08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Karşı Karşıya İki Evde Aynı Sözler Dünden Bugüne Bafa S evgili,Hasan Pulur ile aynı zamanda olmasa bile birkaç yıl arayla karşı karşıya evlerde oturduğumuzu öğrendiğimde, aradan yarım yüzyıldan fazla geçmişti. Milliyet’te çalıştığım sırada, 500 liralık banknotların tedavülden kalkması üzerine bir röportaj hazırladığım günlerde, Hasan Pulur ile konuşuyordum, bana; Ben ilk kez, 500 liralık banknotu çocukken Bayan Kalyopi’nin evinde gördüm, demişti. Bir tüccar olan dayısı göstermiş küçük yaşlarda. Zengin bir tüccarın, metresi Bayan Kaliyopi için yaptırdığı, köşesinde garip bir kulesi olan, özgün bina çocukluğumun ilk anılarından biridir. Çünkü Dalga Sokağı ile Bademaltı Sokağı’nın köşesini oluşturan binanın tam karsışında, Bademaltı Sokak 14 numaradaki iki katlı kârgir evde oluşan ilk çocukluk anılarım. Bilmem Afacan Hasan, çocukluğunda bir süre oturduğu, sonra kaçtığı evin karşısındaki binayı ve yine sözünü ettiğim o iki sokağın karşı köşesinde duran akasya ağacını hatırlar mı? Hasan Pulur’un “Olaylar ve İnsanlar’ın Peşinde Bir Ömür” kitabını elime ulaşır ulaşmaz okudum ve daha hemen başında, Bayan Kalyopi’nin evindeki bir konuşmaya gelince acı acı gülmeye başladım. Meğer benden yedi buçuk yaş büyük olan Hasan Pulur ile birkaç yıl arayla, karşı karşıya iki evde aynı kaderi paylaşmışız ve onun gibi kaçarak kurtulamayan ben, daha sonra yedi yıl birlikte çalıştığım, meslektaşım ile aynı işyerini paylaşırken değil de kitabını okurken öğrenecekmişim, ortak kaderimizi. Birlikte okuyalım: “...Madam Kalyopi’nin evinde su yoktu, su taşımaktan kollarım kopmuştu. Bir de annem beni hiç dışarı çıkarmazdı. Soranlara veya ‘Bu çocuğu rahat bırak da biraz oynasın’ diyenlere de ‘Ben bu çocuğu babasız büyütüyorum, dünyanın hali belli olmaz’ diye cevap veriyordu. Baskı iyice bunaltmıştı beni. Ve siz de evden kaçmaya karar verdiniz. Evet, ben babamla anlaştım, kumpas kurduk ve ben babamın Nişantaşı’ndaki evine kaçtım, resmen kaçtım....” Bu nehir söyleşi türündeki kitaptan anladığıma göre, olay 1940 ya da bir iki yıl öncesinde oluyor. Hasan Pulur kaçtıktan bir iki yıl sonra, karşılarındaki, arkasında bahçesi olan Bademaltı Sokak 14 numaradaki eve taşındık. Bahçesinde kendi başıma oynar, ön cephedeki pencereden karşı evi, köşedeki akasya ağacını, gelip geçenleri ve Dalga Sokağı’nı, taa Doktor Esat Işık Sokağı’na kadar seyreder, Dalga Sokağı’ndaki Levanten eczacının kızı Nüket veya Nugette’i içimi çekerek izlerdim. Beni de oynamak için sokağa bırakmazlardı, annem ile anneannemin gerekçeleri de, Hamiye Hanım’ınki ile aynıydı. Çocuğu babasız büyütüyorlardı, dünyanın hali belli olmazdı. Ben kaçarak paçayı kurtarmış olan Afacan Hasan Abi’nin öyküsünü bilmiyordum ki... Hoş bilsem ne olacaktı ki? Benim babam onunki gibi Nişantaşı’nda değil, Amerika’da, Dallas’ta oturuyordu. Ben kaçamadım. Yedi yaşma gelince, daha sokakta bile oynamadan yatılı okula gittim... Velev ki dostun olsun, yine de başkasının yaşam öyküsünde, kendi anısını yaşamak çok tuhaf oluyor . Hasan Pulur’un, Sefa Kaplan’ın söyleşilerle oluşturduğu yaşam öyküsünde, sayısız ortak dost, hep zaman aralığıyla sayısız ortak mekân mevcut. Okurken çok keyif aldım. Gazeteciliğe erken başlamış olan Hasan Pulur, ben daha üniversitede öğrenciyken Milliyet’te ünlü bir köşe yazarı olmuştu. Muhabirlikten gelmeliğin getirdiği ustalıkla “Olaylar ve İnsanlar” köşesinde son derecede ilginç olaylar ve gözlemler aktarırdı. Benim gençliğimde bir deyim vardı: “Tam Hasan Pulur’luk olay.” Hasan Pulur ile ilgili kendisinin bilmediği bir olayı aktararak noktalayayım Sevgili. Dostum rahmetli Kürşat Kutay olayları ve basını yakından izleyen, çok okuyan bir kişiydi. Medyanın yozlaşmasından o da şikâyetçiydi. Ama sevdiği, dürüstlüğünden kuşkuya düşmediği gazetecilerin de üstüne titrerdi. Günün birinde, benim beğenmediğim, ama onun izlediği bir garip yazar, Hasan Pulur’a yakışıksız biçimde sataştı. Kürşat, yazıyı okuyunca adamın telefonunu buldu ve aradı. Beyefendi, dedi. Sizi ilgiyle okuyordum. Ama Hasan Pulur gibi artık örneği az kalmış dürüst bir yazara yakışıksız sataşmanızı kabul edemem, üzülerek söyleyeyim ki, bundan böyle sizi izleyemeyeceğim… E KARŞI DEVRİMCİ BEN KONUŞURUM AMA ASKER KONUŞAMAZ MEB Dağlarca’yı öldürdü! NİHAN İNAL Ortaöğretim kitaplarındaki Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı ifadeler dolayısıyla skandallara imza atan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Türkiye’nin yaşayan en büyük şairlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı da “öldürdü!”. MEB’in lise hazırlık sınıfı öğrencileri için hazırladığı Türkçe ders kitabında, Dağlarca’nın 1914’te doğduğu ve 2004 yılında öldüğü bilgisine yer verildi. CHP, milli eğitimdeki skandallara ilişkin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hakkında gensoru vermiş, ancak AKP oylarıyla reddedilmişti. MEB tarafından liselerin hazırlık sınıfında okutulmak üzere hazırlanarak bedava dağıtılan Türkçe ders kitabında ünlü şairlerimizden Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın 2004 yılında öldüğüne yer verilmesi eğitimcileri ve yurttaşları şaşkına çevirdi. MEB Yayınları’ndan çıkan ve İbrahim Bozkurt, Zümrüt Uçar, Seval Özkurt ve Evrim Koçak tarafından hazırlanan Türkçe ders kitabının 9. sayfasında “Şairi Tanıyalım” başlığı ile Dağlarca’ya ilişkin bilgiler yer aldı. Dağlarca’nın doğum tarihi olarak 1914, ölüm tarihinin ise 2004 olarak belirtildiği ders kitabında, Dağlarca şöyle anlatıldı: “Cumhuriyet dönemi şairlerindendir. Öğrenimini Anadolu’nun değişik yerlerinde “Türkiye’nin yaşayan en büyük şairinden habersiz bir Milli Eğitim’den ne beklenebilir” diyen eğitimciler, skandala neden olanlar hakkında derhal soruşturma açılmasını istediler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın “100 temel eser’’ adıyla hazırlayarak öğrencilere önerdiği kitapların dinci yayınevleri tarafından hazırlanan nüshalarında Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı ifadeler yer almıştı. Bunun üzerine CHP, Milli Eğitim Bakanı Çelik hakkında gensoru önergesi vermiş ancak 10 Ekim’de TBMM’de yapılan görüşmelerde önerge AKP’lilerin oylarıyla reddedilmişti. Ancak Bakan Çelik, tavsiye edilen bazı kitaplardaki ifadeler dolayısıyla bazı bürokratları görevden almak zorunda kalmıştı. Görüşmeler sırasında CHP milletvekilleri kitaplardan örnekler sunmuştu. “Abdülfettan Şahin’’ takma adıyla yazılan kitapta, tekerleme ve mani örneklerinde şunlar yer almıştı: “Ecevit’in kafası/ Cum Sezer’in sopası’’, “Mendilin ipeklisi/tarlanın tezeklisi’’, “Mini mini birler/yaşasın ikiler/tembel üçler/dayak yiyen dörtler.’’ Bazı kitaplarda da ünlü çizgi film ve masal kahramanı Pinokyo da Müslüman olarak gösterilmişti. Ayrıca bazı kitaplarda Atatürk’e ilkokulda iken ‘’kemale erdiği’’ için Kemal adı verildiği ileri sürülmüştü. sürdürmüş, subaylık yaptığı yıllarda Anadolu’yu daha iyi tanıma fırsatı bulmuştur. Genellikle epik, dramatik, lirik, didaktik ve toplumsal anlayışla şiirlerini yazmıştır. Dili sadedir. Eserlerinden bazıları şunlardır: Türk Olmak, Üç Şehitler Destanı, Çocuk ve Allah, Havaya Çizilen Dünya, Karınca...” Yaşamını halen İstanbul’da sürdüren ünlü şairimiz, lise öğrencileri için hazırlanan Türkçe kitabında öldürülmüş oldu. Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) tarafından Dağlarca’nın 90. yaşını kutlamak için 2004 yılında “30. Yıl ve Dağlarca 90 Yaşında” adlı etkinlik düzenlenmişti. Ünlü şaire 2005 yılında da Vehbi Koç Vakfı tarafından, “Vehbi Koç Ödülü’’ verilmişti. Dağlarca her iki ödül törenine katılmış ve konuya ilişkin haberle de başta gazetemiz olmak üzere ulusal basında yer almıştı. İşçilerin kanlı kavgası Dış Haberler Servisi Kazakistan’ın Tengiz bölgesindeki petrol şantiyesinde Kazak işçiler Türk işçilerin bulunduğu şantiyeye saldırarak 140 Türk işçiyi yaraladı. Yaralanan Türk işçilerden 9’u tedavi amacıyla İstanbul’a getirildi. Türk şirketi ENKA ile ABD’li Bechel firmasının inşaat şantiyesinde yaklaşık 400 Kazak işçi, Türk işçilere saldırdı. Kavgada yaralanan Türk işçilerden 9’u İstanbul’a getirildi. Aksaray’daki Vatan Hastanesi’nde tedavi altına alınan işçilerden Cemal Şahin, geçen yıl da Kazak işçilerle aralarında tartışmalar yaşandığını belirterek ‘‘Bu yıl ilk defa kavga çıktı. Ne olduğunu anlamadan yüzlerce Kazak üzerimize yürüdü’’ dedi. Kazakistan’ın Atırav Bölgesi Valisi Bergey Rıskaliyev, Türk ve Kazak işçiler arasında kavga çıkan şantiyede durumun tamamen kontrol altında olduğunu, Türk vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için gerekli bütün önlemlerin alındığını ve 5 bin 300 işçinin işbaşı yaptığını bildirdi. Vali Rıskaliyev, ‘‘olayın bir Kazak işçinin üç Türk işçi tarafından darp edilmesiyle başladığının ve daha sonra geliştiğinin anlaşıldığını’’ ifade etti. Vali, ‘‘revirlere 136 Türk vatandaşının yaralı olarak başvurduğunu, bunlara burada gerekli müdahalenin yapıldığını’’ kaydetti. ‘SALDIRI PLANLI’ Türk işçiler ise kavganın önceden planlandığını belirterek, ‘‘Şu anda burda iki büyük proje var. Aralık ve ocak ayında ihaleleleri yapılacak. Onun için de burada 3 Kazak firması ENKA’yı ve Türk işçileri burada istemiyor. ’’ dedi. Türkiye’nin Almatı Büyükelçisi Tamer Seben, Kazakistan Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunduklarını ve Türk şantiyesinin güvenliğinin sağlandığı yönünde teminat aldıklarını söyledi. Seben, kavganın ‘‘sıraya girme uyarısının sonucunda çıktığını’’ bildirdi. Seben, yaklaşık kavga sırasında Türk şantiyesindeki çeşitli araç gerecin de tahrip edildiğinin öğrenildiğini belirtti. ilan renkli ylül sonuydu. Söke Ovası kıpır kıpırdı. Didim üzerinden Söke’ye geçtim, oradan da Bafa’ya... Haberi ilk kez eylül başlarında serin bir pazar sabahı Bafa’da kır kahvesinde duymuştum: ‘‘Bafa kirleniyor, yılanbalıkları ölüyor, ne olur yazın bu çevre kirliliğini...’’ Bafa Gölü’yle tanışıklığım nereden bakarsanız bakın kırk yıla yakındır... 1968’di sanırım... Özbaş ailesinin ‘‘tapulu malı’’ olan Bafa Gölü’nde Serçin köylüleri ‘‘kaçak balık avladıkları’’ gerekçesiyle jandarma tarafından yakalanıp gözaltına alınıyorlardı... Gölün sahibi olan Özbaş ailesinin hem siyasi hem de ekonomik olarak Ege’de ağırlığı vardı... Soluğu Bafa’da aldım... Serçin köylüleriyle konuştum... Bafa Gölü’nde kaçak avlanan Serçin köylüleri için ‘‘dinamit tuzakları’’ kuruluyordu ‘‘mayınlı tarlalar’’ gibi... Yaşları 2025 olan bir ayağı, bir eli kopuk onlarca gençle karşılaşmıştım... Bafa Gölü’ndeki kavga 1978’e dek sürdü ve CHP iktidarında Köyişleri ve Kooperatifler Bakanı Ali Topuz, Bafa Gölü’nü kamulaştırdı... Bafa Gölü’nde pek çok anım var benim. Aşağı ve yukarı Serçin’i, 12 Mart sonrasında Beşparmak Dağları’nda yaşanılanları iyi bilirim... 1968’e dek Adalet Partisi’nin oy deposu olan Söke çevresi, 12 Mart’tan sonra ‘‘solun kalesi’’ olmuştu... Öykü uzundur, yaz yaz bitmez!.. ??? Bafa Gölü’nün kirlenmesi elbet yeni değil. Çevreciler yıllardır yetkilileri uyarıyor bu konuda. Uyarıları her zamanki gibi kimse umursamıyor... Ege’nin iki önemli ırmağı Gediz ve Menderes’tir... Gediz Irmağı kirlendi. Kuşlar Gediz Havzası’ndan kaçtılar. İzmir Tuzla’daki ‘‘kuş cenneti’’ yok olmak üzere, tıpkı Manyas’ta olduğu gibi. Menderes Irmağı da Gediz gibi sanayi ve tarla atıkları yüzünden kirlendi... Peki, Devlet Su İşleri ne yaptı kirlenme nedeniyle? Göle gelen Büyük Menderes Irmağı’nın önüne bent kurarak suyu Söke Ovası’na çevirdi... Bafa bu yüzden gün sayıyor, balıklar ölüyor... Bafa Gölü ve çevresi binlerce yıllık tarihin ve kültürün izlerini taşır. Milet ve Miletos, İyonya antik kenti kırk dakika uzaktadır Bafa’ya... Yolum ne zaman Bafa Gölü’ne düşse, Yukarı Serçin’i, Beşparmak Dağları’nı uzaktan seyretmeye başlasam Halikarnas Balıkçısı’nı, Azra Erhat’ı, Sabahattin Eyüboğlu’nu anımsarım... Beşparmak Dağları ayın en güzel parladığı yerdir. Çoban Endymion ile Ay Tanrıçası Selene, Beşparmak Dağları’nda buluşmuştur. Lidyalılar, Aiolisliler, İyonyalılar, Persler, Makedonyalılar ve son olarak Romalılar egemen olmuştur Bafa yöresine... Bafa tüm uygarlıkların izlerini taşır... Bafa’daki Selene Tapınağı hâlâ görkemlidir... Binlerce yıllık tarihi, kültürü bir çırpıda silip atan bir toplumuz. Her yıl binlerce yabancı Bafa’ya gelir, ayın gökyüzünde olduğu geceler Ay Tanrıçası Selene ile çoban Endymion’un buluşması beklerler... Yabancılar, Tanrısal aşkın bulunduğu dağ ve göl Türkiye’dedir, bilirler ama biz bilmeyiz... ??? Gediz ve Menderes... İki önemli ırmak kirleniyor sanayi ve tarla atıklarından ötürü... Bafa Gölü kuruyor yavaş yavaş... Gölde canlılar ölüyor bir bir... Gölden tutulan balık miktarı her geçen gün azalıyor, İtalya’ya yılanbalığı, levrek ihracaatı giderek düşüyor... Neden yok oluyor doğal yaşam Bafa Gölü’nde? Tuzluluk oranı yüzde 4’ten yüzde 12’ye çıkmış... Masmavi olan göl suyu, atıklardan ötürü kahverengiye ve yeşile dönüşmüş... Bu nedenle de çevreye keskin bir koku yayılmış... Yirmi yıl önceyi anımsıyorum... O kadar bol levrek ve yılanbalığı çıkardı ki, Yukarı Serçin’deki kuyularda saklanırdı balıklar fazla alıcı bulunamadığından... Evet... Bafa Gölü yok oluyor yavaş yavaş. Ormanlarımız yanıyor, yakılıyor. Irmaklarımız, göllerimiz, denizlerimiz kirleniyor. Hiçbir yetkili Uşak’ta, Denizli’de fabrikaların yüzde 30’unun ‘‘arıtmasız’’ çalıştığının farkında bile değil!.. Bafa Gölü’ne ne zaman yolum düşse inanın içim sızlıyor... hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 asirmen?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle