29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EVET/ HAYIR C Bir Yurttaş Olarak... olaylar ve görüşler 5 MAYIS 2006 CUMA Cumhuriyet Karşıtlığı ve ürkiye Cumhuriyeti’ni ‘‘Türkiye İslam Cumhuriyeti’’ ne dönüştürmek için, gizliaçık türlü yöntemlerle amacına ulaşmak isteyen siyasal iktidar, tuttuğu yolda her gün yeni örneklerle karşımıza çıkmaktadır. Anayasanın ‘‘Başlangıç’’ ve ‘‘Genel Esaslar’’ bölümünde belirtilen ‘‘Cumhuriyetin Nitelikleri’’ni göz ardı ederek ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’nin kadrolarını, laikliği kabullenmeyen ‘‘Cumhuriyet karşıtları’’ ile doldurmaktadır. Siyasal iktidar bu güne kadar hiçbir siyasal yönetimin girişmediği ölçüde bir kadrolaşmayla, ayrımcı bir uygulamayla siyasal İslam hedefine doğru koşmaktadır. Bir kısım siyasal yöneticiler, Cumhuriyetin niteliklerine karşı olduğu bilinen kişilerin yanında yer alarak, onların ardında durarak, ayrımcı uyguaik cumhuriyet lamanın kök salkarşıtlığı’ düşüncesini masına zemin hazırlamaktadırlar. beyinlerinde, ifadesini Kendileri de aynı söylemlerinde ve simgesini dinseldüşünsel beraberlerinde taşıyanların anlayışın yandaşı olarak, ‘‘Bu kişiler ve bunu eylemleriyle mağdur ediliyor, kanıtlayanların, ‘Türkiye onlara ayrımcılık Cumhuriyeti Devleti’nde yapılıyor’’ diye kamuoyu önüne çıkilit noktalara getirilmeleri, kıp yanlı açıklama‘Laik Cumhuriyet’in larda bulunmaktadırlar. Aslında, ‘‘Bu korunmasız bırakılması kişilere ayrımcılık yolunda sürdürülen yapılıyor’’ ifadesi, sistemli girişimlerin bir bir yerde gerçeği ortaya koymaktaparçasıdır. dır. Türkiye Cumhuriyeti’nde laiklik karşısında yer alan kişilere ayrımcılık yapıldığı ama olumlu ayrımcılık yapıldığı doğrudur. Ne var ki bu gerçek ters düz edilmekte, kamuoyu yanıltılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan ‘‘Atatürk İlke ve Devrimlerini’’ dışlayan siyasal İslam yandaşları, özenli bir ayrımcılık sergileyerek kendileri gibi düşünmeyenleri, kamu kurum ve kuruluşlarının dışında tutmak için her türlü yola başvurmaktadırlar. Yönetim kademelerinde ‘‘laik Cumhuriyet karşıtlığı’’nı ilke edinenlere yer vererek günü geldiğinde ‘‘Laik Cumhuriyet’’i ‘‘İslam Cumhuriyeti’’ne dönüştürebilmenin altyapısını oluşturmaktadırlar. Görevi ve andı gereği bu tehlikeli gidişi gözler önüne seren; uygulamaları eleştirerek uyarıda bulunan ve doğru yolu gösteren, anayasaya göre ‘‘Türkiye Cum PENCERE Dindar: Demirel.. Dinci: RTE.. OKTAY AKBAL T O. DOĞU SİLÂHÇIOĞLU huriyeti’’ni ve ‘‘Türk ulusunun birliğini’’ temsil eden bir yüce makam başta olmak üzere; ‘‘Laik Cumhuriyet’’ten yana olan kişi, kurum ve kuruluşlara seviyesiz ifadelerle sistemli saldırılarda bulunulmaktadır. Utanç dolu bu söylemlere yurttaşlar da tanık olmakta, tanımlanması için sözcük bulunamayan bir ruh halinin dürtüsüyle şekillenmiş bu ifadelerin tümü, çok yerinde bir tavırla yanıtsız bırakılmaktadır. Türk ulusu için aydınlanma yolunda en büyük engel oluşturan çağdışı siyasal İslam anlayışının devlet yönetiminde kabul görmesi, inanılmayacak ölçüde bir gaflet ve bir gün mutlaka yargı önüne getirilecek bir hıyanettir. Dünyanın hiçbir ülkesinde demokratik bir rejim, kendisini yok etmeyi hedeflemiş antidemokratik bir siyasal ideolojinin yandaşlarına, devletin yönetsel kadrolarında yer vermez, veremez... ‘‘Laik Cumhuriyet karşıtlığı’’ düşüncesini beyinlerinde, ifadesini söylemlerinde ve simgesini beraberlerinde taşıyanların ve bunu eylemleriyle kanıtlayanların ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’nde kilit noktalara getirilmeleri, Laik Cumhuriyet’in korunmasız bırakılması yolunda sürdürülen sistemli girişimlerin bir parçasıdır. Eğer Cumhuriyet; kendi varlığını yok etmeye yönelmiş kişileri yönetim kademelerinde görevlendirmek zorunda kalacak kadar bir çaresizliğin içine itilmiş ve kendi sonunu hazırlayan bir varlık haline getirilmiş ise, yapılabilecek çok az şey kalmış demektir... ‘LAİK CUMHURİYET KARŞITLIĞI’ Bugünün Türkiye’sinde bazı görev yerlerine atama yapılmasında, ‘‘Laik Cumhuriyet karşıtlığı’’ tercih nedeni olmakta, bazı görev yerleri için ise bu bir koşul haline getirilmektedir. Ne acıdır ki, anayasasında ‘‘laik’’ olduğu belirtilen Türkiye Cumhuriyeti’nde bireyler artık yönetimde dinsel ölçütlerle bir yerlere getirilmekte ya da bir yerlerden alınmaktadırlar. Çünkü siyasal iktidar, siyasal İslamın yükselmesini, kendi yandaşlarının yönetim kadrolarında yer almasıyla eşdeğer görmektedir. ‘‘İnsanların eşlerinin başı açıkmış, başı örtükmüş: Buna göre bir insan bir yere atanır mı?’’ diyenler doğruyu söylememektedirler. Cumhuriyet karşıtlarını bir yerlere atamak isteyenlerin, ‘‘Bir insan, eşinin düşüncesi ve de yaşam şekli nedeniyle engellemelerle karşılaşmamalıdır’’ şeklinde verdikleri yanıt, gerçekleri yansıtmamaktadır. Çünkü bugün siyasal İslam Türkiye’de engellemelerle değil, teşviklerle karşı karşıyadır. Ve bazı kişiler Türkiye’de yalnızca bu bakış açısıyla bir yerlere ‘‘asaleten’’, asaleten olamazsa ‘‘vekâleten’’ atanmaktadırlar. Dinsel kurallara göre şekillenmiş bir yaşamı sosyal yaşam olarak kabul etmiş olan; laiklik karşıtı simgeleri üzerinde taşıyan bir kişiyle hayat arkadaşlığı oluşturanlara ya da onları o şekle sokanlara , yüzyılların gözlemleri ve deneyimleriyle oluşmuş atasözleri, yalın, kesin ve anlamlı bir yanıt vermektedir: ‘‘Bana arkadaşını sana sana kim olduğunu söyleyeyim!..’’ Yurttaşları gerçeklerin ayırdında olmayan bireyler olarak görenler, aynaya bakıp gerçeklerin ayırdında olmayanların kimler olduğunu artık anlamalıdırlar. Onlar kendilerini tanımalıdırlar. Onlar birbirlerinin aynıdırlar. ‘‘Aynı tür kuşlar, hep birlikte aynı yöne doğru uçarlar...” AYRIMCILIK GERÇEĞİ Söylemleri farklı eylemleri farklı olanlar, aslında niyetlerini ortaya koymuşlar, suçlarını itiraf etmişlerdir!.. Ayrımcılık yapanlar kendileridir... Türkiye’de bugün belli düzeyde görev yerleri için yapılan atamalar, siyasal İslam yandaşlığından kaynaklanan ayrımcı bir düşünceyle gerçekleştirilmektedir. Artık bu ülkede bazı görev yerlerine atanabilmek için ‘‘uzmanlık’’, ‘‘deneyim’’, ‘‘yetenek’’, ‘‘üstünlük’’, ‘‘kıdem’’, ‘‘öğrenim’’ gibi kazanımlar ölçüt olmaktan çıkmıştır. Tek ölçüt, ‘‘Laik Cumhuriyet karşıtlığı’’dır. Çünkü bu karşıtlık siyasal İslam anlayışının temelidir. Ve siyasal İslamın hedefi ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’dir. Amaç, Cumhuriyetin kadrolarını siyasal İslam yandaşlarına teslim etmektir. Siyasal iktidar, beyninde ve yüreğinde ‘‘Laik Cumhuriyeti’’ yaşatmak isteyenleri yönetim kadroları dışında tutarak tüm kadroları ‘‘İslam Cumhuriyeti’’ yandaşlarıyla doldurmayı hedeflemektedir. Devletin yönetiminde bu anlayışı egemen kılmak istemektedir... ‘‘Atatürk İlke ve Devrimleri’’ni içine sindiremeyen, ‘‘gelişmek’’ yerine ‘‘değişmeyi’’ yeğ tutan siyasal yöneticiler, anayasada yer alan ‘‘Cumhuriyetin Nitelikleri’’ ile ‘‘...Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim’’ diye ettikleri yemini unutmuş görünmektedirler. 9 Ö nemli işler yapmaya kalkışıyorum! Hem de bu yaşıma kadar el atmadığım konularda bir şeyleri araştırmak, düşündürmek istiyorum. ‘‘Sana mı kaldı solu toparlamak, solun bir araya gelmesini sağlamak’’ diye çıkışanlar da var elbette. Ama yürüdüğümüz yol uçuruma gidiyor. Bunu görenler var, ben de onlardan biriyim. Yaşlandıysak, susmak zorunda mıyız? Uyuyanları uyandırmak bir yurttaşlık görevi değil mi? Kabak tadı verdi, biliyorum! Kimse de ders almadı! Hatta üzerinde düşünenler de pek az. Gözler kapanmış, yürekler kararmış! Özellikle partilerin önde gelenleri kişisel hesaplardan kendilerini bir türlü kurtaramamış: Seçim mi geliyor, gelsin! Biz yine yüzde onu geçeriz, eş dost arkadaş kırk elli kişi, Meclis’e gireriz... Solda yer alan partiler CHP, DSP, SHP, ÖDP, İP vb.’lerin bir seçim listesinde bütünleşmesi kaçınılmaz gerekliliktir. Toplumda saygı uyandıran bir aydının, bir emekçinin, bir bilim, bir sanat, bir kültür, bir siyaset adamının, dürüst, inançlı bir yurttaşın ortaya çıkıp İtalya’daki Prof. Prodi gibi bir toparlayıcı olması, olabilmesi! İlk genel seçimde, on ya da yirmi yıl sonra, belki de üç beş yıl sonra, kurulacak Türkiye İslam Cumhuriyeti’nin önünü kesebilmesi!.. Türk toplumunda herkesin saygı duyduğu, izinden gidebileceği, sözünü dinleyebileceği bir ‘‘insan’’ yok mu?.. Atatürk Cumhuriyeti’ni, içine itildiği çıkmazdan kurtaracak bir girişimin, bir atılımın öncüsü olabilecek biri!.. Ben ad vermedim. Vermek de istemedim. Herkes konuyu düşünsün istedim... Düşünenler, mektupla, telefonla ad verenler çıktı. Birkaçını şuracıkta duyursam mı? En başta Cumhurbaşkanı Sezer, Eskişehir Belediye Başkanı Prof. Yılmaz Büyükerşen, Prof. Erol Manisalı, Prof. Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Yekta Güngör Özden, Prof. Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, Onur Öymen ve birkaç ünlü kişi daha!.. Bu arada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da adı geçiyor. İstenen, Baykal’ın tekelci bir anlayıştan vazgeçip, tüm sol partileri, kişileri, örgütleri CHP bayrağı altında toplaması... Evet, kendi kendime soruyorum: ‘‘Sana mı kaldı bu yaşta ülkenin geleceğini düşünüp birtakım öneriler yapmak?’’ Seni kim dinler, sen ki bir yazarsın, bir edebiyat adamısın, bir gazetecisin? Belli bir okurun var, belli bir dost çevren var, altmış yıldır yazdığın köşe yazıları, kitaplar! Yeter mi şaşkına dönmüş, döndürülmüş karmakarışık bir toplumda yararlı öneriler yapmak, yaptığını sanmak, bir etkisi olacağını düşünmek!.. Hem bir arkadaş ne demişti: ‘‘Bunca zaman yazdın da ne oldu?’’ Hiçbir şey olmadı mı? Olmayacak mı? Akıl, sağduyu, görme, anlama yeteneği yoksa... ‘L Sahibi Belli Olmayan Madde S iyasi parti grupları, parlamentoların vazgeçilmez mutfaklarıdır. Yasa tasarısı ya da teklifleri, bu mutfaklarda ele alınır, incelenir. Milletvekilleri, kendi aralarında o yasaların neler getirip götüreceğini tartışır ve partinin görüşlerini saptarlar. Bu saptama, özellikle iktidar partileri için ayrıca önem taşımalıdır. Hükümetin parlamentoya gönderdiği bir yasa tasarısı, öncelikle bürokratların eliyle hazırlanmış olsa da, son aşamada çoğunluk grubu üyelerinin onayları ile servis edilebilecek hale gelecektir. Parlamento literatüründe böyle yazılmış olsa da 1980 sonrasında parti grupları, bu önemli ve güçlü fonksiyonlarını genel başkanlar hegemonyasına devrettiler. Bu devir, belki de farkında olmadan çok yumuşak bir biçimde gerçekleşti. Özellikle de AKP iktidarı döneminde, grubun işlevini lider ile onun dar kadrosu olan parti merkez yönetimi aldı. Ya gruplar? Grupların haftanın belli günlerinde açılan genel kurulları? Onları Meclis televizyonunun ‘‘canlı’’ yayınlarından izliyorsunuz. Genel başkan arkasında korumaları ile geliyor. Tüm ORHAN BİRGİT milletvekilleri, adeta bir talimgâh alanında denetleme bekleyen askeri birlik disiplini ile ayağa kalkıyor.. Milletvekilleri için ayrılmış sıralarda, parlamenter olmayan yandaş seçmenler de oturmuşlar. Lider ve korumaları kürsüye çıkıyorlar. Grup başkanlık divanı da tekmili verecek birlik komutanları olarak ayakta, genel başkanın mikrofonlar karşısındaki son hazırlık anını bekliyorlar.. Milletvekilleri de, seçmenler de lideri alkışlama yarışı içindeler... Lider, milletvekillerini mi yoksa onların üstünden kendisini görmeye gelen yandaşlarını mı etkilemeyi amaçlıyor? Ya da her ikisini de kullanarak, TBMM televizyonunu da basamak yaparak daha geniş kitlelere mi sesleniyor? Ne yapıyorsa yapıyor ve o günkü grup çalışmasının neredeyse tamamı böylece gerçekleşmiş oluyor. Parti grubunda falanca yasa için açılmış bir genel görüşmeden haberli olanımız yok. Çünkü öyle bir görüşmeye de gerek yok. Tasarı komisyonlara indiği zaman, bir iki görevli parlamenter, Bakanlar Kurulu’ndan geldiği gibi geçmesi için görevi üstlendiklerini biliyorlar. Tüm bunları, Terörle Mücadele Yasası’nın şu mahut 6. maddesinin başına gelenler için yazdım. Madde gerçekten terörist başına bir ya da iki yıl içerisinde bir ‘‘etkin pişmanlık’’ bildirimi sonucu olarak, aramızda dolaşma hakkını vermek için mi hazırlanmıştı? Yoksa böyle bir şeyin gerçekleşmesinin aslı astarı yok muydu? Hukuk adamları her iki seçenek için görüşlerini savundular. O arada, sorunu birinci seçenekten yola çıkarak gündeme taşıyan Baykal, son günlerde asabilik durumu neredeyse ‘‘Kamusal alanda iş yapamaz hale gelmiştir’’ biçiminde uzman hekimlerce rapor verilecek kadar bozulan Başbakan tarafından adeta paylandı. Sonunda, bugün Adalet Komisyonu’nda ele alınacak tasarıda, mahut 6. maddenin, CHP Genel Başkanı’nın suç duyurusunda bulunmasını gerektirecek biçimi ile gelmeyeceğini ortaya koyan görüş, bizzat Başbakan tarafından da savunulur oldu. İyi de, o maddeyi, eski haliyle hazırlayan kim ya da kimlerdi? Bu kim ya da kimlerin Silahlı Kuvvetler ya da Emniyet Genel Müdürlüğü bürokratları olabileceğini ileri süren AKP’li yetkili, Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü Genel Müdür Yardımcısı tarafından kamuoyu önünde yalanlandı. Bizim saygıdeğer ‘‘seçilmiş’’imiz, aklı olan ve doğruyu söyleyen o bürokrata yanıt verebilmek için ağzını bile açamadı. Komisyon görüşmelerinde Milli Savunma Bakanlığı’nı temsil eden Hâkim Albay, geçen perşembe gününe kadar mahut 6. maddenin bu sakıncalı hali ile tasarıda yer almadığını söyledi. Adalet Bakanı dahil hiçbir görevli aksini iddia edemedi. 6. madde yakar top halinde, o AKP’li bakanla bu AKP’li komisyon başkanı arasında dolaşıyor; ama sahibini bu aşamada bulamıyor. Söyleyin dostlar.. bu kadar önemli bir konuda, böylesine ciddiyetten uzak bir yazbozculuk gören ya da duyanınız var mı? Erdoğan, bu tür konuların çözümünde hesap vermesi gerekenlerin, ‘‘atanmış’’ bürokratlar değil seçilmiş politikacılar olduğunu anladığı zaman, egemenliğin gerçekten milletin olduğunu da öğrenmiş olacaktır. ’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel laik Türkiye’nin varoluşu açısından paha biçilmez bir iş yaptı; kendisini ortaya koyarak laikliğin tanımını yurttaşın gözünde somutlaştırdı... Demirel bugün hiçbir partinin başında değildir, hiçbir devlet görevi yoktur. Süleyman Bey’in bu bakımdan inanıncı dile getirmesi din sömürüsüne girmez, laikliğe ters düşmez... Tersine bugün eski Cumhurbaşkanı’nın zaten müsellem Müslümanlığını ortaya koyarken kimi gerçekleri de sergilemesinde saymakla bitmez yararlar vardır... Yinelemek gerek: Demirel Müslümandır.. RTE İslamcıdır.. Demirel dindardır.. RTE dincidir.. ? Cumhuriyet gazetesi Süleyman Bey’in son konuşmalarını duyarlıkla izliyordu; arkadaşımız Leyla Tavşanoğlu’nun 9’uncu Cumhurbaşkanı ile konuşmasını pazarpazartesi günleri yayımladık; ardından HaberTürk TV’de Süleyman Bey fikirlerini dile getirdi, bu konuşma da medyaya yansıdı... Demirel ne diyordu: ‘‘ Ben bugün siyasetçi değilim; ama, bildiğim her doğruyu söylüyorum.’’ ? Süleyman Bey’in Cumhuriyet’te yayımlanan ‘‘doğrularından’’ birkaç tutam: ‘‘ Bugün Meclis 41 milyon oyun sadece 16 milyonunu, yani yüzde 40’ını temsil ediyor; dışarda yüzde 60 oy var...’’ ‘‘ ... uygar dünya içinde Batı ülkelerinin hâkim olduğu bir dünya bulunuyor; ben ‘bu bir Hıristiyan dünyasıdır’ diyemiyorum. Çünkü Aydınlanma döneminden beri dinle devlet ayrıldığına göre bugün uygar dünyadır.’’ ‘‘ Laik devlet dinsiz devlet değildir.’’ ‘‘ Türkiye anayasaya, çağdaşlığa, ülkenin birlik ve bütünlüğüne sahiptir; Atatürk Türkiye’nin birleştiricisidir.’’ ‘‘ Bu ülkenin asgari müşterekleri vardır; bunlar Cumhuriyet, Anayasa ve Atatürk’tür...’’ ? Demirel dincilerin karşısında dengeli ve sağduyulu ortak mantığı temsil ediyor; düşmanlık duygularından çok uzakta, sıcak ve kucaklayıcı bir söylemi var... Peki, ne yapmak istiyor... Parti liderliği, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık yapmış; ama, bugün için diyor ki: ‘‘ ... ben o hizmetleri bitirdim, ancak bugün yapacağım şeyin ne olduğunu ben de bilmiyorum; fakat başka birisinin yapamayacağı bir hizmet şayet olursa o zaman ben varım.’’ ‘‘Başka birisinin yapamayacağı hizmet’’ nedir?.. ? Erken gelen seçimden söz açılıyor; vaktinde yapılacak bir seçimin bile eli kulağında sayılır. Bir mucize ya da beklenmedik bir şey olmazsa partiler sandığa bugünkü halleriyle darmadağınık gidecekler... Anketler açık seçik gösteriyor ki hiçbirinde tek başına iktidar umudu yok... Ne yapmalı?.. Yapılacak ilk iş, halkı ‘‘din istismarcıları’’nın iktidarından kurtarmak, laik Cumhuriyeti güvence altına almaktır... Bunun için de iki elli, iki ayaklı, canlı, ağırlıklı, somut bir tanığa gerek var.. ‘Dinci’nin karşısına bir ‘dindar’ın dikilmesi gerek... İkinci iş, her biri bağımsız olan partilerin, bağımsızlıklarını koruyarak ortak bir hedefte iktidara karşı birleşmelerini sağlamaktır... Süleyman Bey hiçbir partiye girmeden, hiçbir talepte bulunmadan bu toparlanma işlevini yerine getiremez mi?.. Sanırım hiçbir parti, partisiz Demirel’in bu yoldaki işlevine karşı çıkmaz... Demokrasi ve Cumhuriyet B AŞBAKAN ve Meclis Başkanı’nın sözleriyle tartışma yine başladı: ‘‘Demokrasi mi, cumhuriyet mi? Demokrasi, cumhuriyeti öldürüyor mu?’’ Kökenbilimle, yani sözcük kökenlerine giderek soruları yanıtlamak kolay değil. Demokrasinin kökeninde ‘‘demos’’ diye klasik Yunancanın ‘‘halk’’ sözü var, cumhuriyetin ‘‘cumhur’’u da az çok aynı anlama geliyor. ‘‘Demos’’ biraz ‘‘avam’’ anlamı taşır, “cumhur” da ‘‘cümbür cemaat’’ galatının gösterdiği gibi ‘‘kuru kalabalık’’ demektir diye her ikisini hafife alıp yanlış sonuçlara bile varırsınız. En doğrusu, kavramların tarih içindeki gelişmeleriyle işe başlamaktır. Demokrasinin temelinde ülke yönetiminde halkın temsil edilmesi yatar. ‘‘Halk’’ın, yani devletin vatan MÜMTAZ SOYSAL daşları olarak o gün yaşamakta olan insanların temsili. Genel oya dayalı seçim, yüzyıllar süren bir evrim sonunda, artık bunun en yaygın ve çağdaş yöntemidir. Ama, hep böyle olmadı. Eski Yunan demokrasilerinin bazısında ‘‘adçekme’’ çok daha ‘‘demokratik” sayılırdı: şimdi kamuoyu anketlerinde örneklemelerle yapıldığı gibi, temsilde de toplumun bir çeşit minyatürünü yaratmak. Ne kadar akıllı varsa o ölçekte akıllı temsilci, ne kadar aptal varsa o ölçekte aptal, varlıklıvarlıksız, zenginyoksul, dürüstdolandırıcı, ne tür insan varsa hepsinin torbadan çıkma olasılığını aynı tutmak. Cumhuriyet ise, ‘‘halk egemenliği’’ne değil, daha ‘‘nüanslı’’ bir kavrama, ‘‘ulus egemenliği’’ anlayışına dayanır. Geçmişten geleceğe, ecdattan ahfada uzanan bir kavram, ‘‘yüceleştirilmiş’’ bir soyutluktur ulus. Ulusal egemenliği kullananlar, bu yüceliğe göre düşünmeli ve karar almalıdırlar. Kavramları bağdaştırmak için Fransız anayasacılarının bulduğu ‘‘Ulusal egemenlik Fransız halkınındır’’ gibi formüller bile, kullanılan egemenliğin niteliğindeki bu inceliği vurgulamaya yarar. Kavramın yüceliği birtakım ilke, kural ve kurumlarla korunmaya muhtaçtır; anayasalar, anayasa mahkemeleri, egemenliği kullanma yetkisinin parlamentolar dışında başka organlara da verilmesi hep bundandır. Böyle olunca, ‘‘Bizi halk seçti, her şeyi yaparız; hilafeti de geri getiririz; çağdaş demokrasinin temeli olan laikliği de kaldırırız’’ diye konuşmak, cumhuriyetin cenaze namazını hazırlamaktan başka nedir? Hele, seçiliş kayıtlı seçmen sayısının dörtte birinden ibaret bir temele dayanıyorsa. Ayrıca, kavramların özü açısından çoğunluğun oranı da önemli değil. Unutmayalım ki, Mussolini 1924’ün hileli seçimleriyle işbaşına geçmiş, Hitler Ağustos 1934 plebisitinde yüzde 90 çoğunluğa dayanarak diktatör olmuştu. Cumhuriyetin özüne inmeksizin sözde demokrasiden dem vurmak, yeşil sermayeye dayalı bir mollalar faşizminin peşrevi de olabilir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle