11 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 C S ürkiye’nin ve bulunduğu bölgenin güvenlik sorunlarını, çelişkilerini ABD’nin güvenlik stratejisinin izdüşümünden bağımsız düşünmek olanaksız. ABD’nin güvenlik stratejilerindeki evrimler de hem Türkiye hem de bulunduğu bölgesine kısa sürede yansıdı. Günümüzde de bu yansımaları hissetmek olanaklı. TRATEJİ ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı ve Türkiye Yrd. Doç. Dr. Deniz Tansi Yeditepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi imi entelektüellerin hoşuna gitmese de, ABD’nin dünyaya küresel, kendine ulusal olan güvenlik anlayışını, bu çalışmada analiz edeceğiz. Zira, ülkemizin son 55 yılını aşkın iç ve dış politika serüveni de, söz konusu paradigma çerçevesinde biçimlenmiş, kimi iç tartışmalar, Washington kaynaklı doktrinlerin izdüşümü olmaktan ileriye gidememiştir. Halbuki, adı geçen izdüşümler, askeri darbeler, rejim bunalımları ve kitlesel gerilimlerle, can ve mal kayıplarıyla sonuçlanmıştır. Öncelikle, ABD’nin 60 yıla yakın ulusal güvenlik evrimini de gözden geçirmekte yarar bulunmaktadır. T BD’nin olası bir SuA riye ya da İran operasyonuna karşı herhangi bir planı olmayan Ankara’nın ABD politikalarını uygulamak zorunda kalmaması için biran önce çeşitli politikalar hazırlaması gerekiyor. Önümüzdeki süreçte AB perspektifinin, Türkiye’nin yaşamsal çıkarları zemininde, kalıcı ödünler talep etmesi ve ülkemizin sınır güvenliğinin AB standartlarıyla biçimlendirilme hazırlıkları, ulusallığını yitirmiş bir güvenlik anlayışının ülkemize dayatılmasını hızlandırabilir. hazır olun" anlayışını içselleştirmiştir. Bu anlayış, 1948’de dönemin ABD Başkanı Truman’ın "bir ulusun bağımsızlığını kaybetmesi, ABD ve özgür ulusların güvenliğini zedeler3" sözüyle adeta emperyal anlayışı meşrulaştırmaktadır. Bu anlayışın 1990’daki yansıması, Irak’ın Kuveyt’i işgalinde, ABD’nin tek kutuplulaşan dünya ortamında, Irak’a yönelik koalisyon güçleriyle gerçekleştirdiği ve sonra 2003’te kalıcılaştırdığı askeri tepki ve işgal hareketlerinde görülmüştür. 1945 sonrası ABD’nin temel stratejisi, önceki paragraflarda belirtilen üç temel çıkarın yani fiziksel güvenlik, değerlerin teşviği ve ekonomik başarının yerine getirilmesi, bunun için de askeri kuvvetin savaş ve barışta ABD’nin gelecek stratejik vizyonu için kullanılması bağlamında biçimlendi. Colin Gray Soğuk Savaş döneminde ABD ulusal güvenliğini Mc Carthycilikle birleşerek, SSCB’ye karşı, ‘barış zamanı sanal savaş devleti4’ olmak zemininde değerlendirmektedir. McCarthycilik sadece savunma ve askeri konseptler dahlinde değil, ABD iç güvenliği ve politik yaşamı için de ‘cadı avı’ başlatılmasına neden olmuş, ülkemizin de içinde yer aldığı müttefikler, ‘komünist avı’ve suçlamasını, iç siyasette kullanagelmişlerdir. Bu bağlamda, müttefiklerin ‘ulusal güvenlik’ anlayışları, birbirine bağımlı, ulusal nitelikleri zayıflamış bir çerçevede yapılanmıştır. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin NSAM 182 kodlu eylem notasında ifadesini bulan ‘Counterinsurgency Doctrine’ yani ‘Kontrgerilla Doktrini’, okyanus ötesi ülkelerdeki K Soğuk savaş dönemi ABD’de ulusal güvenlik kavramı kinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından, dünyada yeni bir savaşın başladığı, uluslararası ilişkiler tarihi açısından somut bir gerçekliği ifade etmektedir. ABD ve SSCB’nin patronajında, ideolojilerin, konvansiyonel ve nükleer silahların, ekonomilerin bloklar arası rekabet çerçevesinde yarıştığı, dünyanın geri kalan bölgelerini askeri ve politik yöntemlerle ele geçirmeye çalıştığı yeni savaşın adı Soğuk Savaş’tır. 1945 Eylül tarihinde Eberstadt Raporu olarak anılan belge, ABD Ulusal Güvenlik Yasası’nın temeli olmuştur. Ortak Savunma Konseyi’nin adı, sonraki yıllarda Ulusal Güvenlik Konseyi olarak değiştirilmiştir (NSC). 1950 sonrası konsey, ilkesel mekanizma durumuna gelmiştir. Konseyin başında, ABD Başkan yardımcısı, üye olarak ta dışişleri bakanı, savunma bakanı, CIA Başkanı, ABD Başkanının Ulusal Güvenlik Danışmanı görevlendirilmiştir. Konseyin iç politika konularındaki davranış biçimleri, bir bakıma, ABD’nin ‘garnizon devleti’ olarak değerlendirilmesine de yol açmıştır. ABD, bu anlayışı, dost ve müttefiklerine süreç içerisinde dayatmıştır. ABD 1947’de çıkardığı Ulusal Güvenlik Yasası’yla, dünyanın güvenliğini kendi güvenliği, kendi güvenliğini de dünyanın güvenliği olarak görmüştür. Bu bakış açısı yaşamsaldır, zira, dünya ABD’nin dost ve müttefikleriyle, düşmanları olarak, bu anlayış doğrultusunda ikiye bölünmüştür. 