30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 MART 2006 CUMA dizi Din devletine son veren ve Türk Aydınlanması’nın başlangıcı olan 3 Devrim Yasası 3 Mart 1924’te kabul edildi C 9 Laik Cumhuriyetin temeli atıldı tatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin çerçevesini çizen, temellerini oluşturan üç önemli devrim yasası 3 Mart 1924’te kabul edildi. Bu önemli yasaların Meclis’te kabul edilişlerinin 82. yıldönümünü kutluyoruz. Bu yazı dizimizde hem bu devrim yasalarının içeriklerini, hem de nasıl kabul edildiklerini inceleyeceğiz. Bu nedenle, öncelikle kısa bir özet vermekte yarar var... 9 Eylül 1922’de, TBMM orduları zafer kazanıp İzmir’e girince, İstanbul’daki padişah Vahdettin şaşkına dönmüştü. Padişaha bağlı hükümet, zaferin komutanı Mustafa Kemal’i kutlamak istedi ve hatta bu konuda bir karar aldı. Ne yazık ki Osmanlı Devleti’nin son padişahı Vahdettin, Mustafa Kemal’i kutlamayı reddetti. (T. Özakman, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi, s. 183) A henüz belirtilmemişti. Bu cumhuriyet nasıl bir cumhuriyet olacaktı? Bir İslam cumhuriyeti mi, yoksa laik bir cumhuriyet mi? Çünkü İstanbul’da bir halife vardı ve halife yandaşları güçlü bir biçimde çalışıyor ve halifeyi devlet başkanı yapmak istiyorlardı. Bunun için 4 ay kadar daha beklemek gerekecekti. Genç Cumhuriyet’in laik nitelikleri 3 Mart 1924’te kabul edilen Üç Devrim Yasası ile belirginleşmiştir. 3 Mart 1924’teki devrim yasalarına gelmeden önce neler olup bitti, buna da bakmamız gerekiyor. İSTANBUL BASINI CUMHURİYET’E KARŞI ÇIKIYOR 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinden hemen on gün sonra Cumhuriyet rejimine karşı tavır almaya başladılar. Cumhuriyet’in ilanını beğenmeyip hemen eleştiriye geçen gazetelerin başında Tanin, Tevhidi Efkâr ve Vatan gazeteleri yer almıştı. Bunların başyazarları Hüseyin Cahit Yalçın, Velit Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman’ın eleştirileri, Cumhuriyetin ülkemizin sorunlarını hemen çözecek bir büyülü değnek olmadığı biçiminde ve Cumhuriyet ilanı kararının çok aceleye getirildiği yönündeydi. Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı seçilmesine ve Halifelik makamının dışlanmasına karşı olanlar birleşiyorlardı. Bu gazetelerle eski mücadele arkadaşları Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ilgileniyorlar; Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilan etmesini kişisel ya da grup egemenliğine giden yol olarak değerlendiriyorlardı. MUSTAFA KEMAL’İN AÇIKLAMASI Oysa 29 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Neue Freie Presse gazetesine verdiği bir açıklamada, Türk tarihi boyunca halifelik sorununu şöyle değerlendirmişti. ‘‘Tarihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır... Araplar Bağdat’ta bir hilafet tesis ettiler, fakat Kurtuba’da bir hilafet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, Afganlar, ne Afrika Müslümanları İstanbul Halifesi’ni tanımadılar. Bütün İslam milletleri üzerinde ulvi vazife ifa eden (gören) yegâne Halife fikri, gerçeklerden değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir.’’ (Ş. Turan, Atatürk, Bilgi, s. 403.) 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, içi dolmamış bir resim çerçevesi olarak betimlenebilir. Çünkü bu cumhuriyetin nitelikleri henüz belirtilmemişti. Bu cumhuriyet nasıl bir cumhuriyet olacaktı? Bir İslam cumhuriyeti mi, yoksa laik bir cumhuriyet mi? Bunun için 4 ay kadar daha beklemek gerekecekti. Genç Cumhuriyetin laik nitelikleri 3 Mart 1924’te kabul edilen Üç Devrim Yasası ile belirginleşmiştir. Bir zamanlar Miloşeviç’in müttefiki olan Babiç, 2002’de Miloşeviç aleyhine ifade vermişti. (Fotoğraf: AP) BABİÇ ÖLÜ BULUNDU Lahey’de İntihar Dış Haberler Servisi Yugoslavya savaşı döneminde Hırvatistan’daki Sırpların lideri olan Milan Babiç’in cezaevinde intihar ettiği bildirildi. Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Birleşmiş Milletler’in Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYUCM), 50 yaşındaki Babiç’in cezasını çekmekte olduğu Scheveningen cezaevi hücresinde önceki gece ölü bulunduğunu açıkladı. Bir EYUCM yargıcı konuyla ilgili soruşturma açtı. Hırvatistan’ın 1991’de Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan etmesinden sonra, Hırvatistan’dan ayrılan Krayina Sırp Cumhuriyeti’nin eski lideri olan Babiç, BM savcıları tarafından, Lahey’de halen yargılanmakta olan eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloşeviç’in önde gelen müttefiki olarak niteleniyordu. 13 CEZA ALMIŞTI Ancak 2002 yılında EYUCM’de Miloşeviç aleyhine ifade veren Babiç, 2003’te mahkemeye teslim oldu. 2004’te bu defa sanık sandalyesine oturan Babiç, ‘‘Sırplar dışındaki vatandaşlara zulmetmekten’’ 13 yıl ceza aldı. 13 yıllık mahkumiyetine itiraz eden Babiç’in itirazı geçen yıl reddedilmiş ve cezaevine konmuştu. Daha önce de çok sayıda Sırp yönetici aleyhine savcılık tanığı olarak mahkeme önüne çıkan Babiç, en son iki hafta önce Hırvatistan’daki bir başka Sırp lider Milan Martiç aleyhine ifade vermişti. Babiç, Martiç’i Miloşeviç ve Sırp devlet güvenlik yetkililerinden emir alarak Sırp olmayanları Krayina’dan sürmekle suçlamıştı. VAHDETTİN’İN YERİNE ABDÜLMECİT 11 Ekim 1922’de, Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bu arada, İstanbul’daki hükümetin başı Tevfik Paşa, Mustafa Kemal’e, yakında toplanacak olan ‘‘Barış Konferansı’na birlikte gidilmesinin uygun olacağını’’ bildiren bir telgraf gönderdi. Sanki 3 yıldır, bütün sıkıntılara göğüs geren TBMM değilmiş, bağımsızlık savaşını yürüten TBMM değilmiş gibi... Sadrazam Tevfik Paşa’nın bu tutumu Mustafa Kemal’i ve Ankara’daki Kuvayı Milliyecileri çileden çıkarmıştı. Mustafa Kemal hemen Tevfik Paşa’ya yanıt verdi: ‘‘Barış Konferansı’nda Türkiye’yi ancak TBMM Hükümeti temsil edebilir.’’ (18 Ekim 1922) Bu gelişmeler sürerken toplanan TBMM, saltanatın kaldırılmasına karar verdi. TBMM’deki görüşmeler sırasında özellikle din bilginleri Vahdettin aleyhine çok ağır sözler söylediler (1 Kasım 1922). Sonunda tahtından olan Vahdettin, resmi bir yazı ile başvurarak İngilizlere sığındı ve yurtdışına kaçtı (19 Kasım 1922). Bunun üzerine TBMM Vahdettin’i halifelikten düşürdü ve Abdülmecit halife seçildi. 1923 yılına girildiğinde, bir yandan Lozan Konferansı ve görüşmeleri sürüyor, bir yandan da seçimler yapılarak TBMM yenileniyordu. II. TBMM 11 Ağustos 1923’te göreve başladı, 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edildi. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, içi dolmamış bir resim çerçevesi olarak betimlenebilir. Çünkü bu cumhuriyet’in nitelikleri HAMAS ÖRGÜTÜ ‘El Kaide işimize karışmasın’ Atatürk, hilafetin kaldırılış nedenlerini Söylev’inde geniş olarak açıkladı. Dış Haberler Servisi El Kaide’nin iki numaralı ismi Eymen Zevahiri, Hamas’a ‘‘silahlı mücadeleye devam’’ ve Filistin yönetimiyle İsrail arasında imzalanan ‘‘kapitülasyon anlaşmalarını kabul etmeme’’ çağrısında bulundu. Hamas ise ‘‘Bize karışmayın’’ mesajı verdi. El Cezire televizyonunda önceki gece yayımlanan bir video bantta, Zevahiri, ‘‘Filistin yönetiminin laikleri tarafından imzalanan kapitülasyon anlaşmalarını tanımamak gerek. Sizin tek seçeneğiniz, Filistin’in kurtuluşuna ve şeriat devleti kurulana kadar silahlı savaşımı sürdürmektir’’ dedi. El Zevahiri, Hamas liderlerini ‘‘Filistin’i ucuza satan laiklerle mecliste yer almamaya’’ çağırdı. ‘BU ONUN GÖRÜŞÜ’ El Zevahiri’nin çağrısına Hamas liderlerinden Muhammed Nazzal, ‘‘Bu onun fikri’’ diyerek yanıt verdi. Rusya’nın başkenti Moskova’da temaslarda bulunan heyette yer alan Nazzal, Zevahiri’nin çağrısı karşısında ‘‘tarafsız’’ kalarak, ‘‘Bu onun fikri, biz tarafsızız. Kararlarımızı alırken sadece Filistin halkının çıkarını gözetiriz’’ şeklinde konuştu. Eymen el Zevahiri, bir internet sitesinde yayımlanan başka bir bantta, İslam dünyasını rahatsız eden karikatürlerin yayımlanmasını, ‘‘haçlı seferinin bir parçası’’ olarak değerlendirdi ve Müslümanlardan Danimarka, Norveç, Fransa ve Almanya’yı boykot etmelerini istedi ve New York, Washington, Madrid ve Londra’da düzenlenen saldırıların benzerlerinin yapılması çağrısında bulundu. Abdülmecit sınırı aşıyor h alife seçildikten sonra kullanacağı unvanları ve nasıl davranacağı hakkında, İstanbul’da bulunan General Refet Bele aracılığı ile Abdülmecit’e bildirmişti. Abdülmecit, sadece Halifei Müslimin (Müslümanların Halifesi) sanını kullanmalı, buna başka şeyler eklenmemeliydi. HALİFE DİKLENİYOR TBMM kararı ve Mustafa Kemal’in bu açıklamalarına karşın, Halife seçilen Abdülmecit, Refet Bele’ye Hadimü’lHarameyn (Mekke ve Medine’ye hizmet eden) sanını kullanmak istediğini, cuma selamlıklarında da Fatih Sultan Mehmet’in kullandığı biçimde bir sarık takmasının yerinde olacağını bildirmişti. (Ş. Turan, a.g.e. s. 404) Cumhuriyetin ilanından (29 Ekim 1923) on gün sonra Halife Abdülmecit, İstanbul gazetelerine gönderdiği bir açıklamada ‘‘yasal yoldan halife seçildiğini, bunun İslam dünyasında sevinçle karşılandığını, oralardan binlerce mektup ve telgraf aldığını, kendisine heyetler gönderildiğini’’ bildiriyor ve ‘‘kendisinin istifa edeceğini’’ yalanlıyordu. İstifanın iyiliğe kötülükle karşılık vermek (nimete küfran) olacağını, ancak tüm İslam âleminden kendi kişiliğine bir itiraz olursa çekileceğini açıklıyordu. Bütün İslam ülkeleri temsilcilerinin katılacakları bir Halifelik Kongresi toplanması ve halifelik yetkilerinin burada saptanması yolundaki istek ve yayınlara da değinen Abdülmecit, ‘‘bu gibi şeylerin ileride dikkate alınacağını’’ açıklıyordu. Abdülmecit, adeta kendisini bütün İs lam âleminin başı sayarak Ankara’ya yön vermeye çalışıyordu. ABDÜLMECİT’İN RAHATSIZ EDEN UYGULAMALARI İstanbul basınında kendi lehine çıkan yazılarla Afyon Milletvekili Şükrü Hoca ve İskilipli Atıf Hoca’nın halifelik lehine yayımladıkları broşürler, ‘‘Halife Meclis’in, Meclis Halife’nin’’ sloganının işlenmesi sürüp gidiyordu. Padişah ve ‘‘Halife’’ diye iki ayrı san yerine, her ikisini kapsayacak bir biçimde Halife diye anılması isteniyordu. Bu yayınlardan güç olan Halife Abdülmecit, Cumhuriyet’in ilanını kutlamak amacıyla 29 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’e bir telgraf gönderdi. Bu telgraf Ankara’da Hâkimiyeti Milli ye’de yayımlandı. Bu telgrafta Abdülmecit büyük değişikliği görmezden geliyor, Cumhuriyeti adeta ‘‘yenilenen bir hükümet biçimi’’ olarak değerlendiriyordu. Asıl önemlisi, Abdülmecit hiç gereği olmadığı halde kendisinin padişahın oğlu olduğunu vurgulamak için imzasını, ‘‘Padişah Abdülaziz oğlu Abdülmecit’’ diye atmıştı. Abdülmecit, Müslümanların Halifesi (Halifei Müslimin) sanı ile yetinmiyor, buna Allah’ın gölgesi (Zillullah) ve Peygamberin Vekili (Hazreti Vekâletpenahi) gibi sanlar ve nitelemeler kullanıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi, görkemli cuma namazları, cuma selamlıkları düzenliyor, İstanbul’daki yabancı devlet temsilcilikleriyle ilişkiler kuruyordu. (Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, 3. Kitap, Bilgi, 1995, s. 54) Bu arada Lütfi Fikri Bey de Tanin’de halifelik lehine şiddetli yazılar yazıyordu. Halifeliğin devamını isteyen bu yazıların amacı şöyle özetlenebilir: ‘‘Asıl amaç, ulusal egemenliktir. Türk ulusu ulusal egemenliği elde etti. Cumhuriyetin ilanı gereksizdir ve yanlıştır. Türkiye için en doğru yönetim, Cumhuriyet ilan etmeyip, Devlet Başkanlığına Halife sanıyla Osmanoğulları soyundan birini bulundurmaktır ve Meşrutiyet yönetimidir.’’ (Söylev, Cumhuriyet Kitapları, s. 385) İşte bu gelişmelerin ortasında, gazetelere açıklamalar yapan Rauf Orbay’ın İstanbul’da Halifeyi ziyaret etmesi bardağı taşırdı. SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle