Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HAZİRAN CUMA strateji SAĞNAK BÖLGE YENİ BİR PARÇALANMA SÜRECİNİN EŞİĞİNDE C ‘ZEYTİN AĞACI’NIN ARKA PLANI 11 Harita şekilleniyor GÖZDE KILIÇ YAŞIN NİLGÜN CERRAHOĞLU Bir Cenazenin Anatomisi TUSAM Balkan Araştırmaları Masası B alkanlarda yeni bir devletin daha doğumu gerçekleşiyor. Aslında bu doğum aynı zamanda yeni bir ayrılmanın, yeni bir parçalanmanın hikâyesi. 1990’ların öldürücü milliyetçi akımlarından birisi olan "Büyük Sırbistan" hayali de böylece sona ermiş oluyor. Tito’nun 60 yıl önce kurduğu Güney Slavlarının birlikteliğini sağlayan Sosyalist Yugoslavya Federasyonu’nun son perdesi de kapandı. Makedonya Başbakanı Vlado Buckovski’nin izin vermiyordu. Karadağ, düzenlenen referandumda aldığı ayrılık kararı ile kısa bir süre sonra BM’nin 193. üyesi olacak. Veriler yakında bu sayının daha da artacağını gösteriyor. Ne de olsa, Yugoslavya’dan arta kalan coğrafyada hala çözülememiş ciddi sorunlar varlığını koruyor. Diğer bir deyişle Yugoslavya merkezli kargaşa devam ediyor. Üstelik ne Sırp ne de Karadağ hükümetinin referandum sonrası için geliştirdikleri bir planının bulunmaması durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Bu, ayrılmanın ayrıntıları belirsizliğini korurken çözülmemiş sorunlara yenilerinin ekleneceği anlamına geliyor. Ortak yürütülen savunma ve dışişleri dışında neredeyse tüm devlet kurumlarının birbirinden bağımsız hareket edecek şekilde oluşturulmuş olması, para birimlerinin dahi farklı olması, ayrılığı kolaylaştıracak ama hesaba katılmayan bir ayrıntı da baş ağrıtacak. Sırbistan ve Karadağ’ın ayrılması sonucu toprakları ikiye bölünen Sancak, sadece yeni iki devletin değil, aldığı kimi kararlarla ayrılık kararına gizli destek vermiş olan AB’nin de sorunu olacak. İÇ İÇE GEÇEN BÖLÜNME Osmanlı döneminde Bosna’ya bağlanmış yedi sancaktan biri olan Sancak’ın toprakları, tarih boyunca uğradığı kayıplar sonucunda bugün 8687 kilometrekareye inmiş durumda. 29 Mart 1975’de Sırbistan ve Karadağ arasında paylaşılmasından sonra 4188 kilometrekaresi Karadağ tarafında, 4499 kilometrekaresi de Sırbistan tarafında kaldı. Karadağ’ın 21 Mayıs tarihli referandumu ile de Sancak’ın ortasından dikenli teller geçirilmiş oldu. Yüzde 80’i Müslüman Boşnaklardan oluşan Sancak halkı, topraklarının bölünmesine ve ailelerinin parçalanmasına oldukça tepkililer. İstekleri topraklarının bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve kendilerine de bir referandum hakkının tanınması. Görünürdeki beklentileri ise Sancak’ın tamamının Karadağ’a bağlanması ve bir konfederasyon oluşturulması. Sancak Halk Hareketi Genel Başkanı Cemail Suleviç’in sonuna kadar dire K dediği gibi ''Zamanında iyi niyetle oluşturulan Yugoslavya projesinin sonu'' oldu, Karadağ’da referandumla alınan ayrılık kararı. Sırbistan, Karadağ, BosnaHersek, Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya cumhuriyetleri ile Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerinden oluşuyordu Yugoslavya. Federasyonda, 90’ların başında kanlı çatışmalar neticesinde dağılma başlamıştı ve geriye 2003’te Yugoslav Parlamentosu’nun aldığı kararla kurulan Sırbistan ve Karadağ Devleti kalmıştı. Karadağ için bu birliktelik uluslararası toplumun baskısıyla kabul edilmiş bir zorunluluktu. Yoksa birlikten ayrılma isteği Sırplara uygulanan ambargolardan kendilerinin de zarar görmesi nedeniyle daha 1997’de oluşmaya başlamıştı. 14 Mart 2002 tarihli anlaşma ise Şubat 2006’dan önce bağımsızlık referandumu düzenlenmesine necekleri yönündeki sözleri, bölünmenin önüne geçmek için çatışmanın veya bir savaşın göze alınabileceğini gösteriyor. Batılı devletler özellikle de AB, iç savaşa varabilecek yeni bir çatışmalar silsilesinden korkar mı bilinmez ancak neredeyse Karadağ ile aynı yüzölçümüne ve nüfusa sahip bu bölgenin Balkanların yeni karın ağrısı olacağı kesin. Üstelik ortada Kosova gibi bilinenin aksine silahların sustuğu yerde sözlere sıra geldiğini ispatlayan bir örnek de var. SIRA KOSOVA’DA MI? Karadağ’da çoğunluğun isteğiyle alınan SırbistanKaradağ birliğinden ayrılma kararı gözleri bir anda Kosova’ya çevirdi. Durumları ve birlik içindeki statüleri aynı olmasa da Kosova’nın nicedir süregelen "nihai statü" görüşmelerinin bu yıl içinde sonuçlanacak olması benzerlik kurulmasına neden oluyor. Genel görüş Kosova’nın "nihai statü"sünün bağımsızlık olacağı yönünde. Gerçekten de Kosovalı Arnavutların bu sonuca her zamankinden daha yakın olduğunu söylemek mümkün. Ne var ki Belgrat’ın Kosova’nın ayrılma arzusunu Karadağ’ın ki kadar kolay kabullenmesi mümkün değil. ocatepe Camii’nde ‘‘Katiller dışarı!’’ çığlıklarını izlerken, yargıç Giovanni Falcone ile Paolo Borsellino’nun cenazelerini düşündüm. Orta yaş grubundaki okurlar hatırlayacaktır. İtalya’da mafya mücadelesiyle ünlü Giovanni Falcone isimli efsanevi bir yargıç vardı. Mafyaya karşı açılan savaşta görkemli başarılara imza atan bu yargıç, on dört yıl önce havaya uçuruldu. Türkiye, yargıç Mustafa Yücel Özbilgin’in katliyle sarsılırken; ‘Çizme’ de 23 Mayıs 1992 tarihinde öldürülen kahraman yargıcını anıyordu. Görünürde İtalyan yargıcı mafya öldürmüştü. Ancak gerçek neden, ‘‘sadık ve dürüst bir devlet hizmetkârı’’ olarak tanınan Falcone’nin, mafya ile sürdürdüğü mücadelede hükümeti tarafından ‘‘yalnız bırakılmasıydı’’. Falcone bu yolun yolcusu olduğunu çoktan anlamıştı. Ölümünden önceki son röportajlarda, ‘‘Hep böyle olur. Kurbanlar önce yalnız bırakılır, zafiyete uğratılıp kolay av haline getirildikten sonra avlanır’’ demişti. Ne var ki kaçınılmaz sonu görmesi, onu yıldırmadı. Giovanni Falcone fikirlerinden dönmeyen bir adamdı. Yargıcı bir halk kahramanı yapan da buydu. Güneşli bir mayıs günü, başkent Roma’da yaptığı bir toplantıdan Palermo’ya dönerken; Falcone’nin arabasının altına bir bomba yerleştirdiler. Palermo havaalanından şehre giden otoyolun altına döşenen bombayı, Falcone oradan geçtiği anda uzaktan kumanda ile tetiklediler. Yargıç, karısı ve korumalarıyla öldü. ran politikacılara. Asıl mafya onlar. Onlara cehennemlik olduklarını söyle!’’ Katedral çıkışında bazı siyasilere tükürüldü. Dönemin Cumhurbaşkanı Oscar Luigi Scalfaro bir tokat yedi. Polis şefi Vicenzo Parisi linçten zor kurtarıldı... Bunlar töreni izleyen dünya medyasının önünde oldu. Gazeteler, ‘‘İtalyan devletinin Nüremberg’i’’ başlıkları attı. ‘‘Le Monde’’ gazetesi, ‘‘Çizme’yi son aşamasına gelmiş bir kanserin sardığını’’ yazdı. ‘ONLARA CEHENNEMLİK OLDUKLARINI SÖYLE!’ Bu öylesine planlı ve muazzam bir cinayetti ki yıllarca konuşuldu. Bir Hollywood senaryosunu andıran bu katliamı, Falcone’nin yakın görev arkadaşı Paolo Borsellino’nun ya düzenlenen suikast izledi. İki ay arayla katledilen yargıçların cenazeleri, Kocatepe Camii’nde olduğu gibi toplu protesto gösterilerine dönüştü. Eski bir Arap camisinden kiliseye dönüştürülen Palermo Katedrali’nde cenazeye koşan halk, hükümet üyelerini yuhaladı ve aynen burada olduğu gibi siyasi liderlerle bakanları ‘‘Assessini!’’ (Katiller) sözleriyle lanetledi. Siyasileri ‘‘P...ler, o... çocukları, satılmışlar, onları siz öldürdünüz. Devlet mafyası def olun burdan!’’ çığlıklarıyla kovaladılar. Yaşamını yitiren korumalardan birinin karısı kilisede, hatta töreni yöneten kardinale uluorta ‘‘Hadi’’ diye seslendi: ‘‘Söyle, ne duruyorsun? Söyle burda otu Belgrad’ı ürküten milliyetçilik S ırbistan ile Karadağ’ın ayrılığını getiren referandum, Balkanlar’da yeni başlangıçlara da yol açacak gibi görünüyor. İki federal cumhuriyet arasındaki bölünme aynı zamanda özerk bölge Sancak’ın da bölünmesi sonucunu doğurdu. Sırbistan’ı önümüzdeki dönemde bekleyen tek sorun ne Sancak ne de Kosova. Kosova gibi otonomisi sonradan kaldırılan Voyvodina bölgesinden özellikle de bölge nüfusunun yüzde 19’unu oluşturan 250 bin kadar Macar azınlıktan yükselen taleplerin de dikkate alınması gerekecek. Her ne kadar siyasi çizgide kalan bir rahatsızlık söz konusu ise de Panonya ovalarına serilmiş Voyvodina da başta ekonomik özerklik olmak üzere muhtariyetini tekrar kazanmak istiyor. Eski Yugoslavya ülkeleri ve Kosova’dan göç eden Sırp mültecilerin bir devlet politikası olarak Voyvodina’ya yerleştirilmeleri bölgenin demografisini değiştirmiş olsa da Macar, Hırvat, Romen ve Sloven azınlıkların üzerindeki yoğun Sırp baskısı uluslararası denklemde tepki doğuruyor. Öte yandan Presevo Vadisi Arnavutlarının da Belgrad yönetiminden şikâyetleri var ve düzenlenen gösteriler bu bölgede de tansiyonun yükselmekte olduğunun sinyallerini veriyor. Karadağ’ın ayrılışını 90’lardaki saldırgan tavrından uzaklaşarak sükunetle karşılayan Sırbistan’ın önce Kosova’da sonra diğer bölgelerde mevzi kaybetmeye başlaması ise Sırbistan içinde ciddi çalkantılara neden olacak gibi görünüyor. Nitekim Sırbistan muhalefeti, hayati konularda doğru adımları atamamak konusunda hükümeti eleştirmeye başladı. Öte yandan, Sırp hükümetinin Sancak’taki Blace, Jitişte ve Novi Pazar Belediye Meclislerini fes ederek başlattığı "geçici önlemler", Voyvodina’da Macarların mukim olduğu beldede seçimleri Sırp partilerinin kazanması gibi gelişmeler, kanlı savaş günlerini başlatan Miloşeviç dönemi uygulamalarını anımsatıyor. Böylece bir tarafta daha sert ve kararlı adımlar bekleyen muhalif Sırp gruplarının diğer bir tarafta da artık en ufak bir baskıyı kaldıracak gücü kalmamış azınlık gruplarının cepheleşmeye başladığı görülüyor. İki taraf da yeni bir savaşı göğüslemeyi, yeni katliamlara şahit olmayı kolayca göze alamayacaksa da her bir bağımsızlık bir tarafın özgürlük arzusunu kamçılarken bir tarafın topraklarını kaybetme endişesini azdıracaktır. Şiddetin tırmanmasını bugüne dek erteleyen, Sırbistan’ın savaş sonrasında içine düştüğü durumdu. Sırbistan bir yandan birilerine göre savaş suçlusu olan kendi "ulusal kahramanları"nın sebep olduğu sorunlarla bir yandan ekonomik darboğazla uğraşırken bir yandan da Batı’yla entegrasyonunu gerçekleştirmek durumundaydı. İşte bu nedenle de AB’nin mutlaka "bir kol mesafesinde" tutması gereken ülkelerden biri durumunda. BALKANLAR KONTROLDEN ÇIKIYOR Karadağ’ın bağımsızlık kararının vurucu yansımaları Sırbistan dışına da taşacak gibi görünüyor. Bunların başında da BosnaHersek’in "Republika Sırpska"sı geliyor. Ülkenin iki yönetim biriminden biri olan Sırbistan Cumhuriyeti, Dayton’la oluşturulan anayasanın değiştirilmesi ve güçlü bir merkezi hükümet oluşturulması çağrılarına olumlu yanıt vermeyerek öz devlet yetkilerini ve özerkliğini korumak istiyor. Sırbistan Cumhuriyeti’nin ödünsüz yaklaşımı, kimi devlet kurumlarını işler ve etkin kılamayan BosnaHersek’i siyasi kriz eşiğine taşıyor. Cenazelerin ardından ‘‘Çok ayıp... Bakanlar bu ağır tepkiyi hak etmiyor!’’ şeklinde halkı suçlayan yazılar okuduğumu hiç hatırlamıyorum. Tersine... İtalya bu öfkeyi anlamaya, çözmeye çalışmış ve siyaseti yeniden düzenleme arayışına girişmişti. Falcone ve Borsellino’nun toplu protestoya dönüşen cenazeleri, İtalya’da Soğuk Savaş dönemi siyaseti ve partilerinin anlamını yitirdiği bir döneme rastlamıştı. Buna Di Pietro’nun ‘‘Temiz Eller’’ furyası eklenmişti. Halk ‘‘yolsuzluk ve yozluk iddialarının’’ kanıtlandığını görmüş, siyasi sınıfa güvenini yitirmişti. ‘‘Lider sultasından’’ sıtkı sıyrılan yurttaşlarla siyaset arasında aşılması mümkün olmayan ‘‘duvarlar’’ örülmüş; parlamentoyla ‘‘mesafe’’ açılmış ve bir ‘‘yabancılaşma’’ doğmuştu. Liderler toptan itibar kaybına uğramıştı. Falcone ve Borsellino’nun cenazelerinde olanlar, yalın bir olaya tepkiden ibaret değil bu birikimin sonucuydu. ‘‘Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının’’ sinyalini veren yeni bir iklimin işaretiydi. Nitekim İtalya’da bir yıl içinde yeni seçim sistemi için bir referandum yapıldı ve hükümet değişikliğine gidildi. Yeni hükümetin başına ‘‘tutarlılığı’’, ‘‘bağımsızlığı’’, ‘‘dengeli kişiliği’’ ile herkesin beğenisini kazanan saygın ve başarılı bir ‘‘teknokrat’’ (eski Merkez Bankası Başkanı) Carlo Azeglio Ciampi getirildi. Ciampi hükümeti önemli ekonomik reformlara imza attı. Ardından genel seçimler yapıldı. Prodi’nin ‘‘Zeytin Ağacı’’, işte tüm taşların yerinden oynadığı böyle bir dönemin sonunda ortaya çıktı. Soğuk Savaş dönemi siyasetinin kirleriyle özdeşleştirilmeyen bir ‘‘ekonomi profesörü’’ olan Prodi, 94 yılında ‘‘Zeytin Ağacı’’ projesini ortaya atarken İtalyan siyasetine saygınlık ve istikrar getirmeyi hedefliyordu. ‘‘Zeytin Ağacı’’ olgusunu anlamak isteyenler, bu arka planı iyi okumalı. PKK’ye karşı ortaklık yok MAHMUT GÜRER ANKARA ABD ile önümüzdeki dönemde atılacak ortak adımların yer alacağı Stratejik Vizyon Belgesi’nde PKK’ye doğrudan yer verilmeyeceği öğrenildi. Konuya ilişkin bilgi veren üst düzey bir kaynak, PKK konusunun ayrı müzakere edileceğini belirterek ‘‘Terör örgütünün adı doğrudan belgede yer almayabilir. Ancak ABD ile Türkiye arasında PKK konusundaki işbirliği tabii ki sürecektir’’ dedi. ABD ile ortak hazırlanan Stratejik Vizyon Belgesi üzerindeki çalışmalar tamamlandı. Belgenin sadece onay süreci kaldı. Cumhuriyet’in edindiği bilgiye göre, belgede iki ülke PKK konusunda tam olarak anlaşma sağlayamadı. Bu nedenle iki ülke arasındaki ortak adımları belirleyecek olan siyasi nitelikli belgede, PKK konusuna doğrudan yer verilmedi. Belgede yer alan Terörle Mücadele başlığının altında iki ülkeden birinin terörist olarak tanımladığı oluşumu hem ABD hem de Türkiye’nin ‘‘terör örgütü’’ olarak kabul etmesi öngörülüyor. Bu kapsamda, iki ülke teröre karşı ortak mücadele verecek. Ancak bu durumun Ankara’nın elini PKK konusunda oldukça güçsüzleştireceği ifade ediliyor. Üst düzey bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi de belgede PKK konusunun yer almamasının şaşırtıcı olmaması gerektiğini vurgularken belgenin çerçeve olarak yapıldığını savundu. Belgede Kıbrıs konusunda anlaşma sağlandı. Edinilen bilgilere göre, Kıbrıs’a ilişkin olarak, Ankara’nın da istediği ‘‘ABD Türkiye’nin açıkladığı eylem planını destekler ve Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki izolasyonların kaldırılması gerektiği görüşünü paylaşır’’ ifadesi üzerinde uzlaşıldı. Daha önce yapılan müzakerelerde ABD, izolasyonların kaldırılmasına ilişkin cümlenin sadece ‘‘ABD Türkiye’nin açıkladığı eylem planını destekler’’ şeklinde olması konusunda ısrarcıydı. YUNAN PİLOTLARIN EŞLERİ İSYAN EDİYOR: ÖNCE VATAN AMA Barış denizi Ege ölüm denizine döndü 16 yıl içinde Türkiye 1 pilot, 3 uçak kaybederken Yunanistan 12 pilot, 15 uçak ve 1 helikopter kaybetti. MURAT İLEM ATİNA Yunan basını, Atina’nın Ege Denizi’nde izlediği politikaları sorguluyor. Başta kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası ve FIR hattı olmak üzere Ege’de her konuda fiili durum yaratmak isteyen Yunan hükümetlerinin izlediği politikalarının iflasın eşiğine geldiği yorumları yapılıyor. Ege’de 16 yıl içinde Yunan ve Türk 13 pilotun ölümüne yol açan olaylarda iki ülke toplam 18 uçak, 1 helikopter kaybetti. Son olarak geçen günlerde Ege’nin karanlık sularına uçağıyla birlikte gömülen 37 yaşındaki pilot Kostas İliakis’i arama çalışmalarından henüz bir sonuç alınamadı. Yunan medyasında konuyla ilgili yer alan yorumlarda Yunan hükümetlerinin bugüne kadar izledikleri politikaların iflas ettiğine dikkat çekilip, bu yoldan artık dönülmesi çağrısında bulunuluyor. Sivil havacılık için geçerli olan FIR hattını kendi kapalı sınırları olarak gören Yunanistan, son olarak Ege ile Akdeniz’in birleştiği uluslararası sulara önleme uçağı göndermişti. İki ülke hava kuvvetlerine ait F16 uçaklarının it dalaşı sırasında çarpışma olmuş Yunan pilot hayatını kaybederken Türk pilot paraşütüyle atlamayı başarmıştı. Bu gelişme üzerine Yunan televizyonlarına konuşan pilotların eşleri ‘‘Ege’nin barış değil, ölüm denizi’’ olduğunun altını çizerek ‘‘Kocalarımızı her gün büyük korku içinde göreve uğurluyoruz’’ diyorlar. Yunanlı pilot eşlerine göre ‘‘önce vatan’’ sloganı bir yere kadar geçerli. Hükümetleri tarafından bugüne kadar izlenen politikaların yeniden gözden geçirilmesinin gerektiğini belirten kadınlar, onlarca ailenin bu politikalar sonucu yas tuttuğunu ifade ediyorlar. Yunanistan’daki bazı uluslararası hukukçularla eski Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos, Karamanlis hükümetine, 25 yıl önce basılan beyaz kitabın içeriğinin değiştirilmesi çağrısı yaptı. Aynı çevrelere göre bugün için iflas eden bu politikalar, hem ülke içinde, hem de uluslararası alanda Yunanistan’a büyük zarar vermeye başladı. Yunanistan, karasuları 6 mil olmasına rağmen hava sahasının 10 mil olduğunu ileri sürüyor. Ayrıca uluslararası sivil havacılık için geçerli olan FIR hattının kapalı sınırları olduğunu iddia ederek (uçuş planı istiyor), Ege Denizi’ne çıkan tüm Türk savaş uçaklarını engellemeye çalışıyor. İki ülke arasında büyük gerginliğe neden olan uçak kazaları, söz konusu önleme uçuşları sırasında meydana geliyor.