11 Ey İ lül 2001 terör saldırıları sonrasında, ABD Başkanı Bush’un, terörle mücadele doğrultusundaki önlem ve ülke işgalleri için, dünya devletlerine "ya bizdensiniz, ya da düşmanımızsınız" sözü, bu anlayışın doğal bir uzantısıdır. ABD tarihinde 1945’den beri birbiriyle bağımlı üç değişken, ulusal güvenlik kavramında belirleyici konumdadır. 1 ABD’nin çekirdek ulusal çıkarları 2 ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı 3 Bu anlayışın iç ve dış parçaları. Bu üç değişken, ABD’nin temel stratejisinin, ulusal güvenlik anlayışını desteklemek için tasarlanmıştır. Bu çerçevede 1848’de Lord Palmerston’un çekirdek ulusal çıkarları tanımına göz atmak gerekmektedir. "ulusal siyasa için sonsuz ve nihai gerekçeler1." Bu noktada kafa karışıklığını gidermek açısından ABD’nin Soğuk Savaş döneminden beri kurumsallaştırdığı üç temel çıkara değinmekte fayda vardır2. 1 Fiziksel Güvenlik 2 Değerlerin Teşvik Edilmesi 3 Ekonomik Başarı Sağlamak. Palmerston’un sonsuz ve nihai gerekçeler savı, günümüzde, önleyici ve koruyucu savaş doktrinlerinde kendini göstermektedir. Üç temel çıkar ele alındığında, modern siyaset biliminin kurucusu Maurice Duverger’nin Siyaset Sosyolojisi adlı kitabında yaptığı imparatorluk tanımıyla örtüşmektedir. Şöyle ki, Duverger, imparatorlukların temel özelliklerini, ideoloji ve teknoloji yaymak ve sürekli genişlemek olarak özetlemiştir. Hardt ve Negri de İmparatorluk adlı yapıtlarında, günümüz ABD yayılmacılığını imparatorluk anlayışı doğrultusunda, ‘emperyal egemenlik’ olarak nitelemişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası, ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı, ABD’li liderler tarafından, kendi ülkelerinin dünyayla ilişkileri çerçevesinde genişletildi. ABD liderleri Roma İmparatorluğu’ndan beri geçerli olan, "si vis pacem, para bellum" yani "barış istiyorsanız, savaşa müttefiklerde olası komünist hareketlere karşı, sivil silahlı milis güçler oluşturma, bu güçlere, sabotaj, bombalama, provakasyon eğitimleri vermesini meşrulaştırmıştır. Ülkemizde ‘sağsol çatışması’olarak anılan toplumsal gerginlikler ve iç politik çatışmalar bu tür yöntemlerin kurumsallaşmasıyla, ne yazık ki, doğrudan bağlantılıdır. Daniel Yergin’e göre, ABDSovyet gerginliği döneminde ABD, ulusal güvenlik kavramını hem belirsizlik çerçevesinde işine geldiği çerçevede kullanmış, hem de "Ulus sürekli hazırlanmalıdır. ABD çıkarları ve sorumlulukları kestirilemez ve küreseldir5." görüşünü, ulusal güvenlik kılavuzu durumuna getirmiştir. Aslında bu anlayış, 11 Eylül 2001 sonrasında, ABD İç Güvenlik Bakanlığı’nın kurulması, söz konusu kuruma demokratik rejimi zorlayacak yetkiler verilmesi, (telefon konuşmalarının dinlenmesi, mobil telefon mesajlarının ve epostaların okunması, istihbarat çalışmalarının özel yaşamın gizliliği sınırları zorlanarak yerine getirilmesi v.s.), Afganistan ve Irak işgallerinde kendini ortaya koymuştur. Temel Strateji’yle bağlantılı olarak George Kennan, ABD’nin Soğuk Savaş dönemindeki dış politika anlayışını bedel minimizasyonu ve risk minimizasyonu terimleriyle ele almıştır. Kennan’a göre ABD açısından risk düştükçe, bedel yükselmektedir. Yani ABD, dünyanın güvenliğine kayıtsız kalır, kendini izole ederse, ABD çıkarları, düşman güçler lehine zedelenecek, ABD’nin ana toprakları da tehdit altında olacaktır. Bu çerçevede Kennan, bedel minimizasyonunu zaman, yer tepkisi ve gücün elemanları başlıklarında değerlendirmektedir.6 Bu zemin, ABD’nin emperyal egemenliğini, kendi ulusal çıkarları çerçevesinde meşrulaştırmakta, kendince haklılık payı kazandırmaktadır. 1949’da SSCB’nin nükleer denemelerini dış tehdit olarak algılayan ABD, 1950’deki NSC 68 doktrininde risk minimize stratejisini "ABD’nin çıkarlarının var olduğu her yerde korunması" olarak nitelendirmiştir7. Bu noktada SSCB’nin nükleer kapasitesinin nötralize edilmesi ve konvansiyonel güçlerin yayılması stratejik olarak tasarlanmış ve ulusal güvenlik konusu olarak kabul edilmiştir. ABD’nin 1950’li yıllarda başkanlığını yapan, İkinci Dünya Savaşı’nın ABD’li generallerinden Eisenhower, "uluslararası konular ulusal açıdan gözden çıkarılırsa, sonu izolasyonalizm (tecrit) olur" demiştir. Yani ABD, günümüzdeki deyimiyle küresel
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle