Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 GELENEKLER DOĞU BATI EKSENİNDE KONTROL YA DA BASKI ADI ALTINDA İKİLEM YAŞIYOR C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ EKİM CUMA Bilinçaltında paslı çivi: Töre MEHMET FARAÇ Töre konusu Türk toplumunda sadece cinayetler işlendiğinde gündeme geliyor. Oysa araştırmalar aslında törenin dayanağı olan geleneklerin, toplumun büyük bölümünce katı biçimde uygulandığını ortaya koyuyor. Sabah gazetesinin yaptırdığı gençlik araştırması da bunu kanıtlayan sonuçlar içeriyor. Toplumda, ‘‘gece gezmesi, yatıya kalma, eve dönüş saati, flört’’ ve ‘‘giyim’’ konusunda özellikle kızlarına baskı uygulayanların oranı yüzde 47 ile 64 arasında değişiyor. Türk basını artık kadına yönelik şiddeti özel sayfalarda ele alıyor. Kimi gazeteler, ‘‘Kadına şiddete son’’ logolarıyla töre ve namus cinayetleriyle şiddet konusunda fikri takip yapıyor. Sabah gazetesinin TNS PİAR’a yaptırdığı bir araştırma ise gelenektöre zincirinin ‘‘DoğuBatı’’ ikileminde sorgulanmasını da gerektiriyor. Ortaya çıkan sonuçlar, Doğu’da kadına yönelik baskı, şiddet ve cinayete varan olaylarla karşılaştırıldığında, gelenek ve göreneklerin, örf ve âdetlerin toplumun bütün katmanlarında aslında ‘‘disiplin, düzen, terbiye’’ ve ‘‘endişe’’ gerekçesine gizlenerek ciddi biçimde uygulanmaya çalışıldığını, ataerkil yapının da bunu zorunlu kıldığını ortaya koyuyor. Araştırmaya tabi tutulan 1522 yaş grubunun, töre baskısı ve cinayetlerinin en çok görüldüğü kesim olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Büyük bölümü batıdaki 17 kentte 2 bin 406 kişi arasında yapıldığı belirtilen araştırma sonuçlarına göre aileleri en çok ‘‘yatıya kalma ve gece gezmeleri’’ endişelendiriyor. ‘‘Aileler gençleri hangi alanlarda kontrol ediyor’’ sorusuna yanıt verenler, erkek çocuklarını gece gezmelerinde yüzde 36, yatıya kalmada yüzde 35, eve dönüş saatlerinde yüzde 31, flört ilişkilerinde yüzde 15 ve giyim tarzında ise yüzde 23 oranında kontrol altında tutuyor. Ancak üzerinde asıl düşünülmesi gereken sonuçlar kızlarla ilgili verilen yanıtlarda dışa vuruyor. Yanıtlar, ailelerin erkeklere oranla kız çocuklarına neredeyse iki katı oranında baskı uyguladığını ve onları kontrol altında tutmakta daha katı davrandığını ortaya çıkarıyor. Bu durumun ailele Ankara’da Bir Hafta Karar düşmanca, tarihe ve demokrasiye aykırıdır. Fransa söz konusu olduğunda utanç vericidir. Fransa’da tarihçiler ayaktadır: Orada 600 bilim insanı, meclisten geçen tasarıyı “felaket ve tahrik” olarak değerlendiriyordu. Ne yapmalıyız? Bizler, demokratik ve hukuksal düzeyde bir mücadeleyi sürdürmeliyiz. Bu arada, Profesör Erdoğan Teziç’in ayrıca Kâmran İnan’ın da jestini unutmayalım. Politikacı olduğu kadar saygın bir kültür adamı olan Hikmet Uluğbay da 18 Ekim günlü Cumhuriyet’te, şu önemli hatırlatmayı yapıyordu: “Bu tür yasaları çıkaran ülkelerin aydınlarının içinden, kısıtlanan düşüncelerini ifade özgürlüklerinin kavgasını vermek için ortaya çıkacak yeni Emile Zola’ları uzun süre beklemek zorunda kalmayacağımıza inanıyorum.” Bütün bunlar olurken, Orhan Pamuk da Nobel’i aldı. Ters bir zamanda bu oldu ve ödüle gölge düştü. Soranlara düşüncemi şöyle özetledim: Nobel’le, kuşkusuz ülkemizin edebiyatı bir onur kazanmıştır. Ama bu onuru kazandıran, keşke Yaşar Kemal olsaydı; geçmişte bir Nâzım Hikmet, bir Melih Cevdet olsaydı. Yaşadığımız yıllarda, bir Fazıl Hüsnü Dağlarca, Nobel’e üstelik bir değer de katardı... ? Bu yazıyı noktaladığım bir çarşamba gününde, basılması için gazeteye gönderirken, perşembe günü de Uğur Mumcu Merkezi’nde bir söyleşiye gidiyordum. Bir Cahit Talas’ı unutmak mümkün değil. 21 Ekim tarihi ise, her yıl bir yaramızın kanadığı gündür. Onunla, aynı zamanda bir Kemalist düşünürünü, Ahmet Taner Kışlalı’yı, faşist kurşunlar elimizden aldı. Ama niçin Kemalist düşünür katledildi? Anısı önünde derin saygılarla eğiliyorum, eğileceğiz... raştırmaya tabi tutulan 1522 yaş grubunun, töre baskısı ve cinayetlerinin en çok görüldüğü kesim olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. 17 kentteki 2 bin 406 kişi arasında yapıldığı belirtilen araştırma sonuçlarına göre aileleri en çok ‘‘yatıya kalma ve gece gezmeleri’’ endişelendiriyor. A rin çifte standardına mı, ‘‘erkekler daha az tehlikede’’ biçimindeki yanılgıya mı, toplumun gerçeklerine mi, çevresel baskıların daha çok kızları çembere almasına mı ya da kız çocuklarıyla ilgili genel endişelere mi dayandığı konusuna ise sosyologların yanıt araması gerekiyor. Araştırmaya göre aileler kız çocuklarını gece gezmelerinde yüzde 64, yatıya kalmalarda yüzde 62, eve dönüş saatlerinde yüzde 57, flört ilişkilerinde yüzde 47 ve giyim tarzında ise yüzde 37 oranında kontrol altında tutuyor. Araştırmanın ‘‘Aile içinde hangi konularda sorun çıkıyor’’ bölümü de ilginç sonuçlar veriyor. Bu konudaki sorulara verilen yanıtlar da ailelerin flört, giyim tarzı eve geliş saati gibi konularda da en çok sorunu kızlarıyla yaşadığını gösteriyor. Buna göre ailelerin yüzde 8.3’ü flört konusunda erkeklerle sorun yaşarken kızlarda bu oran yüzde 16’ya çıkıyor. Giyim tarzı konusunda da aileler erkek çocuklarıyla yüzde 8, kız çocuklarıyla da yüzde 13.3 oranında sıkıntıyla karşılaşıyor. Batılılaşma kıskacındaki Türk toplumu özellikle kız çocuklarına yönelik korumacılık duygusunu aslında geleneklerin yarattığı dayatmadan ve çevresel baskılardan alıyor. Ailelerin kız çocuklarına flört, gezme ve giyim konusunda erkeklere oranla daha çok baskı uygulaması da bunu gösteriyor. Aslında ‘‘erkek adamdır yapar’’ biçimindeki genel kanı, erkeğin aile dışındaki davranışlarında daha özgür kılındığını gösterse de kızlara yönelik ‘‘kadın kısmı mazbut olur’’ biçimindeki baskıyı da deşifre etmeye yetiyor. Televole kültürün yarattığı dejenerasyon, kapkaç, uyuşturucu gibi aslında yalnızca kızları değil, toplumun tamamını yoğun biçimde tehdit eden gerçeklerin, PİAR’ın bu araştırmasına verilen yanıtlarda da ciddi biçimde açığa çıktığı anlaşılıyor. Özellikle güvenlik konusuna kilitlenen yaşam koşulları, kız çocukları üzerinde korumacılık duygusunu daha da ön plana çıkarma gibi haklı bir gerekçe taşısa da, aslında ankete yanıt verenlerin tıpkı töre baskısının egemen olduğu Doğu’daki aileler gibi, ataerkil yapıdan esinlendiklerini de kanıtlıyor. Araştırma sonuçları göz önüne alındığında, ansiklopedilerde, ‘‘Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş, davranış ve yaşam biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü... Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimi’’ şeklinde tanımlanan törenin salt Batı’nın değil, toplumun tamamını etkilediğini ispatlamaya da yetiyor. Bu araştırmanın şifreleri dikkatle analiz edildiğinde, haklı ya da haksız gerekçelerle Doğu ya da Batı’da, ‘‘kontrol’’ ya da ‘‘baskı’’ adı altında, törenin toplumun çok büyük bölümünün bilinç altında paslanmış bir çivi gibi durduğunu kanıtlıyor. Aynı zamanda töre olgusunu salt, ‘‘cinayet’’ ya da ‘‘kadına şiddet’’diye algılayanlar da ciddi biçimde yanılıyor. S on haftayı Ankara’da geçirdim. Birkaç yıldır gidememiştim; o yüzden çok özlemiştim. Programım da yüklü oldu: Söyleşiler, kitap imza günleri, ziyaretler... Kafamda belirmiş ve yanıt aradığım kimi sorularda karşılıklara kavuştum. İyi ki geldim Ankara’ya... ? Ankara’ya gelişim, kentin başkent oluşunun 84. yıldönümüne rast geliyordu ve olay coşkuyla kutlanıyordu. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in olay vesilesiyle yayımladığı mesaj gerçekten önemlidir. Yurttaşların etkinliğe büyük ilgi göstermesi de dikkat çekicidir; Ankaralılar, olayın bilincindedir. AKP’yle beraber, Cumhuriyet’e, onun kurumlarına düşmanlık artık zirvededir; o kadar ki, Ankara’nın başkent oluşuna da karşılar. Kimi kurumları Ankara’dan İstanbul’a doğru taşıma gayretlerinin altında yatan kara niyet fark edilmez olur mu? Oysa Ankara ile Cumhuriyet iç içedir; tek bir olayın iki görünüşüdür. Cumhuriyet Ankara’da doğdu; hayatı da böyle sürecek. Yıldönümü vesilesiyle yapılan toplantıda, Turgut Özakman, başkentin İstanbul olmasını isteyenlere işaret ederek, “Buna yarım, hatta çeyrek teşebbüs etmeye kalkışan bile başını tarihin mantığının duvarına çarpar” diyordu. İlhan Selçuk da, bir başka gerçeğe değiniyordu: “Biz bugün Ankara’nın başkent oluşunun yıldönümünü kutlarken, aynı zamanda Ankara’yı tekrar başkent yapmanın mücadelesine girmek ve onu yönetmek durumundayız.” AnkaraCumhuriyet bütünlüğünü unutmayalım ve mücadeleye girişelim! ? Ankara’ya gelirken, Fransa’da olup bitenleri de öğrenmiştim: Ermeni soykırımı iddiasını tanımayanlara ceza öngören tasarı Fransız Meclisi’nden geçiyordu. YİMPAŞ’a bakanlık koruması AYKUT KÜÇÜKKAYA Almanya’nın 20 aydan bu yana ‘‘kırmızı bültenle’’ aradığı YİMPAŞ Holding Yönetim Kurulu Başkanı Dursun Uyar’ın ‘‘Türk emniyeti tarafından aranıp aranmadığı’’ sorusuna Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ardından Adalet Bakanlığı da ‘‘yanıt’’ vermedi. Bakanlık, başvuru EMNİYET DE YANITLAMAMIŞTI sahibinden kırmızı Emniyet Genel Müdürlüğü YİMPAŞ Holdbültenle aranan kiing Başkanı hakkındaki uluslararası tutukşinin vekâletnalama kararına yönelik soruları ‘‘özel haymesini istedi. Ematın gizliliği’’ gerekçesiyle yanıtlamamıştı. niyet Genel MüKonuya ilişkin haber 15 Ekim 2006 tarihli dürlüğü, YİMPAŞ Cumhuriyet gazetesinde yer almıştı. Holding Başkanı hakkındaki uluslararası tutuklama kararına yönelik soruları ‘‘özel hayatın gizliliği’’ gerekçesiyle yanıtlamamıştı. Adalet Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yanıt vermediği Dursun Uyar hakkındaki ‘‘uluslararası tutuklama kararı’’ Dışişleri Bakanlığı tarafından tam bir yıl önce TBMM’ye bildirilmişti. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında sorularına bakanlıktan da yanıt alamayan avukat Acun Papakçı, bakanlığın gerekçesine tepki göstererek ‘‘Bu gerekçeye göre Usame bin Ladin’in aranıp aranmadığının öğrenilmesi için bu kişinin vekâletinin istenmesi gerekecektir’’ dedi. BAKANLIĞIN YANITI Almanya’daki YİMPAŞ soruşturmasını yürüten Mannheim Savcılığı ‘‘8 Şubat 2005’’ tarihinde İslami holdingin en üst düzey yöneticisi Dursun Uyar hakkında ‘‘dolandırıcılık’’ ve ‘‘suçta asli fail olma’’ suçlamasıyla ‘‘uluslararası tutuklama kararı’’ çıkarttı. Alman Savcılığı’nın bu talebi Türkiye’nin Karlsruhe Başkonsolosluğu tarafından Dışişleri Bakanlığı’na iletildi. Dışişleri Bakanlığı ise ‘‘22 Kasım 2005’’ tarihinde Uyar hakkındaki uluslararası tutuklama kararını Meclis’e bildirdi. Dursun Uyar hakkında bu süre zarfında hiçbir işlem yapılmayınca avukat Papakçı, ‘‘23 Ağustos 2006’’ tarihinde Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında Adalet Bakanlığı’na başvurdu. Papakçı, ‘‘Dursun Uyar hakkında çıkartılan uluslararası tutuklama kararının bakanlığınıza gönderilip gönderilmediğini, gönderildiyse bu kararın ulaşma tarihini, bu tutuklama kararının halen geçerli olup olmadığını, Dursun Uyar’ın halen Türk Emniyeti tarafından aranıp aranmadığını’’ sordu. Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü ise şu yanıtı verdi: ‘‘Av. Acun Papakçı’ya ait başvuruda, Dursun Uyar hakkında çıkartılan uluslararası tutuklama kararı hakkında bilgi istenilmektedir. Dosyamız içinde başvuranın, hakkında bilgi istediği şahsın başvurana verdiği bir vekâletname bulunmadığından konuyla ilgili bilgi verilememiştir.’’ Papakçı, bu yanıt üzerine ‘‘3 Ekim 2006’’ tarihinde Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı Bilgi Edinme Bürosu Müdürü İbrahim Yetkin’e başvurarak bakanlıktan ikinci kez bilgi istedi. Üç kişiden biri işkenceden yana ÜLKEDE YAPILAN ARAŞTIRMAYA GÖRE YÜZDE ’LUK BİR KESİM KARŞI Dış Haberler Servisi BBC’nin yaptırdığı bir kamuoyu araştırması, dünya genelinde insanların neredeyse üçte birinin cezaevindeki kişilere belli koşullar altında işkence yapılmasını desteklediğini gösterdi. Araştırmaya göre halkın yüzde 59’u işkenceye karşı. Ankete katılanların yüzde 29’u , devletlerin belli koşullarda ve özellikle terörle mücadele söz konusu olduğunda işkence yapmasını desteklerken karşı olanlar masum insanları saldırıdan korumak için bilgi edinme amacıyla da olsa işkenceyi onaylamıyor. Türkiye’de ankete katılanların yüzde 62’si işkenceye karşı çıktı, yüzde 24’ü destekledi. İşkence uygulamalarına desteğin oranları özellikle üç ülkede; İsrail, ABD ve Hindistan’da yüksek görünüyor. İsrail’de araştırmaya katılanların yüzde 43’ü, ABD’de 36’sı, Hindistan’daysa 32’si “masum kişileri kurtaracak istihbaratı sağlayacaksa bir ölçüde” işkenceye başvurulmasından yana. İsrail’de iş Y eni yeni sosyalist oluyordum. A. Kadir’in “1938 Deniz Harp Okulu Olayları ve Nâzım Hikmet” kitabı çıkmıştı. Ankara’da aldığım bu kitabı şubat tatilinde Tarsus’a getirmiştim. Okuyordum. Annem gördü. “Oğlum bu tehlikeli, Nâzım Hikmet’in vatan haini olduğunu söylüyorlar” dedi. Vatan haini sözünü ilk ne zaman duymuştum hatırlamıyorum, belleğime bu kitap yüzünden kazınmıştı. Nâzım Hikmet vatan hainiydi. Onu öyle damgalamışlardı. Sovyetler Birliği’ne sığınmış, Türkiye aleyhine düşmanlık ediyordu. Türkiye’de söylenen buydu. O zamanın gazetelerini birçok kez taradım. Belleğime kazılıdır. İlericisi, muhafazakârı, Cumhuriyetçisi, Padişahçısı fark etmiyordu, hepsi Nâzım Hikmet’i hedef alan son derece sert haberler yapıyorlar, makaleler yazıyorlardı. 10 yıl önceydi, Yaşar Kemal’in Der Spiegel dergisinde Kürt sorunu üzerine bir açıklaması yayımlanmıştı. Yer yerinden oynadı. Yaşar Kemal de artık vatan hainiydi. Hakkında davalar açıldı, açıklamalar yapıldı. Bazı solcu arkadaşları onu terk ettiler. SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR ‘Vatan Haini’ Sözünün Tarihsel Serüveni tepkiler göstermiyor muydu? ??? Bütün bunları neden anımsatmak istiyorum. Her konuda düşman cephe yaratmak konusundaki alışkanlıklarımızın nedenleri üzerinde düşünüp duruyorum. Acaba bu tepkilerimizin, bu öfkelerimizin arkasında siyasi ve ideolojik kaygılar mı, yoksa geleneksel kültür mü daha çok rol oynuyor? Yani Nobel, Kıbrıs, AB, Kürt sorunu, Ermeni sorunu hepsi bahane mi? Biz birbirimizle kavga etmek için bahane mi arıyoruz? Birbirimize başarıyı haram etmekten zevk mi alıyoruz? Türk Milli Futbol Takımı Dünya Üçüncüsü olduğunun ertesi günü Şenol Güneş’i topa tutmamış mıydık? Tarihimizi bu açıdan araştırmakta yarar var diye düşünüyorum. Başarıdan, muhalefetten hoşlanmayan Aleyhine gazetelere demeçler verdiler. Ona yapılan suçlamalar arasında öne sürülenlerden birisi de şuydu: Nobel almak için bunları gündeme getiriyor. O günlerin gazete açıklamaları arşivimde duruyor. Kimin ne dediğini de biliyorum. Onlar da kendilerini biliyorlar. ??? Belleğimiz zayıftır. Çabuk unutur, çabuk vazgeçeriz. Ancak arşivler unutmaz. Üstelik şimdi bilgisayar çağındayız. Kimin ne dediğini bulmak için günlerce kütüphanelerde dolaşmak gerekmiyor. Bilgisayarın tuşlarından internetten geçmişe kolayca yolculuk yapabiliyoruz. Yaşar Kemal Nobel’i alsaydı, acaba nasıl bir tablo ortaya çıkardı diye düşünmeden edemiyorum. Yaşar Kemal’in Nobel adayı olduğu yıllarda ona karşı da malum cephe geleneklerimiz neden bu kadar güçlü? Her halk büyük ölçüde kuvvetten korkar ve etkilenir. Kuvvet siyasi mücadelede her zaman etkili bir silahtır. Bu nedenle biz güçlüden yana oluruz diyerek kendimize özel suçlamalar yapmamız doğru olmayabilir. Fakat şunu kabul edelim ki, uluslararası başarıları hazmetmek kolay değil. Hele Nobel gibi bir ödülü hazmetmek hiç kolay değil. Nâzım Hikmet’in dünya çapındaki büyük başarısını hazmedebildik mi? Yaşar Kemal’in büyük romancılığını içimize sindirebildik mi? ??? “Vatan haini” sözcüğünün ülkemizdeki tarihsel seyrini izlemekte de sayısız faydalar olduğunu düşünüyorum. Yazılı belgelere bakarak on yıllar boyunca kimlere neden vatan haini denildi, hatırlamakta araştırmakta yarar var. Belki bir üniversite kürsüsü böyle bir araştırmaya girişebilir. Toplumsal kültür kodlarımızı belki bu “vatan haini” sözcüklerinin tarihsel seyrini izleyerek bulabiliriz. Ne dersiniz? oralcalislar?cumhuriyet.com.tr kencenin yasaklanması gerektiğini düşünenler de yüzde 48’i buluyor. İşkenceye en büyük muhalefetse Batı Avrupa, Avustralya ve Kanada’dan geldi. Araştırma Şirketi Globescan ve Maryland Üniversitesi’ne bağlı Uluslararası Politika Tutumları Programı’nca yapılan araştırmaya 25 ülkeden 27 bin kişi katıldı. FRANSA’YA TEPKİ Kamran İnan da nişanı iade etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in ardından eski bakanlardan Kamran İnan da ‘‘Legion d’Honneur’’ nişanını Fransa’ya iade etti. Edinilen bilgiye göre İnan, Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand tarafından kendisine verilen nişanı, ekinde bir mektupla Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği’ne iletti. İnan mektubunda, ‘‘Fransız Parlamentosu’nun ve hükümetinin memleketime karşı aldığı düşmanca kararlardan sonra, daha önce Cumhurbaşkanınız François Mitterrand’ın bana verdiği Legion d’Honneur nişanını muhafaza edemeyeceğimden ilişikte size iade ediyorum’’ dedi.