurulu’nda yönetim, denetleme ve yüksek onur kurulu üyelikleri için seçim yapıldı. TMMOB Yönetim Kurulu üyeleri şu isimlerden oluştu: Mühendisleri Odası Ferhat Özçep, Jeoloji Mühendisleri Odası İbrahim Vardal, Kimya Mühendisleri Odası Alaeddin Aras, Maden Mühendisleri Odası İlker Ertem, Makina Mühendisleri Odası Mehmet Soğancı, Metalurji Mühendisleri Odası Cemalettin Küçük, Meteoroloji Mühendisleri Odası İsmail Küçük, Mimarlar Odası M. Sabri Orcan, Petrol Mühendisleri Odası Ali Rıza Tanrıverdi, Peyzaj Mimarları Odası Müfit Hatat, Şehir Plancıları Odası Fikret Zorlu Tekstil Mühendisleri Odası Ahmet Hulusi Dinçer Ziraat Mühendisleri Odası Baki Remzi Suiçmez. KAMUNUN PAYI AZ Genel Kurul, 25 Mayıs’ta Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü toplantı salonunda başlamıştı. TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, genel kurulda yaptığı konuşmada, Türkiye ekonomisinde kamunun payının, iddia edilenin aksine gelişmiş ülkelerin çok altında olduğunu belirterek, ‘‘Türkiye ekonomisinde yüzde 26 olan bu oran, ABD’de yüzde 32, Almanya’da yüzde 49, Fransa’da yüzde 52’dir’’ demişti. Ülke kaynaklarının üretken yatırımlar yerine, hizmet ve finans sektörlerine, borç faizlerine aktarıldığını, özelleştirme ve serbestleştirme adı altında tarım alanlarının, ormanların, entegre sanayi tesislerinin gözden çıkarıldığını anlatan Soğancı, Cumhuriyet tarihinde bütçeden yatırıma en az pay ayrılan döneminin yaşandığını kaydetmişti. Ülkenin üretim yeteneğini kaybetmekte olduğunu vurgulayan Soğancı, ‘‘Yaşanan sözde (büyüme) ise, ucuz döviz ve ithalata dayalı olup, üretim ve istihdamı azaltan bir çizgidedir’’ demişti. Babam Münir Özkul Yaşar Anne, babam ve ben, Kuzguncuk’ta, köprüye üstten bakan bir eve taşındık. Yürümedi; bir gün Yaşar Anne bizi terk etti ve giderken de, “Bana Örümcek Yaşar diyorlar ama sen benden de kötüymüşsün, akrepsin sen! Akrep Münir!” dedi. Bana melek gibi davranan babama neden “kötü” dendiğini anlamadığım gibi, akreplerin kötü olduğundan da pek emin değildim. (...) Bir gün babam eve ağlayarak geldi. “15 yıldan sonra sinemada ilk kez başrol oynayacağım” dedi. Çok mutlu ve heyecanlıydı, hemen ne oynayacağını, kaç para alacağını sordum çok bilmiş bir çocuk olarak. “Kel Mahmut diye bir rol... Öğretmen rolü... Para mı!... Bilmem! Beş bin lira filan galiba...” İşte böyle bir adamdı Akrep Münir, hâlâ da öyledir; paraya pula asla aklı ermez, zaten ermesini de istemez. Para işlerinden anlasa saflığını yitireceğini düşünür. Güner Özkul Genel kurulda konuşan başkan Mehmet Soğancı, Türkiye ekonomisinin üretim ve istihdamı azaltan bir çizgide olduğunu söyledi. Aktör dediğin nedir ki? ’li yıllar Türk sinemasının da hareketli yıllarıdır ve 70 dönemin komedi, melodram ya da macera filmlerinde ona da yer vardır. Kâh cefakâr baba, kâh yufka yürekli hırsız, kâh fakir kemancı rolünde artık bir karakter oyuncusuna dönüşmüştür. “Tüm yaşamımda, tiyatroda da sinemada da yalnızca duygularla oynadım ve oynuyorum. Seyirciye yakınlığım buradan gelir. Onlar beni hep kendileri gibi gördüler” der. ‘İNSANLAR ONU ÇOK ÖZLEDİ’ O dönemdeki başarısı, bugünkü ününü de Ertem Eğilmez’li Arzu Film yapımlarıyla, en çok da “Hababam Sınıfı” serisiyle beraberinde getirir. Arkasından yine bugün hâlâ izlenen “Süt Kardeşler”, Sev Kardeşim”, “Gırgıriye” filmleri gelir. 80 darbesi sonrasındaki furyanın kıyısında durur. Zaten akıllara ve genç kuşağın hafızasına da en çok “Hababam Sınıfı” serisiyle kazınır. 80’lerin sonunda zengin ve kapalı iç dünyasına dönecek, 95’te 55. sanat yılını kutlayarak jübilesini yapacaktır... Münir Özkul artık evinden çıkmıyor, pek konuşmuyor ve televizyon dahi izlemiyor. Olur da eski dostlarını; Adile Naşit, İhsan Yüce, Ertem Eğilmez’i görür de içlenir diye... Son olarak, geçen Tiyatro Festivali’nin açılışında “Onur Ödülü”nü almak için evden çıktı, onu alkışlayanlara Halit Akçatepe’nin “Keşke bir gün hiç konuşmasa, ama kendini gösterse. İnsanlar onu çok özledi” temennisini yerine getirdi, sadece “Teşekkür ederim” dedi ve gitti... Erol Günaydın, Ferhan Şensoy ve Güner Özkul’un yazıları geçen yıl Dost Kitabevi’nden çıkan “Aktör Dediğin Nedir ki? Münir Özkul Kitabı”ndan aktarıldı. Çevre Mühendisleri Odası Halil Gezer, Elektrik Mühendisleri Odası Hüseyin Yeşil, Fizik Mühendisleri Odası Ekrem Poyraz, Gemi Mühendisleri Odası Tuncay Şenyurt, Gemi Mak. İşletme Müh. Odası Hakan Günay, Gıda Mühendisleri Odası Berrin Şenöz, Harita ve Kadastro Müh. Odası Nail Güler, İç Mimarlar Odası B. Burak Kaptan, İnşaat Mühendisleri Odası Selçuk Uluata, Jeofizik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle