29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

5 MAYIS 2006 CUMA söyleşi YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 Aydınlanma Kimi Taşır? DEMİREL: Laik devlet dinsiz devlet değildir. Vatandaşın isteği Cumhuriyet, evet. Ama vicdan, din hürriyetimize, ibadet hakkımıza müdahale olmamalı. Ş SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU ESKİ CUMHURBAŞKANI SÜLEYMAN DEMİREL’LE TARİKATLAR, CEMAATLER SULTASI VE AKP’Yİ KONUŞTUK: Anayasa ihlali devletin zaafıdır ürkiye’de hür ve serbest bir çoğunluk idaresi vardır. Varsayalım ki bugünkü iktidar tarikatlar ve cemaatler iktidarıdır. T Ankara’da Güniz Sokak’tayım. Bir önceki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le konuşacağım. Ünlü Güniz Sokak Evi’nden içeri giriyorum. Demirel her zamanki gibi çalışma odasında. Odadaki masaların üzeri, kitaplıklar kitap dolu. Lacivert kostümü, uyumlu gömlek ve kravatıyla Demirel yine şık. Konuşmamız sırasında bazen telefon çalıyor. Cümlesine bir virgül koyup telefona cevap veriyor, sonra da kaldığı virgülden konuşmasını sürdürüyor. Son derece ölçülü bir dille AKP hükümetini eleştiriyor. Ancak ‘‘Hangi siyasi parti, ister üniter devleti tehdit, ister laikliği tehdit bakımından duvarlara çarpmıştır’’ demekten de kendisini alamıyor. Türkiye’de tarikatlar ve cemaatlerin bugün siyasi partiler gibi davrandıkları, neredeyse paraya hâkim oldukları görülüyor. Özellikle de Türkiye çapında çok yaygın hale gelen Saidi Nursi’nin Nur tarikatının altındaki Fethullah Gülen cemaatinin siyaset, ekonomi ve medyada fazla sıyla etkili ve etkin olduğu söyleniyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye bu tabloyla nereye gider? DEMİREL Ülkenin nüfusu 70 milyon. Türkiye’yi bir tarikatlar ve cemaatler ülkesi farz edersek bu 70 milyon insanın önemli bir kısmına karşı haksızlık yaparız. Türkiye’de tarikatlar da cemaatler de vardır. Bunların yarattığı birtakım rahatsızlıklar da vardır. Bu rahatsızlıkların bir kısmı kanunların açıkça ihlalinden ileri gelir. Bir kısmının da yaptıkları işler kanunlara ters düşmese de Cumhuriyetin beşinci nesline gelen bir toplumda bunların yadırgandığı doğrudur. Yalnız bu tarikatlar ve cemaatler dışında Türkiye’de çok büyük bir çoğunluk vardır. Türkiye’de hür ve serbest bir çoğunluk idaresi vardır. Varsayalım ki bugünkü iktidar tarikatlar ve cemaatler iktidarıdır. Bunun dışında bugün Türkiye’de yüzde 74, 41 milyon oy var. Bunlar 41 milyon oyun ancak 11 milyonunu aldılar. Bunlara oy veren herkesin ta rikat ya da cemaat mensubu olduğunu söylemek yanlıştır. Türkiye bir hukuk devletidir. Olmalıdır da... Hukuk devletinin anayasası vardır ve kanunlarını yapabilir ve hâkim kılar. Anayasası bulunan bir devlette anayasa bir mukaveledir. Bu mukavelede devletin mukavelesi bireylerdedir, tarikatlar ve cemaatlerde değildir. YASALAR IŞLEMEZSE DURUM VAHİMDİR Yani bireylerin hak ve sorumluluklarından mı söz ediyorsunuz? Evet, söz konusu olan bu hak ve sorumluluklardır. Kişiler temel insan haklarına sahiptir. Bunlar içinde kişiye inanç, ibadet dahil hangi hak tanınmışsa bu hakları kullanması yadırganmamalıdır. Biz Türkiye’de birbirimizi anlamak mecburiyetindeyiz. Türkiye şu benim elimdeki kalem gibi değil. Bu ülkede yaşayan 70 milyonun birbirini anlaması gerekiyor. Bulunduğu coğrafyada tarihi gelişim içinde Türkiye imajını herkesin aynı düşündüğü bir toplum gibi farzetmek yanlış. Gayet tabii birbirinin aynı düşünmeyen insanlar olacaktır. Bunların birbirinden rahatsız olmaları da doğaldır. Bu rahatsızlık kanun çizgisini geçmediği sürece siyasetin konusu olur. Ya kanun çizgisini geçerse? Ülkenin kanunları, anayasası ihlal ediliyorsa, bu rüzgâr nereden gelirse gelsin, ister cemaatler, ister tarikatlardan gelsin, kanun bunlara müdahale etmiyorsa o zaman devletiniz zaaf içerisindedir. Devleti, Cumhuriyeti ayakta tutan Cumhuriyetin adliyesidir, kanunlarıdır. Bir demokratik yönetimde herkes her sabah devletin yıkılmayacağından emin olmalıdır. Her sabah devlet yıkılıyormuş gibi devleti yeniden kurmaya da kalkamayız. Burada 80 yıllık bir Cumhuriyet ve devlet geleneği var. Özetle söylemek istediğim, Türkiye’de bugün ortamı rahatsız eden, beğenilmeyen hareketler olabilir. Bu hareketler kanun çizgisini geçiyorsa ve kanunlar işlemiyorsa o vahimdir. O zaman da antidemokratik sonuçlar mı doğar? Türk halkı demokrasiye ve cumhuriyete sahiplikte şuur ve ehliyetten yoksunsa o zaman biz Türkiye’de demok rasiyi yürütemiyoruz, kendi kendimizi yönetemiyoruz, demektir. Yönetimimizde sıkıntılarımız vardır, ama Türkiye on beşinci seçimini yapmıştır. On beşinci seçim hür ve serbest bir seçimdir. Bugünkü siyasi iktidarı getirmiştir. Bu bir siyasi bunalım sayılabilir. Ama sonuçta bir duvarı laiklik, bir duvarı üniter devlet olan bir ülkedir. Ana çizgisinden bunların çıkabilmesi de mümkün değildir. Bugünkü siyasi iktidarın Meclis kadrolarına da bakmak lazım. Meclis kadrolarında hepimizin tanıdığı pek çok insan var. Bu insanları Milli Görüşçü saymak, ya da bunları Cumhuriyet inancı dışında tarikatçı, mezhepçi kabul etmek de bence biraz haksızlık olur. Türkiye bunlardan memnun değilse sandığa uzun bir zaman yok. Siz, çoğunluğun fikri bu istikamettedir, diyebilirsiniz. Hayır, ben bunu da kabul etmiyorum. Esasen bugünkü siyasi iktidar dini sebeplerle Türkiye’nin başına gelmiş değildir. DİN İSTİSMARIYLA HÜKÜMET OLAMAZSIN SÜLEYMAN DEMİREL 1924, Isparta/İslamköy doğumlu. Yükseköğrenimini İTÜ Mühendislik Fakültesi’nde tamamladı. Bir süre Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü görevinde bulundu. 1964’te siyasete atılarak AP’nin Genel Başkanı seçildi. 1965 seçimlerinde çoğunluk partisi lideri olarak Başbakan oldu. 1971’de askeri muhtırayla görevinden alındı. 1975’te birinci MC, 1977’de ikinci MC, 1979’da AP azınlık hükümetlerinin başbakanı oldu. 12 Eylül 1980 darbesiyle yeniden başbakanlıktan uzaklaştırıldı. Önce Hamzakoy, daha sonra Zincirbozan’da tutuklu kaldı. 1987’ye kadar siyasi yasaklı oldu. 1987’de düzenlenen halkoylamasıyla siyasi yasakların kaldırılması kararı çıkınca 1991 seçimlerine DYP’nin Genel Başkanı olarak katıldı. DYPSHP koalisyon hükümetinin 1993’e kadar başbakanı oldu. Aynı yıl Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölümü üzerine Cumhurbaşkanı seçildi. Mayıs 2000’de Cumhurbaşkanlığı süresi doldu. Peki, siz yakın gelecekte olabilecekleri görebiliyor musunuz? Bu bir gelişimdir. Türkiye uygar dünyaya yaklaşmaya devam edecek. Uygar dünyadan uzaklaşamayız. Buna Türkiye razı olmaz. Bakın, halkın sahip olduğu bir demokrasi gerekiyor. Bugünkü demokrasimizde halk çok fazla işin içinde yok. Bunun halkın bütün katmanlarının temsil edilmediği bir Meclis olduğu ortada değil mi? Zaaf oradan geliyor. Devletteki zaaf rejimdeki zaaftan kaynaklanıyor. Askeri müdahaleler vesaire dolayısıyla devlet çok hırpalanmıştır. Anayasa, siyaset, parlamento inancı Türkiye’de geniş çapta zedelenmiştir. Olur mu böyle şey? Türkiye bunları da tamir ederek gidecek. Başka yolu yok. Türkiye, ‘‘Ört ki ölem’’ diyemez. Bütün bunlardan sonra Türkiye yine başını suyun yüzünde tutabilmiş, çok partili siyasi sistemi yürütmeyi başarabilmiştir. Bugün şikâyetlerimiz bu sistemin düzeltilmesi gereğinden kaynaklanıyor. Ama bu sistemi bir kenara koyalım, işlemiyor, başka bir şey bulalım, desek bulabileceğimiz başka bir şey yok. Peki, sorunları çözecek güç kaldı mı? Evet. Bu devletin hizmetinde bulunmuş, 50 yılın başlangıcı ve sonunda ne var ne yok, bilen bir insan olarak söylüyorum. Türkiye bu güce sahiptir. MÜRTECİLİK ALINGANLIĞININ ÂLEMI YOK ‘Herkes Çankaya’ya çıkamaz’ Tayyip Erdoğan’ın sürekli ipleri geren söylemlerine ek olarak ille de Çankaya’ya çıkmak istemesi, gerginliğe sebep olan başka bir unsur. Onun bu ısrarı ve isteğini nasıl karşılıyorsunuz? Doğal karşılarım. Ona tepki de olabilir. Bir ülkede herkes sizin doğal taraftarınız olmaz. Adamı hiç tanımıyorsunuzdur. Ama adam sizin şeklinizi şemalinizi beğenmez. İnsanoğlu bu... Beğenmeme hakkını istediği gibi kullanır. Türkiye’de 59 hükümet kuruldu. 10 cumhurbaşkanı göreve geldi. Demek ki Türkiye’de herkes, her zaman cumhurbaşkanı olmuyor. Cumhurbaşkanlığı mümtaz, fevkalade onurlu bir görev ve yer. Bir Türk vatandaşı, herhangi birisi buna talip olmak istese bunda ne sakınca var? Aksine, bu hizmete talip olanların sayısı ne kadar çoksa o zaman daha iyi yarış, seçme imkânınız olur. Halkın daha iyiyi bulması bakımından durum ortaya çıkar. Sizin yeniden siyasete girmek için parti kurma çalışmaları yaptığınız, o partinin başına geçmek istediğiniz söyleniyor. Bunların doğruluk dereceleri nedir? Sana bir şey söyleyeyim: Ben bir şey yapmak istesem hemen duyulur. Sessiz sedasız bir şey yapamam. Şanıma yakışmaz. Bir şey yapma ihtiyacı doğduğu zaman, benim gayet tabii ki ‘‘Neme lazım? Türkiye ne yaparsa yapsın’’ demem mümkün değil. Ama ben halkımdan görev isteyemem. Halkın önüne çıkıp da ‘‘Beni başbakan yapın’’ diyemem. Bunu yaptı. ‘‘Milletvekili yapın’’ da diyemem, onu da yaptı. ‘‘Siyasi parti başkanı yapın’’ da diyemem. Onu da yaptı. ‘‘Cumhurbaşkanı yapın’’ da diyemem. Çünkü onu da yaptı. Halkımın benden istediği bir şey olursa, ki onun ne olacağını bilmiyorum, ona da kapımı kapatamam. Yeniden cumhurbaşkanı yapmak istese? Hayır, ben o hizmetleri bitirdim. Ancak bugün yapacağım şeyin ne olduğunu ben de bilmiyorum. Fakat başka birisinin yapamayacağı bir hizmet şayet olursa o zaman ben varım. Ben, ‘‘İnşallah böyle bir şey olmaz’’ diyorum. nı göreve geldi. Demek ki Türkiye’de herkes, her zaman cumhurbaşkanı olmuyor. Cumhurbaşkanlığı mümtaz, fevkalade onurlu bir görev ve yerdir. Türkiye’de 59 hükümet kuruldu. 10 cumhurbaşka Cumhurbaşkanı Sezer irtica tehlikesine karşı uyarı yaptığı konuşmasını nasıl değerlendirdiniz? Daha önce de söyledim. Cumhurbaşkanı’nın konuşması çok değerli bir konuşmadır. Bu konuşmanın içinden cımbızla birtakım cümleleri çekerek onların üzerinden yorum yapmak yanlıştır. Cumhurbaşkanı, ‘‘Devlet irticaya karşı korunmalıdır’’ diyor. Zaten laiklik budur. Siz de benzer uyarılar yaptınız... Çok söyledim. Zaten bu anayasa şartıdır. Hemen bundan alınıp, ‘‘Sen bize mürteci mi diyorsun?’’ diye ortaya fırlamanın manası yok. O zaman o suç üstüne delalet eder. ‘‘Laiklik hiçbir tehdide maruz değildir’’ diyemezsiniz. 1.5 milyar insanın yaşadığı İslam dünyasında 55 devlet var. İçinde tek seküler, demokrasiyi anlamış, kadını toplum içine sokmuş devlet Türkiye. Türkiye bir uygarlık projesini gerçekleştirmiş, ama İslamdan kopmamış. Kopamaz da. Çünkü din kişiyle Allah arasındaki bir olay. Laiklik insanı hürriyete kavuşturmuştur. İnsanın vicdanıyla Allah arasındaki kademeleri kaldırmıştır. Bu demek değildir ki Müslümanlık demokrasiye, çağdaşlığa, Cumhuriyete engeldir. Hayır. Demokrasi, çağdaşlık, laiklik ve insan hakları İslamla bağdaşır. Türkiye bunu ispatlayan bir ülkedir. imdi ne olacak bakalım? Almanya’nın bol çocuklu, modernmuhafazakar, evde olduğu kadar dı şarıda da başarılı bir iş kadını olduğunu kanıtlayan ve bu imajı kısa vadede kimselere kaptırmaya niyeti bulunmayan Federal Aile Bakanı Ursula von der Leyen, ülkedeki çocukların Hıristiyan değerleriyle yetiştirilmesi için girişimlerini yoğunlaştırdı. İşler istediği gibi giderse, yakın bir gelecekte, bu ülkedeki çocuklar bebeklikten çıkar çıkmaz Hıristiyan değerlerin ve bilhassa kiliselerin denetimine girecek, böylece de insanlığın ortak mirasına sahip çıkılmış olacak. Galiba Hıristiyan kökenli olmayan genç kuşakların sorun çıkarmasına engel olabileceklerini sanıyorlar. Artık nasıl olacaksa?... İşin şaşırtıcı yanı, böyle yöntemlere yöneliş rahatlığıdır: İyi de, bu ülkede yaşayan milyonlarca ‘‘Alman kökenli olmayan’’ çocuğu, dinsel değerlerle yetiştirmek için çaba harcanması, bunun bir çözüm olarak gösterilebilmesi, yeni ortaçağa yakışmayacak da, aydınlanmayı ileri taşımakla yükümlü sol zamanlara mı yakışacak? Demek, Hıristiyanlığın temel değerleriyle yetiştirilen çocukların, yani beyinleri belli bir dinle ‘‘formatlanan’’ küçücük insanların, böylece diğer dinlerin, herhalde özellikle de İslamiyet’in korkutucu tezahürlerinden uzak tutulabileceğine inanılıyor... Almanya’nın Federal Aile Bakanı, Katolik ve Protestan kiliselerini boşuna göreve çağırmıyor herhalde... Anayasanın ilk maddelerinin ‘‘10 Emir’’i içerdiğini başka nasıl anlatabilir? ??? Hızla ortaçağa koşuyoruz. Ama önce Batı’da... Doğu, bu açıdan, Batı’nın bir izdüşümüdür. ??? Peki, olur mu? Yani, insanlar, başka kültür çevrelerinde yetişmiş insanlar, çocukları için böyle bir zorunluluğu kabul eder mi? 7 milyona yakın yabancı pasaportlu insanın yaşadığı bir ülkeden söz ediyoruz. 3.5 milyona yakın da Müslüman kültürü içinde yetişmiş insan var. Bu insanların kaçı çocuklarının ‘‘Hıristiyan değerlerle belirlenmesi’’ işine gönül rahatlığıyla ‘‘evet’’ diyecek? Bu işin kokusu yakında çıkar. Demek ki, cehalet, daha doğrusu ‘‘cahil cüreti’’, sınır, meslek, cinsiyet, kariyer, para ve ‘‘zürriyet’’ tanımıyormuş. Toplumun derinlerine kök salmış sorunlar karşısında böyle kolay ve dinsel çıkışlarla açıkça ‘‘aydınlanma düşmanı’’ çözümler önerebilmeyi, başka nasıl niteleyebiliriz? Aslında bizi ilgilendiren bu tür pervasızlıklar, düzeysizlikler değil. Bizi ilgilendiren, yeni ortaçağa hep metropollerden başlayarak girdiğimiz gerçeğidir. ‘‘Aşağıdan’’ (yoksullardan) değil, ‘‘yukarıdan’’ (zenginlerden) başlayan ve süregiden bir salgının içindeyiz. Tanrı’nın temsilcisi olduğuna inanan Bush, Washington’da dizginleri eline alacak da, 12 yıldızlı (‘‘havarili’’?) bayrağıyla Brüksel mi bundan geri kalacak ve Hıristiyan değerlerle büyütülen çocuklar üzerinden toplumsal sorunları çözebileceğine inanan bir kadın ve doktor bakan, Berlin’de farklı derinlikler mi üretebilecek? Olur mu? Ankara hükümeti, bir tesadüf mü? Balık baştan kokarmış. Her zaman değil, ama burada öyle. Eğer toplumsal pratiği maddi zenginliğe göre yukarıdan aşağıya doğru tasnif edersek, dünya toplumunda baş, dünyanın değerlerini kendinde toplayabilen, aslında da el koyan, ‘‘zengin metropollerdir’’. Balık baştan, yani zenginlerden kokmaya başlıyor. Hıristiyan değerlerle toplumsal sorunları çözmeye çalışan, bunu da pervasızca önerebilen bir zengin ülke politikacısını gıkını çıkarmadan dinleyen ve ona karşı çıkmayan her kimse, o, (ılımlı veya sert) şeriat propagandasını yegane politika sanan yoksul ülkelerdeki aydınlanma düşmanlarına da saygı göstermek zorundadır. Birini beğenip diğerine karşı çıkmak olmaz. Zaten de olmuyor. ??? Aydınlanma düşmanlığı, sol düşmanlığıdır. Sol, aydınlanmanın hem taşınması hem de aşılmasıdır. Dolayısıyla Avrupa aydınlanmasının insanlığa getirdiği değerlere düşmanlığı, ‘‘demokratik din’’ kisvesiyle boğmak isteyenler, Hıristiyan veya Müslüman fark etmez, her ülkede aynı cehalet, bayağılık ve emek düşmanlığıyla hareket ediyor. Demek ki, aydınlanma, yeni ortaçağda bizi taşımıyor. İnsanı, yani solu taşımıyor. Tersine, ‘‘kusuyor’’. Sol, aydınlanmayı kurtaran bir müdahaledir. Tamam. Demek ki, yeni ortaçağa direnmek ve insanlığı geçen yüzyılın 30’lu yıllarından çok daha ağır felaketlere sürükleyecek maceralara engel olabilmek için, aydınlanma düşmanlığının kaynağını yoksul ülkelerdeki karikatür tipli ‘‘ılımlısert Müslüman’’ emek ve kadın düşmanı şeriatçılardan önce, metropollerdeki ‘‘demokratik dincilerde’’ aramak gerekiyor. Şeriatçı terörün kaynağı Batı’dadır. Görmek isteyen, görüyor. cutsay?gmx.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle