29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 SANATÇI SELMA GÜNER’İ SİNEMANIN EN ÇOK ALTMIŞLI YILLARINI ÖZLÜYOR C ...ve insan PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM 5 MAYIS 2006 CUMA Oyunculuğu aşkla yaptım ŞÜKRAN YÜCEL Halk Cephesi 70 yaşında havasında yaşanan 1 Mayıs yürüyüşü, ikinci tur sonucunun belirleyici faktörü olmuştur. Komünistlerin katılmayıp dışardan destek verdiği, Sosyalist ve Radikal partilerin katıldığı Leon Blum’un başbakanlığında kurulan HC koalisyon hükümeti, vakit kaybetmeden faaliyete geçer. Seçim sonuçları ülkede eşi görülmemiş bir ‘‘umut’’ yaratmıştır. Dalga dalga grev ve işyeri işgalleri Fransa’yı kaplar. 2 milyon işçiemekçi eyleme ‘‘çıkar’’. 7 Haziran’da başbakanlık sarayı Matignon’da, işveren ve işçi sendikalarıyla (tek büyük sendika CGT) işveren temsilcileri arasında ünlü ‘‘Matignon Anlaşması’’ imzalanır. İlk ağızda ‘‘grev hakkı’’ ve meslek dallarına göre yüzde 7 ila 15 arası değişen ‘‘ücret artışları’’ alınır. Birkaç gün sonra HC meclisi iki öncü ve sosyal nitelikli yasayı oylar: Tüm çalışanlara ‘‘İki hafta ücretli tatil’’ ve 48 saat olan haftalık çalışma süresini 40 saate indiren yasalar. Tatil için yüzde 40 indirimli tren bileti uygulaması, milyonlarca ücretliye bir anda ‘‘insan’’ olduklarını hatırlatır veya öğretir. 29 Temmuz’da madencilik gibi bazı ‘‘ağır’’ sektörlerde çalışanlara ‘‘erken emeklilik’’ hakkı tanınır. 7 Ağustos’ta uçak endüstrisi ve demiryolları gibi sektörlerde ‘‘millileştirmeler’’ başlar. (SNCF, yani Fransız Devlet Demiryolları 1937’de doğar.) Yine 1936 Ağustosu’nda Merkez Bankası, Fransızca adıyla ‘‘Fransa Bankası’’nın 200 en büyük kapitalistten oluşan Mütevelli Heyeti, devletin ve tüm üyelerinin denetimine geçer. 28 Ağustos’ta 20 milyarlık dev altyapı tesislerinin inşaatına karar verilir. Sömürgelerin bağımsızlığı ve Fransa’nın kontrolündeki Cezayir ve Kuzey Afrika ülkeleri insanlarının Fransız olmalarına ilişkin yasalar, sağın ezici çoğunluğa sahip olduğu Senato celselerinde bloke edilir, reformlar engellenir. Olağanüstü bir hızla ilerleyen HC her şeye yetişemeyeceğinin bilincindedir. Önceliklerini gerçekleştirmeye çalışır. 1936 sonundan önce zorunlu temel eğitim yaşı 14’e yükseltilir. Okul ve eğitim kurumları inşaatları hızlandırılır. ‘‘Modern Sanatlar Müzesi, Geleneksel Halk Sanat Müzesi, Keşifler Sarayı, İnsan Müzesi, Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’’ gibi bugün bile Fransa’nın en prestijli kültür merkez ve kurumlarını oluşturan yapılar hep HC hükümetinin eseridir. Devletin ve büyük şirketlerin üst düzey yöneticilerini yetiştiren ‘‘ENA / Ulusal Yöneticilik Okulu’’ gibi kurumlar da bu dönemin fikridir. Ancak gerçekleşmesi savaştan sonra mümkün olabilmiştir. Tüm bu sayısız ilerlemeler, hem de hangi ulusal ve uluslararası koşullarda ete kemiğe bürünebilmiştir? Bu kazanımlar Hitler, Mussolini, Franko ve Salazar gibi diktatörlerle çevrilmiş, Stalin gibi kendi çıkarları uğruna Fransız müttefiklerini terk etmiş liderlerle dolu bir Avrupa’da, Fransız sermayesinin ülkenin altın stoklarını sıfırlayacak kadar kaçtığı ve her yasanın, reformun sabote edildiği ulusal koşullarda gerçekleşiyordu. Fransa’nın nadir müttefiklerinden İngiltere’de iktidarda bulunan muhafazakâr Stanley Baldwin hükümetinin İspanya iç savaşında Cumhuriyetçileri desteklemeyen tavrı, Fransa’yı da resmen tarafsız kalmaya itiyor. Ancak İspanyol Cumhuriyetçilerine en büyük gayri resmi destek yine Fransızlar ve Fransa’dan geliyordu. ??? HC’nin erdem ve başarılarını çoğaltmak, özellikle farklı mücadele ve azim örneklerini göstermek olası. Ancak şöyle bir kısa döküm dahi 70 yıl önceki bir deneyimin daha ne kadar taze ve heyecan verici olduğunu kanıtlaması açısından anlamlıdır. Daha iktidar olmadan önce, 14 Temmuz 1935’te ‘‘HC Manifestosu’’ diye niteleyebileceğimiz bir belgenin andıyla noktalayalım: ‘‘Fransa halkının kazandığı özgürlüğü savunacağımıza, emekçilere ekmek, gençliğe iş vereceğimize ve dünyada insanca bir barış için mücadele edeceğimize ant içiyoruz.’’ ugur.hukum?paris.com S Selma Güneri “Son Kuşlar” filmindeki rolüyle Altın Portakal aldığında 15 yaşındaydı. Bu bir rekordu ve bugüne kadar kırılmadı. elma Güneri sinemanın en çok altmışlı yıllarını özlüyor. 1965’te sinemaya başlamış, hep iyi filmlerde oynamış, Leslie Caron’a benzeyen farklı fiziğiyle olduğu kadar iyi oyunculuğuyla da dikkati çekmişti. Henüz 15 yaşındayken Türk sinemasının en iyi filmlerinden biri olan “Son Kuşlar”da oynayan Selma Güneri aynı yıl Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan en genç aktris oldu. Yıllar sonra “Mum Kokulu Kadınlar” (1996) filmindeki rolüyle ÇASOD’un (Çağdaş Oyuncular Derneği) en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı. Kadir İnanır’la “Kırık Ayna” Zeki Alasya ile “Dedem, Gofret ve Ben” ve Bilge Olgaç’ın televizyon için yaptığı “Elif Ana Ayşe Kız” dizisinde oynadı, Oradaki oyunum çok beğenildi. Sonra Erdoğan Tokatlı’nın “Son Kuşları”nda başrol oynadım ve o rolüm bana Antalya’da ödül getirdi. Ben oyuncu olarak doğulduğuna inanıyorum. O ışık sizde mutlaka doğuştan olmalı. Yani insan oyuncu olarak mı doğar? Bence önce oyuncu olarak doğduğunuza inanacaksınız. Bunu yaşamak çok zor. İnsanı yoran, yıpratan bir iş oyunculuk. Yeniden başkasının kimliğiyle doğmak gibi bir şey. Bir başkasının ruhuyla bütünleşiyorsunuz ve onun gibi davranmaya başlıyorsunuz. Ben her zaman onu söylerim. Şizofrenik bir iş yapıyoruz. Bıçak sırtı bir durum. Eğer setten çıktığınızda o elbiseyi üstünüzden çıkarıp kendi hayatınıza, kendi benliğinize kişiliğinize dönemiyorsanız, hasta olabilir çe Yaşarım”da oynadım. Onunla tanışmam benim için büyük şans oldu. Yılmaz Güney’den oyunculuğun ne demek olduğunu, nasıl yapılması gerektiğini öğrendim. O benim için bir okul oldu. Birlikte senaryo çalışırdık. Şimdi baktığımda hep gerçek meselesi olan, iyi filmlerde rol aldığımı görüyorum. Sinemaya çok genç bir kız olarak başlamanın, kadın olmanın zorlukları oldu mu? Ben setlere annemle birlikte gittim hep. Annem koruyucu oldu. Zaten bir yıl sonra da Nikahsızlar’da Yusuf Sezgin’le tanıştım. 1966’da evlendik. Evlilik kariyerinize engel oldu mu? Evet, hem de çok. Öyle bir düzen vardı ki sinemada, evli kadın veya erkek geçerliliğini kaybediyordu. Evleneceğimizi duydukları zaman herkes bize karşı çıktı, oyunculuk yaşamınızı mahvedeceksiniz diye. Ama ben direndim. Hem iyi bir eş, hem de iyi bir oyuncu olmak zordu, ama ben sinemaya devam ettim. Siz Türk sinemasının krize girmesine yakın bir zamanda girdiniz sinemaya. Filmler azaldığında ne yaptınız? Baktım artık iyi filmler yapılmıyor, sahneye çıktım. Sesim güzeldi. Önce popüler müzik söyledim. Daha sonra büyük dayım Ahmet Üstün’ün, “özüne dönmelisin” demesiyle, ondan ders alarak Türk sanat müziği solisti oldum. Zeki Müren’le Maksim’de sahne aldım. Solist olduğumda Sezen Aksu ile birlikte aynı sahneye çıktık. Müzik hayatım 90’a kadar sürdü. Bu arada Egemen Bostancı’nın bir müzikali ile bir kabarede rol aldım. YURTDIŞINA AÇILAMADIĞIM İÇİN ÇOK ÜZGÜNÜM Geçmişe baktığınızda üzüntü duyduğunuz bir şey var mı? Duygu Sağıroğlu “Ben Öldükçe Yaşarım”ın Paris’te gösterilmesi sırasında François Truffaut’nun benim tipimi ve oyunculuğumu çok beğendiğini ve benimle çalışmak istediğini söylemişti. Daha sonra asistanı İstanbul’a gelmiş, bana teklif getirmek üzere. O sırada Ankara’da sahneye çıkıyorum. Kimse adresimi vermemiş. Ben buna hâlâ üzülürüm, eğer Truffaut’nun filminde oynama fırsatım olsaydı, şimdi her şey farklı olacaktı. Yurtdışına açılamadığım için üzülüyorum. En çok özlediğiniz şey? 60’lı yılların sinemasını özlüyorum. Beyazperdenin haşmetini özledim. O zaman romantizm vardı, hümanizm vardı. Entelektüel bir çaba vardı. O yılların sinemasını Fransız sinemasına benzetiyorum. Yeşilçam’ı da küçümsememek gerek. Yeşilçam Üniversitesi diyorum ben o yılların sinemasına. Denemeyanılma metoduyla öğrendik. Çok özen gösterdik. Umut vardı o yıllarda, şimdiki gibi endişeler içinde değildik. O yüzden oğlumun adını Umut koydum. F Yeşilçam’ı bir üniversite olarak gören Güneri 412 Mayıs’ta 9. Uluslararası Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde onur ödülü alacak. Selma Güneri ile Üsküdar’da Kız Kulesi’ne bakan bir evin bahçesinde, Yeşilçam filmlerini anımsatan bir ortamda konuştuk. Sinemaya nasıl başladınız? Çok büyük bir tesadüf oldu. Ben aslında sanatçı bir ailenin kızıyım. Babam Lütfi Güneri o yıllarda ünlü bir ses sanatçısıydı. Babamın dayısı Ahmet Üstün radyo sanatçısıydı. Ağabeyim Çetin İnöntepe orkestra şefiydi. Oyunculuğu hiç düşünmemiştim. Kandilli Kız Lisesi’nde okuduğum yıllarda bir gün bir akrabam Perde dergisinin yarışmasına katılıyormuş. Kendisine destek olmamızı rica etti. Ona eşlik etmek üzere annemle yarışmanın yapıldığı salona gittik. Ayağımda şoset çoraplar, saçlarım örgülü, 14 yaşında masum, küçük bir kızdım. Gazeteciler bana çok ilgi gösterdiler. Yarışmaya benim de katılmam için çok ısrar ettiler. Yarışmada benden büyük ve çok güzel kızlar vardı. Sonra öğrendik ki, ben birinci olmuşum. Ben okula devam ettim. Bir yıl sonra aile dostumuz Nilüfer Aydan eşi Halit Refiğ’e filminde beni oynatmasını önermiş. “İstanbul’un Kızları” benim ilk filmim oldu. Halit Refiğ çok zor bir yönetmendi. Oyunculuğu ilk ondan öğrendim. siniz. Bu nedenle zor buluyorum oyunculuğu. İki bakış ve duruş değil oyunculuk, rolünüzü yaşamanız gerekir. TRUFFAUT’YU KAÇIRMAK... Ödülden sonra çok teklif aldınız mı? Ödül yolumu çok açtı. Çok önemli filmlerde oynadım. Ben çok seçiciydim. İyi filmlerde oynamayı, inandığım projelerde yer almayı seçtim. “Bitmeyen Yol” (Duygu Sağıroğlu), “Nikahsızlar” (Bilge Olgaç) ve arkasından Yılmaz Güney’le “Ben Öldük ransızcada ‘‘Ateşli ol ki mayısta, şen ve hoş kalasın yıl boyunca...’’ veya ‘‘Başka olur değeri mayısı sıcak olan senenin...’’ gibi özdeyişlerin bolluğu, bu halkın mayıs ayına olan düşkünlüğünün kanıtı sayılabilir mi, bilemeyiz... Fakat doğanın şenlenmesinin de verdiği ivmeyle en azından kuzey yarıkürede insan baharın bu en belirgin ayında bir başka duyarlıdır. Üstelik yıllık takvimde üç tatil gününe sahip başka bir ay da yoktur. İkisi 1 ve 8 Mayıs’ta ulusal, diğeri dini, 25 Mayıs’ta olmak üzere üç haftaya dağılmış, adına ne dersek diyelim üç artı ‘‘dinlenme olanağı’’, bu aya iklimin de verdiği ayrıcalıkla özel bir cazibe, anlam kim bilir belki de bir güç kazandırır. Kaldı ki mayıs ayı Fransa tarihinde eşsiz başka anılara da sahiptir. ‘‘1968 Mayısı’’nı herkes bilir veya ‘‘1871 Paris Komünü’’nün sonu diyebileceğimiz ‘‘Kanlı Mayıs’’ haftası, meraklılarına sır değildir. ‘‘1936 Halk Cephesi’’ni (HC) duymamış olanınız da pek azdır, ama başlangıcının mayısta olduğu pek bilinmez. ‘‘Evrensel örnek’’ özelliği hiç gündemden düşmeyen HC, 3 Mayıs 2006’da tam 70 yaşında. Avrupa’da çok ülkede iktidarı ele geçirmiş saldırgan ve yayılmacı faşizm, her toplumda esen milliyetçi kasırgalar, Fransa’da aşırı sağcı darbe girişimcisi, Hitler yanlısı muhafazakâr çevreler gibi olağanüstü tehlikeler karşısında durumun vahametini en iyi kavrayan Fransız Komünist Partisi lideri Maurice Thorez’dir. (Aslında uzman tarihçilere göre onun da akıl babası Komünist Enternasyonal’in 193039 tarihleri arasında Fransa’ya görevli yolladığı Slovak komünist Eugen Fried, hatta belki Stalin’dir.) Thorez’in 1934’te parti resmi organı l’Humanite gazetesinden yaptığı, ‘‘Halkın birliğini sağlayacak bir Halk Cephesi’’ kurma önerisine olumlu cevap verecek 90 sol kuruluş, Fransa’da faşizme geçit tanımayacak, kendisi çok uzun ömürlü olmasa da insanlığın geleceğine ışık tutacak sayısız kazanımın önünü açacak, ‘‘demokrasi’’ laboratuvarını inşa edecektir. ??? Bugün her şey çabuk parlayıp sönüyor Bugünkü oyuncuları nasıl buluyorsunuz? İyi oyuncular var tabii ama bugün her şey çabuk parlayıp sönüyor. Her şeye yansıyan bir yozlaşma var. Popüler kültür, televizyonda yapılan işler çok geçici. Sinema bence yürek ve beyin işi. Oyunculuk aşkla yapılmalı, duyguyla ve akılla bütünleşmeli. Oğlum Umut (Sezgin) da oyuncu, dizilerde oynuyor. Çok iyi işler çok az yapılıyor. Çok fazla oyuncu var. Oyuncular çok çabuk eskitiliyor. Bugün neler yapmak istiyorsunuz? Çok iyi bir sinema filminde oynamak istiyorum. Sinemayı, 35’lik kamerayı çok özledim. Kendi yaşımı oynamak istiyorum. Bizde kadın oyunculara otuz yaşında yaşlı gözüyle bakıyorlar. Oysa her yaşın hikâyesi var ve yaş olgunlaştıkça her şey daha bir yerine oturuyor, hayatı daha iyi algılıyoruz, yaşama bakışımız değişiyor. Benim bu donanımımı niye değerlendirmiyorlar, anlamıyorum. Bizim yaşımız için de senaryolar yazılmalı. Sinemanın beni değerlendirmesini istiyorum. Buradan duyurulur. Günümüz Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz? Sinema sanayileşemedi, altyapısı yok. Bir avuç yürekli insan hâlâ film yapıyor. Onları kutlamak gerek. Yavuz Turgul’u ve Çağan Irmak’ı çok beğeniyorum. Onlarla çalışmayı çok isterim. Son Kuşlar (Talât Gözbak, Selma Güneri)... Aralarında Natürist derneklerden Mason localarına, insan hakları kuruluşlarından merkez sol partilere, tüm demokrasi yanlısı güçlerin bulunduğu proje, 1935 yılı ulusal 14 Temmuz bayramında komünistlerin girişimiyle önce ortak bir yürüyüşe dönüşür. 27 Temmuz’da sosyalistlerle imzalanan eylem birliği anlaşmasının ardından Thorez, merkezci iyimser ihtimalle merkez sol eğilimli Radikal Parti’yi de içeren ‘‘Halk Birliği’’ çağrısını yapar. 1932 genel seçimlerinin galibi Radikal Parti, Fransız Komünist Partisi ve Fransız Sosyalist Partisi (o zamanki adıyla ‘‘Sosyalist Enternasyonalin Fransa Seksiyonu’’ / SFIO) 1935 Eylülü’nde ortak bir platformda anlaşırlar. Gece gündüz süren üçlü müzakerelerin ardından Ocak 1936’da ‘‘Halk Cephesi Programı’’ doğar. (Fransız modeli HC fikri, siyasi kaderin bir cilvesiyle ilk defa, 16 Şubat 1936’da 5 aylığına İspanya’da hayata geçer.) İlk turu 26 Nisan’da düzenlenen genel seçimlerde sol, zaferine 3 Mayıs 1936’da ikinci tur sonucunda ulaşılır. 12 milyon kayıtlı seçmenden yüzde 84’ü oy kullanmış, sandıktan 147 milletvekili ve 1.955.000 oyla Leon Blum’un lideri olduğu Sosyalist Parti (SFIO) birinci siyasi güç olarak çıkmıştır. Sürpriz bir sonuçla komünistler 1.5 milyon oy alıp 72 vekille meclise girerken, Radikal Parti büyük bir düşüşle kendilerine 106 sandalye getirecek 1.4 milyon oy toplayabilir. (Yukarıdaki rakamlar çelişik gibi gelebilir. Fransa’da sağ iktidarların dilimlediği seçim bölgeleri ve birimleri milletvekilliği ve seçmen sayılarıyla doğru orantılı değildir. Dolayısıyla oy sayısıyla sandalye sayısı arasında düz mantıkla bir bağlantı aramamak gerekir.) Artık meclisteki (farklı verilere göre) 612 (618) koltuktan 389’u (376) HC’nindir. İki tur arasında tarihi bir birlik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle