29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Dinden farksız tutku: Doğa İNSAN DA DOĞANIN BİR PARÇASI. ÖYLEYSE HEM DOĞAYA, HEM İNSANA UYUM KAÇINILMAZ C i gezi SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ 5 MAYIS 2006 CUMA Komplo ve Kuşku... Elsässer, yakında Türkiye’de de yayımlanacak olan son çalışmasında (Cihad Avrupa’ya Nasıl Geldi?) 7 Temmuz 2005 tarihinde Londra’da gerçekleştirilen saldırılarla ilgili ilginç iddialara yer verdi. Elsässer’in bulguları, Amerikan Fox News kanalına açıklamalarda bulunan eski ABD savcısı John Loftus’a dayanıyor. Hikâye uzun, sonuç çarpıcıdır. John Loftus, Londra terörünün azmettiricisinin, teröristlerle aynı evi paylaşmış olan Harun Reşit Asvat adlı bir İngiliz yurttaşı olduğunu ve Asvat’ın İngiliz istihbarat örgütü MI 6 için de çalıştığını öne sürüyor. Bunun bir iddia olmadığını, Asvat’ın bağlı bulunduğu örgütün lideri Şeyh Ebu Hamza tarafından açıklanmış bir gerçek olduğunu da ekliyor eski savcı. Asvat’ın maceraları 1999 öncelerine kadar uzanıyor. Bir ara ABD Adalet Bakanlığı tarafından Oregon’da arkadaşları ile birlikte bir terör eğitimine giriştiği gerekçesiyle tutuklandığını, MI 6’nın devreye girmesiyle serbest kaldığını da belirtiyor Loftus. Asvat’ın 11 Eylül ile öyle uzaktan değil, oldukça yakın ilişkisi olduğu da ciddi iddialar arasındadır. İngiltere’deki El Muhacirun örgütünün iki önemli üyesinden birisi Ahmet Ömer diğeri Asvat’tır. Ahmet Ömer’in Dünya Ticaret Merkezi’ni yerle bir eden Muhammet Atta’ya Pakistan’dan 100 bin dolar gönderdiği de kayıtlardadır. Gerçekler uzun süre gizlenemez. Görünenin izini sürmek ise kuşku işidir. Londra saldırılarının azmettiricisi MI 6 ajanı ise, ki kanıtlar hiç de yabana atılır gibi değil, komplolar konusunda daha dikkatli olmak, arkadakileri aramak gerekmez mi? Gazeteci kuşkucu olmalıdır. Kuşku, teorisini bir yana bırakın, komploları ve arkadakileri görebilmenin kışkırtıcısıdır. Kuşkudan, yani gerçeğe giden yoldan ayrılmamak her zaman en iyisidir. ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... şte üç satırlık bir ‘‘Haiku’’ ...Yazarı 18. yüzyılda yaşamış Kobayaşi İssa... ‘‘Haiku’’, Japonların üç dizeden oluşan, kesin kuralları olan, 16. yüzyıldan bu yana süregelen lirik şiirleri... Ama Japonya’da yalnız şairler değil, her insan doğaya tutkun, doğayla haşır neşir. Doğa tutkusu, bir dinden farksız. Hele Kyoto’da bunu daha da iyi kavrayabilecektim.... DOĞAİNSAN BÜTÜNLÜĞÜ ‘‘Erik çiçek açtığında cehennem donar.’’ Japonya’ya vardığımda aynen öyleydi. Cehennem donmuştu! ‘‘Kirazlar için vakit biraz erken ama erik ağaçlarının çiçek açma zamanına denk geldiniz...’’ Karşılaştığım, konuştuğum her Japondan bu sözleri ya da benzerlerini duyacaktım. Tanrıların yolunu izlemenin bir önkoşulu var: Doğaya saygılı olmak.... İnsan da doğanın bir parçası olduğuna göre, insana da saygı kaçınılmaz. Zaten anlayabildiğim kadarıyla, doğaya saygıyla insana saygı birbirinden hiç mi hiç ayrılmıyor oralarda! (Tıpkı bizdeki gibi değil sevgili okurlar! Japonya günlerimde, henüz bizdeki zehir saçan varil rezilliği ortaya çıkmamıştı ama o zaman bile, yaaa, işte aynen bizdeki gibi diye düşünmekten kendimi alamamış ve kahrolmuştum!) RUHUN ÖZGÜRLEŞMESİ Tokyo’da günlerim, sokaklar, konferans salonları ve tiyatrolar arasında geçiyor. Müzelere, tapınaklara, saraylara girmeye fırsatım yok ama tiyatro konferansı, hiçbir yabancıya vermediği kadar, Japonları daha yakından tanıma olanağı veriyor bana. Çünkü konferansın katılımcıları da, izleyicileri de ezici bir çoğunlukla Japonlar. Tokyo’da görebildiğim tek sergi, Ulusal Müze’de açılan ‘‘İkebana’’ yani çiçek düzenlemesi sergisiydi. Gördüm ama gözlerime inanamadım. Her yıl yapılan yarışmaya katılan binlerce düzenlemeden en başarılı yüzü seçilmiş sergileniyordu. Katılımcılardan biriyle konuşma olanağı buldum. Şöyle dedi: ‘‘Yalnız doğa ve çiçek sevgisi değildir Çok geçmeden, yalnız ikebananın değil, o dillere destan bahçe düzenlemelerinin, çay seremonilerinin ve daha nice geleneksel sanatın ruhu özgürleştirme çabasından başka bir şey olmadığını anlayacaktım. JAPONLARIN BEDEN DİLİ Japonya’ya ilk kez gittiğinizde şaşmadan edemiyorsunuz. Japonlarda beden dili apayrı ve çok önemli bir yer tutuyor. Yabancıların buna alışması biraz zaman alıyor... Karşılıklı iki Japonun sırayla bir birinin bir ötekinin, ha bire eğilip kalktığını ilk gördüğümde ben de şaşırdım. Yalnızca bir baş eğmesi değil, belden aşağı 90 derece eğilip doğruluyorlar. Sonra öğrendim. Buna ‘‘Ojigi’’ deniyor. Karşılaştıklarında selamlaşmak için, ayrılırken vedalaşmak için, arada teşekkür etmek ya da özür dilemek için yapıyorlar... Genç olan daha yaşlı olanın önünde, iş yaşamında daha yüksek mevkide olanın önündeki daha çok eğiliyor. El sıkışmak yok. Tek tük gençler dışında, el ele dolaşan hiç görmedim. Birbirlerine dokunma âdeti yok. Rehberimden ayrılırken kadına sarılıp iki yanağından öptüm, şaşkınlıktan düşüp bayılacak gibi oldu! Her şeyi iki elle tutup uzatıyorlar. Çiçeği, kitabı, paketi, kâğıt parayı, karviziti... (kartvizit değiş tokuşu, el sıkışmak yerine geçiyor neredeyse). Nedeni, olsa olsa canlı olsun olmasın her şeye ve karşısındakine duydukları saygıdan olsa gerek diyorum. Seslerini hiç yükseltmiyorlar. (Yine saygı). Öfkelendiklerinde, gözlerini yere indirdiklerine çok tanık oldum. Öfkelerini kusmak, hesaplaşmak için birlikte içmeye giderlermiş. Zaten yüksek sesle konuşan Japonlara ancak meyhanelerde rastladım GÜLÜMSEMENİN ANLAMLARI Japonların beden diline devam ediyorum... (Artık ne denli beden dili denilebilirse.) ? Konuştuğunuz her Japon, hep gülüyor, gülümsüyor. Gülmek, gülümsemek karşısındakini rahatlatmanın, nazik ve terbiyeli olmanın yolu. Ama aynı zamanda ‘‘bilmiyorum’’ ya da ‘‘anlamadım’’ demenin de bir yolu. Her yerde tüm sokak adları, tüm ilanlar, her şey, Japonca ve İngilizce yazılı, ama İngilizce bilen çok az. İngilizce biliyorum diyeni de, anlamanız çok zor. ? Japoncada ‘‘hayır’’ sözcüğü yok. O nedenle hayır demek için de, sıkıntılarını gizlemek için de gülüyorlar. ? Sokakta bir adres soruyorum. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sorduğum da bilmiyor ama aralarında yarım saat Japonca tartışıp beni dört ayrı yere sürüklüyorlar. Sonunda kocaman gülümsüyorlar... Yani ‘‘özür dileriz’’ demek oluyor. ? Bir tiyatro okulu öğrencisiyle buluşacaktım; randevuya söylediği saatten ya dört ya beş dakika geç geldi. Kızcağız, karşımda ölecek sandım. Yanakları al al olmuş, binlerce kez önümde eğilip kalktı, tam yirmi dakika özür diledi. Hep gülerek gülümseyerek... Beden diline ilişkin son bir gözlem: Tiyatroda, sıkıcı ve çok uzun bir oyunun ortasında Japon arkadaşıma çıkalım diye işaret ederken, elimi ‘‘burama geldi’’ gibilerinden boğazıma götürüp kesme işareti yaptım. Tiyatrodan çıktık. Japon arkadaşım, telaşla ‘‘İşten mi atıldın?’’ dedi. Haydaaa! Bunlar da mı biliyor Milliyet’ten kovulduğumu yoksa şimdi de Cumhuriyet’ten mi atıldım derken kız açıkladı: Japonya’da eliyle boğazı kesme işareti yapmak, işten kovulmak anlamına gelirmiş! Yeryüzü farklı kültürlerle dolu. Elbet, her farklı kültürün farklı bir beden dili olacak! Güzellik eşittir uyum vrupa’da da gazetecinin işi zor. Almanya, İsviçre ve Danimarka’da gazeteciler hakkında, istihbarat örgütlerinin sırlarını ortaya çıkardıkları, dalaverelerini açığa vurdukları, CIA’nın kirli işlerine destek veren istihbarat örgütlerini zor durumda bıraktıkları için peş peşe davalar açılıyor. Çiçero dergisi Yazıişleri Müdürü Wolfram Weimer ve editör Bruno Schirra, Federal Suç Dairesi’nin El Zerkavi ile ilgili bir belgesini açıkladıkları için kovuşturuluyorlar. İsviçre’de yayımlanan SonntagsBlick gazetesi Yazıişleri Müdürü Christoph Grenacher ile gazetenin editörleri Sandro Brotz ve Beat Jost CIA’nın Avrupa’daki gizli hapishanelerini ortaya çıkaran bir faks mesajını yayımladıkları için benzer bir sorunla karşı karşıyalar. Geçen hafta Danimarka’da Berlingske Tidende gazetesinin iki yazarı Michael Bjerre ve Jesper Larsen de ulusal güvenliği tehlikeye düşürdükleri iddiasıyla mahkemeye verildiler. Avrupa’da ‘‘demokrasi’’ tuhaflaştı. ??? Hep koyu bir gölgenin altındaydı zaten. Demokrasinin biçimsel koşullarını yerine getirmeye özen gösteren Avrupa, parıltılı formlar altında bildiğini okumaya, örneğin sola hayat hakkı tanımamaya, göçmenleri aşağılamaya, alt sınıflardan gelecek itirazları olabildiğince ve şık biçimlerde bastırmaya, temsili demokrasinin çatısı altına yalnızca ehlileşmiş olanları almaya koşulluydu. Şimdi ise demokrasinin bu eski formları da çatlamaya başladı. Neoliberalizm kendine daha uygun bir ‘‘demokrasi’’ arayışındadır. ??? Doğrusunu isterseniz baskılar pek işe yaramıyor. Cesur gazeteciler yine de çizgileri aşmayı, gerçeklerin peşinden koşmayı sürdürüyorlar. Alman gazeteci Jürgen Elsässer bunlar arasında yer alır. A guray.oz?cumhuriyet.com.tr Japonya’da doğaya egemen olmak değil, doğayla uyum peşinde koşuluyor... Japonya’nın neresinde, ne zaman hangi ağaç, hangi çiçeği açar, herkes ezbere biliyor. Düğünler, nişanlar, tatiller, geziler mevsimlere, doğa hareketlerine göre düzenleniyor. Üç bin adadan ? oluşan Bir Japon meslektaşım, ‘‘Önümüzdeki günlerde Okinava’ya gideceğim’’ dediğinde, hayrola bir olay mı var diye gazetecilik heyecanıyla telaşlandım. (Okinava, anımsayacaksınız uzun süre Amerikan yönetiminde kalan ancak 1972’de Japonlara geçen, halen Amerikan üslerinin bulunduğu en güneydeki ada...) Adam, ‘‘Kirazlar önce orada açar, ona yetişeceğim’’ dedi. Üç bin adadan oluşan Japonya’nın neresinde, ne zaman hangi ağaç, hangi çiçeği açar, herkes ezbere biliyor. Düğünler, nişanlar, tatiller, geziler, mevsimlere, doğa hareketlerine göre düzenleniyor. Evet, doğa tutkusu dinden farksız. Zaten ülkedeki en yaygın din ‘‘Şinto’’ (ötekiler, Budizm, Taoizm ve Konfüçyüs öğretisi) ‘‘Tanrıların Yolu’’ demek ve bu ‘‘yol’’ doğadan geçiyor. Tanrılar doğadaki her şeyi, ister canlı ister ölü, her şeyi, aklınıza gelebilecek her şeyi denetliyor. ikebana. Aynı zamanda ruhumuzu özgürleştirmenin bir yoludur. İkebana, doğaya, doğanın her ayrıntısına, çevreye, elinizde tuttuğunuz cisimlere, zamana, emeğe, mekâna ve en önemlisi beş duyunuza yoğunlaşmaktır. Ruhun özgürleşmesi ancak o yoğunluktan sonra gelir...’’ “İKEBANA YAPANLAR YANLIZCA KENDİLERİYLE YARIŞIRLAR” Sergideki eserlere baktıkça, derecelendirmenin güçlüğünü görüyorum. Açıklamayı yapan atılıyor: ‘‘Ama zaten ikebana yapanlar yalnızca kendileriyle yarışırlar, asla bir başkasıyla değil.’’ Müzedeki sergiyi, akın akın, ilkokul çocukları da geziyordu. Ruhlarını özgürleştirmek için başkalarıyla değil, yalnız ve yalnız kendileriyle yarışmayı öğrenebilmek için, doğayı daha da iyi tanımak için, estetik zevklerini geliştirmek için... Şeriatçı terörde gizli servis parmağı Baştarafı 1. Sayfada ğini kanıtlarıyla tartışmaya açan Jürgen Elsaesser’e göre, İngiltere’nin başkentinde geçen yılki kanlı patlamalarda kullanılan bombalar Balkanlar’dan taşınmış bulunuyor ve bunlar ‘‘Amerikan imalatı.’’ MI6’in Londra’daki patlamalarda parmağı olduğunu, kendisinin değil, ABD’deki Bush yanlısı ‘‘süper yurtsever’’ Fox TV’deki bir programda eski Amerikan Federal Savcı ve gizli servis uzmanı John Loftus tarafından ileri sürüldüğünü belirten Alman gazeteci, Kosova’nın rolüne de dikkat çekti. Londra’daki bombaların metrolara dışardan yerleştirildiği yolundaki işaretlere dikkat çeken Alman yazar, Londra ve Madrid’deki patlamalarda bombalarının patlama mekanizmalarının hemen hemen aynı olduğunu vurguladı. Elsaesser, kitabının genişletilmiş Fransızca baskısında, Madrid’deki bombaların patlama mekanizmalarının Bosna’dan geldiğini hatırlatırken, ‘‘Bütün bu olaylarda her şeyin büyük bir profesyonellik içinde gerçekleştirildiği görülüyor’’ diye yazdı. AP’NİN RUM MİLLETVEKİLİ KASULİDES Ünlü mimar Kenzo Tange’nin Türkiye Büyükelçilik binası (üstte) ve Tokyo’daki en ünlü yapıtlarından biri: FujiSankei İletişim Merkezi (altta). Tokyo’da bir mücevher: Türkiye Büyükelçiliği M odern Japon mimarisinin en büyük isimlerinden biri, hiç kuşkusuz Kenzo Tange. (19132005) Tokyo, onun birbirinden değerli eserleriyle dolu. Sayısız öğrenci yetiştirmiş, dünyanın birçok yerine eserleriyle damgasını vurmuş, Japon mimarisini modernleştiren Kenzo Tange’nin Tokyo’daki Türkiye Büyükelçiliği’ni yaptığını bilmiyordum, Japonya’ya gidince öğrendim. Tokyo’nun orta yerinde mücevher gibi bir yapı. Dört katın ikisi toprak altında, ikisi üstünde. Bahçeler, sular, havuzlar, metaforlarla modern bir peri masalı gibi... Kenzo Tange, kentin göbeğindeki bu alanın Türkiye’ye ait olduğunu öğrenince, eski Türk elçilik binasının kapısını çalmış ve buradaki yeni elçilik binasını yapmak istediğini söylemiş. (70’li yıllar) Adamı tanıyan yok. Türk yetkililer, Ankara’ya başvurmuş. Dışişleri’nin mimarlık bürosu, aman bu adam çok önemli sakın kaçırmayın demiş de yapı öyle ortaya çıkmış. Ama yapı tamamlandığında iç mekânları da düzenlemek isteyen Kenzo Tange’ye, ‘‘Yeter bu kadar, gerisini biz yaparız’’ denmiş. Usta mimar bozulmuş, bir daha adımını elçiliğe atmamış! Ah bizimkiler bilselerdi ki, Kenzo Tange’ye göre ‘‘gelenek bir amaç değildir, yalnızca yaratıcılık sürecinde bir araçtır’’, elbet Türk Büyükelçiliği’nin içini de düzenlemesi on ‘Türkçe AB’de resmi dil olmalı’ Dış Haberler Servisi Avrupa Parlamentosu Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi Kıbrıslı Rum parlamenter Yannis Kasulides, Rum tarafının, Türkçenin Avrupa Birliği’nin (AB) resmi dili olmasını istediğini, birliğin ise bazı gerekçeler ile bunu şimdilik kabul etmediğini açıkladı. Kıbrıs Rum yönetiminin AB ile müzakere yaptığı dönemde dışişleri bakanı olan Kasulides, konuyla ilgili olarak ABHaber’e yaptığı açıklamada şunları söyledi: ‘‘1960 Anayasası’na göre Kıbrıs’ta iki resmi dil var. Biri Rumca, diğeri Türkçe. AB ile müzakere yaptığımız sırada biz Türkçenin, Kıbrıs’ın resmi dili olduğunu söyledik. Bunun AB tarafından göz önüne alınmasını istedik. Ayrıca Türkçenin AB’nin resmi dili olmasının, adadaki soruna çözüm bulunması için de bir avantaj olduğunu düşünüyorum. AB bize müzakere sürecinde bunun teknik olarak biraz zor olduğunu, konuyu gündeme getirmememizi tavsiye etti. AB tarafı Kıbrıs’ta soruna çözüm bulursa Türkçe resmi dil olur.’’ Kıbrıs yönetiminin, Türkçenin resmi dil olmasına karşı çıkması diye bir durumun söz konusu olamayacağını söyleyen Kasulides, ‘‘Sorun AB’den kaynaklanıyor. AB yetkilileri bize bazı teknik ve bütçe sorunlarından dolayı Türkçenin resmi dil olmasının zor olduğunu aktardılar. Ancak bu işin üzerine gidilirse sonuç alınır. Çünkü hukuken Türkçe Kıbrıs’ın resmi dili, o açıdan sorun AB’den kaynaklanıyor’’ diye konuştu. Kasulides, cebindeki Rum kesimi pasaportunun da iki dilde (RumcaTürkçe) yazıldığını hatırlattı. dan istenebilirdi ve çok da iyi olurdu! . Bugün Japonya’nın Türkiye Büyükelçisi Solmaz Ünaydın göreve gelir gelmez, ilişkileri düzeltmek yolunda kolları sıvamış, hem iç mekânları fazlalıklardan arındırmış hem de Tange’nin vârislerini, çocuklarını davet etmiş, elçiliğin kapılarını açmış... Solmaz Ünaydın’a tek sözcükle hayran kaldım. En çok da enerjisine ve etrafına saçtığı karizmaya... Onu tanıdığım akşam, elçilikte Japon bir piyanist konser veriyor, dünyanın dört bir yanından diplomatlar, bu eşsiz yapıyı geziyor, büyükelçiye ve Türkiye’ye övgüler yağdırıyordu. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle