29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 10 MART 2006 CUMA Vedat Günyol 95 Yaşında Y aşamı aydınlanma ve aydınlanma savaşımı içinde geçen öğretmen, düşünür, eleştirmen, hümanist yazar Vedat Günyol, 6 Mart 1911’de doğdu, yaşasaydı 95 yaşında olacaktı. Günyol, bağnazlığa, gericiliğe ve köktendinciliğe karşı savaşımını, yaşamının son saniyelerine değin ‘‘hasta yatağından’’ bile sürdürdü. 9 Temmuz 2004’te aramızdan ayrılan Günyol’un aydınlık düşünceleri dostlarıyla, öğrencileriyle, yapıtlarıyla sürüyor. Vedat Günyol, İlhan Selçuk’un bir konuşmasında belirttiği gibi, 20. yüzyılı baştan sona katetti. Türkiye’nin aydınlanma devriminin ateşiyle büyüdü, yüzyılın son yarısında da ışığını yeni kuşaklara doğru tuttu. Bir yandan öğretmen olarak gençlerle sürekli iç içe olurken öte yandan da yazılarıyla, çevirileriyle tüm aydınlarla kucaklaştı. Yaşamı ise düşünceleriyle tam bir uyum içindeydi. Yapıtlarından başka mül PENCERE Türkçesi Nedir Bu İşin?.. AYDIN ERGİL kü hiç olmadı. Günyol’un yazılarında işlediği konuların başında ‘‘bağnazlık’’ yer alıyordu. Hangi düşünceyi savunursa savunsun, eğer bir kişi, eleştiriye, gelişmeye kapalıysa bağnazdır. Ülkemizi ortaçağın öncesine taşımak isteyenler, doğaları gereği bağnaz olabilirler. Peki ya onlara karşı durması gerekenler, bir başka deyişle, Cumhuriyet ile gelinen düzeyi savunanlar ile ülkeyi daha da ileri götürme savında olanların ‘‘bağnaz olma hakları’’ var mı? Vedat Günyol, Cumhuriyet’in hem yazarı hem de iyi bir okuruydu. Hasta yatağında bile Cumhuriyet gazetesi elinden eksik olmadı. Yazıları ışık saçtı, yaşamının sonuna doğru da hem kısaldı hem de yoğunlaştı. Aziz Nesin gibi o da, son yıllarında, köktendinci gelişmeleri, ülkemiz ve dünyamız için karanlığa dönüş tehlikesi olarak niteledi, son yazılarını hep o tehlike üzerine yazdı. edat Günyol’un dostları, onun adını, düşüncesini, yapıtlarının yayımını, aydınlığını sürdürmek için birçok girişimde bulunuyorlar. Bu çabalar arasında, Günyol’un doğum ve ölüm yıldönümlerinde bir araya gelmekten başka şunlar var: Vedat Günyol’un yapıtlarının yeni baskılarının gerçekleştirilmesi. Vedat Günyol adının yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği Kadıköy’de bir sokağa ve kültür merkezine verilmesi (Bu konuda toplanan imzalar 12 Aralık’ta Kadıköy Belediyesi’ne iletildi, bugüne değin bir sonuç alınamadı). Vedat Günyol’un düşüncelerinin yeni kuşaklara aktarılması. Gündem Yaratmak... V V an Başsavcılığı’nın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt hakkında suç duyurusunda bulunması bazı gazetelerde manşet oldu. Şemdinli olaylarında adı geçen Astsubay Ali Kaya için, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın ‘‘Kendisini tanırım, iyi çocuktur. Suç işlemişse cezasını çeker’’ cümlesinin ‘‘suç işlemişse cezasını çeker’’ bölümü göz ardı edilerek Büyükanıt için ‘‘Yargıyı etkiliyor’’ suçlaması yapıldı. Bugünkü manşetimizde Orgeneral Büyükanıt, konuyla ilgili olarak Ankara temsilcimiz Mustafa Balbay’ın sorularını yanıtlarken bu cümlenin ısrarla vurgulanmadığını söylüyor. Van Başsavcılığı’nın suç duyurusuyla ilgili olarak CHP milletvekillerinin öngörüsü ise suçlamanın 30 Ağustos öncesi Kara Kuvvetleri Komutanı’nı yıpratmaya yönelik olduğu yönündeydi. Belli ki önümüzdeki günlerde bu konu üzerine çok şey yazılacak. ??? Geçen perşembe günü gazetemizde yer alan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in makalesi, dünyanın sayılı gazeteleriyle birlikte Türkiye’de yalnızca Cumhuriyet’te yayımlandı. Putin, yazısında enerjiden G8 zirvesine, yeni barışçıl bir dünyanın gereksinimini vurguluyordu. Putin’in yazısını yayımlamak için Cumhuriyet’i tercih etmesi, uluslararası alanda da etkinliğimizin bir göstergesiydi. GEÇEN HAFTANIN ÖZETİ Vedat Günyol’un 1965’ten bu yana her yıl 19 Mayıs’ta öğrencileriyle buluştuğu Burgazada Kalpazankaya’daki dost sofralarının sürdürülmesi. Vedat Günyol’un yirmi beş yıl, çoğu kez kendi maaşından para katarak çıkardığı ve 1976’da kapattığı Yeni Ufuklar dergisinin yeniden yayımlanması. Vedat Günyol, yazılarında hep bilge kişileri konuşturup durdu. Son haftalarda artan kaba konuşmacılara karşı, biz de onu konuşturarak noktalayalım bu doğum gününü kutlama yazısını: ‘‘Uygarlık, her şeyden önce bir nezaket sorunudur. İşte, bamteli de budur. Sözlüklerde nezaketin karşılığını ararken şu sözcüklerle karşılaştım: İncelik, soyluluk, centilmenlik, kibarlık, tatlılık, hoşgörü vb.’’ (‘‘Uygarlığın Bamteli’’ adlı kitabındaki aynı adlı yazısından.) ‘‘100’e 5 Var’’, nice yıllara Vedat Günyol. S Yükselen Ulusalcılık L okantada karşımda oturan yakışıklı delikanlının tişörtündeki; ‘‘Ottoman Empire’’ (Osmanlı İmparatorluğu) yazısı; aklıma, Irak’ın işgalinden önce Kudüs’ün tarihi eski kentinde gördüğüm ‘‘Don’t Worry America! Israel Your Behind!’’ (Endişelenme Amerika! İsrail senin arkanda!) yazılı tişörtleri getirmişti. Slogandaki özgüvene gülümsemiş; ancak, düşman bir coğrafyada ve sürekli savaş halinde olduklarından kendilerini tehdit altında hissetmelerini doğal bulmuştum. Karşımdaki delikanlı da ulusal varlığına yönelik bir tehdit algılıyor olmalıydı ki, üç kıtaya hükmetmiş atalarımızdan güç almak, özgüven tazelemek istiyordu. Ancak, ‘‘Neden ‘Ottoman Empire’ de ‘Osmanlı İmparatorluğu’ değil’’ soruma yanıtı yoktu. Tıpkı o ara canlı müzikle çalmaya başlayan ‘‘Memleketim’’ şarkısına katılım ve söyleyişimizdeki coşku gibi içten ve masum bir yanı vardı tepkisinin. Mersin, Trabzon ve Rize’de bayrağa saygısızlık gerek ERAY KARINCA C G Kuşkusuz, geçen hafta adı en çok geçen kişi Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı. umhuriyet, Unakıtan hakkındaki yolsuzluk iddialarını hafta boyunca manşete taşırken iktidar partisi AKP’deki huzursuzluğu da gündeme getirdi. AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, ‘‘Yeter artık istifa edin’’ çağrısında bulunarak Unakıtan’a gönderdiği mektupta kayıt dışı ekonominin, kaçakçılığın, sahteciliğin devasa boyutlara ulaştığını belirtirken Unatıkan’ın kâğıt üzerinde aklandığını, ancak vicdanlarda aklanamadığını vurguladı. Mektup olayı AKP’de de geniş yankı bulurken aralarında Afyon Milletvekili Mahmut Koçak’ın da bulunduğu çok sayıda politikacı iddiaların araştırılmasını istedi. Bu gelişmeler yaşandığı sırada, Unakıtan’ın oğlunun Bandırma’da metrekaresini 22 kuruştan aldığı arazinin inanılmaz derecede değer kazanması da, masraflarının devlet kesesinden ödendiği Zirvekent’teki konut da kamuoyunun yoğun tepkisine neden oldu. Başbakan’ın konuyla ilgili açıklaması ise ilginçti: ‘‘Basın bir şeyler karşılığında Unakıtan’a iftira atıyor...’’ ??? Evet, ‘Kemal Abi’ tartışmasının yanı sıra haftanın son günlerine damgasını vuran bir başka gelişme, ABD’nin donanmasını Karadeniz’de yüzdürmek istemesiydi. NATO’ya yeni üye olan Bulgaristan ve Romanya ile üye adayı Ukrayna ve Gürcistan’ın yeşil ışık yaktığı bu isteğin Montrö Antlaşması’nı delme olasığını, Ankara Büro’dan Mahmut Gürer haberleştirdi. ??? ündemdeki bir diğer önemli konu ise Güneydoğu’daki mayınlardı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 2 yıl için 35 milyon dolarlık en kaynak tahsisi ile mayınları temizleyebileceğini bildirmesine karşın Maliye Bakanlığı, kaynak bulunamadığı gerekçesiyle ‘yap işletdevret’ modelini gündeme getirdi. Bu da, mayınları temizleyen yabancıların 178 bin metrekarelik toprakları 49 yıllığına devralması anlamını taşıyordu. ??? Spor dünyasında geçen haftanın en önemli olayı, yeniden yapılanan ulusal futbol takımının Çek Cumhuriyeti ile 22 berabere kalması olarak yorumlansa da Cumhuriyet, farkını spor sayfasında da ortaya koydu. Arkadaşlarımız Arif Kızılyalın ve Veysel Balkaya’nın ortaya çıkardığı ‘Badmintonda tesettür’ haberi, CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in gensorusuyla TBMM’ye yansıdı. Diğer gazeteler de Ersin’in bu girişimi üzerine 2 haftalık bir gecikmeyle Türk sporundaki tarikat tehlikesini manşetlerine taşıdılar. İyi haftalar... çesiyle linç girişimlerine varan aşırı tepkiler gibi değilse de son zamanlarda ulus olarak uğradığımız içte ve dıştaki horlanma, ezilmişlik ve alçalmalara karşı bir tepkiydi onunki. Türkiye’nin ABD tarafından işgalini konu alan bir kitap ile Hitler’in ‘‘Kavgam’’ının, çok satanlar listesinde uzun süre yer alışı da eklenince, ortaya çıkan fotoğrafı, ulusal duyguların şahlanışı olarak adlandırmak olanaklıdır. Bunun nedenleri, İngiltere’yle ABD’nin Irak’ı işgali, Türkiye’ye biçilen ılımlı İslam modelinin Türk halkında uyandırdığı tedirginlik ve yönetimin ulusal çıkarları koruyabileceğine olan güvensizliktir. Nitekim kamuoyu yoklamalarında görülen, Türk halkının ABD yönetiminden nefret oranının yüksekliği de bunun kanıtıdır. Son günlerde medyada bu tepkinin nedeninin, yalnızca Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçiril mesiymiş gibi yeniden gündeme getirilip Türk kamuoyuna yönelik psikolojik çalışma yürütüldüğü görülmektedir. Bu yayınlarda olay birkaç gün arka arkaya verilerek meşrulaştırılmış; hatta çuval geçirenler sanki Amerikan askerleri değil de Türk tercümanlarmışçasına çarpıtılmıştır. Üstelik eşzamanlı olarak, gerçekliği oldukça tartışmalı ve abartılı, bir Amerikalı albayın soyulması senaryosuyla da, bak, biz de bir şeyler yapmışız iletisi verilerek, kamuoyu tepkisi basite indirgenip yalıtılmak istenmiştir. ncak sorunun Amerikan yönetimini sevip sevmemekten öte, yükselen ulusalcılığın önünün kesilmesi olarak algılandığı kuşkusuzdur. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu da linç örneklerinde görüldüğü üzere, kaba milliyetçiliğin öne çıkarılmasıdır. Böylece kafa karışıklığı yaratılarak ulusal çıkarlar söz konusu A olduğunda sağlıklı, doğru duruşu savunabilecek kıpırdanışların bile halk tarafından kuşkuyla karşılanması sağlanacaktır. Siyaset, medya ve sanat çevrelerindeki kültür erozyonu nedeniyle Türk kamuoyunda bu açıdan büyük bir kirlilik olmakla birlikte, halkın bu kirliliğin içinden doğru ve yerinde sunumları seçip çıkarabildiğini görmek sevindiricidir. Edebiyatta, Turgut Özakman’ın ‘‘Şu Çılgın Türkler’’ romanıyla; sinemada Çağan Irmak’ın ‘‘Babam ve Oğlum’’ filmi, özel tanıtım ve reklam olmaksızın kazandıkları satış ve gişe başarılarıyla buna çarpıcı birer örnek olmuştur. Bundan çıkarılacak ders ortadadır. Tarih doğru okunmalı, bu güzel örnekler siyasette, medyada, sanatın her türünde, aslında yaşamın her alanında çoğaltılmalı, böylece gençlere, yaşlılara, herkese ‘‘neden Ottoman Empire; hatta Osmanlı İmparatorluğu değil de Türkiye Cumhuriyeti’’ olduğu anlatılarak, altyapı sağlam tutulmalıdır. ‘Kurtlar Vadisi’ ve Gerçekler... T K ürkiye’nin sayısız sorunu bulunurken kamuoyunda ve basınımızda, hatta yabancı ülkelerde bile bir ‘‘Kurtlar Vadisi’’ tartışması sürüp gidiyor. urtlar Vadisi filmi Amerikan Rambo filmlerinin kötü bir kopyası. Yapımcılar 1520 yaş arası her düşünceden heyecanlı gençlerin ulusal duygularını hedef almışlar ve bunu bir tüccar kafasıyla değerlendirmişler. Dizide ve sonradan yapılan sinema filminde insani, ahlaki, sosyal tek bir yan yok! Ancak ‘‘zikr’’ sahneleriyle süslenmiş dini motifler ihmal edilmemiş! Herhalde TBMM Başkanı Sayın Arınç ile bakanların ve Bayan Erdoğan’ın diziye övgüler yağdırmalarının tek nedeni de bu olsa gerek! Gazetelerde eski Osmanlı paşalarının giysilerini andıran sırmalı kostümlerle poz veren dizinin ve filmin kahramanı, ‘‘Sonunu düşünen kahraman olamaz’’ felsefesinin yaratıcısı ‘Polat’ı Necati Şaşmaz’ı önümüzdeki seçimlerde AKP’den milletvekili görürsek hiç şaşmayalım! KİŞİSEL HAKLAR... Dizinin bir TV’de yayımlanan 96 bölümlük gösteriminde testere ile adam kesmeler, boğmalar, insanları yakmalar gırla. Para uğruna kişisel haklar ayaklar altına alınıyor. Kısacası silahı olan ve güçlü, gözü kara insanlar daima kazanıyor! Bu arada yargı ve devletin güvenlik güçleri hafife alınıp aşağılanıyor, alay ediliyor! Kısacası gençlerimize kötü örnek olma açısından son derece ürkütücü bir dizi. Dizinin gördüğü rağbet üzerine sinema filmi olarak çekilen ‘‘Kurtlar Vadisi Irak’’ isimli filmde de en önde gelen olgu, kahraman silahlı kuvvetlerimizin hafife alınması, çuval olayı bahane edilerek başarısız bir güç olarak gösterilmesi! Filmde çuval konusunda geriye dönüşlerde askerlerine çuval giydirilen Türk subayının intihar ettirilmesi ki gerçekte böyle bir olay yok çok yanlış ve görünüşe göre kasıtlı bir yaklaşımdır. AYDIN OLGUN Bir Türk subayını böyle bir karakter zafiyeti içinde göstermenin anlamı da açıktır sanırız. Türk askerinin başına çuval geçirilmesi olayının intikamının güya birkaç maceraperest zıpçıktı tarafından alın ması da hayasızca bir davranıştır, amacının TSK’yi küçültmek ve yaralamak olduğu açıktır. Emekli General Nejat Eslen’in bir süre önce Sabah gazetesinde yaptığı açıklamada ‘‘Bu olay çuvaldan da beter. Bu asılsız sahneler TSK’yi rencide etmiştir’’ sözleri, sanırım Türk ordusunun film hakkındaki görüşlerini açık bir şekilde yansıtmaktadır. ‘‘Kurtlar Vadisi Irak’’ filmindeki, damdan düşercesine konulan beş dakikayı aşkın ‘‘zikr’’ ve dua sahnelerinin amacının ne olduğunu söylemeye de sanırım gerek yoktur. apla samanın birbirine karıştığı zamanlarda gelgitli yazılarla vaziyeti idare etmek ya da olayı hiç görmemek, eski Babıâli’de ve yeni medyada kurnazca ustalık sayılır; ama, tadı yoktur... Son zamanlarda bir soru kapalı açık toplantılarda sık sık gündeme giriyordu: Genelkurmay Başkanı kim olacak?.. Sıra Yaşar Büyükanıt’ta; ama.. Ne aması?.. Sanki herkesin bildiği bir şey vardı da soru karşısında dillerinin altındaki bakla ıslanıyordu.. Sen istediğin kadar soruyu yinele. Sıra kimde?.. Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ta, ama... Olay ‘geliyorum’ diyordu.. Takıyyeci iktidar tarihsel fırsatı yakalamıştı, yürüyecekti... ? Peki, ‘geliyorum’ diye bağıra bağıra gündeme giren bu şaşılası olayın anlamı nedir?.. Lafı gevelemeye gerek yok!.. Zaten ana muhalefet partisi lideri Baykal kesin teşhisi koydu: ‘‘ Orduya darbe!..’’ ? AKP nasıl iktidara geldi?.. Tüm seçmenlerin çeyreğinin oyuyla... Seçime girenlerin yüzde 34’ünün desteğiyle.. 2002 seçimlerinde ayrıca sandığa gidenlerin yarıya yakınının oyları haybeye gitti... Bir takıyyeci parti bu tarihsel fırsatı kaçırır mı?.. Asıl darbe sandıkta gerçekleşmişti.. ‘‘Orduya darbe’’ bunun sonucu!.. ? Türkiye bir yandan Irak’ta derinleşen Ortadoğu tuzağına Angloamerikan marifetiyle çekiliyor.. Öte yandan, Ermeni, Rum, Yunan devletlerinin talepleriyle kuşatılıyor.. Beri yandan ülke PKK saldırısı altındadır... Bir de bunun üstüne ve bu tablo ortasında AKP iktidarı ordunun üstüne yürüyor.. Tarihte bir örneği daha var mı?.. Kendi ülkesinin, devletinin, ulusunun ordusunu laik Cumhuriyet’e bağlıdır diye karşısına alan bir siyasal iktidara verilecek olan ad, sözlüklerde bulunur mu?.. Ülkemiz, çoğunluğun tam anlamında derinliğini bilmediği bir karanlık tuzağın içine itiliyor... Bu tuzağın Ortadoğu cehenneminde kurulması, Türkiye’nin Irak savaşına doğru güdülenmesi, dincilik denen çağdışı politikanın laik Cumhuriyeti tehdit etmesi meydandayken ‘‘Orduya darbe’’ peşinde olanların yargıyı siyasetlerine alet etmeye kalkışmaları da gözleri açmayacak mıdır?.. Açmalıdır!.. Hümanizmin Işıklarını Söndürmeyelim... B iz felsefeye az çok yakın olduğumuzdan mıdır, yoksa gerçekten mi durum öyledir bilemiyoruz, ama bugün üniversitelerin ‘‘kalitesi’’ ya da ‘‘ünü’’ ortaya konurken önemli ölçütlerden birinin üniversitede felsefe fakültesi ya da felsefe bölümü bulunup bulunmadığıdır. Gerçi ülkemiz için henüz felsefe fakülteleri ne yazık ki lüks olarak algılanıyor. Bu yüzden de felsefe bölümleri fenedebiyat ya da edebiyat fakültelerinin bünyesinde yerlerini alıyorlar. Felsefe; bilim, sanat, siyaset gibi kültürün belli başlı konularına bütünlüklü bir bakış getirdiği için her dönem ‘‘moda’’ olma özelliğini de sürdürebiliyor. Antikçağda felsefenin öncelikle devlet tekelinde değil de sivil alanda ortaya çıktığını; Platon ve Aristoteles gibi filozofların akademilerini görüyoruz. Ve bu okullar (ekoller) dönemlere göre yeni biçimler ve içerikler alarak yeniçağa kadar varlıklarını sürdürüyorlar. BİLİM DE, FELSEFE DE İNSANLAR İÇİN Unutmayalım ki düşünsel etkinlik insan içindir. Bilim de, felsefe de insan içindir, insanın araştırılmasıdır. ‘‘Felsefe felsefe içindir, bilim bilim içindir’’ görüşünün eskide kaldığını düşünüyoruz. Zira İngiliz düşünürü F. Bacon, pek yerinde olarak düşünce tarihine ‘‘yararlıya yönelme’’ yaklaşımını getirdi. Her şey insan içinse, ‘‘sadece beni ilgilendiren, gerçekte beni hiç ilgilendirmez’’ diyebilmek ya da J. P. Sartre’ın dediği gibi ‘‘İnsan bütün dünyadan sorumludur’’ diyebilmek çok önemlidir. Başka toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de eğitim kurumlarına, üniversitelere kurulu düzenler hep mesafeli davranmaktadırlar. Attilâ İlhan’ın da romanlarına yansıdığı gibi eğitim kurumları ‘‘mason yuvaları veya komünist yuvaları’’ olarak görülmektedir. Bu, yeni bir şey değildir. MÖ 4. yüzyılda kurulan akademiye ancak 529 yılına kadar ‘‘göz yumulabilmişti’’. Fakat insan diğer varlıklardan ayrı olarak kendini ve dünyayı yenileme potansiyeli taşıdığından ilerleme yeteneğini hiç yitirmiyor. Burjuvazinin tarih sahnesine çıkması ve tüm yaşamı olduğu gibi eğitimi de koşullamaya çalışması eğitimin de devlet kontrolüne girmesini beraberinde getiriyor. Başlarda bir yandan devlet, bir yandan özel (ticari) kurumlar bir yandan da gönüllü kuruluşlar eğitimi sürdürüyorlar. Örneğin Alman filozofu Leibniz’in kurduğu dernekler, sosyolojinin kurucusu A. Comte’un örgütlediği eğitim kurumları, ünlü Frankfurt Okulu, gönüllü okullara örnek verilebilir. Burada eğitim deyince genel eğitim akla gelse de özel olarak felsefe eğitimini kastediyoruz. Şimdilerdeyse siyasi parti çevrelerinin yönlendirdiği, çeşitli sivil toplum örgütlerinin organize ettiği kurumlarda ya da sanat ve edebiyat dergilerinin bünyesinde bulunan felsefe ya da edebiyat atölyelerinde, hatta radikal sol grupların kültür merkezleri diye andıkları çeşitli yerlerde eğitim çalışmaları adı altında felsefe çalışmaları yaptıklarını görmekte ve duymaktayız. MEHMET AKKAYA CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle