23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN P E CUMA R V A S I Z P E R kitap T A V S I Z KULE CANBAZI SUNAY AKIN C Reçel Kavanozları 15 Enis BATUR Bir ağıt üç çıkma CENK KOYUNCU İÇİN AĞIT enk Koyuncu adını Cumhuriyet Kitap'ta gördüydüm ilk kez : "Okur Panosu"nda bir not, Küçükyalı'dan gönderilmiş, bütün aramalarına karşın kimi sınırlı sayıda basılmış, genel dolaşıma çıkmamış kitaplarımı bulmak için çare arıyor. Böyle durumlarda ortaya çıkamam ben, köşemde büzülürüm. Birkaç ay geçti, Şişli'de sinemadan çıkmıştım, genç bir adam durdurdu beni: Oymuş. Oradan, 15 Mayıs 2006 günkü Cumhuriyet'te yayımlanan ölüm haberine, aradan on beş yıl geçmiş. Görüntüler, sesler, daha doğrusu bir uğultu, konuşma parçacıkları dolaşıyor zihnimde. TAŞKINLIK İÇİNDE YAŞADI, SEVDİ, YAZDI... Onları sıcağı sıcağına toplayıp düzenlemek elimden gelmeyecek besbelli. Kitaplık'ta çalıştı, iki dergi (Eski'z ve Son Kişot) çıkardı, üç şiiri kitabı yayımladı, televizyona Reşit İmrahor kimliğiyle çıktı ve söz aldı, birkaç ayrıntı daha ve işte size 39 yıl sürmüş bir yaşamdan artacak (sahiden de 27 Haziran doğumlu muydu?) biobibliyografik çerçeve. Oysa, yakınları için bu çerçeveden haydi haydi taşıyordu Cenk. Bir kere buraya öylesine, isteksiz gelmiş, kaldığı süre boyunca köklü huzursuzluğunu yenememiş bir ziyaretçiydi. Üçbeş kişinin bildiği, kimsenin tanışmadığı Fakir İdris'le arkadaşlığı da gösteriyordu ki, kendisini sınırlara doğru atmaktan kolay kolay vazgeçemeyecekti. Ondandır, taşkınlık içinde yaşadı, sevdi, yazdı. Bu kadar erken, çabuk, hızlı ölmüş olmasının bir açıklaması "otoben"inde ölesiye gitmekten derin hazlar devşirmesinde bulunabilir belki. İlişkilerinde bunca delikdeşik insan tanımadım. Dilerim birileri, gecikmeksizin bıraktığı izleri toplar, "nankör okur"un önüne sürer tanıyanları nasıl olsa unutamaz Cenk Koyuncu'yu. SEDAD HAKKI ELDEM ÇIKMAZI Engin Yenal’la Sedad Hakkı Eldem üzre söyleşiyorduk. Bir ara, hocasının kitaplarının neden dolaşımda olmadığını, arşivinin neden değerlendirilmediğini sordum, fazla ayrıntıya girmek istemedi ama, ailede miras sorunlarının doğmuş olmasının yolu tıkadığını anlamama yetti söyledikleri. Dünyada da, Türkiye’de de sıkça rastlanan bir durum bu: Mirasçılar, zaman zaman yapıtın yazgısıyla oynarlar, uzun ya da kısa süreliğine. Marquis de Sade, Artaud, Svevo "olay"larını anımsıyorum yurtdışından. İsim veremiyorum, ayıptır, bizde de, ilgisizlik ya da açgözlülük nedeniyle karanlıkta bekleyen çok sayıda önemli yapıt olduğunu söyleyebilirim. Sedad Hakkı Eldem’e dönelim. Cumhuriyet tarihinin, mimarlık alanındaki önde gelen figürlerinden birinden söz ediyoruz burada. Yapıları, projeleri, öğretmenliği, arşivciliği ile birinci önemde bir kişilik. Sa’dabad ya da Türk Bahçeciliği gibi kitapları, Boğaziçi Anıları gibi derleme malzemeleri sahaflarda bile güç bela bulunabiliyorsa, işin içinde alaturka bir tuhaflık var demektir. Sedad Hakkı Eldem D C oğu Karadeniz Dağları’nın eteğine kurulu Trabzon’da düz bir alan bulmak kolay değildir. Bu yüzden, teraslı evler çoğunluktaydı. Çamaşırların asıldığı, yaz akşamlarında sofraların kurulduğu teraslar, çocukların da oyun alanıydı, bir zamanlar. Trabzonlu, teraslarda giderirdi, düz bir alana duyduğu özlemi... Uçağı ilk kez o teraslardan birinde görmüştüm. Çamaşır asmak için terasa çıkan annem, evde tek başına kalacak yaşta olmadığım için beni de yanında götürmüştü. Annem bana zaten hep ‘çantam’ derdi. BABAMIN PANTOLONU, UÇAK... Uçak, ipe asılı çamaşırlar arasından bir görünüp bir kayboluyordu: Babamın pantolonu, uçak... Ağabeyimin gömleği, uçak... Annemin eteği, uçak... Anneme uçağın nereye konacağını sorduğumda ‘‘Havaalanına yavrum’’ yanıtını almıştım. HaGünışığına çıkmamış malzemenin boyutuna ışık düşürmek adına örnek vereceğim: Engin Yenal’ın elinde, Sedad Hakkı’yla gerçekleştirilmiş 24 ses kasetlik bir söyleşi bekliyor, gerisini siz düşünün. Özel nedenlerle bir başıboşluk, bir ilgisizlik, bir inat sorunu yaşandığında, ilgili kamuoyunun devreye girerek bir tür baskı ortamı yaratması gerekir. Üniversite’ye (Akademiye), Mimar örgütlerine, aydın çevrelerine düşen görevlerdendir bu. Le Corbusier Vakfı’nın nasıl çalıştığına bakmak yeterlidir. Aydın hemşeri haklı olarak yanlış şehirleşmeden, çirkin ve sorumsuz yapılaşmadan, bütün ölçütlerin hiçe sayıldığı temel yaşama alanlarından yakınır durmadan. Sıradan sayılamayacak özellikleriyle Sedad Hakkı Eldem’e talip olmadıkça, iki tuğlayı doğru dürüst üst üste koyamayacağımız belli değil midir? Her kim ise, biri(leri) Sedad Hakkı’ya varacağımız yolun tıkanıklığını tez elden gidersin lütfen. nı görünce yeni bir dilim hazırlıyordum. Çocuk yüreğimde umutsuzluğa yer yoktu, annemin reçelleri de çoktu... Hani şu ‘Reçel’ adlı şiirimde andığım kavanozlar: Gülemedim ki hiç hasta yatağının başucunda haberi bu yüzden yoktur annemin sol yanağımdaki gamzeden Komodinin üstündeki ilaçların sayıları arttıkça kutularından yaptığım gökdelenin uzamasına sevinirdim Ve bilmezdim annemin yaşantısındaki renkliliğin yalnızca raflarda dizili kavanozların içindeki reçeller olduğunu Benim bu çabam sonuç vermişti; bir gün babam beni aldı ve ilk kez uçağa bindirdi. Evet, uçuyordum! Ankara’ya gittik babamla, çocuk ruh doktoru Atalay Yörükoğlu’na! Zavallı annem ve babam... Uçmayı öylesine istiyor ve bu isteğimi herkese öylesine çok anlatıyordum ki, sonunda beni bir doktora göstermeye karar vermişlerdi! O güzel insan, benimle saatlerce oynayan çocukluk arkadaşım Atalay Yörükoğlu şunu söylemiş babama: ‘‘Bu çocuğun kanatlarını sakın kırmayın.’’ DÜNYAYA ‘MERHABA’ Ne gariptir ki, 1984 yılında ilk şiirim yayımlandıktan sonra, ünlü eleştirmen Cemal Süreya şunları söylemişti benim için: ‘‘İlk şiirlerinden biriyle uçtu çocuk.’’ Her uçak yolculuğumda tekerleği bulan insana teşekkür ediyorum. Yanlış okumadınız Hezarfen Ahmet Çelebi ya da Wright Kardeşler’e değil, ‘tekerleği bulana’ dedim... Teknolojik devrimin harikası olan o dev kuşlar, tekerlekleri olmasa ne işe yararlar? Bir uçak, bilimin tüm dönemlerini gövdesinde, kanatlarında barındırır. Her kalkışta, uygarlık yolunda önemli bir gelişme olan tekerleği göğsüne basarak havalanır ve her inişte onları açarak ‘merhaba’ der dünyaya!.. Ellerini göğsünde çapraz tutarak dönmeye başlayan ve döndükçe kollarını kanat gibi açarak bu dünyadan havalanan bir Mevlevi de, bir uçağın uçmak için tekerleklerini kapayıp açmasını anımsatır bana... CNBC e canavarı CNBCe, en nitelikli filimleri yayımlayan televizyon kanalı. Kim yönetiyor kanalı, kim seçiyor filimleri bilmiyorum, ama sürekli bir festival, sürekli bir sinematek gibi işliyor genelde. Böyle olunca da, sinemaseverin beklenti çıtası yükseğe kuruluyor. Geçenlerde, gece seansında, yaşayan en sıkı sinema adamlarından birinin, daha önce izleme olanağı bulamadığım bir yapıtının gösterileceğini öğrenince enikonu heyecanlandım: Jacques Rivette’in "La Bande à Quatre"ı, başladığı andan sabrımın taştığı ana geçen süre içinde, bu titiz kanal adına beni derin şaşkınlığa uğrattı. Film, her zamanki gibi altyazılıydı ve ne yazıktır, sevgili Adnan Benk’in deyişiyle bir "çevirgen"in eline düşmüştü. İnsanın ister istemez gözü kayıyor altyazılara. Hele, bir de, dur durak bilmeksizin orada mücevherler saçılıyorsa, filmi bırakıp incilerden kolye dizmeye koyuluyorsunuz. Rivette’in sineması zorlu, senaryoları çetincevizdir; senaryo Bonitzer imzasını taşıyordu, kılı kırk yaran diyaloglarıyla ünlü bir isim. Buna karşılık, "çevirgen" en sıradan filimin altyazılarını emanet etmeyi aklınızdan geçirmemenizi sağlayacak özelliklere sahipti: Hem yabancı dil, hem de Türkçe bilmiyordu. Ticarî yanı neredeyse hiç olmayan bir filmi gösterime sokmak, bir televizyon kanalı için, hele ülkemizde, düpedüz gözü peklik. Gelgelelim, dörtdörtlük bir usta gerekirken, bu işin altında ezileceği belli birini çeviriyle görevlendirmek, olumsuz anlamda çılgınlık. Ne kadar kötüydü çeviri, derseniz, şöyle bir tanım getirebilirim: Bazı belgesellerin Türkçe seslendirilmelerinde rastlanan türdendianlayan anlamıştır. SORU Bey kardeşim, kusuruma bakma, sen dün gece televizyonda değil miydin? Olabilir amca, bilemiyorum, kaldığım yerde televizyon yok burada. [uzun sessizlik]. Televizyona çıkmışsan nasıl bilmezsin? Haberin yoksa bilmezsin. Sonra, dedim ya, kaldığım yerde televizyon olmadığı için hangi programı söylüyorsun anlamıyorum. [Sessizlik]. Beyim, şimdi sen televizyona çıktığında orada olmuyor musun? Yok amca, o iş öyle değil. Canlı yayına çıkıyorsan tabiî oradasın, bir de banttan yayın dedikleri şey var, seni filme bugün çekiyorlar, bir hafta sonra gösteriyorlar. [Sessizlik]. Sen hem burada, hem televizyonda olabilirsin yani? Tabiî. Ben de olabilirim, sen de olabilirsin. Yok, beni karıştırma. Neden amca? Bana göre değil o işler. Haftanın Kitabı: Doxa Sayı:2 vaalanı!.. İlk kez duymuştum bu yeri... ‘‘Peki anne, havaalanı nasıl bir yer?..’’ Annem terasımızı göstererek şu yanıtı vermişti: ‘‘İşte böyle, düz bir yer...’’ Kıskanmıştım! Uçak başka çocukların terasına konuyordu demek!.. İlkokula başlayıp, okumayı sökünce ‘100 Ünlü Türk’ adlı kitabı okumaya başladım. Kitabın sayfalarında, kollarına taktığı kanatlarla uçan bir adam görünce kararımı vermiştim; 101. ünlü olmak için ben de uçacaktım! Evimizin terasında tahtalarla bir uçak yapmaya koyuldum. Tuhafiye mağazası olan babam mal almak için gittiği İstanbul’dan dönünce, sandıktan geçilmezdi terasımız. sandıkların tahtalarıyla hayatımın ilk ve tek uçağını yedi yaşında yapmaya koyuldum. Evet, uçacaktım. Hem de uzaklara, Rusya’ya kadar gidecektim. Yolda acıkacağımı düşünerek, annemin reçellerini bir dilim ekmeğe sürüyor ve uçağımın yanına koyuyordum. Her sabah, ekmeklerin böceklerle kaplandığı Altın Palmiye Loach’a PARİS (AA) Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’nü İngiliz yönetmen Ken Loach aldı. 59. Cannes Film Festivali, düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. 9 kişilik jüri, İngiliz yönetmen Ken Loach’un ‘‘The Wind That Shakes the Barley’’ isimli filmini Altın Palmiye Ödülü’ne layık gördü. Jüri, festivaldeki Büyük Ödül’ü ise Fransız yönetmen Bruno Dumont’un ‘‘Flanders’’ isimli filmine verdi. İngiliz yönetmen Andrea Arnold’ın ‘‘Red Road’’ isimli filmi, Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. En İyi Yönetmen Ödülü, ‘‘Babel’’ adlı filmin Meksikalı yönetmeni Alejandro Gonzalez Inarritu’ya verildi. Festivalde, En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini, ‘‘Days of Glory’’ filmindeki performanslarıyla Jamel Debbouze, Samy Naceri, Roschdy Zem, Sami Bouajila, Bernard Blancan alırken En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini ise ‘‘Volver’’ adlı filmdeki rolleriyle Penelope Cruz, Carmen Maura, Lola Ken Loach. Duenas, Blanca Portillo, Yohana Cobo, Chus Lampreave aldı. Jüri, En İyi Senaryo Ödülü’nü, ‘‘Volver’’ adlı filmiyle Pedro Almodovar’a verirken, Altın Kamera Ödülü’ne ise ‘‘A Fost Sau NA Fost?’’ isimli filmdeki performansıyla Romanyalı Corneliu Porumboiu layık görüldü. Norveçli Bobbie Peers’in çektiği ‘‘Sniffer’’ ise En İyi Kısa Film Ödülü’nü aldı. Jacques Rivette Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar/ Nüket Esen/ İletişim Yayınları/ 256 s. Bu kitap, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim üyesi Nüket Esen’in son yirmi yılını verdiği çalışmalarını, bu süre içinde kaleme aldığı makalelerini bir araya getiren bir derleme. Ahmet Mithat’tan başlayarak Tanzimat dönemine, erken Cumhuriyet yazınından bugüne dek uzanan çalışma, okura Türk edebiyatındaki süreklilik ve kopuşları görme fırsatı veriyor. Bekir Yıldız’ın Bütün Yapıtları/ İskele Yayıncılık İskele Yayıncılık Bekir Yıldız’ın tüm yapıtlarını okuyucuyla buluşturuyor. Yayınevi yazarın, ‘Kerbela’ (Roman, samimiyetle inanmıştı ve “Gelsinler bakalım, gelecekleri varsa, görecekleri de var” diyordu. Bu kitap Çanakkale Savaşı’nı konu alıyor. 152 s.), ‘Mahşerin İnsanları’ (Öykü, 120 s.), ‘Aile Savaşları’ (Roman, 144 s.), ‘Bozkır Gelini’ (Öykü, 104 s.), ‘Sahipsizler’ (Öykü, 88 s.), ‘Röportajlar’ (248 s.), ‘Yargılayan Zaman İçinden’ (KonuşmaSoruşturmaYazı, 136 s.), ‘Beyaz Türkü’ (Öykü, 80 s.), ‘Evlilik Şirketi’ (Öykü, 88 s.), ‘Darbe’ (Roman, 136 s.), ‘Kaçakçı Şahan’ (Öykü, 80 s.), ‘Demir Bebek’ (Öykü, 84 s.), ‘Harran’ (Röportaj, 96 s.), ‘Reşo Ağa’ (Öykü, 96 s.), ‘Halkalı Köle’ (Roman, 160 s.), ‘Dünyadan Bir Atlı Geçti’ (Öykü, 80 s.), ‘Kara Vagon’ (Öykü, 144 s.), ‘Alman Ekmeği’ (Öykü, 96 s.) adlı yapıtlarını yeniden yayımladı. Gelibolu/ Oğuz Akay/ Truva Yayınları/ 228 s. Churchill, İngiltere’nin yalnız deniz kuvvetleri ile kendini savunabileceğini iddia etmiş; Enver Paşa, “Günümüzde hiçbir devlet kusursuz bir orduya sahip olmadan varlığını koruyamaz” demişti. Enver Paşa, şimdi Çanakkale Savaşı’nı Churchill ile arasındaki eski bir hesabın rövanşı olarak görüyordu. Churchill’in ona ibret dersi vermek için Çanakkale’ye donanmayı yolladığına Çay Bir Mucizedir/ Prof. Dr. Osman Müftüoğlu/ Altın Kitaplar/ 144 s. “Değişik koku, tat ve aromaları ile çaylar güzel bir günün olmazsa olmazlarıdır. Soğuk günlerde sadece avuçlarımızı değil, içimizi, yüreğimizi, nefesimizi ayrıca sohbetlerimizi de ısıtır. Siyah, yeşil, beyaz veya bitkisel olması fark etmez. Çay çaydır. Her biri ayrı bir lezzet, koku ve tattır.” Çayın yararları üzerine bilgiler veren ‘Çay Bir Mucizedir’, çayın tarihsel yolculuğunun yanı sıra değişik çay türlerinin insan sağlığındaki yerini de dile getiriyor. En İyi Senaryo Ödülü’nü İspanyol Pedro Almodovar “Volver” adlı filmiyle kazanırken Penelope Cruz, Carmen Maura, Lola Duenas, Blanca Portillo, Yohana Cobo ve Chus Lampreave da aynı filmdeki rolleriyle En İyi kadın oyuncu Ödülü’nü paylaştı. (Fotoğraflar: AP)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle