Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EKİM CUMA bilim/vaziyet Einstein; “Atatürk benim de Türkiye’ye gelmemi istemişti” OSMAN BAHADIR ElektrikElektronik Fakültesi emekli İTÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Münir Ülgür ile 9 Ekim 2006 günü Fenerbahçe’deki evinde EMO (Elektrik Mühendisleri Odası)’dan Muhittin Karahan ile birlikte bir görüşme yaptık. Bu görüşmenin konusu, Sayın Ülgür’ün bilimsel ve mesleki yaşam öyküsünü kendisinden dinlemek ve bazı bilimsel ve tarihsel konularda görüşlerini almaktı. Prof. Dr. Ülgür’ün bu görüşmemiz sırasında söylediklerinin tümü, EMO İstanbul Şubesi’nin yayınları arasında çıkacak. Bu görüşmemizde üzerinde konuşulan konuların en ilginçlerinden biri, Sayın Ülgür’ün Einstein ile yaptığı görüşmeydi. Böylece Prof. Dr. Münir Ülgür’ün, Prof. Dr. Kerim Erim ve Dr. Adnan Adıvar’dan sonra, Einstein ile görüşme yapmış olan üçüncü bilim insanımız olduğu ortaya çıkıyordu. Prof. Dr. Münir Ülgür, Einstein ile yaptığı görüşme konusunda şunları söyledi: YIL 1948 "İTÜ tarafından General Electric’te eğitim çalışması yapmak üzere 1948’de ABD’ye gönderildim. Beni General Electric seçti. Çok zor bir kabuldü. Seçim için ABD’den bir profesör gelmiş, beni imtihan ederek ve sonra da benimle bir mülakat yaparak karar vermişti. "ABD’de 2.5 sene kaldım. Philadelphia’da çalışıyordum ve Einstein’ın da Princeton Üniversitesi’nde olduğunu biliyordum. Einstein ile görüşmeyi istiyordum ama bunun gerçekleşebileceğine de çok ihtimal veremiyordum. "1949 yılında bir gün üniversitedeki sekreterine telefon ettim ve görüşme isteğimi bildirdim. Hiç beklemediğim bir şekilde hemen cevap geldi ve Einstein’ın beni beklediği bildirildi. "Eşim ve o zaman 2.53 yaşında olan kızımla birlikte Einstein’ın üniversitedeki ofisine gittik. Bizi çok sıcak bir şekilde karşıladı ve bizimle yakından ilgilendi. Küçük kızımı dizine oturttu ve ona piyano çaldı. Onu fevkalade mütevazı bir insan olarak gördük. "Bizi hemen kabul etmesinin nedeni, benim Atatürk’ün bir evladı olmamdı. Konuşmalarımız sırasında Atatürk’ü kastederek ‘Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz’ dedi. 1933 Üniversite Reformu sırasında Atatürk’ün, kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini söyledi ve "Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim" dedi. İzafiyet teorisi üzerine konuşurken bize bir bilim adamının adını vererek, "Planetaryum’da şu gün şu saatte onun izafiyet teorisi üzerine konuşması olacak. O benden daha önemli bir iş yapmıştır, bu teoriyi çok anlaşılır şekle sokmuştur" dedi ve "size iki bilet veriyorum" diyerek, o toplantının giriş davetiyelerini sundu. Bizi de sorduğu ve memleketimize iyi şeyler götürmemizi tavsiye ettiği bu görüşmeden yaklaşık yarım saatin sonunda ayrıldık." Yağmur Ekim C Osman Baydemir Emperyalizmin büyük lokmaları kolay yutabilmek için küçük lokmalar haline getirme projesine alet olmak, Avrupa Birliği’nin başı sonu belirsiz kriterlerine göre bir tür “fikir” sayılabilir! Hatta sayılacaktır da ve yarın Avrupa Birliği, Türkiye’ye dönüp Bay Baydemir’in “fikri”ni bize önerecektir! Ancak, Bay Baydemir’in Güneydoğu Anadolu’nun petrol ve elektrik kaynaklarını talep etmeden önce evinin önünü süpürmesi gerekmiyor mu? Son birkaç yıldır yolum Diyarbakır’a düşmedi ama gidip görünler anlatıyor; Diyarbakır pislik içinde. Kent büyük bir çöplüğe Balyoz kullanmasını bilen, deneyimli makam şoförleri aranıyor! 17 Başbakan’da gizli şeker varmış. Ama açığa çıktı. Ne demişler: Memlekette hiçbir şey gizli kalmaz! D E instein, 1949 yılında kendisiyle görüşen Prof. Dr. Münir Ülgür’e, 1933 üniversite reformu sırasında Atatürk’ün, kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini söylemişti. Einstein, "Siz biliyor musunuz, dünyanın en büyük liderine sahipsiniz" dedi. 1933 Üniversite Reformu sırasında Atatürk’ün, kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini söyledi ve "Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim" dedi. İYARBAKIR Belediye Başkanı Osman Baydemir, davetli olarak gittiği Strasbourg’da konuşmuş; Avrupalı parlamenterlere Türkiye’de yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gerektiğini söylemiş. Bunu herkes söylüyor da Bay Baydemir, Güneydoğu Anadolu’daki petrol yataklarının ve hidroelektrik santrallarının gelirinin yerel yönetimlere bırakılmasını, valilerin de belediye başkanları gibi seçimle işbaşına gelmesini önermiş. Sonra da “Sakın beni yanlış anlamayın, ‘eyalet sistemi istiyor’ demeyin” gibisinden bir şeyler söylemiş. Bay Baydemir, Güneydoğu’da eyalet sistemi istemiyorsa, Mustafa Balbay’ın sözcük oyunundan yola çıkarak “ey”i bir kenara bırakıp “alet” sistemi istediğini söyleyebiliriz. Birilerine “alet” olmak da bir sistemdir! dönüşmüş, lağım suları günlük hayatın bir parçası olmuş. Belediye, en temel hizmetleri yapmaktan aciz. Bay Baydemir’in sanki bir tek görevi var: Avrupa’ya gidip konuşmak ya da Diyarbakır’a gelen Avrupalılara konuşmak ve ilaveten Amerikalılarla muhabbet etmek. Diyarbakır kentinin, yerel yönetim açısından temel sorunlarına ilişkin bir konuyu ülke gündemine taşıdığını anımsayan varsa parmak kaldırsın! Bay Baydemir’in, son konuşmasında Güneydoğu’daki petrol yataklarını ve hidroelektrik santrallarını istemekle aslında tevazu gösterdiği de söylenebilir. GAP’ı da isteyebilirdi! Ne demişler: İsteyenin bir yüzü kara! Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Sağır Nami Tepe: “AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg Kretschmer, ‘Türk Ordusu da terorizmle mücadelenin sadece silahla olamayacağını anladı’ buyurmuşlar. Oysa Türk Silahlı Kuvvetleri 20 yıldır bunu söylüyordu ve Mısır’daki ‘Sağır Sultan’ bile duymuştu. Demek ki AB’de de Türkiye’deki gibi sağırdan beterler varmış!” Ukde BİR Alman dergisine yaptığı açıklama bizim medyada haber olmuş. Eğer Alman gazeteci söylediklerini yanlış anlamadıysa ve Almancadan Türkçeye çevrilirken de yanlış çeviri yapılmadıysa Orhan Pamuk, aldığı Nobel Edebiyat Ödülü’nün Türkiye’de de kabul görüp coşkuya vesile olması gerektiğini söylemiş. Belli ki Orhan Pamuk’un içinde bir ukde var. Ukde ne demek; düğüm, yumru demek. Mecazi anlamda ise çözülmesi güç sorun demek. Dünyanın en büyük ödüllerinden birini alıyor, ilaveten büyük bir servetin sahibi oluyor ve fakat bu “başarısı”nın Türkiye’de de kabul görmesini, Türk halkının da sevincine ortak olmasını istiyor. Türkiye’de birileri başlarının üstünde taşıyor, alkışlıyor, kutluyor ama bunlar Orhan Pamuk’a yetmiyor. Kitapları çok satıyor ama yine de yeterli olmuyor. Toplumun kendisini kucaklamasını istiyor. Yani Türk halkından sevgi bekliyor. Yani 1 milyon Ermeniyi kesen, 30 bin Kürt’ü öldüren Kerim Erim: Einstein ile Bir Saat S ARTİST VE SANATKÂR ETKİSİ Profesör Aynştayn resimlerinde görülen şekilde ve belki de daha yumuşak bir tesir yapıyor. Kendisi daha fazla bir artist, bir sanatkâr tesirini veriyor. Keten bir pantolon ve üzerine bir yün fanila giymişti. Ayağında çorapsız bir sandal vardı. Böylece villasında büyük bir samimiyet ve sadelik ile bizi kabul ediyordu. Mühendis Mektebi’nde verilen dersin seviyesini anlatmak için, kendi esas eserinden başka, Weyl, Eddington, V. Laue, J. Becquerel...ve sairenin eserlerinin mehaz (kaynak) kabul edildiğini söyledim. Bunlar meyanında Eddington’un "Gravitation and Time, Space" namındaki kitabının sırf izahtan ibaret olduğunu ve fakat "The Mathematical Theory of Relativity" namında olan kitabının çok iyi düm. Refikimiz (arkadaşımız) vakasını hemen bütün kongre azalarıyla birer birer göstermek ve münakaşa etmek mecburiyetinde kaldı. Çok iyi muvaffakiyet elde etti.” 10 Ekim 1926 Pazartesi İstihbaratımıza göre Tercan’da bulunan petrol kuyularının işletilmesi için hükümete müracaatta bulunulacaktır. Şöyle ki; Tercan, Bayburt, Hınıs’ta petrol madenlerimiz vardır. 337 (1921) senesinde belediye burada bir kuyu kazdırır. Buradan alınan iki teneke petrol Erzurum vilayetine gönderilir. Yapılan tecrübede bunların bilatasfiye (arıtılmaksızın) yanabileceği anlaşılır. Fakat kuyu derinleştikçe Petrol kuyularımız teneffüs imkânı azaldığından birtakım techizat eşyasına lüzum görülür. Vilayet Bakü sefaretine (elçiliğine) meseleyi yazarak Ruslardan dostane surette menbaı (kaynağı) işletmek için lâzım olan malzemenin gönderilmesini rica eder. Bu suretle 20 vagon kadar malzeme Bakü sefaretimiz tarafından meccanen (parasız olarak) gönderilirse de bu malzemeler bir türlü Sarıkamış’tan ileriye sevk edilemez ve iş bu şekilde kalır. 10 Ekim 1926 Pazar Akil Muhtar (Özden). tokholm’deki beynenmilel Mihanik (Mekanik) kongresinden dönerken Berlin’de Profesör Einstein’i ziyaret arzusunda idim. Bu maksat için Stokholm’deki kongreye katılan, tensor hesabatının kurucusu Profesör Levi Civita’dan bir mektup almıştım. Öteden beri gayet basit, çekingen bir hayat yaşadığını da biliyordum. Binaenaleyh kendisini bulmak çok güçtü. Berlin büyük elçimiz Kemalettin Sami Paşa hazretleri büyük bir lütuf yaparak buluşmanın gerçekleşmesine yardımcı oldu. Berlin’e hemen yüz kilometre mesafede küçük bir köyün kenarında, orman yakınında bulunan villasında ne telefonu var ve ne de orada olduğundan kimsenin malumatı var... Evvela Madam Einstein bizi çektiğimiz müşkülatı bilen bir tavır ile karşıladı. Hemen hizmetçi kız ile Profesör Einstein’e haber yolladı. Geçen sene bir telefonu olan villada oturduklarını, her gün her taraftan gelen telefonla fevkalade işgal edildiklerini, bu sene bu villada gayet sakin ve asude yaşayabilmeleri için katiyyen telefon almadıklarını ve hatta izlerini bile gizlemeye çalıştıklarını söyledi... Nihayet Profesör (Einstein) Aynştayn geldi. Evvela hangi lisanla konuşabileceğimizi sordu, Almanca olmasına memnun oldu. Kemalettin Sami Paşa profesörün davetine çok teşekkür etti. olduğunu söyledi. Filhakika bunun Almanca tercümesinin sonunda Hamilton prensibinin tatbikatına dair Einstein’in bir yazısı vardır.. Fransızca kitaplardan J. Becquerel’in kitabının iyi ve basit bulunduğunu söyledim. "Evet" dedi, "Fakat bu kitabın mühim bir kısmı gayet ince bir zekâya malik olan meşhur fizikçi Langevin’e aittir. Konuşmamız, bundan sonra, fizik âleminin en mühim meselesi olan illiyetcausalite prensibi üzerine avdet etti. Buna dair fikrini sordum. "Malum olduğu üzere yeni atom nazariyesinde şimdiye kadar ilmin temel taşı olan illiyet (causalite) prensibi sarsılmış bulunuyor. Bilhassa yeni dalga mekaniğinin kurucularından E. Schrödinger fizik kanunlarının istatistiki mahiyette bulunduğunu ve kanun dahilinde cereyanını tasavvur ettiğimiz hadiselerin sırf tesadüfi mahiyette olduğunu iddia ediyor. İlliyet prensibinden, her hadisenin hiç olmazsa fiziki hadiselerin bir sebebi bulunduğunu ve aynı koşullarda aynı sebeplerin, daima aynı neticeyi doğurmasını anlıyoruz." ...Mülakatımız bu esnada iken Madam Aynştayn bizi çaya davet etti... Her zaman neşeli ve dudağından tebessümü zail olmayan bu büyük âlim hayata, cemiyete ait her mesele ile canlı şekilde alakadar bulunuyordu. Daima nükteli tarzda fakat açık bir ifade ile tartışmalara iştirak ediyordu. Dünyanın birçok yerlerini gezdiğini anlatırken en ziyade kendisine tesir edenin çölün güzelliği ve çöldeki gurubun azameti olduğunu söyledi. Maalesef gerek İstanbul’u ve gerekse Avrupa medeniyetinin beşiği olan Yunanistan’ı görmediğini ilave etti. Sefir Paşa hazretleri, profesörün İstanbul’a seyahatini tertip ve hazırlamaya delalet edeceğini büyük bir samimiyetle teklif etti. Her şeyi müsbet şekilde görmeye alışmış olan Paşa ileri giderek zamanın tayini meselesine geçti. Einstein atılarak teşekkür ettikten sonra "Biz şarklıyız, acele etmeyelim" dedi... Şuna dikkat ettim ki, Einstein bütün meselelerle canlı şekilde alakadar olmasına rağmen, daima yarı bir rüya halinde yaşayan, sanki yüksek ilahi bir muhitten inmiş bir mahluk hissini insanda uyandırıyordu. Böyle olmasına rağmen, sözü, hareketi, giyinişi Türklerden alkış bekliyor. Burada bir terslik yok mu? Böylesi “barbar” bir toplumun alkışına niye gereksinim duyuyor Orhan Pamuk? Çünkü içinde bir ukde var. Annesi de konuşmuş gazetecilere. Oğlunun başarısına sevindiğini söylemiş, ama bir yandan da “Aman Allahım ne söyleyecekler acaba şimdi” demiş. Ne söyleyecekler? Gerçeği! Anne yüreği gerçekleri kaldırmayabilir. Oğlunun “Türkler 1 milyon Ermeniyi ve 30 bin Kürt’ü katletti” iddiasını yumuşatmak için “Orhan yanlış bir şey söylemiş” diyor kadıncağız. Onun da içinde bir ukde var. Cumhurbaşkanımızın Orhan Pamuk için hiçbir şey söylememesi bile çok şey ifade ediyor aslında. Oğlu büyük bir başarının sahibi olmuş ama kadıncağız mahalle bakkalının yüzüne bakamıyor belki de! Ukde, mecazi anlamda çözülmesi güç sorun demek ama içindeki düğümü çözmek Orhan Pamuk’un elinde. İsveç’e gidip kazandığı ödülü ve paraları alırken yapacağı “denemeler” türü konuşmada Türk ulusundan özür dilerse hem içindeki ukdeden kurtulmuş hem de sevincine Türk ulusunu da ortak yapmış olur. Baklava Mucize Özünal: “Pamuk’un aldığı ödül sayesinde Türk yazarlarının Avrupa’da önü açılacakmış. Anadolu’da bir söz vardır: İtin ahmağı baklavadan pay umar!” Her şey Nami Tepe: “Kretschmer, AB Konseyi’nin Kıbrıslı Türklere tecridin kalkması için yardım edeceği yolundaki açıklamasının siyasi taahhüt olduğunu ve hukuki değeri bulunmadığını söylemiş. Türklerin aleyhine bir açıklama olsaydı hem siyasi, hem hukuki, hem tarihi ve de hem her şey olurdu.” hülasa bütün hayatı sade ve yakın olduğu gibi muamelesinde de çok mültefit, suni tevazudan, azametten, yapmacıklıktan ari olduğu bariz şekilde gözüküyordu. Bu da dehanın samimiyet, yakınlık ve sıcaklığını gösteren canlı, güzel ve teselli veren bir misaldi... "YAPTIKLARIM KAĞIT SEPETİNE!" Elektriğin mahiyetini araştırdığını söyledi. Mesela bir gün sonuçlara varır gibi olduğunu, fakat ertesi sabah diferansiyel denklemlerin çözümlerinin istenilene yeterli gelmediğini gördüğünü söyledi... Böylece muhaveremiz devam ediyor ve saat yediye doğru ilerliyordu. Misafirperverliklerini kötüye kullanmamak üzere Kemalettin Sami Paşa müsaade talep etti... Gardroptan şapkayı almakta biraz gecikmiştim. Sefir Paşa, Profesör Einstein, Madam Einstein, refikam tarasada konuşuyorlardı... Profesör Einstein şu sözleri söylerken sohbete yetiştim: "Yaptıklarım kağıda geçiyor ve oradan da kâğıt sepetine gitmekten başka bir şeye yaramıyor." Madam Einstein, herkesin buna inanmadığını derhal ilave etti. Ben de herhalde beşeriyetin kendisine hizmeti dolayısıyla medyun (borçlu) olduğunu ve kendisinden daha çok şeyler beklediğini söyledim. Böylece bu büyük adamdan ve onun sakit (sessiz) yuvasından ayrıldık. Üzerimizde, bu büyük adam pek mütevazı ve samimi olmasına rağmen fevkalbeşer (insanüstü) bir tesir bırakmıştı. Kendimizi, onun yanında sanki arzdan ayrılmış başka seyyareye gitmiş ve oradan soyut olarak kainatı tetkik ediyor sanıyorduk. Ödül Öcal Beningtan: “Mustafa Kemal Atatürk Sevr’e karşı çıkmasaydı zamanında Nobel’in en baş ödülünü alırdı!” Kırmızı Gülhan Elmas: “Millet karalar bağlamışken, onun adı kırmızı olsa ne yazar!” Akil Muhtar Bey Tıp Fakültesi Müderrisler Meclisi reisi Akil Muhtar Bey, dünyanın en büyük tıp âlimlerinin toplandığı tıp tekamül (olgunlaşma) kongresinden dün akşam şehrimize avdet etmiştir. Akil Muhtar Bey istasyonda Tıp Fakültesi’nin 100’ü mütecaviz (aşkın) talebesi tarafından alkışlar arasında istikbal edilmiş (karşılanmış) ve kendisine bir buket takdim olunmuştur. Akil Muhtar Bey, kongrede gayet mühim tıbbi bir meseleden bahsetmiştir. Bu konferans gayet ehemmiyetle dinlenmiş ve bir Türk doktorunun keşfiyatı büyük alkışlarla karşılanmıştır. Fen âleminde yüzümüzü ağartan Akil Muhtar Bey, dün akşam kendisiyle görüşen bir muharririmize şu malumatı vermiştir; “Karlsbad’da tıbbi tekâmül dersleri ismi verilen konferanslar bu sene 25 muhtelif profesör tarafından verildi. Bu konferanslarda hazır bulunmak üzere muhtelif memleketlerden gelen etibbanın (tıp mensuplarının) adedi 400 ila 500 kadardı. Pek faydalı mevzulardan bahsolundu. ... Benim mevzuum dijital ve istrofantos nebatlarından (bitkilerinden) çıkan ilaçların kalp hastalıklarına kısmi tesirlerine aitti. Bu hususta şahsi taharriyatımın (incelemelerimin) neticelerini de bildirdim. Viyana’dan geçerken orada toplanan turuku bevliye (idrar yolları) kongresinde de hazır bulundum. Fakültemiz muallimlerinden Behçet Sabit Bey’in gayet ehemmiyetli bir vakayı her türlü fenni taharriyatı yapılmış olarak kongreye arz ettiğini ve bunun pek büyük bir dikkatle dinlenmiş olduğunu gör