28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA spor NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN C Zico ile Aykut 19 E vet spor medyamız şu sıralarda “Zico gitsin mi kalsın mı?’’, tartışması yapıyor. Metroda, otobüste, restoranda, berberde her yerde her zaman… Ama benim söyleyeceklerim biraz daha farklı. Önce Zico‘yu konuşalım. Benim izlediğim genç Zico bir futbol ustasıydı. Gelmiş geçmişler arasında dünyada ilk ona girecek kadar alımlı, gösterişli bir futbolu vardı. Rüzgâr gibiydi. Zaman rüzgârı insanı yoğurur yoğurur tanınmaz bir hale getirir, ama Zico’nun konuşmalarına bakıyorum da sağlam karakterini, dürüst ve açık sözlülüğünü bırakmamış, o yapısı devam ediyor. Futboluna ve futbolculuğuna da bir diyeceğim yok. Ama son Ankaragücü maçını izlerken düşündüm futbol oynamak , futbolu bilmek demek değil. Dünyanın en büyük futbolcusu olursun da sahadaki futbolu okuyamazsın, bunlar farklı şeyler. Herrera sıradan bir futbolcuydu, ama dünya futboluna katanaçyo, yani kilit sistemini getiren büyük bir futbol adamıydı. Ankaragücü –Fenerbahçe maçı 22 bitti, gece ve ertesi gün yeniden izledim, Zico ile Ankaragücü teknik direktörü Aykut’u teraziye koydum. Zico’nun şöhreti, futbolculuğu bugün Fenerbahçe’nin işine yaramıyor ne yazık ki... Zaman almış götürmüş onun becerisini… Aykut eski gol kralı, iyi bir futbolcu, Zico kadar olmasa da Aykut da bir futbol fenomeni. Okuyan, futbolu bıraktıktan sonra da bilgi dağarcığını sürekli yenileyen ve çalıştırdığı takımlarda kadro kalitesine göre başarılı olan ve deneyim kazanan bir futbolcumuz. Onun yetenekleri becerileri futbolcu iken de vardı, bugün teknik direktör iken de var. Yani günümüzün futbol adamı. İlk yarıda Fenerbahçe’nin oyununu okuyan Aykut ikinci yarıda değişiklik yaparak maçı kurtardı. Yani oyunu okuyan ve okuyamayan farkı ile Aykut terazide ağır bastı. Bugün geçerli olan da zaten bu değil mi?.. Zico “gitsin mi kalsın mı ?’’ tartışmasına bugün için girmem, ama bir gün mutlaka Aykut derim… Bizim ırkçılar MAHMUT SERT ETO’O Yeni efsane Alonso TEHLİKELİ FANATİZM utbolumuzdaki fanatizmin, rekabeti düşmanlık düzeyine çektiği düşünüldüğünde, sevgili Haşmet Babaoğlu’nun da vurguladığı gibi ‘kendimize dönük bir ırkçılığa doğru gidişin’ olduğu görülüyor. Günümüzdeki FenerbahçeGalatasaray rekabeti yoksa düşmanlığı mı demeli?ırkçılıktan daha tehlikeli bir duruma gelmiştir. Bu bağlamda artık Türkiye’de insanlar, yandaş oldukları takım kimliğini neredeyse bir ırk olarak algılamaktadır. Futbolla ilgisi olsun olmasın insanlar, birbirleriyle Galatasaraylı veya Fenerbahçeli olmasına göre ilişki kuruyor. Takım kimliğine verilen değerin her şeyin üzerinde olduğu durumlarda da rakibi incitecek her türlü cinsel ayrımcılık, ırkçılık, kültürel kimlik vb. aşağılama unsuru olarak kullanılabiliyor. Avrupa futbolundaki ırkçılığın ardında bir iktidar savaşımı olduğu unutulmamalı. Avrupalı beyaz adam, siyah adamlarla aynı toplumu oluşturuyor. Aynı ulusal değerlere sahip. Gündelik yaşamdaki beraberlikleri, paylaşımları, onların ulusal niteliklerini, bütünlüklerini oluşturuyor. Ama bu paylaşımdaki güç savaşımı ve çıkar çatışmaları, kurucusu oldukları insan hakları, demokrasi, düşünce özgürlüğü vb. niteliklerle bezenmiş “uygarlığı” ayaklar altına almaya engel oluşturmuyor! Bu çıkar, basit bir maçın kazanılması olsa bile... Tıpkı “vur, kır parçala bu maçı kazan!” haykırışında olduğu gibi. Spor Servisi Formula 1’de 2005 2006 sezonu şampiyonu olan Renault’nun İspanyol pilotu Fernando Alonso ülkesinde büyük çoşku yarattı. İspanyol medyası Ferrari’nin Alman pilotu Michael Schumacher’in kariyerini noktalamasıyla birlikte ‘yeni efsane’nin Alonso olduğunu dün manşetlerine taşıdılar. Marca gazetesi, “Alonso Brezilya’da sadece şampiyon olmadı. Aynı zamanda tarihin en önemli pilotu olan Schumi’yi de emekli etti” diyerek yeni efsanenin sahne aldığını belirtti. El Mundo gazetesiyse Schumacher’i ön plana çıkararak Alman pilotun hak ettiği ilgiyle pistlerden ayrıldığını yazdı. Alonso’nun genç ama çok başarılı bir pilot olduğunu ifade eden El Mundo, “En iyiyi yenerek şampiyon oldu” şeklinde başlık attı. Brezilya Grand Prix’siyle aynı gün oynanan Real Madrid Barcelona mücadelesi de Alonso’nun şampiyon olmasıyla birlikte gölgede kaldı. Madrid temsilcisinin Santiago Barnebau’da Barca’yı 20 yenmesi ülkede büyük yankı uyandırmasına karşın İspanyol medyası buna spor bölümünün ikinci sayfasında yer verdi. F utbolda ırkçı tutum ve davranışlar son dönemlerin çok konuşulan konularının başında geliyor. Hele söz konusu olan Avrupa futbolundaki ırkçı tutum ve davranışlarsa değme keyfine! Öyle ya; Avrupa, Batı uygarlığının temel taşlarını içinde barındırıyor: İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya, Fransa Batı’nın taşıyıcı ayakları, üstelik futbolun endüstrileşmesinde başrol oynayan ülkeler. Ama futbolun ırkçıları da yine bu ülkelerden. Eto’o’nun, Henry’nin ve nicelerinin başına gelenleri biliyoruz. Derilerinin rengi siyah olduğu için maymun sesi çıkartmaktan, önlerine muz atılmasına kadar olmadık iğrenç hakaretlere uğruyorlar. Biz ise bu tür davranışlar ülkemizde olmadığı için seviniyor, “uygar” geçinen Avrupalılara biraz da şaşkınlıkla bakıyoruz. Şaşkınlığımızın nedeni Batı’nın, her şeyi, her zaman doğru, dürüst ve eşitlikçi bir anlayışla yaptığı öğretisine dayanıyor olabilir. Ki bu öğreti, bize yine Batı tarafından “uygarlık” olarak dayatılan bir şey. Avrupa futbolundaki ırkçılığa elbette tepki göstermek, bunu önleyecek önerilere destek vermek, arayışta bulunmak her çağdaş insanın görevi. Tamam da acaba bizde durum nasıl? Türk futbolunda belki Avrupa’daki gibi deri rengi farklı insanlara yapılan bir ırkçılığın yoğun biçimde olduğu söylenemez. Ama çok sınırlı bir düzeyde de olsa ırkçı tutum ve davranışların olduğu açıktır. Eski Trabzonspor Başkanı Mehmet Ali Yılmaz’ın İngiliz Champell’a “yamyam”demesini, eski hakem Ali Aydın’ın Fransız Nouma’ya “zenci oyuncu” demesini hatırlayın. Son örnek KayserisporSivasspor karşılaşmasında yaşandı. İsrailli Balili Kayserispor yandaşlarının olumsuz tezahüratlarından nabini alan futbolcu oldu. k Benzer bağırışlar bir dönem Fenerbahçe’de oynayan yine İsrailli Haim Revivo’ya da yapılmıştı. Son dünya kupasını yayınlayan Kanal 1’in sunucusunun İtalyaGana maçına bağlanırken; “Yakışıklı İtalyanlar, çirkin Afrikalılar” tanımlaması da akıllardadır. Geçen sezon Diyarbakırspor’a yapılan “PKK dışarı” tezahüratında ise yalnızca takım oyuncularını terör örgütüyle değil, Kürtlerle de özdeşleştiren bir tepkinin izleri var. Sözü edilen örnekleri elbette ideolojik bir ırkçılık çerçevesinde değerlendirmek çok doğru bir yaklaşım olmaz. Daha çok futbol rekabetinde, rakibe karşı moral bozucu bir etmen olarak değerlendirmek sanki daha sağlıklı. Ama sonuçta ne olursa olsun böyle bir tutum ve davranışın ortaya çıkarttığı ayıbın, topluma vereceği zarar hiç de küçümsenecek gibi değil. F REVIVO Z ico, F. Bahçe’ye cesur futbol oynatmıyor. Bu nedenle de başarılı olamıyor. İşine son verilmesi gündeme geliyor. Newcastle maçından önce Zico, dışarıdan yapılan baskılar ile sistemi değiştiriyor. Daum’un, korkak futboluna dönüyor. Korkak futbol nedir? Orta alanı kalabalık tutmak. Bu düşünce, İngiltere’de Fenerbahçe’ye şahane futbol oynatıyor. Demek ki Fenerbahçe’ye korkak sistem gerek. Kanıtı da var. Bu sistemle Daum, iki yıl Fenerbahçe’yi şampiyon yaptı. Üçüncü yıl da kılpayı şampiyonluğu kaybetti. Eğer, şampiyon olabilseydi Daum’un tarihte çok önemli bir yeri olacaktı... Peki, Daum’un korkak sistemi iyiydi de niye onun yerine cesur sistem oynatan Zico’yu getirdik? Bence, bu fikirler bir deli saçması. Benden kaynaklanmıyor. Çok tirajlı medyadan öğreniyorum! Hani derler ya: “Güleriz ağlanacak halimize...” Pazar günü gece yarısı bir spor programını televizyonda izledim. Ben bu programlara pek takılmam. Çünkü konuşanlar, bizim tavanın balıkları... Ne olduğunu, ne olmadıklarını bilirim. Uy GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Güleriz Ağlanacak Halimize de üniversiteyi, yüksekokulu da bitirmeye gerek yok! Hatta içimizde, hayatında Pekos Bill bile okumayanlarımız var. Bütün sermayemiz 352, 442 gibi rakamsal kavramlar. Dönüp bakın arkanıza, yıllar yılı “bilgi” diye yazdığımız bunlardır. Bu basit görüşler için içimizde milyarlarca maaş alanlarımız da vardır. Bir anlamda; bu kadar az bir emekle ve bilgiyle bu kadar çok para alan bir mutlu azınlığız. Üstelik de bu parayı aldığımız için dağarcığımızda bilgi açısından bir şeyler olduğuna inanırız. Taframızdan da geçilmez. Hindi gibi de kabarırız. Malum ya, çok para alan çok bilir! 25 yıl önce yazdıklarımızı yazıyoruz, ama farklı şeyler yazdığımızı zannediyoruz... Bir de bizim dışımızda yeni ye kum kaçtı da onun için seyrettim. Fenerbahçe’nin iki yöneticisi istifa etmişlermiş! Bir futbolcunun da spor hayatı bitmişmiş! İsimler ortada yok, gece yarısına kadar meçhul. Sonra, ilgililerle temas ediliyor, ilgili böyle bir şeyden haberi olmadığını söylüyor. Ve de “Bunları nereden uyduruyorsunuz” diye soruyor. Selçuk da meğer bel fıtığı ameliyatı geçirmiş. Programda konuşan Galatasaraylı yorumcu bunları Galatasaraylı bir arkadaşından öğrendiğini söylüyor. Tam bir dedikodu. Kamuoyu geç saatlere kadar, “dedim ona, dedim bana” şeklindeki konuşmaları dinledi!.. Spor yazarlığı, ne kadar da kolaylaştı. Al eline kalemi, yaz yazabildiğince... İster gerçek olsun, ister olmasın... Pek de önemi yok. Bu görevi yapmak için ni yetişen üniversite ve yüksekokul mezunu, müspet ilim okumuş, iki lisan bilen insanlara bakalım. Çoğu kahve köşelerinde vakit geçiriyorlar. Çünkü iş yok... Bazı arkadaşlarımız bu söylediklerimden gıcık alacaklar! Ne yapalım ki bunlar gerçek. Gerçeği söylemek de insanca bir olay. Bunda kendime sınır tanımam. Hayvanlar gerçeği söyleyebiliyorlar mı ki?.. Medyadaki spor yazarlarımıza artık kimsenin güveni yok. Hepimiz bundan şikâyetçiyiz ama bir türlü kendimizi düzeltemiyoruz. Herkes ayrı ayrı kulvarlarda koşuyor. Bozuk düzenin çıkarlarından faydalananlar hayatlarından memnun. FenerbahçeKayserispor maçı bittikten sonra taksiye binip eve dönmek istiyorum. İki genç de taksiye yaklaşıyor. “Bizleri de alır mısın” diyor. Onları da alıyorum. Yol boyunca radyo maç sonrası yorumları veriyor. Gençler bunu dinlerken “Niye anlatıyorlar ki.. bunları maçtan önce anlatsınlar. Bütün tribün biliyor bunları. Amerika’yı keşfetmek değil “ diyorlar. Çok anlamlı sözler bunlar. Ama anlayana... Pistten salona Spor Servisi Beko Basketbol Ligi’nde şampiyonluğun iddialı ekiplerinden Efes Pilsen’de forma giyen genç oyuncu Barış Hersek, şans eseri basketbolcu olduğunu belirterek, “Türkiye şampiyonu olarak yüksek atlamada Dünya Şampiyonası’na gidecektim, ancak olanakların kısıtlı olması nedeniyle gidemedim’’ dedi. AA’dan Ercan Doğan’ın sorularını yanıtlayan Barış Hersek 11 yaşına kadar hiçbir spor dalıyla ilgilenmediğini ifade ederek, “11 yaşımda yüksek atlamaya merak saldım. Yüksek atlamada 4 ayda Türkiye şampiyonluğu elde ettim. Finlandiya’da sanıyorum 1999 yılında yapılan Dünya Şampiyonası’na gidecektim, ancak yollamadılar. Daha sonra bu şampiyonada ilk 3’e girenlerin derecesini öğrenme fırsatım oldu. Benim derecem Dünya Şampiyonası’nda ilk 3’e giriyor du’’ diye konuştu. Basketbola kuzeninin yönlendirmesiyle başladığını kaydeden genç oyuncu, “Kuzenim boyumun uzunluğundan dolayı kendi takımının antrenörüne söyledi. Yaşıtlarıma göre boyum biraz uzundu, bu şekilde basketbola başladım’’ dedi. Barış, ailesinin kendisine her zaman destek verdiğini, zaman zaman babasının şaka yollu bu sporu yapamaması halinde kendilerine ait otobüs firmasında muavinliğin hazır olduğunu ifade etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle