07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA haberler AYDINLANMA EMRE KONGAR THE GUARDIAN ‘ERMENİ SOYKIRIMININ’ TANINMAMASINI SUÇ SAYAN KARARI SERT BİR DİLLE ELEŞTİRDİ Fransa adalete darbe vurdu ransa Meclisi’nin kararını insanlığa vurulmuş bir darbe olarak niteleyen İngiliz gazetesi, Yahudi soykırımının inkârının da suç olmaktan çıkartılması gerektiğini savundu. Ermeni Olayının Boyutları ve Sevr Paranoyası (!) rilmesi ve bundan sonra planlanan aşamalara olanak hazırlanması amacıyla gündeme getirilmiştir. Nedir bu planın aşamaları: Önce soykırımı tanı. Sonra tazminat ve toprak ver. ??? 28 Ocak 2006 tarihinde ajanslardan geçen şu habere bakınız: “Aşırı milliyetçi Ermeni partisi Taşnaksütyun, Türkiye’den gelecekte toprak talep edebileceklerini söyledi. Taşnaksütyun sözcüsü Giro Manoyan, ‘Türkiye’den toprak talebi şu an dış politika gündeminde bulunmuyor ancak bu ileride de bulunmayacağı anlamına gelmiyor’ dedi. Erivan’da bir yuvarlak masa toplantısında konuşan Giro Manoyan, hiçbir Ermeni hükümetinin, Türkiye’den asla toprak talep etmeyeceklerini söyleyemeyeceğini söyledi ve ‘Hiçbir Ermeni hükümeti bunu yapamaz çünkü bana göre Ermeni halkı böyle bir hükümetin iktidarda kalmasına asla izin vermez’ diye konuştu. Milliyetçi Taşnaksütyun sözcüsü, Ermenistan yönetiminin şu anda böyle bir talepleri olmamasına karşın ‘Bugün böyle taleplerimizin olmaması, yarın da olmayacağı anlamına gelmiyor’ dedi. Ermeni basını, Taşnaksütyu’un bu açıklamasının ardından, ‘Ermeni Devrim Federasyonu’na (Taşnakşütyun) göre, Ermenistan, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımıyor’ yorumu yaptı. Ermeni basınında çıkan haberlerde Ermenistan’ın gelecekte Türkiye’den 1915 öncesinde Ermeniler’in yoğun biçimde yaşadığı Türkiye topraklarını isteyebileceği belirtildi.” ??? Bu kadar açık ve net konuşmalar karşısında hâlâ Anadolu üzerindeki emperyalist emelleri “Sevr Paranoyası” diye hafife alanlara bilmem ne demeli! [email protected]; www.kongar.org C 5 F Dış Haberler Servisi İngiliz Guardian gazetesi, Fransız Meclisi’nin “Ermeni soykırımını” kabul etmeyenleri cezalandırma kararını ağır bir şekilde eleştirdi. Timothy Garton Ash imzalı ve “Avrupa için tabuları yıkma zamanıdır, yenilerini dikme değil” başlıklı yazıda, Fransız Meclisi’nin kararını, gerçeğe, adalete ve insanlığa vurulmuş büyük bir darbe olarak niteledi. Ash, şunları kaydetti: “Fransız Meclisi’ne bravo, yaşasın Fransa... Bırakalım da bu, Avrupa tarihinde yeni ve cesur bir sayfa olsun. Hadi İngiliz Parlamentosu da Rusların 1940’ta Polonyalı subayları Katyn ormanlarında öldürdüğünü inkâr etmeyi suç saysın. Ya da Türk Parlamentosu Fransa’nın Cezayir’de asilere karşı işkence uyguladığını inkâr etmeyi suç kabul etsin.” HİÇBİR AHLAKİ HAKLILIĞI YOK Alman Parlamentosu’nun Sovyetler’de Gulag toplama kamplarının varlığını inkâr etmeyi, İrlanda Parlamentosu’nun İspanyol engizisyonunun işlediği suçların inkârını “suç” sayabileceği belirtilen yazıda, örnekler çoğaltılırken alaycı ifadeler kullanıldı. “Ah cesur yeni Avrupa ah... Kesinlikle aklı başında birinin bu yasa metnini ilerici bir adım olarak kabulünü anlamakta güçlük çekiyorum” diyen Ash, “Fransız Meclisi yasa çıkartarak, 90 yıl önce bir ulusun bir diğerine yaptıklarıyla ilgili tarihi terminolojiyi düzeltme hakkını nasıl kendinde bulabiliyor. Fransız Parlamentosu bunu Fransız Yahudilerinin ölüm kamplarına gönderilmesi konusunda çıkartsaydı bunun da hata olduğunu düşünürdüm. Sadece özeleştiri ahlakını takdir edebilirdim o kadar” diye yazdı. “Ancak Fransız Meclisi’nde kabul edilen yasanın hiçbir tarihi ya da ahlaki haklılığı yok’’ diyen yazar, bu ülkedeki yarım milyon Ermeni kökenlinin yasanın çıkartılması için baskı yaptıklarını hatırlat tı. Pek çok ülkede bu tür yasalar için baskı yapmaya hazır değişik kökenlerden insanın yaşadığına işaret eden Ash, kendi gazetesinin tartışmalar boyunca kullandığı bazı ifadelerdeki hataları da eleştirdi. Ash, TCK’nın 301. maddesini eleştirirken, “İki yanlış bir doğru yapmıyor. Kimse tarih hakkında hüküm veremez. Gerçek, tarihçilerin yargılanacakları korkusu yaşamadan yapacakları araştırmalarla ortaya çıkabilir” dedi. Yazar, “Kendimiz çok daha fazlasını yaparken, nasıl Türkiye’yi ya da Mısır’ı ifade özgürlüğüne zarar verdikleri için eleştirebiliriz” sorusunu yöneltti. Ash, Avrupa’nın yeni yasalarla güçlendirilmiş tabular yaratmak yerine, halen anayasalarda bulunanların yıkılması gerektiği uyarısında da bulundu ve Yahudi soykırımını inkârı suç sayan yasaların kaldırılmasını istedi. Ash, aksi takdirde ortaya çıkan çifte standardın yarattığı zararın önlenemeyeceğini belirtti. S AZNAVUR DA E L E Ş T İ R D İ UĞUR HÜKÜM PARİS Ünlü Ermeni kökenli Fransız şarkıcı Charles Aznavur, Fransız Meclisi’ni sözde Ermeni soykırımının tanınmamasını suç sayan yasa teklifini kabul etmesi nedeniyle kınadı. “Ermeni davası”nın önde gelen savunucularından 82 yaşındaki Aznavur, yeni bir albüm kaydı için gittiği Küba’nın başkenti Havana’da, “Meclis bir karar alacaksa bunu bütün katliamlar için almalıdır, yalnızca Ermeniler için değil” dedi. Aznavur, meclistekilerin bu olayı düşünmüş olmalarına sevindiğini söyleyerek “Ancak başka soykırımları unutuyorlar gibime geliyor...” diye konuştu. Orhan Pamuk’u da kutlayan Aznavur, Nobel’in “Ermeni soykırımının tanınması doğrultusunda çaba gösteren bir sanatçıya verilmesinden ötürü sevinç duyduğunu” sözlerine ekledi. Kadrolaşmanın böylesi ÜNİVERSİTELERARASI KURUL’DAN DOÇENT UNVANINI OYBİRLİĞİ İLE ALAN DOKTOR KENDİ BÖLÜMÜNE YARDIMCI DOÇENT OLAMADI AYKUT KÜÇÜKKAYA Üniversitelerarası Kurul’un onayıyla ‘‘doçent’’ unvanı alan Dr. Alpay Hekimler, İstanbul Üniversitesi’nde (İÜ) yardımcı doçentliğe jüri onayı alamadı. Jüri, Doç. Dr. Hekimler’in yerine bu kadroya İslami içerikli makaleleriyle dikkat çeken ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kentsel Dönüşüm Projesi’nde ‘‘sosyolog’’ olarak görev alan Dr. Özkan Açıkgöz’ü önerdi. Üniversite çevresinde bu olay İÜ’nün bazı bölümlerinde güçlenen İslamcı kadroların kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan genç akademisyen adaylarının ‘‘özlük haklarını’’ engelleme girişimi olarak yorumlandı. Atamayla ilgili son kararı İÜ Rektörü Mesut Parlak verecek. Cumhuriyet’in üniversitedeki yetkili bir kaynaktan edindiği bilgiye göre fakültede tartışma yaratan olay şöyle gelişti: KARAR OYBİRLİĞİYLE ALINDI Dr. Alpay Hekimler, Üniversitelerarası Kurul’un onayıyla Nisan 2006’da doçent unvanını oybirliği ile aldı. Ancak, İÜ Atama ve Yükseltme Yönergesi gereğince, doçent kadrosuna atanmak için getirilen doktora sonrası 4 yıllık bekleme süresini tamamlamadığı için kendi bölümü (İnsan Kaynakları Anabilim Dalı) tarafından talep edilen yardımcı doçent kadrosuna başvurdu. Doç. Dr. Hekimler, yardımcı doçentliğe atanmak için yönergenin koyduğu ‘‘60 puanlık’’ bilimsel çalışma yükümlülüğünü toplam 1480 puanlık bilimsel yayınıyla yerine getirdi. Birçok uluslararası ödüle aday gösterilen Doç. Dr. Hekimler için istenen kadroya teammüllere aykırı olarak Hekimler’le birlikte Dr. Özkan Açıkgöz de başvurdu. Jüride İÜ’den Prof. Dr. Berrak Kurtuluş, Prof. Dr. Recep Seymen ile Sakarya Üniversitesi’nden Doç. Dr. Recai Coşkun yer aldı. Jürinin iki üyesi Seymen ve Çoşkun, Alpay Hekimler’in yardımcı doçentlik kadrosuna atanması için olumsuz, Açıkgöz için ise olumlu rapor yazdılar. Prof. Dr. Kurtuluş ise raporunda Hekimler için olumlu görüş yazdı. Jürinin Doç. Dr. Hekimler’in yardımcı doçentliğine vize vermemesi Hekimler’in ‘‘doçent asistan’’ olarak görevine devam etmesi anlamına geliyor. Bu durum üniversite çevresinde ‘‘emsalsiz bir durum’’ olarak değerlendiriliyor. Jüri raporları, rektörlüğün kadro ilanına karşın, bu emsalsiz durumun sürmesini öngörüyor. Aynı bölümde ataması engellenen ikinci akademisyen adayı ise Dr. Nilgün Ongan oldu. 2.5 yıl önce doktorasını tamamlayan Ongan’ın yardımcı doçentliğe atanmak için gerekli olan 60 puana karşılık, 128 puanlık bilimsel çalışması bulunuyordu. Atatürkçü kimliğiyle tanınan Dr. Ongan’a üniversite dışında yer alan jüri üyesi olumlu rapor verirken, aynı bölümden iki jüri üyesinin raporlarını olumsuz vermesi dikkat çekti. evgili okurlarım, Fransız Parlamentosu’nun kabul ettiği, “Ermeni Soykırımını Kabul Etmeyenlere Ceza Uygulaması” yasa tasarısı ne anlama geliyor? Fransız Senatosu tarafından da kabul edilmesi gereken ve ancak Cumhurbaşkanı tarafından imzalanınca yasalaşacak olan bu tasarı, acaba sadece Fransa’nın bir münasebetsizliği mi? Yoksa çok daha derin ve etkin bir tehlikenin işareti mi? Türkiye’de de pek çok kişi, yabancı propagandaların etkisinde kalarak, “Yahu kabul edelim gitsin şu Ermeni soykırımını. Böylece Ermeni iddialarının baskısından kurtuluruz” demiyor mu! Acaba konu bu kadar basit mi? ??? Çeşitli ülkelerdeki bu Ermeni Soykırımı Yasaları’nın bir işlevi de kamuoyu oluşturmak ve özellikle de gençleri bu “bilgi” ile yetiştirmektir. Örneğin Fransa, İsviçre gibi ülkelerde, Ermeni Soykırımı’nın olup olmadığını tartışmak zaten olanaklı değilken bir de bu yeni tasarı ne anlama gelmektedir?.. Ünlü tarihçi Prof. Bernard Lewis, “Ermeni soykırımı yoktur” dediği için Fransa’da yargılanmış ve cezaya çarptırılmıştır. Türkiye’de bir siyasal partinin genel başkanı olan Doğu Perinçek’in, aynı nedenle İsviçre’de savcılık tarafından ifadesi alınmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Ermeni Soykırımı Yasaları’nı kabul eden eyaletlerde, okullarda Türkler’in Ermeniler’i soykırıma uğrattıkları, resmi bir tarih konusu olarak okutulmaktadır. Bu eğitimin sonunda, yakın bir tarihte dünyayı yönetecek kişilerin beyinleri bu konuda yıkanmış olacak, tarihin çok tartışmalı bir konusu dogmatik bir inanç olarak dünyaya egemen kılınacaktır. İşte bu yeni tasarı bütün bu “eğitim faaliyetlerinin” güçlendi ekongar?cumhuriyet. com.tr; www.kongar.org Teamüllere neden aykırı? Avrupa’dan türbana tavır ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) İÜ Atama ve Yükseltme Yönergesi gereği yardımcı doçentlik için adayların en az 60 bilimsel puana sahip olması gerekiyor. Bu koşulları sağladığını iddia eden adayların dosyaları ön inceleme komisyonuna gönderiliyor. Ön inceleme jürisi olumlu rapor verirse bölümler bu adaylar için isme kadro talep ediyor. Bu taleplerin her fakülteden toplanması sonrasında İÜ Rektörlüğü gazeteye kadro ilanı veriyor. Mevzuat gereği rektörlüğün verdiği kadro ilanı belli bir isme angaje olmayıp herkesin başvurusuna açık oluyor. Ancak bu ilan, bölümlerin belli isimler için rektörlükten kadro talep etmeleri sonucu veriliyor. Dolayısıyla, özellikle büyük üniversi teler açısından ilan edilen bir kadroya dışarıdan bir adayın başvurması yasaya aykırı olmamakla beraber teamüllere aykırı olarak görülüyor. Çünkü üniversite çevrelerinde her aday bu kadronun gerçekte üniversite mensuplarından biri için ilan edilmiş olduğunu biliyor. Kadro ilanının ardından 1 aylık bir süre zarfında adaylar başvuru yapıyorlar. Ve bu sürenin dolmasından sonra fakülte dekanları her bir aday için 3 kişilik bilim jürisi atıyor. Bu bilim jürisi ilgili alanda uzmanlaşmış 3 öğretim üyesinden oluşuyor ve yasa gereği bunlardan 2 tanesi üniversite mensubu, 1 tanesi ise bilimsel tarafsızlık gereği başka bir üniversiteden oluşuyor. TÜSİAD ile Sabancı Üniversitesi’nin ortak girişimi olan “Ulusal İnovasyon Girişimi”nin hazırladığı “Çerçeve Raporu” açıklandı. Raporu henüz görmedik, ancak ortak amacın Türkiye ekonomisine çok yönlü hayatiyet kazandırmak olduğunu biliyoruz. Yeni iş alanlarının açılması, ekonominin sürekli yenilikçi bir özellik kazanması ve küresel rekabet gücünün artması için zorunlu bir süreç. Ve iktisadi hayat ile bilimin öncü güçleri yıllardır, bilim ve teknoloji araştırma temelinde, ekonominin yenilikçi bir sistemin içine sokulması için çalışıyor. Bugünkü rapor da “Toplumsal Refah İçin İnovasyon” sloganı ile, önerilen sistemin hedefini net olarak ortaya koyuyor. Rapor üzerine ayrıntıları sonraya bırakalım ve TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı’nın vurguladığı bir olgudan yola çıkarak yön arayalım: “İnovasyon, üyesi olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliği’nin de öncelikli gündem maddelerinden.. Avrupa Birliği’nin Lizbon Stratejisi’nin ana ekseni; rekabet gücünü artırmak için araştırmageliştirmeyi, yenilikçiliği teşvik ederek ve insana yatırım yaparak bilgiye dayalı bir ekonomiye geçişi hızlandırmaktır..” Evet, yıllardır AB, Çerçeve Programları ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyor, ama başaramıyor. CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI Küreselleşme Nereye? (Avrupa ve Türkiye) Küreselleşme, ilk zamanlarda ABD ve AB’nin dünyada “mutlak egemenliği” gibi başladı. “Tarihin Sonu” tezleri ortaya atıldı. Ulusal devletlerin sonu ilan edildi, kendi kafalarıyla düşünmeyen bizim liberaller de bu tezlerin peşine takıldı! Fakat, dünyada gelişme hiçbir zaman tekdüze değil. Yeni düzen, kendi yeni oyun kurallarını yarattı. Bu dönemin en belirgin özelliği olarak şunu vurgulamalıyız: Sermaye ve sanayi, ABD ve AB gibi gelişmiş ülkelerden, daha uygun para kazanma ve üretim koşullarına ‘kaydı’. Bir “yer değiştirme” söz konusu. (Bknz. Yeni Yöneliş, 10 Ekim Salı yazısı) Güney Kore, Çin ve diğer Uzakdoğu ülkeleri, sermaye ve sanayinin kendini daha fazla çoğaltacağı, bilimsel ve teknolojik bir altyapıyı ekonomipolitik stratejiler olarak hazırladılar ve uygulamaya koydular. Küreselleşme’nin en önemli ekonomik unsuru, rekabet ve rekabetin kü Yönümüzü çevirdiğimiz Avrupa, ekonomisiyle, politikasıyla, insanıyla yaşlandı; dünyada yeni yükselen ekonomik güçlerle rekabet edebilecek düzeyi yakalayamıyor. (Türkiye’ye karşı siyasi duvar örmelerinin nedenlerinden biri de, genişleme süreçlerinin AB’ye daha da güç kaybettireceği savıdır.) Aynı şekilde ABD’nin yükselişi de yavaşladı; öyle ki gerileme sürecine girdi; bir Irak savaşı, ABD’yi bitirebiliyorsa, artık bu ülkenin dünyada kesin hegemonyasından bahsetmek zor. ABD’nin ikinci bir savaşı (İran ve Kuzey Kore) kaldırabilecek yetenekte olmadığı ortaya çıkıyor. Savaşı bir kenara bırakın, bu “baş düşmanlarını” “dizginleme gücüne” bile sahip değil! ??? Bu eski güçlerin “yetersizlikleri” veya dizginleri kaptırma olasılıkları çok hızlı gelişti! Bunu nasıl açıklayacağız? “Küreselleşme”nin hiç beklenmedik bir etkisinin ön plana çıktığını görmeliyiz. reselleşmesidir. Amansız rekabet, “ucuz işgücü”nü, inovatif ekonomileri ve üretkenliği ön plana çıkardı. Adidas’ından madidasına ve neredeyse bütün bilgisayar ve iletişim teknolojilerine kadar, sanayinin bütün ana kollarının üretimlerini Çin, Hindistan ve diğer Uzakdoğu ülkelerine kaydırmasının nedeni de bu. Böylece ekonominin yenilikçi, üretken, rekabetçi ve maliyeti ucuz karakterinin “ağırlık sıkleti” değişti! Küreselleşme, en azından şu sırada ve daha bir süre, bir farklı dinamikler devreye girene kadar, eskinin “refah” ülkelerinin zararına ve arkadan yetişenlerin yararına işleyecek gibi. “Batı dünyası”nda korumacılık eğilimlerinin yer yer yeniden gündeme gelmesinin nedeni de bu. Küreselleşmenin, öteden beri vurgulanan “fırsatlar ve tehditler” karakterinin nasıl işlediğini görüyoruz. Bu yeni düzende fırsatları değerlendirenler ve kendilerini buna uyarlayanlar, “arkadan gelme”nin kalkınma ve yetişme dinamiğini yakaladılar. Şimdi soralım: Türkiye ne yapacak? TÜSİAD ve diğerleri, gelişmenin dinamiğini yeterince görüyor mu? Bu konuyu sürdüreceğiz, çünkü geleceğimizle yakından ilişkili... Son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) türbanlı fotoğraf vererek üniversiteye kayıt yaptırmak isteyen bir öğrencinin başvurusunu reddetmesi Avrupa’nın türban konusundaki kararlılığını bir kez daha ortaya koydu. Bazı Avrupa ülkelerinin türban konusundaki tutumları şöyle: Fransa: Türban ve diğer ‘‘belirgin’’ dini sembollerin kullanımı, 2004 yılındaki yasal düzenlemeyle okullarda yasaklandı. Ancak bu yasa Müslümanların okulları ve üniversitelerini kapsamadığı için bu kurumlardaki kişiler isterlerse türban takabiliyorlar. Ancak Fransa Ulusal Meclisi’ne bu konuyla ilgili bir yasa teklifinin sunulduğu biliniyor. İngiltere: Türban konusunda en yumuşak tutuma sahip ülkelerden biri olan İngiltere’de Lordlar Kamarası’ndan sorumlu Bakan Jack Straw’un, ‘‘Sadece peçe değil, türban da çıkarılmalı’’ açıklamalarının ardından tartışmalar alevlendi. İngiltere bu konuda yasal düzenleme hazırlığına girişirken şimdilik her öğretim kurumu türban konusunda kendi kararını uyguluyor. Almanya: 2003 yılı eylül ayında Alman Federal Anayasa Mahkemesi, okulda türban takmak isteyen bir kadın öğretmenin başvurusunu kabul etti. Ancak mahkeme, eyaletlerin bu konuda kendi kararlarını verebileceğine hükmetti. Bunun üzerinde Almanya’da özellikle Türk ve Arap kökenlilerin yaşadığı dördün üzerinde eyalette öğretmenlerin derslere türbanla girmesi yasaklandı. Hesse eyaletinde bu yasak bütün devlet memurlarını içine alacak şekilde genişletildi. İtalya: 1980’lerde yürürlülükten kaldırılan ‘‘türbanın yasak olmasına ilişkin yasa’’ 2004 yılında tekrar yürürlüğe konuldu. Bu yasa kapsamında ülkenin kuzey bölgesinde kadınların türban ve çarşaf takması yasaklandı. Belçika: Hollanda sınırındaki Maaseik şehrinde kadınların sadece çarşaf giymesi yasaklandı. Ancak Belçika’da okullarda türban takmak serbest. Hollanda: Ülkede Müslümanları aşağılayan filmler çektiği gerekçesiyle Theo Van Gogh’un öldürülmesiyle başlayan hareketlilik sonrasında aralarında türban yasağının da olduğu yeni düzenleme hazırlıkları yapılıyor. AP’NİN İSTEĞİ: ‘PKK AB’nin terör listesinden çıkarılsın’ ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL Avrupa Parlamentosu’nda hafta başında düzenlenen ‘‘Türkiye, Kürtler ve AB’’ konulu uluslararası konferansın ardından yayımlanan sonuç bildirisinde PKK’nin, AB’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması talep edildi. Bildiride, ‘‘Konferans, AB hükümetlerine son dönemde yapılan ateşkes açıklamaları ışığında bazı Kürt örgütlerine yönelik yasakları gözden geçirmesi çağrısı yapar’’ yönünde ifadeler yer aldı. PKK’nin ateşkes kararının memnuniyetle karşılandığı bildiride askeri operasyonların durdurulması ve soruna şiddet dışı çözümler getirilmesi istendi. Sonuç bildirisinde ayrıca Türk hükümetine Türkiye’de yaşayan Kürtlerin anayasal olarak tanınması için tartışma ortamının yaratılması konusunda çağrı da yer aldı. obursali?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle