08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 ABD VE RUSYA’NIN SAĞLAYACAĞI OLANAKLARA EŞİT MESAFEDE C E strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM EKİM CUMA Almanya yön arayışında ALİ KÜLEBİ kim ayı başında ülkemizi ziyaret eden Federal Alman Şansölyesi Angela Merkel, çok açık bir şekilde Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye hangi açıdan baktığını dile getirdi. Almanya’nın Ocak 2007’de başlayacak Avrupa Konseyi’ne başkanlık döneminde özelikle Rusya ile daha derin ilişkilere girmesi bekleniyor. AB’nin ABD ile ilişkilerini eskiye göre her bakımdan daha ileri götürmek istediği bilinen Almanya Şansölyesi’nin bu doğrultuda ABD’nin İran ve Ortadoğu politikalarını onaylayan adımlar attığı bir gerçek ise de, Avrupa ve özellikle Alman ekonomisini bekleyen sıkıntılar Rusya’nın da bir kenara itilmemesi gerektiğini ortaya çıkarıyor. OY ORANLARI DÜŞTÜ ki dar boğazların yanı sıra dış dünyadaki ekonomik gelişmeler de Alman siyasetini etkilemektedir. Dünya ekonomilerinde son yıllarda Güney ve Doğu Asya ülkeleri lehine gerçekleşen köklü değişiklikler hep batı ekonomilerinin ve özellikle Almanya’nın aleyhine oluşmuştur. 1973 yılında 212 milyon nüfuslu ABD 3,5 trilyon dolar, 358 milyon nüfuslu Batı Avrupa 4,1 trilyon dolarlık Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) yaratmışken, 880 milyon nüfuslu Çin 740 milyar dolar, 590 milyon nüfuslu Hindistan 495 milyar dolarlık bir GSMH yaratmışlardı. 2005 yılında 297 milyon nüfusa erişen ABD’nin GSMH’sı 12,3 trilyon dolara, 397 milyon nüfusa sahip Batı Avrupa’nın GSMH’si 11,8 trilyon dolara ulaşırken, nüfusu 1,3 milyara erişen Çin’in GSMH’sı 9,5 trilyona ve nüfusu 1,08 milyar olduğu zannedilen Hindistan’ın GSMH’sı da 3,6 trilyon dolara erişmiştir. Bu rakamlara bakarak Çin ve Hindistan’ın hızlı bir atılım yolunda olduklarını söylemek mümkündür. Nitekim Çin’in 2050 yılında 1,4 milyonluk nüfusla GSMH’sını 44,5 trilyon dolara çıkaracak olması, aynı yıllarda 35 trilyon dolarlık bir GSMH’ya sahip olacak ABD ve 18,8 trilyon doları yakalayacak Batı Avrupa’yı geçeceği söylenmektedir. Hindistan’ın bile 2050’de 27,8 trilyonluk bir GSMH ile Avrupa’nın önüne geçeceği ve dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olacağı da iddia edilmektedir. AB’NİN GRİ GELECEĞİ Son yıllarda petrol fiyatlarının artmasıyla ekonomisini özellikle 1999 yılından itibaren toparlamaya başlayan Rusya 2000 yılında yüzde 10’luk bir kalkınma hızını yakalamış ve bunu 2006’ya kadar yüzde 5–6,5 arasında tutmayı başarmıştır. 1998 yılında 27,9 milyar dolarlık petrol ve doğalgaz ihraç eden Rusya Federasyonu 2005 yılında bu rakamı 148 milyar dolara yükseltmiştir. Halen 1,6 trilyon dolarlık bir GSMH’ya sahip olan Rusya’nın bunu 2050’lerde, siyasi ve ekonomik yapısında büyük değişiklikler olmazsa Japonya’nın seviyesine yakın bir düzeye, 5,9 trilyon dolara eriştireceği tahmin edilmektedir. Rakamlar, Türkiye’ye AB yolunda türlü zorluklar çıkaran AB ülkelerini hiç de iyi bir geleceğin beklemediğini ortaya koyuyor. Ekonomistlerce her vesileyle dile getirilen AB’nin gri geleceği, yaşlanan nüfusu, artan maliyet koşulları ve enerji yoksunluğu ile belirlenecek. Günümüzde bile başta Almanya olmak üzere birçok ileri düzeyde endüstrileşmiş AB ülkesi şimdiki üretim ve ihracatlarını çoğu zaman ve özellikle Çin’e karşı bir bedel ödeyerek gerçekleştirebilmektedirler. Yılların birikimi olan teknolojik gelişme ve buluşların özellikle yapılacak işlerin ihalelerinin alınabilmesi ve fabrikalar kurulması karşılığında Çin’e adeta hediye edilmesi söz konusudur. Vasıflı çelik, büyük kapasiteli bilgisayar çipleri, otomobil motorları ve manyetik rayda çalışan tren teknolojileri Çin’de yapılacak işler ve elde edilecek bir seferlik karlar için ya Çin’li mühendislere öğretilmekte veya Çinlilerin bunları kopya etmesine ses çıkarılamamaktadır. Bu konuda en büyük tavizi ise işsizliğe, artan sosyal harcamalara, düşen kalkınma hızına çare bulmak isteyen Almanya’nın verdiği bilinmektedir. SIKIŞAN ALMANYA Avrupa’nın enerji konusundaki sıkıntılarını sezen ve Rusya ile enerji tedariki konusunda, birçok AB ülkesini tedirgin edecek şekilde anlaşmalar yapan hatta Rus Gazprom şirketine Şansölyelikten ayrıldıktan sonra yönetim kurulu üyesi olarak kendisini monte eden Gerhard Schröder’in Avrupa için yaptığı "ufukta gözüken enerji darboğazı" tespiti doğruydu. ABD ile birçok konuda ters düşen ve AlmanyaFransa ekseni ağırlıklı bir dış politika izleyen ve bu eksene Almanya’nın ekonomik çıkarlarını düşünerek Rusya Federasyonu’nu da eklemeye çalışan Schröder’den sonra, kurulan koalisyon hükümetinin başındaki Angela Merkel ise öncelikle ve hızla ABD’ye yanaşmayı tercih etti. Bu politikasıyla beraber Türkiye’nin bile ABABD ilişkilerindeki hareket alanını daraltmış olan Merkel’in Rusya’yı da rahatsız ettiği açıktır. Son zamanlarda, ABD ile ilişkileri gerginleşen Putin Rusya’sının enerji konusunda Rusya ve Orta Asya kaynaklarını Çin’e kaptırmamak isteyen Alman hükümetiyle bir yakınlaşma içinde olduğunu söylemek mümkün ise de bu yakınlaşmanın yollarının engebeli ve çukurlarla dolu olduğunu da burada belirtmekte yarar vardır. Bir kere ABD yanlısı geleneksel Hıristiyan Demokrat dış politikasını benimsemiş olan Merkel’in koalisyon ortağı olan Sosyal Demokratların dış politikadaki etkinliklerinin belirgin olmaması bir tarafa beklenenden daha güçlü bir şekilde yönetime sarılan Merkel’e karşı da etkinlikleri zayıftır. ABD ile olan ilişkilerini Rusya’ya göre daha ileri taşıyacağını işbaşına geldikten hemen sonra belli etmiş olan Merkel, süreç içinde de buna uygun davranmıştır. YÜKSEK DÖVİZ REZERVLERİ Ancak, az bir farkla koalisyonun başına geçme şansını yakalamış olan Merkel’in Almanya’nın çıkarlarını ABD uğruna tamamen göz ardı edemeyeceği de ortadadır. Bu çıkarların başında yukarıda sözünü ettiğimiz Rusya’nın, 2050’lerde sağlıklı bir gelişmeyle Japon ekonomisine yakın bir güce erişeceği olgusu da vardır. Çünkü bugün döviz rezervlerini 250 milyar dolar dolaylarına yükseltmiş olan Rusya Federasyonu’nun Almanya’da bir milyar dolar düzeyinde olan ve hızla artma eğilimi gösteren bir yatırımı mevcuttur. Buna karşın Almanya da Rusya’da yaklaşık 3,5 milyar dolarlık bir yatırımla bu ülkenin kalkınmasında özellikle yüksek teknoloji sağlama açısından etkin bir rol alma konumundadır. Bu günlerde giderek güçlenen Rus firmalarının Rusya’nın yüksek döviz rezervleri sayesinde Almanya’nın önde gelen ileri teknoloji firmalarına yatırım yapma ve hisse alma istekleri yoğunlaşmaktadır. Bu bağlamda, Rus devlet firması Wneschtorgbank’in Airbus’ları üreten Avrupa Havacılık ve Uzay Kuruluşu EADS’ın yüzde 5’lik hissesini almış olması ve bu hisseyi arttırma konusundaki arzusu ve yine başka önemli Rus firmalarının Alman elektrik üretim ve otomobil firmalarıyla ilgilendikleri de değinilmesi gereken hususlardır. “Demokrat Parti” büyümesinin büyük etkisi var. Buna karşılık halen Başbakanlık görevini sürdüren YDP partisi başkanı Kostas Karamanlis tam bir Yunanlı. Halkın duymak istediklerini (yüksek sesle) yerine getirdiği gibi, onlara yakın davranışlar sergilemesi seçimleri kazanmasına yetiyor. ??? Her zaman olduğu gibi bu defa da seçim çalışmalarını yakından izlemeye çalıştım. Özellikle oturduğum Paleo Faliron semtindeki adayların propaganda çalışmaları ilgimi çekti. Atina’nın denize açılan kapısı olarak bilinen bu semti İstanbullu Rumlar kurmuş. Toplam 120 bin nüfuslu semtte yaklaşık 80 bin İstanbullu Rum’un yaşadığı belirtiliyor. Geçtiğimiz gün bu semtin PASOK’tan (Pan Helenik Sosyalist Partisi) belediye başkan adayı olan İstanbullu Rum dostumla karşılaştım. Seçimleri kaybetti ama üzüntüsü bunun için değildi. “Demokrat Parti” diye söze başladı: “Bizimkiler, yani İstanbullu Rumlar hala kendilerini 1950’li yılların Türkiye’sinde zannediyorlar. Özellikle yaşlı kesimin Türkiye’de yaşarken demokrat partili olması onların buradaki seçimini de etkiliyor. İktidardaki Yeni Demokrasi Partisi’nin içinde Demokrasi kelimesinin olması onlara demokrat partiyi çağrıştırıyor. Bu durumda sandık başına gittiklerinde elleri direkt olarak merkez sağdaki “YDP” yani Yeni Demokrasi Partisi’nin oy pusulalarına gidiyor. Kaldı ki, İstanbullu Rumlar Türkiye’den edindikleri alışkanlıkla oldum olası askerleri sever ve sayarlar. Bu noktada rakibimin eski bir asker olması seçimi kaybetmemde ikinci derecede etken oldu.” Dostumu teselli edip yanından ayrılırken düşünüyorum: Bir tarafta Demokrat Parti ve liderleri, diğer tarafta onları idama götüren Cemal Gürsel ve ekibi. Ancak İstanbullu Rumlar her ikisini de seviyorlar. Biraz tuhaf değil mi? Y A sya’da Çin, Hindistan ve Rusya’nın ABD ve Avrupa karşısındaki ekonomik yükselişleri dikkat çekiyor. Bölgesel dengelerde kendisine yer edinmeye çalışan Almanya, seçenekleri sonuna kadar, kendi çıkarları açısından değerlendiriyor. Avrupa ekonomilerinde ve bu bağlamda Almanya’da son aylarda belli iyileşme belirtilerinden bahsedilse de bunların sürekliliği ve bedeli belli değildir. Esasen birbirlerine karşı temelde önemli zıtlıklar içinde olan koalisyon ortakları Hıristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratların nereye kadar bu ortaklıklarını götürecekleri de son günlerde sıklıkla tartışılan bir konudur. Alman medyasının da şimdiden Schröder’in son günlerindeki gibi olumsuz ve eleştirici bir tutuma büründüğü gözlenmektedir. Her ne kadar Alman halkının çoğunluğunun hala Merkel konusunda olumlu düşünceleri sürmekte ise de bu konuda Alman hükümetini aynı oranda destekledikleri söylenemez. Kaldı ki son günlerde yapılan kamuoyu araştırmalarında ilk kez her iki partinin de oy oranlarının yüzde otuzlara düştüğü saptanmıştır. Kamuoyu Merkel’den yana tavır koyuyorsa da Hıristiyan Birlik Partilerinin Merkel’i yeterince desteklemediklerine de inanıyor. Bu çelişkilerin yanı sıra, koalisyonun oy yitirmesinde, özellikle sağlık sisteminde bir türlü istenen reformların gerçekleştirilememesi, çalışanların asgari ücretleri ve vergilendirme gibi konularda partilerin aralarındaki anlaşmazlıklar önemli rol oynamaktadır. Alman ekonomisi ve sosyal sisteminde unanistan’da son turu geçen hafta yapılan (ilk turda seçilemeyen adayların bölgelerinde ikinci tur yapıldı) yerel seçimler sessiz sedasız sonuçlandı. Seçimleri iktidardaki yeni Demokrasi Partisi (YDP) yüzde 2.3 oranında küçük bir farkla kazandı. İlginç olan, nüfusu 10.5 milyon (Yunanistan’ın iddiasına göre) olan bir ülkenin 8.6 milyonunun oy kullanması. Yurt dışından gelip oy kullananlar dikkate alınarak söz konusu rakamın ortaya çıktığı ileri sürülüyor. Ancak konu ile yakından ilgilenen çevrelere göre tüm rakamlar şişirme. Aynı çevrelere göre Yunanistan’ın gerçek nüfusu 9.3 milyon ve bu rakamın içinde azınlıklar da bulunuyor. Ülkede 1952 yılından bu yana azınlıklar sayılmamış. Bu konuda uluslar arası alanda yapılan tüm baskılar sonuç vermemiş. Yunanistan’da bu gün hala azınlıkların kesin sayıları bilinmiyor. Devlet yöneticilerine bakılırsa Yunanistan’da azınlık yok. Onun yerine Müslüman Yunanlılar, Pomak Yunanlılar, Çingene Yunanlılar, Katolik Yunanlılar, Protestan Yunanlılar gibi tuhaf topluluklar bulunuyor. Dikkat edildiğinde bunların hepsine “Yunanlı” tanımlaması yapılıp, azınlık olmadığı ileri sürülüyor. ??? Geçen dönemlere oranla daha sönük geçen seçim çalışmalarında bir kez daha demokrasinin nasıl yerleşmiş olduğu gözlendi. Rakiplerini kirletmeden, belden aşağı vurmadan ve çamur atmadan yapılan seçim dönemi çalışmalarını doğrusunu söylemek gerekirse kıskanarak izledik. Öylesine güzel bir sistem oturtulmuş ki, hiç bir aday ya da politikacı, demokrasi ve hukuk kurallarının dışına çıkmayı düşünmedi. Analizcilere göre seçimi kaybeden ana muhalefet partisi PASOK başkanı Yorgo Papandreu Yunan haklının istediğini veremediği gibi, duymak istediklerini de söyleyemiyor. Tabi ki bunda Amerikan sistemine göre doğup Sesimizi dünyaya duyurmalıyız LEYLA TAVŞANOĞLU BAKÛ Marmara Grubu Vakfı heyetiyle birlikte Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı makamındayız. Heyete Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Siyasi Danışmanı Ali Hasanov da eşlik ediyor. Tam da gününde gelmişiz. Ermeni soykırımının inkâr edilmesini yasaklayan yasa Fransız Meclisi’nden henüz geçmiş. Aliyev dikdörtgen masanın başında oturuyor. Söze, “Ülkelerimiz arasındaki bu temaslar ne kadar sıklaşırsa o kadar birbirimize yakın olacağız” diye başlıyor. Aliyev BakuTiflisCeyhan, BakuTiflisErzurum petrol boru hatlarının, BakuTiflisKars demiryolunun hem Türkiye hem Azerbaycan’ın dünyada önemlerini arttırdığını vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürüyor: “TürkiyeAzerbaycan müttefikliği daha büyük projelerin gelişmesine katkıda bulunacaktır.” İki ülkenin sorunlarını bütün dünyaya tanıtmanın esas amaç olduğunu vurgulayan Aliyev şu ifadeyi kullanıyor: “Ermeni lobisi sözde soykırımı bütün dünyaya kabul ettirmenin çabası içinde. Pek çok ülkenin parlamentolarında bu konu yasayla ön plana çıkarılmaktadır. Ama nedense bizim çektiğimiz acılar dünya kamuoyunda tanınmıyor ya da bilerek buna göz yumuluyor. Dolayısıyla bizler çok aktif olmalıyız. 3 yıl içinde otuz ülkede elçilikler açarak Azerbaycan’ın sesini daha yüksek duyurmayı hedefliyoruz. Yaşanan gerçekleri somut kanıtlarla bütün dünyaya duyurmalıyız. Ermeni militanlar Hocalı’da Azeri Türklerini soykırıma tabi tuttuklarında neden dünya sessiz kaldı?” Aliyev, bütün Türk dünyasının birbirine destek vermesi durumunda büyük bir güç oluşacağına dikkat çekiyor, “Hiç kimse gelip bizim kendi sorunlarımızı halledemez. Biz gördük ki Türkiye’den başka kimse bize arka çıkmaz” diye konuşuyor. ‘Daha az dostluk daha çok ortaklık’ B u ekonomik gelişmelerin yanı sıra Moskova’nın Merkel’e olan siyasi yönden ihtiyacı giderek belirginleşmektedir. Çünkü Soğuk Savaş dönemini arkamızda bırakmış olsak da, adeta öncesi gibi bir savaşın, bu kez dünyanın başka yörelerinde, eski Sovyetler Birliği topraklarında kızışması söz konusu. Enerji kaynakları zengini Orta Asya, Kafkaslar ve siyasi açıdan önemli Doğu Avrupa ABD’nin giderek etkinlik kazanmak istediği bölgeler olurken, gelişmeler hep Rusya’nın aleyhine olacak bir biçim kazanmıştır. Bütün bunların Putin’i rahatsız etmesi çok doğaldır. Bu bağlamda bizzat ABD’den Rusya’ya gelen doğrudan darbeler de önemlidir. Bu bağlamda, özellikle geçtiğimiz Haziran ayında Rusya Federasyonu’nun Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesini Amerikan yönetiminin engellemesi hatırlardadır. Bu engellemeye karşı Putin de, Rus Aeroflot Havayolları’nın Amerikan Boeing uçaklarını almasını engellemiş ve siparişlerin Avrupa ortak üretimi olan Airbus uçaklarına döndürülmesini sağlamıştır. Yine Putin’in Avrupalıların önüne bir başka yem olarak, Bering Boğazı’nda yeni keşfedilen büyük doğalgaz yataklarını atması ve buradan elde edilecek gazın ABD’ye verilmeyeceğini söylemesi de anlamlıdır. ABD’den ve onun geliştirmeye çalıştığı dünya hâkimiyetinden ciddi şekilde rahatsızlık duyan Rus yönetiminin bu kaygılarını anlamak olasıdır. Çünkü esasen bütün dünyada buna benzer kaygılar vardır ve buna Avrupa ülkelerinin çoğu da dâhildir. AVRUPAAMERİKAN EKONOMİK BÖLGESİ Bu rahatsızlığın sonucu olarak AB ülkelerinin de bir çeşit RusAvrupa Serbest Ticaret Bölgesi oluşturulması konusundaki yaklaşımları giderek ses getirmektedir. Buna Rusya da sıcak bakmaktadır. Böyle bir oluşumun 700 milyonluk bir Pazar oluşturacağı ve enerji zengini Rusya ile ileri teknoloji sahibi Avrupa’nın beraberliğinin etkisinin büyük olacağı kesindir. Bu beraberlik, yazımızın başında sözü edilen Çin, Hindistan ve hatta ABD’nin ekonomik üstünlüğüne bir şekilde rakip olabilecek, en azından ezilmemesini garanti edecektir. Bütün bunlara karşın yine de eğer başta kalmayı sürdürürse Merkel’in ABD ile olan ilişkileri canlı tutacağı ve hatta diğer taraftan bir AvrupaAmerikan ekonomik bölgesini yaratmaya çalışacağı iddia edilmektedir. Çünkü Almanya özellikle ekonomik ilişkilerde her zaman pragmatik bir yaklaşımla kendi çıkarlarını ön plana almıştır ve 2050 olmasa bile 2040’lara kadar dünyanın bir numaralı ekonomisi olarak kalacak ABD’yi hep ön planda tutacak olması da kendi açısından akılcı bir yaklaşım olacaktır. Bu bakımdan batılı siyaset bilimciler ve ekonomistlerin sık sık hatırlattıkları üzere, bizzat Angela Merkel’in yönetime geldiği zaman söylemiş olduğu şu sözler önemlidir; "Daha az dostluk, ama daha çok ortaklık. Daha az romantizm, ama daha çok gerçekçilik." Yakın çevremizde böylesi gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin başını kuma gömülü tutması ve vizyon darlığı göstermesi garip bir görüntü oluşturuyor. Türkiye’nin bütün ümidini AB’ye bağlamış görünen dış politika(sızlığı)mızın yargılanması ve politikaların yeni baştan ele alınması gerekmektedir. AB, Rusya ile işbirliğine giderek 700 milyonluk bir pazarı yanı başımızda kurmaya hazırlanırken, Türkiye’de içinde Pakistan ve İran’ın da yer alabileceği bir Avrasya ülkeleri ortak pazarı kurulması konusunda çalışmaların neden yapılamadığı da sorgulanması gereken hususlardandır. ‘ÇALIŞMAK GEREKİR’ Azerbaycan’ın ekonomik ve toplumsal olarak dünyada en hızlı gelişen ülke olduğunu belirten Aliyev sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu yıl ekonomik büyümemiz yüzde otuz oldu. Hem BakuCeyhan hem de BakuErzurum hatları Azerbaycan’ın olduğu kadar Türkiye’nin de dünyadaki önemini arttıracaktır.” Marmara Grubu Başkanı Akkan Suver de grubun etkinliklerini anlatıyor. Heyette kimler yok ki? Eski Devlet Bakanı AKP milletvekili Güldal Akşit, ANAP milletvekili Dursun Akdemir, CHP milletvekili Abdülaziz Yazar, emekli orgeneral Hurşit Tolon, akademisyenler ve iş dünyasından isimlerle biz gazeteciler. Aliyev’in kabulünün ardından Baku’daki Atatürk Merkezi’ne gidiyoruz. Bir salon Atatürk Müzesi olarak düzenlenmiş. Milletvekili Prof. Nizami Caferov Azerbaycan’ın Türkiye’ye Ermeni soykırımını inkârı yasaklayan yasa nedeniyle sonuna kadar destek verdiğine dikkat çekiyor. Dr. Nazım Ahmetli de “Atatürk hiçbir zaman dogmatik olmadı. Hep gelişmelere , yeniliklere ve dünyaya açık oldu” diyor. Baku ziyaretlerinin son durağı Azeri Diasporası Bakanı Nazım İbrahimov’un makamı. İbrahimov, “Ermeni iddialarını” boşa çıkartacak çalışmaların hız kazanması gerektiğini söylüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle