28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 C 1 970’lerden bugünlere Makedonya’ya üç kez gitmişliğim var. Üçü de Struga Şiiri Akşamları içindi. Her üç yolculukta da ilişkiler, doğal olarak, Struga Şiir Akşamları’na başka ülkelerden gelmiş yabancı şairlerle ve bizim Makedon Türklerimizin temsilcileri olan şair ve yazar dostlarımızlaydı… 1979’daki ilk Makedonya (Struga) izlenimlerim, “Başka Gökler Altında” adlı gezi kitabımdadır. dizi EKİM CUMA İlk yolculuklardan izlenimler Oktay Akbal’la katıldığımız bu ilk Struga gezisinde Yugoslavya henüz yerli yerindeydi… Ve dünya her şeye karşın gelecek için umut vaat eden bir yerdi… Rafael Alberti’yle tanışmamız; Fahri Kaya, İlhami Emin, (o görüşmeden kısa bir zaman sonra yitireceğimiz) Necati Zekeriya, Esat Bayram, Engüllü kardeşler gibi yazar ve şair dostlarla geçirdiğimiz, unutulmaz, güzel günler… Tarihini tam anımsamadığım (1990 başlarındaki) ikinci yolculuk sırasında Yugoslavya artık yoktu. Bizim Makedon Türk’ü yazar ve şair arkadaşların ise neşeleri, coşkuları azalmış gibiydi… Konuk şairleri Ohrid yakınlarındaki Galiçitsa’da karşılayıp ağırlayan ilk Cumhurbaşkanı Kiro Gligorov, yüzünde bir suikast girişiminin yol açtığı derin bir yara izi taşımaktaydı… Toplumsal yaşama damgasını basan olguların başında Arnavut ayrılıkçılığı geliyordu… Geçen yıl ağustos ayında üçüncü kez konuk olduğum Struga Şiir Akşamları sonrasında, Türkiye’ye dönüş öncesinde, sevgili dostum İlhami Emin’le (ve oğlu Rifat’la) Üsküp’te, Türk çarşısında, Türklerin yoğun olarak bulunduğu mekânlarda birkaç saat geçirdik… Makedonya’nın, Makedonyalı Türklerin sorunlarını konuştuk… Yine ağustos ayına rastlayan (1320 Ağustos) bu dördüncü Makedonya yolculuğumda beni en çok mutlu eden ise, Makedon halkını yakından tanımak; Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk ve şimdi Sırbistan ve Karadağ bağımsız cumhuriyetleri arasında bir bakıma sıkışıp kalmış, bir bakıma korunma altındaki bu küçücük (25.7 bin km2 Türkiye’nin otuzda biri kadar bir alan) ülkenin barışçı halkının (toplam 2 milyon) yaşamına yakından tanık olmaktı… Makedonya Türkiye’nin otuzda biri kadar ‘Kardeş’ sözü boşuna değil B u “kardeş” sözü boşuna değil. Makedonya’nın kardeş ülke olduğunu bu kez gerçekten, her zamankinden daha güçlü duyumsadım. Slav kökenli olmasına karşın Makedon dilinin Latinimsi vurguları, TürkçeOsmanlıca sözcüklerle tatlanıp yumuşamış bu dilin kulak okşayan çınıltılarını şu anda da işitiyor gibiyim… Makedonlar ve özellikle de gençler Rusça bilmiyor. Buna karşılık Sırplar, Hırvatlar, Makedonlar, Bulgarlar birbirini anlıyor. Rusça ise aynı aileden olmakla birlikte uzak bir dil. Balkanlar’daki sıcak, Akdenizimsi yaşam, bir Kuzey ülkesi olan Rusya’dakine zaten pek benzemez. Hele Makedonya, hiç kuşkusuz ki Rusya’dan çok daha fazla Türkiye’ye (Osmanlı’ya) yakın… Gerçekten de bir kardeş ülke bu. Ohrid Gölü kıyısındaki Peştane tatil köyünde, Desaret Oteli’nde düzenlenen Uluslararası 39. Makedon Dili, Edebiyatı ve Kültürü Semineri’nin katılımcısı olarak gittiğim bu ülkede geçirdiğim bir haftanın, diyebilirim ki her anında ortak tarihimizin ve yaşama kültürümüzün tatlarını duyumsadım. Saint Sophia Tepesi’nden görünen Ohrid Gölü’nün çevresindeki olağanüstü doğa ve yerleşim birimlerinin iç içeliği insanı etkiliyor. Türkiye’ye, Türklere karşı, gösterişten uzak ve çok doğal bir ilgi, yakınlık ve sevgiye tanık oldum… muş bize… ÜsküpOhrid yolunda bir doğa mucizesi nimler bakımından övücü sözler söylemem Osmanlı döneminden de söz edilerek MakeSağanak diner dinmez parlayan güneş ve Birçok ülkeden yüzden fazla öğrenci, öğolanaksız… donya’nın ulusal bağımsızlığını kazanma süonun hemen ardından göğü yedi renkle kuşaretim üyesi ve uzmanın katılacağını öğrendiBir turizm ülkesi olarak Makedonya’nın, bu reçleri anlatılıyor… tan gökkuşağı mucizesi, çocukluk yıllarımdan ğim Ohrid yakınlarındaki Peştane’ye gitmek konularda öğrenmesi gereken şeyler olduğu Açılış konuşmasını, uluslararası seminerin bir merhabaydı sanki… üzere beni Üsküp (Skopye) Havaalanı’nda kuşkusuz… bu yılki yöneticisi, öğretim üyesi Bayan Emiİkili yolun karşı yönünde yoğun trafik akışı karşıladılar. ÜsküpOhrid arası yaklaşık 170 Bu nedenle, bu gezi notlarını okuyup da Üsliya Tservenkovska yaptı. var… Hafta sonunu Ohrid Gölü çevresinde km. Mesafenin çok olmayışına ve özel bir küpOhrid arasında yolculuk yapmaya özeneBayan Emiliya, bir Makedon Türk’ünün, geçiren Üsküplüler başkente dönüyor… araçla gitmemize karşın, Ohrid’e, ormanlarla cek olanların, Straja’da mutlaka ıspanaklı böuluslararası üne sahip seramik sanatçısı Gakaplı dağların ve derin vadilerin arasından gerek yemelerini, fakat yukarıda andığım türden zanfer Bayram’ın eşi… çen düzgün fakat dolambaçlı yollardan, iki sa“STRAJA”DA MOLA gereksinimlerini yola koyulmadan önce görBayram’ın yapıtları başkent Üsküp’teki Maati aşkın bir yolculuk sonrasında ulaştık… melerini tavsiye ederim… kedonya Ulusal Tiyatrosu’nun ve aynı zamanÜsküp’ten hemen çıkışımızda patlayan saÜsküpOhrid yolunun yarısındaki Straja’da Adını Kiril alfabesinin yaratıcısı papaz karda Makedonya parlamento binasının da duğanak, sisler içinde yükselen sıradağlar ve az mola verdik. deşlerden alan, başkent Üsküp’teki KirilMevarlarını süslemekte. Türk asıllı bir Makedonsonra da parlayan güneşle birlikte olağanüsBuradaki sürpriz, ıspanaklı börekti. todi Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası ya yurttaşına verilen bu değer, söz konusu satü bir kemer gibi göğü ve yeri birleştiren gökMakedon dilinde de böreğe börek deniseminerin açılış töreni, 14 Ağustos Pazartesi natçının seçkinliği kadar Makedonya toplukuşağı mucizesi, ressamları ve şairleri kıskanyor… sabahı Desaret Oteli’nin konferans salonunmundaki çoğulculuk anlayışının da göstergedırmak, akıllarını başlarından almak için yaraVe bu dinlenme kahvesindeki ıspanaklı böda Makedonya Ulusal Marşı ile başladı… si olmalı… Bayan Emiliya’nın konuşmasını tılıp düzenlenmiş gibiydi… rek, belli ki erbap elinden çıkmıştı… Kadın ve erkek seslerinin birlikte yorumlarektör Martinovski ve edebiyat fakültesi dekaBüyük kent yaşamı gökkuşağını da unutturBuna karşılık başkaca (tuvalet vb.) gereksidıkları bu oldukça uzun ve hüzünlü marşta, nı Karanfilovski’nin konuşmaları izledi… TEMIZ VE BERRAK SULAR Ohrid Gölü’nde yüzmek Ü lkenin güneybatısında, Arnavutluk’la sınır oluşturan Ohrid Gölü, Makedonya’nın üç doğal gölünden biri. Öteki ikisi Prespa ve Doyran. UNESCO’nun koruması altındaki Ohrid Gölü deniz düzeyinden 695 metre yükseklikte ve 349 km2’lik bir alanı kaplamakta imiş… Bunlar coğrafyaya ilişkin bilgiler… Göl ve çevresindeki doğa güzelliğini tanımlamaya ise sözcük bulmakta zorlanırsınız… Ohrid Gölü’nün tatlı, ılık sularında geçen yıl Struga’da iken de yüzmüştüm… Fakat bu kez gerçekten tadını çıkardım… Hemen her gün, her fırsatta, bu neredeyse içilebilecek temizlikte ve berraklıktaki suları kulaçladım… Ortalarda derinliği üç yüz metreyi aşan Ohrid Gölü’nün, 21.5 metre derinliğe kadar gözle görülebilecek saydamlıkta olduğu saptanmış… Gölde ve plajda dikkatimi çeken bir şey, Makedonların sanki yüzmekten çok, suda durup serinlemeyi ya da plajda uzanıp güneşlenmeyi sevdikleri… Ohrid Gölü’ne her göz atışımda, yüzen insanlardan çok, ayrı ayrı ya da yan yana durmakta olan kafalarla karşılaşmam ilginçti… “DİLIİNİZDE TÜRKÇE SÖZCÜK VAR MI?” İlk gün öğle yemeğinde rektör Martinovski’nin konuğu olan yerli ve yabancı “akademisyen”ler grubundaydım… “PastrmOhrid Gölü’nün ka” dedikleri, neredeyse içilebilecek somon kıvatemizlikteki mında ve sularında kulaç lezzetindeki attım. göl balığının sözlükteki karşılığı alabalık… Türk kahvesini adıyla sanıyla Türkçe söyleyerek isteyebileceğiniz bir yer Makedonya… Türkçeden, Osmanlıcadan pek çok sözcük var bu Slav kökenli dilde… Günlük konuşmalarının hemen her cümlesinde geçen “ayde” (haydi) sözcüğü bunların başında geliyor… Otelde temizlikçi bayana “havlu”yu İngilizce ve Rusçasıyla anlatmaya çalışırken , o “peşkir” deyiverdi… Bir anekdot anlattılar: Makedon’a “Dilinizde Türkçe sözcük var mı” diye sormuşlar, Türkçe olarak “yok” demiş… Aynı anekdotun Sırp versiyonunda, yanıt, yine Türkçe “hiç” olmuş… İlginç olan, Makedonların Türkiye’ye ve Türklere karşı hiçbir olumsuz duyguya sahip olmayışları… Tam tersine, sokakta, konferans salonunda, restoranda, her yerde, dostça bir sıcaklıkla karşılaştım. Fakat genel olarak da Makedon insanı barışçı ve sıcak. Sokaktaki insana, satıcıya, herhangi bir isteğiniz için “Olur mu” diye sorduğunuzda, kollarıyla, başlarıyla, neredeyse tüm vücutlarıyla öyle candan bir “olur” deyişleri var ki, böyle sıcak bir karşılamaya başka hiçbir yerde rastlamadım… S Ü R E C E K Post modernizm’ mi ‘modern gerçekçilik’ mi? çılışa asıl damgasını vuran konuşma, Makedonya’nın kendi alanında dünyaca ünlü, uluslararası değere sahip, Çehov ve Dostoyevski uzmanı, karşılaştırmalı edebiyat profesörü, akademisyen Milan Curçinov’un, kısa süre önce vefat eden Makedon yazar Zoran Kovaçeski üstüne konuşmasıydı… Rusça yolu ile Makedoncayı az çok anladığımı söyleyebilirim. Fakat (seksenine yaklaştığını tahmin ettiğim) Profesör Curçinov, sadece söyledikleriyle değil, görünümü ve sunumuyla da, bürokratik akademisyenliğin çok ötesinde, seçkin bir kişilik sergiledi… Bu arada dilimize de bazı öykülerinin çevrildiğini öğrendiğim Zoran Kovaçeski, konuşmada, moderngerçekçiliğin bir temsilcisi olarak tanımlandı. Seminere Rusya’dan katılan bayan öğretim üyesi Alla Şeşken’in,“Zoran Kovaçeski’yi günümüzde hangi Rus yazarlarıyla karşılaştırabilirisiniz” sorusuna, Profesör Curçinov’dan gelen, (benim de aklımdan aşağı yukarı geçirdiğim) yanıt, günümüz Rusya’sında bu türden yazarların ne yazık ki artık bulunmadığı , Kovaçeski’nin ancak Gogol ve Çehov geleneklerinin günümüzdeki bir sürdürümcüsü sayılabileceği idi… Profesör Curçinov yanıtında, “moderngerçekçilik” ve “postmodernizm” kavramlarını birbirinden dikkatle ayırarak, günümüz dünya edebiyatında ilkine olan gereksinimin, ikincisinin ise kaypak kimliğinin altını önemle çizdi… Bu Makedonya yolculuğumun benim için en önemli kazancı, hiç kuşkusuz, seçkin bilim insanı ve aynı ölçüde de seçkin bir kişilik olan Profesör Milan Curçinov’la tanışmak, sonraki birkaç günde söyleşilerimiz ve karşılıklı olarak dostluk duygularında, ortak değerlerde buluşmamızdı… A Bir Makedon kentinde Osmanlı’dan izler Avrupa’nın en eski yerleşim yerlerinden, (VII.XVII. yüzyıllarda kurulmuş) Ohrid kentini daha önceki Makedonya yolculuklarında da görmüştüm. Fakat bunlar gözucuyla görmelerdi. Bu kez hemen her gün yolum düştü bu kente. Caddelerinde dolaştım. Göl kıyısında oturdum. Sıradan insanla çene çalmaya çalıştım… OrtodoksSlav ruhuyla İslam ruhunun bir arada yaşadığı ve bugün modern bir Batı kentinden farksız atmosferini soludum. Yüze yakın öğrenci ve öğretim üyesi uzmandan oluşan topluluğumuzla, çarşıdan ve Arnavutkaldırımlı dar yollardan geçerek Arkeoloji Müzesi’ni, bin yıllık geçmişe sahip Saint Sofia Kilisesi’ni gezdik. Yol kıyısında, Osmanlı mimarisinin ürünü, özenle elden geçirilip yenilenmiş yapılar da bunlar kadar ilginçti… Bir başka ilginç fotoğraf, kent merkezindeki alanda Ohrid’lilerin mumlar yaktığı küçük açık hava kilisesi (ikonalık) ve üzerindeki “CocaCola” şemsiyesi idi… Postmodern bir görüntü… Ama biz, altında işyeri merkezleri, süpermarketler açılan camilerimizle bu postmodern izdivaç görüntülerine zaten alışık değil miyiz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle