08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 UZUN YILLARDIR SÜREN BİRLEŞME ÇABALARI AKP’YE KARŞI CİDDİYET ARTIŞI İÇİNDE GÖRÜNÜYOR C dizi EKİM CUMA Solda alternatif arayışları C H P ’ L İ OĞUZ O Y A N ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Sarı devrim’ hevesleri Genel Sekreter CHP Yardımcısı, İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, arayışların ideolojik arka planını değerlendirirken ‘‘neoliberal ideolojinin Batı’da, sosyal demokrat partileri kuşatma ve sistem içi hareketlere dönüştürme misyonunu büyük ölçüde sonuçlandırdığını’’ vurguladı. Oyan, ‘‘Sol hareketler, sınıf temelli bir eksenden insan hakları/yoksulluk/yolsuzluk gibi sistemi rahatsız etmeyen hatta mikro milliyetçilikleri kışkırtmak ve sistemin sorgulanmasını gündem dışına atmak bakımından işine gelebilen mücadele alanlarına sıkıştırıldı’’ dedi. Oyan sözlerini şöyle sürdürdü:‘‘Türkiye’de solun büyük bölümünün dayandığı Kemalist bağımsızlıkçı gelenek, neoliberal virüsün dokulara tam olarak nüfuzunu ve ulus devleti reddeden teslimiyetçi savrulmaları engelledi. Buna rağmen, sosyal demokrasiyi bölme ve iktidar gibi ana muhalefeti de dıştan şekillendirme çabaları, ‘sarı devrim’ hevesleri son bulmadı. Kişisel hesaplarını öne alanların sorumsuzluğu da bunu kolaylaştırdı. Bu bağlamda, ‘10 Aralık’ adı verilen hareketin Papermoon buluşmasına varması şaşırtıcı değil; ama hüzün verici. Bütün bunlar Türkiye’de sosyal demokrat kitlelerin büyük bir sağduyuya sahip olduğu gerçeğini pekiştirdi; sosyal demokrat hareketi bölerek, Kemalizmi aşındırarak solun geliştirilemeyeceğinin bilincinde olduğunu bir kez daha gösterdi.’’ Oyan, merkez sağa yönelik açılımlara dönük eleştirilere de şu karşılığı verdi: ‘‘Solu büyütmeyi istemekle sağ seçmenin oylarını çekmeyi istememek çelişkilidir. Çünkü Türkiye’de sağ hep ağırlıklı olmuş, üstelik 1980 sonrasında bu ağırlık daha da artmış ve 1990 sonrasında milliyetçi ve dinci sağ, merkez sağ aleyhine büyümüştür. Bu arada, sandığa gitmediği ve büyük bölümünün sol oylar olduğu iddia edilen yaklaşık 9 milyon seçmenin büyük bölümü de mükerrer veya yanlış kayıtlardır. Bu nedenle, sandığa gitmediği varsayılan seçmenlere bağlı olarak yapılan değerlendirmeler de sosyal demokrasiyi kolaycılığa sürükleyen veya iç muhalefet malzemesi yapılan, spekülatif bir konudur. Solun oy kaybını sadece tüm sol oyların sandığa çekilememesine bağlamak, havanda su dövmektir.’’ osyal demokratdemokratik sol çevrelerde uzun yılların bitmeyen bütünleşme, birleşme arayışları yeniden gündemin ilk sıralarına taşınmaya başladı. Projelerin, formüllerin, arayışların merkezinde CHP var. CHP’den umudunu kesenlerse ‘‘CHP’siz’’ formüller peşinde. S T ürkiye, 2007 yılında çok önemli siyasal kavşak noktalarından geçecek. İlkbaharda cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak, sonbaharda da seçim var. Bu önemli dönüm noktaları, ‘‘ülkeyi AKP’den kurtarma’’ ‘‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasını önleme’’ gibi hedefleri olan siyasal partilere, gruplara büyük sorumluluklar yüklüyor. Bu hedeflerin ağırlığı; sosyal demokratdemokratik sol çevrelerde uzun yılların bitmeyen bütünleşme, birleşme arayışlarını yeniden gündemin ilk sıralarına taşımaya başladı. Projelerin, formüllerin, arayışların merkezinde CHP var. CHP’den umudunu kesenlerse ‘‘CHP’siz’’ formüller peşinde. 9 Eylül günü 83. yaşını kutlayan CHP, merkez solun şu anda parlamentoda temsil edilen en güçlü temsilcisi. Artık CHP’de parti içi muhalefetin bir etkinliği yok. CHP’nin ‘‘içi’’ tarihinde görülmemiş ölçüde suskun görünüyor. Elbette, altta bir kaynama var; ancak bu partinin yönetimine, grubuna, dışa dönük söylemine yansıyan düzeyde değil. CHP lideri Deniz Baykal, bu ortamda kendini rahat hissediyor ve artık ‘‘içe dönük’’ değil, ‘‘dışa dönük’’ mücadele verdiklerinin altını çiziyor. Baykal, ittifak isteklerine ‘‘İttifak olmaz, CHP’ye katılın’’ çağrısıyla yanıt veriyor. Baykal, Rahşan Ecevit’in ‘‘sağlı, sollu ittifak’’ turu için kendisine geldiği gün grup toplantısında yaptığı konuşmada bu konuda net tavrını ortaya koydu: BAYKAL: ÇATI, HÜLLE, İTTİFAK ARAMIYORUZ ‘‘Faaliyet, temas, kulis ve ziyaretler aldı başını gidiyor. Herkes heyecan içinde. Kimse CHP’nin konumunu, bu son dakika heyecanlanmalarıyla karıştırmasın. Türkiye, seçim konjonktürüne girince, ‘Bu işin sonuna doğru geldik, AKP’nin suyu ısınmaya başladı, acaba ne yapıp biz de bir yerinden devreye gireriz’ heyecanı içine girmiş olanların çabalarıyla, CHP’nin yıllardır sürdürdüğü bu mücadeleyi kimse karıştırmasın. Türkiye’de yanlış noktalara sürüklenmiş insanlar şimdi siyasi rol oynamak istiyor. O rolü oynamanın zemini, kanalı, partisi ortada yok. Yapay çözümlerle Türkiye’nin sorunlarının çözümü mümkün değil. Bizim, dedikodu ve kulisle ilgimiz yok. Partilere yönelik çağrılar peşinde değiliz. Bizim çabamızın muhatabı siyasi parti ve siyasi kurumlar değil, millet, halk, toplum ve vatandaştır. Kulisle, kapalı kapılar arkasında anlaşmalarla, hülle, ittifak projeleriyle meşgul değiliz.’’ Baykal, aynı konuşmada ‘‘Bu mücadeleyi nerede vereceğiz sorunu, bir çatı sorunu yok. Biz CHP içinde veriyoruz bu mücadeleyi. Ne çatı, ne hülle, ne ittifak arayışımız var’’ mesajı da veriyordu. Baykal, DSP yönetimine ve programına yönelik olumlu ifadeler kullansa da, sonuçta ‘‘CHP’ye katılsınlar’’ dediği için buradan somut bir sonuç çıkmayacağı net olarak ortaya çıktı. Ancak, yine de seçim atmosferine girildiğinde başta CHPDSP işbirliği formülleri olmak üzere bir dizi yeni formülün yeniden ısıtılacağı kulislerde dile getiriliyor. Son günlerde, CHP’nin ‘‘yıpranmamış, yönetimden veto yememiş’’ bazı isimlere kapılarını açabileceği haberleri de kulislerde yaygınlaştı. CHP lideri Deniz Baykal, konuşmalarında merkez sağa da mesajlar verdi. Sağ seçmene ‘‘Bu kez CHP’ye oy verin’’ diye seslenen Baykal’ı bazı yurt gezilerinde MHP, DYP, Anavatan örgütlerinin karşılaması dikkati çekti. Baykal, bundan duyduğu memnuniyeti ‘‘Bu, siyasi sahiplenme, hedef gösterme, sorumluluk yükleme anlamını taşıyor. Parti tabanlarında yeni dayanışma arayışları ortaya çıkıyor. Çağrımız yankı buldu’’ sözleriyle dile getirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Özyürek, bütünleşme arayışlarıyla ilgili sorularımızı ya nıtlarken ‘‘AKP’den kurtulma’’ çabasının ‘‘yakıcı’’ bir sorun olarak toplumun önüne çıkmasının önemini vurguladı: ‘‘İnsanlar hemen bu iktidardan kurtulacak formüller aramaya başladı. Sağda, solda arayışlar dikkati çekti. Ancak bu arayışların AKP karşıtlığı dışında ideolojik bir tarafı yoktu. Bunların olmayacağı görüldü, şimdi herkes daha gerçekçi düşünmeye başladı. Sadece AKP karşıtlığından bir parti çıkması mümkün değildir.’’ Özyürek, 10 Aralık Hareketi’nin arayışlarını değerlendirirken ‘‘solda birlik, diye yola çıkanların CHP’yi parçalamaya çalıştığını’’ söyledi. Özyürek, ‘‘Aralarında da görüş birliği yok. Birisi kalkıp, neoliberal bir yaklaşımla konuşuyor, tarımda desteklemeye karşı çıkıyor, özelleştirmeden yana. Sendikacılar buna tepki gösteriyor. Bazı profesyonel tipler var, kendilerine yer arıyorlar. Çeşitli nedenlerle CHP dışında kaldılar. Solda CHP dışında bir şey yapılması mümkün değil. CHP ana gövde. Kimseyi dışlamıyoruz, CHP’nin programını, ilkelerini benimseyenler parti içinde yer alabilir’’ dedi. Geçerli hukuk sistemine göre, ittifakın mümkün olmadığını, ‘‘iltihak’’ dışında bir formül bulunmadığını vurgulayan Özyürek sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Bazıları, DSP’nin parası var, diyor. Siyasette kendine yer arayanların bir partiye katılımı solda birlik anlamına gelmez. Seçime giderken ciddi bir kamplaşma var. AKP büyük tehlike. Bunun karşısında CHP’nin etrafında birlik sağlanmalı. DSP’nin çizgi olarak bir eksiği yoktur. Ancak toplumda etkinliği olan, köklü bir parti olması nedeniyle CHP etrafında toplanılması daha doğrudur. Laik, demokratik Cumhuriyete inanan insanların hepsi sosyal demokrat, solcu değildir. Gövde CHP’dir. Gelin, CHP etrafında birleşelim. CHP etrafında bir çağdaş çoğunluk yaratalım. Bu kavram, Mitterrand’ın söylemidir. Sadece sosyalistlerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçilemezdi.’’ CHP lideri Baykal’ın merkez sağa dönük mesajları ve son dönemde söyleminde öne çıkan ulusalcı vurgular ‘‘çizgi’’ tartışmalarını da beraberinde getirdi. CHP’nin 6 okundan ‘‘milliyetçilik’’ okunun son dönemde çok öne çıktığı, birçok noktada MHP ile aynı çizgide davranıldığı eleştirileri gündeme getirildi. Özyürek, bu eleştirilere de şu yanıtı verdi: ‘‘Bizim programımızdan bir şikâyetimiz yok. Ülkenin şartları içinde bazen, bazı ilkeler daha öne çıkar. AKP’nin ulusal çıkarları dışlayan, AB ile ilişkilerde son derece teslimiyetçi, tavizkâr davranışları, AB ile ilişkilerde dayatmaları kabul eden davranışları toplumda ciddi tepkilere neden oldu. Biz Atatürk milliyetçisiyiz. Biz ırkçılığı reddediyoruz. Atatürk milliyetçiliğinin sosyalizmle, sosyal demokrasiyle çelişen bir yanı yoktur.’’ Nobel’in Ekonomisi Ekonominin Nobel’i N DSP GENEL BAŞKANI ZEKİ SEZER SOLDA BİRLİK İÇİN FORMÜLÜN NET BİR BİÇİMDE ORTADA OLDUĞUNU SÖYLEDİ ‘CHP açık olsun yöntem bulunur’ son dönemde soldaki arayışların önemli bir adDSP, resi durumuna geldi. CHP’nin ittifak arayışlarına kapıları kapatması ve özellikle de DSP’nin kasasındaki 80 trilyon lira, partiyi bazı arayışların ‘‘cazibe merkezi’’ne dönüştürdü. Son günlerde parti kurmaktan vazgeçen 10 Aralık Hareketi de DSP ile sıcak temas içine girdi. DSPSHP10 Aralık Hareketi ve ÖDP işbirliğini sağlamaya dönük arayışlara hız verildi. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ve Sosyaldemokrasi Derneği Genel Başkanı Erol Tuncer’le görüşmeler yaptı. Sezer’in eski Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan ile de görüştüğü öğrenildi. CHP İstanbul Milletvekili Bülent Tanla, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ve DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’nin ‘‘Papermoon yemeği’’ de basına yansıdı. Kulislerde, ‘‘DSP çatısı altında bütünleşilsin. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ya da Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen başbakan adayı olsun’’ benzeri formüller konuşulmaya başlandı. Bu arayışlar içerisinde Hikmet Çetin’in adı da sık anılmaya başlandı. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, Zeki Sezer Ecevitler’in ardından DSP’nin genel başkanlığını devraldı. önümüzdeki süreçte ‘‘sola çok iş düştüğünü, işbirliğine, güçbirliğine açık olmak gerektiğini’’ vurgularken, bazı yaklaşımlara duyduğu tepkiyi de gizlemedi: ‘‘İşbirliği, güçbirliği, uzlaşı arayışının dışında kalanların bunun altında kalacağını bilmesi gerekiyor. DSP’nin parası var, örgütü var, sadece genel başkanında iş yok, onun yerine de ayrı bir başbakan adayı çıkarırız, diyorlar. Böyle yorumlar yapılıyor. Paranın gündeme getirilmesi çok çirkin.’’ Zeki Sezer ‘‘duyarlı’’ kesimlerin etkin güçbirliğinin öneminin altını çizerken, ‘‘CHP’li’’ formülleri dışlamıyor. Ancak CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ‘‘ittifak değil, iltihak’’ yaklaşımını eleştiriyor: SEZER: BİRİLERİNİ YUTMAK İÇİN DEĞİIL... ‘‘İki önemli kurum var, DSP ve CHP. CHP’nin muhalefeti sevdiği belli, umarız bundan vazgeçer. O zaman olumlu adımlar atılabilir. CHP’nin şu anda buna açık olmadığı görülüyor. Baykal, DSP’nin kadroları vatansever, genel başkanı fena değil, bize gelsinler, dedi. Bunu söylemek, bu iş olmasın, demek. Yani, bildiğimiz Baykal. Öncelikle iyi niyetli olmak, işbirliğine açık olmak gerekir. O zaman bir günde yöntem bulunur. Benim kafamda bir yöntem var. Bunu şimdi söylemek olası güçbirliğinin engeli gibi görülebilir. Ama iyi niyetle, varız desinler, bir günde formül bulunur. Birkaç yöntem var, oturulur konuşulur. Birilerini yutmak, yemek amacıyla değil, Türkiye’yi AKP’den kurtarmak amacıyla masaya oturulursa aynı gün yöntem bulunur.’’Sezer, CHPDSP işbirliğinin ‘‘kartopu’’ örneğinde olduğu gibi iktidar yolunu açacağı görüşünde: ‘‘Kimseyle çatışmaya girmek istemiyorum, psikolojik engeller çıkarmak istemiyorum. Ama işbirliğinin hukuki altyapısı yok, demek, AKP ile ikili götürüyorum, AKP tehlikesini millete dayatırım, ben de karşısında olurum, muhalefette günümü gün ederim, demek. Eğer böyle düşünüyorsa Baykal yanılıyor. Eğer bütünleşilirse sol direkt iktidar olur. Bunları sadece sayı olarak, DSP ve CHP’nin oyunu toplamak olarak görmemek gerekir. Bu bütünleşme bir umut yaratır, kartopu yaratır. Ben umutluyum, umudu olmayan siyaset yapmaz.’’ Zeki Sezer, 10 Aralık Hareketi ile yürütülen temaslarla ilgili sorularımız üzerine de ‘‘Toplumun bütün kesimleriyle, köylülerle, işçilerle, kadınlarla, o arada belli çalışmaları yapan entelektüel kesimlerle, kendilerini ‘10 Aralık Hareketi’ diye adlandıranların temsilcileriyle de memleket sorunları üzerinde konuşmalarımız oluyor’’ demekle yetindi. Sezer, ‘‘ilk seçimde solun birinci partisi olacaklarını’’ vurgularken, önümüzdeki süreçte partilerine katılımlar olacağını söyledi. Sezer, ‘‘Kökleri sağlam, ama yenileşmede de birinci parti biziz. Vitrine çıkarılacak yeni arkadaşlarımız olabilir. Milletvekili de olabilir. Ancak özellikle milletvekili transferi gibi bir çaba içinde değiliz’’ diye konuştu. obel ödülleri, 1901’den sonra, her yıl, bilim, yazın ve barış alanında olağanüstü katkı yapan kişi ya da kişilere veriliyor. Ödül, fizik, kimya, fizyoloji ya da tıp dallarında ‘‘önemli buluşları’’ olanlara; yazın ya da edebiyat alanında, ‘‘bir düşünce içeren en seçkin’’ ürünün sahibi olan yazara veriliyor. ‘‘Uluslar arasında barışı güçlendiren, orduların azaltılmasına çalışan ya da barış toplantıları düzenleyen’’ kişi ya da kuruluşlara barış ödülü verilirken; 1969’dan sonra da ekonomi bilimine yapılan bir ‘‘seçkin katkıya’’ verilmeye başlandı. Nobel’in kalıtı olan ve o günün parasıyla 9.2 milyon dolar olan paranın ‘‘faizi’’ ile İsveç Merkez Bankası’nın katkısından oluşan tutarın büyüklüğü bir yana, Nobel ödülleri, ayrıca büyük bir ekonomik güç kaynağı oluşturuyor. Temel bilimlerde yarattığı ‘‘yarışmacı ortam’’ büyük parasal ve insan kaynaklarını çekiyor ve karşılığında, yeni bilimsel buluşlarla çok daha büyük kaynaklar yaratıyor; olağanüstü ekonomik getiri sağlıyor. Edebiyat ödülü alan yazar, uluslararası alanda çok geniş kitlelere ulaşıyor. Barış ödülünün ne kadar başarılı olduğu tartışılabilirse de geniş kitlelerin düşüncesinde barışın yerleşmesine ve kaynakların barışçı amaçlara ayrılmasına yardımcı olduğu da bir gerçektir. Ekonominin, bilimin ve siyasetin iç içe geçtiği ödüller, neredeyse sürekli olarak ve şu ya da bu nedenle tartışmalıdır. ??? Nobel ödülü, ülkemizde, arada bir, 1930’lu yıllarda Yunanistan Başbakanı Venizelos’un 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal’i ‘‘barış’’ ödülüne aday göstermesinden söz edildiğinde gündeme gelirdi. Yaklaşık son otuz yıl boyunca özellikle dilimizi kusursuz kullanan çok değerli yazar Yaşar Kemal’in Edebiyat Ödülü’nü alacağı yönündeki beklentilerini, toplum, yoğun olarak yaşadı. Son yıllarda da Orhan Pamuk’un adı gündemdeydi ve ödülü Pamuk aldı. Pamuk’un kimi sözleri kamuoyunda tartışılsa da, asıl kalıcı olan Nobel ödülünü almış olmasıdır. Ödül, ‘‘Türkçe yazın’’ alanındaki geçmiş birikimlerin ve üretimlerin de bir uzantısı ya da sonucu olarak algılanmalıdır. Türkiye’nin en temel sorunu, fizik, kimya ve tıp alanlarında Nobel ödülü alınmasını sağlayacak bir oluşumun altyapısının kurulmasıdır. UNESCO bulgularına göre Türkiye’nin 19922002 on yılında uluslararası alanda alıntılanan bilimsel makalelerin sayısının hızla artmış olması, gelecek için umut verici ise de; son yıllarda özellikle ortaöğretimde yaşanmakta olan gerileme aynı ölçüde çok kaygı vericidir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın her geçen gün bilimsellikten uzaklaştığı düşünülürse bu kaygı, yerini korkuya bırakır. ??? Soğuk Savaş yıllarında verilmeye başlanan Ekonomi Ödülü’nün, özellikle kapitalizmin sözcülüğünü yapan iktisatçılara verildiği yönünde yoğun eleştiriler yapılmıştır. En bilinen örnek, ‘‘hak etmesine karşın solcu olduğu için’’ ödül verilmediği öne sürülen İngiliz ekonomistlerinden Joan Robinson’dur. Robinson, K. Marx’ın ekonomi bilimine katkılarını eleştirel, ancak, nesnel olarak ele almasını bilmiş; İngiliz ekonomi politiğini de, başta, D. Ricardo’nun uluslararası ticarette ülkelerin uzmanlaşmasının küresel refahı artıracağını öngören ünlü karşılaştırmalı üstünlük kuramı olmak üzere, gerektiğinde yerden yere vurmuştur. Bu yıl Ekonomi Ödülü’nü alan Edmund S. Phelps, işsizlik ve enflasyon ilişkileri üzerindeki çözümlemeleriyle biliniyor. Phelps, ödül almasından bir gün sonra (10 Ekim) Wall Street Journal’de yazdığı ‘‘Kapitalizmin Dehası’’ başlıklı yazıda, kapitalist istemin asıl dehasının ondaki ‘‘dinamizm’’ olduğunu vurguluyor. Kapitalizmin dinamizmini, ekonomik getirisi olan teknolojik yeniliklerin ‘‘bulunması ve uygulanması’’; yarışmacı ve yenilerin ‘‘girişine açık’’ olmasına bağlıyor. Verimliliğin artışının ‘‘en alttakilerin’’ durumunu da iyileştireceğini ve böylelikle ‘‘ekonomik adaletin’’ sağlanabileceğini öne sürüyor. ABD ve Avrupa kapitalizmlerini karşılaştırıyor ve ABD kapitalizmini, değişime, rekabete, yeni girişlere ve teknolojik yeniliklere göreli olarak daha açık ve bu nedenle de üstün buluyor. Nobel ödülleri asıl gücünü güncel tartışmalardan çok, yeniliğin, değişimin, üretimin, barışın ve hoşgörünün güçlenmesine yaptıkları katkılardan alıyor. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle