29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16 TİYATRO OYUNEVİ, 15. ULUSLARARASI TİYATRO FESTİVALİ’NE LORCA’YI TAŞIYOR C b tiyatro LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL 5 MAYIS 2006 CUMA Hem Laik Hem de Şişman... lar vardır. Ancak bu kurallara karşın, yeme içmede de cinsellikte de aşırıya giden dinsel topluluklar olmuştur. Bunun laik olup olmamakla bir ilgisi yok elbette. Aşırı yemenin zararlarından kaçınmak için mutlaka bir dini kuralın olması da gerekmiyor. Dinlisi, dinsizi aşırı yemenin zararı konusunda hemfikir durumdalar. Ünlü Müslüman gezgin Şafii, şişman kişileri ‘‘budala’’ olarak adlandırırdı. Akıllı insanın önünde iki yol bulunduğunu, bunların ‘‘ya öte dünyadaki hayatı için çile çekmek ya da bu dünyadaki hayatıyla uğraşmak’’ olduğunu belirtip, çok da güldüğüm şu vecizeyi söylerdi: ‘‘Yağ ile çile bir arada olmaz.’’ Dinle pek de öyle içli dışlı olmayan, zamanına göre bir hayli de laik yaşadığı söylenen Lord Byron’un da göbekli olmamak için günde bir öğün yemek yediğini söylerler. Osmanlı şehzadelerinin bakımından sorumlu olan Lala’lar arasında en iyi kabul edilenler, şehzadeyi en iyi besleyenlerdi. Sabah sabah tereyağlı soğuk pilav yemekten tombalak hale gelmiş nice şehzade vardır ki, herhalde onların da İslami bir yaşam sürmediğini kimse iddia edecek değildir. ??? Sami Zübeyde’nin derlediği ‘‘Ortadoğu Mutfak Kültürleri’’ adlı kitapta Sabri Hafez’in bir makalesi vardır. Hafez orada, ‘‘Ramazan boyunca yiyecek tüketimi Müslüman ülkelerde yüzde 50 artar’’ diyor ki, bu ülkelerin laik olmadığı ortada. İki Müslüman bayramının yeme içmeyle çok ilgili olduğunu söyler Hafez. ‘‘İdi fıtr’da orucun sona erişi kutlanır; İdi adha, her şeyden önce kurban bayramıdır. Bunlar dışındaki, Müslüman yeni yılı Mevlid, şebi isra, Şaban ayının ortası, Aşure gibi bütün dinsel günler belirli bir yiyecek ya da içecekle ilişkilidir. Yazınsal metinlerde bu günleri hep yeme içmeye dönük yanlarıyla buluyoruz’’ diyen de Hafez’dir. Yani, ‘‘sekülerleşmemiş’’ toplumlarda da az yemek yeniyor değil. Müslüman toplumlarda cinsellik konusuna hiç girmeyeyim, çünkü meramımı iyi anlatamazsam, samimi dindarı üzerim istemeden. Ali Bulaç’ın yapması gereken fazla bir şey değildi. Biraz daha kalem oynatıp, sekülerleşmenin/laikleşmenin aşırı yemek yemeyle ne ilgisi olduğunu yazmalıydı. Yazsaydı, Anton Çehov’un havaların soğukluğunu bile Almanların suçu sanan öykü kahramanı gibi, oburluğu laik sistemin suçu sanmazdı. Ne kadar çok öykü kahramanı var hayatımızda. Hayret. Ü SOLDAN SAĞA ÖNDEKİLER: Zekeriya Karakaş, Zeynep Erkekli, Şebnem Köstem, Murat Taşkent, Selen Öztürk, Yurdaer Okur. ARKADAKİLER: Hakan Özlücan, Levent Kutlutürk, Kıvanç Bosuter, Mahir Günşiray, Emre Koylu, Özgür Erkekli, Canberk Uçucu, Cengiz Özkan (VEDAT ARIK) Yol arkadaşları LORCA Bir Karadeniz atışması, bir ağıt ölüme, çan sesleri, Âşık Veysel’in diyarından hüzünlü bir ezgi, bedenin dansla yakarışı, aya, ölüme isyan... Tiyatro Oyunevi, Lorca’nın dizeleri, oyunları, ezgileri ve resimlerini farklı alanlardan pek çok sanatçıyla beraber festivale taşıyor. “Çünkü bugünü anlamak için ona ihtiyacımız var” diyorlar. undan 70 yıl önce, İspanya İç Savaşı’nda ölen bir milyon insanı Lorca’nın kimliğinde “Onda İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü” diyerek anıyordu Pablo Neruda. Çünkü o, “Devrimin büyük hayalcisi, güzel kokular saçan yasemin demeti”ydi. Şiirleri, oyunları, besteleriyle tutkunun, özgürlüğün, aşkın simgesiydi. O yılların İspanya’sı, dünyanın bütün devrimcileri için yükselen faşizmle baş edilebilecek tek ülkeydi. Lorca şiirleriyle, Picasso Guernica’sıyla, binlerce “yabancı” devrimci kırmızı fularlarıyla acıyı, umudu ve zaferi dillendirdiler. Yenildiler. Dünyanın altından çok sular aktı, faşizm yenildi, sosyalizm boy attı, Guernica sembolleşti, devrimcilerin torunları dedelerinin filmini yaptı, Lorca’nın şiir ve oyunları dilden dile aktı... Sonra... YENİDEN YÜKSELEN FAŞİZM Şimdi yeni faşizmle başı dertte dünyanın. Bu yüzden anlamaya, umuda, direnmeye, yani Lorca’ya ihtiyacı var. Tiyatro Oyunevi, onun önemli bir yol gösterici olduğunu düşünenlerle birlikte, 15.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’ne bir dizi Lorca projesiyle katılıyor. Onlarca oyuncu, müzisyen, dansçı, ressamı Lorca etrafında toplayan proje, yeniden yükselen faşizmin yaratacağı tahribatı tekrar hatırlatmak açısından da önemli. Başlıca etkinliği Lorca’nın Türkiye’de ilk kez sahnelenecek “Beş Yıl Geçince” oyunu olan projede, bir diğer ilkse Zuhal Olcay’dan Timur Selçuk’a, Teoman’dan Zeynep Tanbay’a, Baba Zula’ya, Fikret Hakan’a pek çok kişiyi bir araya getiren Lorca Divanı. Şiirler, şarkılar, danslarla bezenecek bu projeye eşlik edecek diğer etkinliklerse Lorca’nın desen ve resimlerinden oluşan bir değiştirdik. Bu yıl Lorca’nın öldürülüşünün 70. yıldönümü. Lorca’nın öldürülmüş olmasını, sadece politik bir kimlik olduğu için değil, aynı zamanda eşcinsel olduğu için de katledilmiş olmasını unutmak, unutturmak istemiyoruz. Ayrıca hem ülkemizde hem de dünyada milliyetçilik, faşizm tüm farklı yüzleriyle her yanımızı sarmış durumda. Lorca, faşizmi, faşizmin yükselişini, araçlarını ve yarattığı tahribatı anlamamız açısından da önemli biri. “AY, AŞK, ÖLÜM”... Projenin bu kadar geniş kapsamlı olması da Lorca’nın zenginliğinden mi kaynaklanıyor? Galiba Lorca’yla işim ölene kadar bitmeyecek. Engin bir deniz, açıldıkça, içine girdikçe insan daha çok zevk almaya, daha çok keşfetmeye başlıyor. Bunun gerisinde de Lorca’nın yenilikçi ve farklı bir sanatçı olması yatıyor elbette. Timur Selçuk, Ayşe Tütüncü, Zeynep Tanbay, Baba Zula, Tilbe Saran... Lorca Divanı’nda farklı alanlardan pek çok sanatçı şiirler, şarkılar, dans gösterisi ve sahne performanslarıyla bir araya geliyor. Bu isimleri Lorca’da buluşturan ne? Bu ortaklık Lorca’ya duyulan sevgi ve saygıdan kaynaklanıyor sanırım. Belki biraz da Tiyatro Oyunevi’ne güven. Lorca Divanı’nın belli bir konsepti, rejisi yok, ama tema olarak farklı sesleri Lorca’nın üç önemli sözü “ay, aşk, ölüm” başlığı altında bir araya getirmeyi amaçladık. Evrensel bir şair, doğduğu, yaşadığı ülkeye değil, dünyaya aittir ve onun şiiri, eseri her dilde, her seste yorumlanabilir. Dolayısıyla bu projede bir tarafta Karadeniz ezgileri, bir tarafta rock, bir tarafta ağıtlar, danslar olacak. sergi, bir radyo tiyatrosu ve Lorca açıkoturumu. Projenin mimarı Mahir Günşiray, Lorca Projesi’ni anlatıyor. ÖLDÜRÜLÜŞÜNÜN 70. YILDÖNÜMÜ Festivale bir oyun, sempozyum, radyo tiyatrosu ve bir sergiden oluşan geniş bir Lorca Projesi’yle katılıyorsunuz. Neden Lorca? Tiyatro Oyunevi olarak geçen yıl “Lorcahane” adlı bir projeyle yola çıkmıştık. Kültür Bakanlığı’ndan destek alamayınca projeyi zerinden yıllar geçtiği için hangisidir anımsamıyorum ama, Anton Çehov’un bir öyküsünde okumuştum. Öykü kahramanı Rus’un, Almanya’da bulunduğu sırada elini soğuk suya değdirdiğinde ‘‘Su da buz gibiymiş. Kahrolası Almanlar!’’ deyişini bugüne kadar unutmamışım. Belli ki öykü kahramanının Almanlara ilişkin bir yargısı vardır, yerli yersiz gerekçelerle bu yargısına uygun hakaretler etmektedir. Çok alışıldık bir insan davranışı. Ha Rus, ha Türk fark etmiyor, hepimizin kestirmeci, toptancı bir yanı var buna benzer. İki üç kelime kullanarak, anlatılması biraz daha gayret gerektiren konularda görüş belirtmek, özellikle bizde bir hayli yaygın. Bir felsefe geleneği olmayan toplumumuzda, bir fikri ortaya atarken ‘‘gerekçelendirme’’ gibi önemli bir aşamayı atlıyoruz çoğunlukla. Benim de öyle olduğum zamanlar herhalde oluyordur. Bir ‘‘kanaat önderi’’ olduğu belirtilen Fethullah Gülen’in kendi sitesinde, ‘‘yıllardır fuhuş, edepsizlik peşinde koşanlar ilerici addediliyor’’ türünden ifadeleri okunduğunda, adı geçenin ‘‘ilerici’’ kavramını ‘‘fuhuş’’la birleştirmesindeki mantığının, suyun soğuk olmasını bile Alman karakterine bağlayan öykü kahramanının mantığından farklı olmadığı görülür. Ben bu yaşıma kadar, kişinin bakışına göre değişen bir kavram da olsa kullanmak zorundayım, ‘‘fuhuş’’ yapan herhangi bir kimseye ‘‘ilerici’’ dendiğini duymadım. Gülen, kestirmeci, toptancı böyle bir cümle kurarak, karşı olduğu ilerici kesimleri hedefliyor belli ki. ??? Gülen bu tutumunda yalnız sayılmaz. Takipçilerinin eskiden beri bildiği, İslami entelektüel dalganın popüler hale gelmesiyle geniş kitleler nezdinde de tanınan biri olan Ali Bulaç da, entelektüel zekasına hiç de uymayan toptancı mantık geliştirmede Gülen’den geri kalmıyor. 21 Nisan 2006 Cuma tarihli Zaman’da ‘‘Roma, Hıristiyanlık ve Ulus Devlet’’ adlı makalesinde parantez içinde şöyle bir cümle kullanıyor: ‘‘Roma sekülerliğinin ikincil belirtisi aşırı yemek ve amacından sapmış cinsellikti.’’ Kelime aralarına laf sokuşturup görüş belirtme kurnazlığıdır bu, ki sekülerlikten genellikle laikliği anlayanlara bir göndermedir. Dindışı bir yaşamın seksten, yeme içmeden ibaret olduğunu imleyen bir gönderme. Büyük haksızlık. Toplum düzenini, insan yaşamını kontrol edip, yönlendiren dinin, elbette yeme içmeye de, sekse de getirdiği kural ALİ EKBER ÇİÇEK YAŞAMINI YİTİRDİ Federico Garcia Lorca kimdir? 1898 ’de Granada’da doğdu. 38 yıllık yaşamına pek çok oyun, şiir, ezgi sığdırdı. Şiirlerinde ve oyunlarında özgürlük, aşk, tutuculuk, baskı, ölüm gibi temaları ele aldı, kendi topraklarını, Granada’yı anlattı. 1928’de yazdığı “Çingene Romansları” Endülüs Çigan şairi olarak tanınmasına yol açtı. Besteci Manuel de Falla ile birlikte müzik araştırmaları yaptı, tiyatro ile müziği birleştirdi. Sanat onun için insanlara ulaşmakta önemli bir araçtı. Kurduğu Barraca Tiyatro ile İspanya’nın her yanını dolaştı, halk edebiyatını, geleneksel öğeleri yeni akımlarla iç içe soktu. Eserlerinde insanın, doğa ile toplumsal normlar arasında sıkışıp kalmışlığını anlattı, dürtüleri ve tutkularıyla insanın iç dünyasını açığa çıkarmaya uğraşan bir tiyatro türü yarattı. En önemli oyunlarından biri olan Kanlı Düğün’de tutku ve kan davasını işledi. Bir kadının trajedisini anlatan Yerma’da ise ahlakı sorguladı. Son oyunu Bernarda Alba’nın Evi de toplumsal ve ahlaksal kuralların sonuçlarını anlatıyordu. 19 Ağustos 1936’da, iç savaş patlak verdikten kısa bir süre sonra Franco yanlıları tarafından kurşuna dizildi. ‘Haydar Haydar’ öksüz kaldı İstanbul Haber Servisi Türk Halk Müziği’nin özgün sesi, halk ozanı Ali Ekber Çiçek (71) İstanbul’da öldü, ‘‘Haydar Haydar’’ öksüz kaldı. Çiçek için dün 1961 yılında ses ve bağlama sanatçısı olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda bir tören düzenlendi. Çiçek’in cenazesi, Balıkesir’in Edremit ilçesinde toprağa verildi. Halk müziğini toplumun her kesimine sevdirerek, gönüllerde taht kuran sanatçı Çiçek, tedavi gördüğü Kartal SSK Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Sanatçı için Harbiye TRT İstanbul Radyosu’nun önünde düzenlenen törende konuşan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, Çiçek’in Türk Halk Müziği’nin önemli halk ozanlarının arasında olduğunu belirterek, ‘‘Büyük ozanın düşünceleri müziğiyle her zaman yaşayacaktır’’ dedi. Sarıgül, ‘‘Yaşamı boyunca bize öğretmeye çalıştığı türküler, bizim rehberimiz olacaktır. Televole kültürü yerine Türk Halk Müziği kültürünü bize hiçbir zaman unutturmadı’’ diye konuştu. Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ise ‘yeri kolay dolmayacak bir halk ozanı’ olarak tanımladığı, ‘‘Haktan geldik hakka gidiyoruz’’ diyen Çiçek’in ‘‘Hakka yürüdüğünü’’ söyledi. Doğan, Çiçek’in türküleriyle her zaman kardeşlik ve dostluğun önemini vurguladığını dile getirdi. YAVUZ TOP (Halk müziğini sanatçısı): Halk Ozanı Çiçek’in ölümüyle ülkemiz, halk kültürü açısından çok önemli bir değerini yitirdi. Yıllarca bu kültüre hizmet etmiş, türkülerin derlenmesine önemli çalışmalar yapmış bir sanatçıydı. ARİF SAĞ: Aslında onu kaybetmedik. Ali Ekber Çiçek halktan geldi halka yürüdü. Yaşamını, ona verilen canı sonuna kadar kullandı, Ali Ekber Çiçek’in başardıklarını keşke biz de başarsak. F ransa ve Hollanda’daki AB Anayasası referandumlarıyla sekteye uğrayan Avrupa projesinin geleceği nasıl kurulacak? AB Komisyonu şu sıralar bu konunun üzerinde çalışıyor. ‘‘Çalışıyor’’ diyoruz çünkü toplantılarda görüş bildirmek, seminerlerde boy göstermek, eylem planları, sonuç bildirgeleri, basın bildirileri ve gündem belgeleri gibi sonsuz kâğıt üretmek Brüksel’in işleyiş mekanizmalarından biri. 2728 Nisan tarihleri AB Komisyonu üyelerinin bu tür bir seminerde toplandığı günlere denk geliyor. AB komiserleri geçen hafta Belçika’nın Lanaken isimli küçük bir kasabasına kapanıp yiyip, içip Avrupa’nın geleceğini tartıştılar. Sadece AB Komisyonu üyelerinin katıldığı ‘‘Avrupa’nın Geleceği’’ konulu seminerde üyeler geçen yıl darbe yiyen AB projesini nasıl canlandıracakları konusunda kafa yormuşlar. AB üyelerine geçen yılki referandum şokundan sonra tanınan, anayasa üzerine ‘‘düşünme dönemi BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Avrupa Geleceğini Arıyor... gömüldü. Bundan sonra hangi anlaşma temelinde ilerleyeceğiz? Yukarıdaki sorulara baktığınızda dışarda ve içerde önünü göremeyen bir AB şekillenmiyor mu gözünüzde? Duraklama dönemine girmiş, kafası karışık, içerde halklarını tatmin edemeyen ve dış politikada pasif bir AB. Sorunu tanımlamak çözümde ilk adımdır. AB de bunu yapıyor zaten sorunu uzun uzun tanımlıyor. Türkiye’yi yakından ilgilendiren ilk soruya biraz daha yakından bakalım. AB neden Avrupa halkları arasında popülaritesini kaybetti? İşsizlik, iç ve dış güvenlik sorunları, göç, sosyal devletin çöküşü, genç nesillerin kendini garanti altında hissetmemesi ve genişleme. nin’’ bittiği haziran ayına yaklaşırken AB Komisyonu telaşlı bir hazırlık içine girdi. AB devlet ve hükümet başkanlarının önümüzdeki haziran doruğunda ele alacakları kanlı konu ‘‘Avrupa’nın Geleceği ve Sınırları’’ bu seminerde komisyon üyeleri tarafından görüşüldü. Süslü ve diplomatik sözlere girmeden AB’nin endişelerini üç soruyla tanımlayabiliriz: 1. AB Avrupa halkları arasında giderek popülaritesini kaybediyor. AB’yi Avrupalılara nasıl sevdiririz? 2. AB dış politikada çok etkisiz. Egemen bir güç olan ABD karşısında küresel etkinliğimizi nasıl sağlarız? 3. AB Anayasası kabul etmesek de Her ne kadar politikacılar referandum darbesinin ardından genişlemeyi günah keçisi yaptılarsa da Avrupa halkı bugün AB’nin genişlemesini istemiyor. Kendi ve çocuklarının geleceği için kaygılanan bir halka ‘‘Biz bu projenin başarılı olduğuna inanıyoruz. İlla ki genişleyeceğiz’’ derseniz o halkın sizi seçmeyeceğini görürsünüz. İşte AB’nin çelişkisi de burada yatıyor. AB aday ülkelere verdiği üyelik sözlerini tutmaya çalışırken AB halkının genişlemeye yönelik endişelerini nasıl giderebilir? Kendi mutfağında huzurluk yaşarken kapıda bekleyenleri çağırıp ‘Buyur sen de bu sofraya otur!’ demeye cesareti var mı AB’nin? Bu seminer AB içinde ‘‘Avrupa’nın Geleceği’’ tartışmalarının ilk adımıydı. Avrupa liderlerinin bulanık kafası kaç dorukla, kaç eylem planıyla, kaç iç krizle aydınlanır bilinmez. Dedik ya Brüksel bol bol kâğıt üretir diye; Umalım da bu kâğıt ve kafa karışıklığında Türkiye’nin üyeliği çöpe gitmesin. SABAHAT AKKİRAZ: Halk müziği camiasının çok büyük müzik adamını kaybettik. FERHAT TUNÇ: Alevi kültürüne hizmet sunmuş değerli bir ozandı. Halk kültüründe ‘haydarlaşan’ bir sanatçıyı kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. SELDA BAĞCAN: Ali Ekber Çiçek yaşarken değeri bilinmeyen (tıpkı Ruhi Su gibi) bir ozandı. En önemli derlemesi olan ‘Haydar Haydar’ onu sonsuzluğa taşıyacaktır. Başımız sağolsun!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle