Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 MART 2006 CUMA spor NEYMİŞ EFENDİM ABDÜL KADİRYÜCELMAN C 19 İçimizdeki İskoçyalılar ünyanın dört bir yanında milyarlarca kişi futbolla yatıyor, futbolla kalkıyor. Gönül verdikleri takımlar ise tüm sevgilerin, tüm beğenilerin, tüm ideolojilerin önüne geçiyor. d F TOPUN DA BİR SİYASETİ VAR! Dünyada futbolun öteki yüzü CAN İŞBAKAN F Her şey, bir top, on birli, bir o kadar rakip oyuncu, bir saha ve hakemlerden ibaret değil. Futbolun arka yüzünde yoğun bir siyaset var. Sağcısolcu takımlar, ırkçı ya da ırkçıların menziline yerleşen oyuncular... utbol dünyanın en çok ve en geniş kitleler tarafından izlenen spor dalı. Bu sava itiraz eden yoktur. Dünyanın dört bir yanında milyarlarca kişi futbolla yatıyor, futbolla kalkıyor. Gönül verdikleri takımlar ise tüm sevgilerin, tüm beğenilerin, tüm ideolojilerin önüne geçiyor. Ve biliniyor ki futbol sadece golden, penaltıdan, ofsayttan, serbest vuruştan ibaret değil. Orada bir yaşam var ve bu yaşamın içindeki bazı öğeler aslında futbolseverlerin iç dünyasını dışa vuruyor. Geniş kitlelerin olduğu yerde farklı siyasi görüş ve hayat felsefelerinin etkilerini göstermeyeceğini düşünmek olanaksız. Başka deyişle futbol aslında siyasi görüşlerin paylaşılabileceği, yeri geldiğinde propaganda aracı olabileceği en uygun arena. Türkiye’de böyle bir gelenek olmasa da birçok ülkede belirli bir görüşü yaymak için kurulan kulüp ve taraftar dernekleri var. Elbette zıt fikirlerdeki taraftar kitlelerinin takımlarının mücadelesi Galatasaray Fenerbahçe’nin rekabetinde olduğu gibi sadece sportif çekişmeden ibaret değil. O takımların maçlarında sadece futbolcular değil, farklı siyasi kamplar, inanç toplulukları ya da sosyal sınıflar birbirleri üzerinde üstünlük kurmaya çalışıyor. SAĞCI LAZIO, SOLCU ROMA Futbolda siyasi görüş çatışmasını en şiddetli yaşayan ülke İtalya. Başkent’in şehir merkezinde yaşayan Romalılarla, Roma’nın banliyölerinde yaşayan Lazio taraftarları arasında yıllardır büyük bir çekişme var. Bu çekişmenin Roma cephesini, tribünlerde zaman zaman Che Guevara’nın resminin yer aldığı pankartlar açılsa da belirli bir siyasi kimlikle bütünleştirmek mümkün değil. Lazio taraftarları ise Olimpiyat Stadı’nda hiç çekinmeden faşist ve ırkçı görüşlerini sergiliyorlar. Hatta sadece bu görüşün propagandasını yapmakla kalmıyor işi siyahi oyuncuları protesto etmeye kadar götürüyorlar. Lazio’nun bazı futbolcuları siyaseti saha içine de taşıyor. Forvet oyuncusu Paolo Di Canio son birkaç maçta gol sevincini Mussolini’nin faşist selamını vererek kutluyor. Ceza almasına ve hakkında FIFA tarafından soruşturma başlatılmasına rağmen ırkçı değil faşist olduğunu göğsünü gererek açıklıyor. EZİLENLERİN TAKIMI NAPOLİ Siyasi görüş olarak ikiye ayrılmışlığın, KuzeyGüney çatışmasının en belirgin yaşandığı ülkelerin başında gelen İtalya’da Güney’i temsil eden takım Maradona’nın yücelttiği Napoli. Maradona Güney İtalya’nın direnişine öyle bir katkı sağlamıştı ki 1990 İtalya Dünya Kupası’nda Napoli’de Gökmavililer ile Arjantin karşı karşıya geldiğinde ev sahibi taraftar Tangocuları desteklemişti. Kuzeye gelince, burada Milan ve Juventus’un egemenliği görülüyor. İtalya’da, “Kuzeyliler Güneyliler’i hakir görür ve onlardan kurtulmak ister” görüşü Güneylile rin dile getirdiği bir teori. Hatta bir Napoli taraftarı: “Kuzeyliler takımlarında Güneyli İtalyan oynatmazlar. Hatta bu takımlar ülkede söz sahibi olduğu için milli takımlar da bile bizden oyuncu bulunmaz” diyerek durumun ciddiyetinden bahsediyor. AC Milan kuruluş yıllarında Kızıl Tugaylar tarafından desteklenmiş olsa da günümüzdeki taraftar kitlesinin belirgin bir siyasi kimliği yok. Juventus'un adı ise sık sık bahis mafyasıyla anılıyor. İSPANYA VE FUTBOL İspanya’yı incelediğimizde siyasi oluşum ve bağımsızlık hareketlerinin futbolun önüne geçip bu görüşlerin ifade arenasına dönüştüğünü görüyoruz. Katalan Bölgesi, Bask Bölgesi ve İspanya Krallığı arasındakivar olma mücadelesi takımlara da yansıyor. Katalanlar Madrid’in merkeziyetçiliğine karşı Barcelona’yı kurdular ve bu hegemonyayı yıkıp Katalanların sesini duyurmak için kendilerine Nou Camp Stadı’nı mekân seçtiler. KATOLİKPROTESTAN Takımlar arasındaki siyasi çatışma İskoçya’da mezhep farkı olarak ortaya çıkıyor. Bu ülkenin düşmanca rekabet yaşayan takımları Glasgow kentinin iki takımı Celtic ve Glasgow Rangers. Celtic, 1887’de Glasgow’daki St.Mary kilisesinde hem yoksulluğu hem de dinsel çekişmeyi önlemek amacıyla İskoç Katolikleri tarafından kuruldu. IFA’dan dersimizi, Çek Cumhuriyeti’nden de uyarımızı aldık. Futbol Federasyonumuzun acil bir sorunu kalmamış görünse de sessiz sedasız birtakım işlemler kulağımıza geliyor. Kimileri bu işlemlerin reform adına yapıldığını söylese de federasyonun yurt genelinde kadrolaşma yolunda olduğu anlaşılıyor. Futbol Federasyonu’nun Türkiye genelinde her ilde temsilcilikleri var ve bu temsilciliklerde genel sekreterler de kadrolu memur olarak çalışıyorlar. Ancak Futbol Federasyonu tasarruf önlemleri paketi içinde genel sekreterlerin görevlerine son veriyormuş. Buna da peki diyelim, trilyonlarla adlandırılan Futbol Federasyonu bütçesinde tasarruf yapılacak başka yer bulamamış demek ki. Ama kadro azaltmak gibi bir tasarrufa giren federasyonun, çıkarılan genel sekreterlerin yerine başkalarını getirmesi dikkatimizi çekti. Ali gitti Veli geldi, ama Ali neden gitti, gelen Veli ise kimin torpillisi; işte bilinmeyen bu. Futbolun altyapısının yeniden organize edilmesi, Haluk Ulusoy Federasyonu’nun programında vardı, ama altyapı kadrolaşma amacı taşıyorsa o zaman sorarız, amaç üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi? İşe yaramayanı elbette değiştirmek federasyonun hakkı, ama bu değişimi yaparken kimlerin nefesiyle hareket edildiği elbette düşünülecek bir durum. Futbolun altyapısındaki bu değişime ne ad verirsiniz bilemem ama üst tarafında da eteklikle dolaşanların varlığından söz ediliyor. Birbirlerine ‘‘Hey İskoçyalı’’ diye hi tap eden bu kişiler, her zaman yanlarında olduğum, hatta savunduğum, yalnızlığı yaşayan hakemlerden başkası değil. Haluk Ulusoy’un Federasyon Başkanı olmasından hemen sonra Ahmet Güvener’i görevden alması, Genel Sekreter Lütfi Arıboğan’ın üzerine oyunlar oynayarak yerine eski arkadaşı Ata Aksu’yu getirme çabaları, yine Ulusoy’un adeta sırdaşı olan Orhan Saka’ya sırt çevirmesi hakem camiasında kafaları karıştırdı. Ve eski hakemler de yeni hakemler de federasyona yakın birilerine tutunma gayreti içine girdiler. Kimsenin kimseye güveni kalmadığı gibi, o benim adamım bu senin adamın gibi yakıştırmalarla hakemler türlü şaibe içinde maçlara çıkarlarsa hangi hakem gördüğünü çalar, hangi hakem kafasında birtakım sorunları saha dışında bırakır, bunu bilmek olası değil. MHK’nin durumu belli olmadıkça rahatsızlık sürecek ve kafaların karışıklığı futbol sahalarına yansıyacak. Eski hakemler bir an önce MHK’nin neresinde olacaklarsa olsunlar, genç hakemler de bu ortam içinde kendilerine gelsinler. Cemal Aydın’ın azarladığı ve ‘‘Bundan böyle sana maç yok’’ dediği hakem Kamil Biricik, bir ay kadar önce de Mardinspor Kulübü Başkanı tarafından tekmelenmişti. Tekmeyi yiyen ve ‘‘Haluk Ulusoy’a oy verdim ve verdirdim’’ diyen A.Gücü Kulübü Başkanı Cemal Aydın’ın hışmına uğrayan Kamil Biricik, bundan böyle süper ligi bir daha göremeyecekmiş. İşte size eteklikle dolaşan içimizdeki İskoçyalılardan son haberler. Alp; Yalman: G.Saray sadece futbol olmamalı AHMET SİVASLI G.Saray’da yaklaşan kongre öncesi adaylar hızla artıyor. Sarı Kırmızılı takımın başkanlığı için adaylığını açıklayan isimlerden biri de Alp Yalman. Seçimler öncesi projelerini anlatan Yalman, Cumhuriyet’e özel açıklamalarda bulundu. Semih Haznederoğlu yaptığı açıklamada ‘Alp Yalman görevi 25 milyon dolar borçla bıraktı’ dedi. Siz ise borçsuz bıraktığınızı dile getiriyorsunuz... G.Saray’ın mali kongrelerine verilmiş bütçelere ve hesap durumlarına bakmak kâfi bu konuda. Ben bırakın borçlu şekilde bırakmayı kasada birikmiş parayla kulübü devrettim. 25 milyon dolar saklanabilecek kadar küçük bir para değil. Araştırsınlar baksınlar. 1990 96 yılları arasında başkanlık yapmıştınız. O zamanki G.Saray ile şimdiki G.Saray arasında ne gibi farklar var? Önce şunu belirlemekte yarar var. Galatasaray sadece bir futbol takımı değil. Hiçbir zaman diğer sporlar gündeme gelmedi. Bence diğer spor dallarına da önem vermek gerekiyor. Benim zamanımda o vardı. Kayıtlara bakılabilir. Diğer spor dallarına da çok önem veriyorduk. Ama daha sonra hep futbolun üzerine gidildi. Onlar geri plana atıldı. Mali durumu iyi olan kulüplerde her alanda sportif başarı mutlaka gelir. Sportif başarının birinci anahtarı mali kuvvet, kendine yeterliliktir. Borçlanma kimin zamanında başladı? Siz borçsuz bıraktım diyorsunuz. Aynı şeyi Faruk Süren de söylüyor, ama genel kanı yanlış yönetimin Süren zamanında başladığı. Siz ne düşünüyorsunuz? Faruk Süren görevi sırasında 19 tane olağanüstü ve olağan mali kongre yapmış. Yani attığı her adımı her fikrini kongrenin önüne koymuş. Mali durum kötüye doğru sürüklemişse bunda sadece Süren’in suçu yok demektir. Türkiye’de durum... Türkiye’de takımlar arası mücadelede böyle keskin siyasi görüş ayrılıkları yok denilecek kadar az, ancak bu, futbola siyasetin hiç bulaşmadığı anlamına gelmiyor. Statlarda zaman zaman siyasi mesaj veren pankartlar açılıyor, siyasi eğilimi sergileyen işaret ve selamlarla eller havaya kalkıyor. Güven Sazak’ın başkanlığı döneminde Fenerbahçe'de faaliyet gösteren ülkücü gruplar, daha sonra diğer büyük takımların da bulunduğu tribünlere girmek istediler. Beşiktaş'ta Çarşı, yıllardır sosyal demokrat tavrı ile ilgi çekerken bu grubun içindeki “sosyalist” taraftarlar, zaman zaman Che posterleri açtı. Galatasaray ise, genelde sistemin takımı. Bir dönem ülkücü gruplar baş gösterdi, ardından Galatasaraylılığı nedeniyle Mesut Yılmaz adı ön plana çıktı. Başbakanlığı döneminde Fenerbahçe tribünlerinde şöyle bir pankart açıldı: “Sandıkta görüşürüz Mesut Bey”. Geçen bir maçta taraftarlardan oluşan Ultraaslan grubunun hacca giden bir lideri aracılığı ile açılan “Bu canlar sana feda ya Hz. Muhammed” pankartı ile beraberindeki tekbir sesleri camiada yadırgandı. HAKAN ŞÜKÜR’ÜN GÜLEN SEMPATİZANLIĞI Takımın kaptanı Hakan Şükür’ün Fethullah Gülen sempatizanlığı, aynı takımdaki Emre Belözoğlu, Okan Buruk, Hakan Ünsal, Arif Erdem gibi isimlerin Hakan’la birlikte hareket etmesi de Galatasaray’ın sistemin içinde nerelerde ve nasıl durduğunu gösteriyor. Trabzon seyircisinin, tuttuğu takım SarıLacivertliler’i kolladığını düşündüğü için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a tepkisini de unutmamalı. Başbakan’ın partisi AKP bu tepki sonrasındaki yerel seçimde Trabzon Belediye Başkanlığı'nı kaybetti. İslami sermayenin etkili olduğu Yozgatspor bir ara Yimpaş adı ile legalleşmeye çalıştı. Konya’da Konya Ladiksporlu futbolcular kazandıkları bir maç sonrası saha ortasında “şükür” namazı kıldılar. Konya Kompen ve Konya Kombassanspor takımlarının maçlarında da dönem dönem yeşil bayrak açıldığı görüldü. Siirt Jetpaspor da bir dönem tarikat bağlantısının olduğu ve futbolcuların antrenman yerine şeyhlerin türbelerine ziyarete gittiği öne sürüldü. Görülüyor ki, birçok ülkede futbol sadece futboldan ibaret değil. Karatede AKP’ye çifte darbe ARİF KIZILYALIN 2004 Federasyon Başkanlığı seçiminde, AKP iktidarının desteklediği Aydoğan Çelik’e üstünlük sağlayıp Karate Federasyonu Başkanlığı’na getirilen Dinçer Türkmen, kazanılan Dünya, Avrupa, Akdeniz oyunları şampiyonluklarına karşın, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü tarafından istenmeyen ‘Başkan’ ilan edildi. Avrupa Karate Federasyonu’ndaki Türk delege Aydoğan Çelik’in, Türkiye Karate Federasyonu adına yazışma yapmasına engel olduğu gerekçesiyle 3 ay hak mahrumiyeti cezası verilen ve koltuğundan indirilmek istenen Türkmen, idari mahkeme kararıyla yerini korudu. Karate sporunda laik ve Atatürkçü tavrı ile bilinen ve spor kamuoyunun desteğini alan Dinçer Türkmen, 2004 seçimleri sonrası Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nü karşısına aldı. Seçimlerde teşkilatın adayı Aydoğan Çelik’i geride bırakan Türkmen, kendi yönetimini belirleyip karatede uluslararası başarılara imza atmaya başladı. Bu süreçte takım halinde Avrupa şampiyonluğu, 2 Balkan şampiyonluğu, Akdeniz Oyunları şampiyonlukları kazanıldı. Son olarak G.Kıbrıs’taki başarılar da Dinçer döneminde atılan en önemli adımdı. Ancak bir önceki federasyon yönetiminde yer alan Aydoğan Çelik’le çalışmak istemeyen Türkmen, bu spor adamını Avrupa Karate Federasyonu seçimlerinde aday göstermedi. GSGM’nin ısrarı ile İspanya’daki seçimlere bireysel olarak giden Aydoğan Çelik, yönetim kuruluna girdi. Bu süreçte Karate Federasyonu Başkanı Türkmen’den ‘kutlama’ yazısı da alan Çelik, görev yetkisi olmadığı halde Türiye Karate Federasyonu adına kararlara imza atmaya başlayınca Başkan Dinçer Türkmen’le ters düştü. Türkmen de Avrupa Karate Federasyonu’na yazı yazıp, Çelik’in, Türkiye adına karar alma yetkisinin bulunmadığını, bu yazışma yetkisinin federasyonda olduğunu bildirdi. Bu gelişmeyi öğrenen Gençlik Spor Genel Müdürlüğü de Türkiye’yi Avrupa arenasında küçük düşürmekle suçlayıp Türkmen’i ceza kuruluna verdi. 3 ay ceza alan Türkmen, olayı hukuk arenasına taşıyıp Ankara’daki bir idari mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı alıp koltuğunu korudu. G alatasaray Başkanı Özhan Canaydın Bursa’da yaşamış olmasına karşın, tipik bir İstanbul beyefendisi. Okumuş yazmış, spor yapmış.. kökten bir Galatasaraylı. Ne var ki başkan olduktan sonra onun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Servetinin bir kısmını Galatasaray’a yatırdı... Yetmedi, üstelik de kulüp 240 milyon dolar borç salmanına girdi. Bunu medyadan öğreniyoruz. Bu kadar fedakârlıktan sonra yine de şimşekleri üzerine çekiyor. Herkes, istifasına davetiye çıkarıyor. Ama Özhan, ‘‘Gitmem de gitmem’’ diye direniyor! Moral bozukluğundan hastanelere düşüyor. Ekranlarda onun üzgün yüzü dramatik bir portre çiziyor. Kimi üzülüyor buna, kimi seviniyor... Aziz Yıldırım’ın dramı ise başka. Fenerbahçe’de adeta bir devrim yap GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Başkanların Dramı... rören’in de durumu aynı. O da okumuş yazmış genç adam. Son yıllardaki alışılagelmedik Beşiktaş’ın perişan halini düzeltmeye soyundu. Cebinden büyük paralar harcadı. Ama yaptığı bilinçsiz transferlerle Beşiktaş’ı borçlandırdı. Oysa ki Beşiktaş, uzun yıllar borcu az olan bir kulüptü. Puan durumundaki yeri ise Beşiktaş’a hiç yakışmıyor. Hatta endişe veriyor. Ateşli Beşiktaş taraftarı buna tahammül edemiyor. Demirören’e tavır koymaya başlıyor. İstifa ediyor, sonra istifasını ge tı. Borcu iyiden iyiye azalmaya başladı. Yaptığı modern stattan yalnız Fenerbahçe değil tüm Türkiye yararlanıyor. Avrupa’da bile bir benzerini görmek zor. Ne var ki ona da seyirci söylenmedik sözler bırakmıyor. Ekranlarda sinirli sözlerine tanık oluyoruz. ‘‘Ben, ölmüş anama küfür ettirmem’’ diyor. O da zaman zaman hastalandı. Hastanelere düştü. TV’lerde verdiği demeçlerle halkı terbiyeye davet ediyor ama ne yazar... Boşuna. Anlayan yok. Küfre devam... Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demi ri alıyor. Zaman zaman onu da ekranda adeta ağlar şekilde görüyoruz. İşte bu da başka bir portre. Geçen yıllarda taraftarlar, Fenerbahçeli bir başkanın yüzüne ‘‘Al paranı da ... git’’ diye bozuk para attı. Bunlar, Türkiye’de üzülünecek davranışlar. Bir başka ülkede böyle vefasızlık olabileceğine hiç inanmıyorum. Başkanlar da bu ülkenin insanları. Bütün bunları biliyorlar da neden başkanlığa geliyorlar ki?.. Haydi geliyorlar, gitmemek için neden direniyorlar?.. Sorarsanız, kulüp sevgisi diyorlar. Bu nasıl kulüp sevgisi? Bunun sevgi değil karasevda olması gerekir. Hiçbir insan kendinden, ailesinden, onurundan ve sağlığından daha çok hiçbir kulübü sevemez. Eğer seviyorum derse, bu kuyruklu yalandır. Sanıyorum bütün başkanlarımız kulüplerinden ziyade koltuklarını seviyorlar.