01 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

T C S TRATEJİ 3 ürkiye’nin üyelik için büyük çaba sarf ettiği AB gün geçtikçe kendi içerisinde çürüyor Avrupa’nın gerçek yüzü Doç. Dr. Yıldız SERTEL VIII. PARİS ÜNİVERSİTESİ Emekli Öğretim Üyesi ürkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesi tartışıldığı sırada, "Bizim Gazete"deki köşemde bir dizi yazı yazmıştım. "Benim Tanıdığım Avrupa" başlıklı ilk yazımda önce, Türkiye de , gerçeklere uymayan bir Avrupa imajı yaratıldığını ve AB’ye girmekle, Türkiye’nin zenginleşeceği, uygarlaşacağı, demokratikleşeceği gibi hayallere kapılındığını belirmiştim. Oysa 20 yıl Fransa’da yaşadıktan sonra benim tanıdığım Avrupa, "Bir gerilemenin, küreselleşme adı altında liberal ekonominin getirdiği işsizliğin sancılarını çeken; paranın değeri güçlenirken, moral değerlerin zayıfladığı, gençlerin geleceği karanlık gördüğü bir Avrupa’ydı. Ders verdiğim üniversitede ve hatta Paris’in dış mahallelerinde uyuşturucu, hırsızlık, tecavüzler, cinayetler ciddi bir güvenlik sorunu yaratmıştı. Yozlaşan bir Avrupa görüyordum. Ben bu yazıyı yazalı yaklaşık beş yıl oluyor. O günden bugüne Avrupa’da durum daha da kötüleşti. Ancak Türkiye’de hala ideal bir Avrupa imajı yaşatılıyor. AB’ye girmek bir milli dava haline getirildi. Kimine göre AB’ye girmekle (10 yıl sonra dahi olsa) Türk ekonomisi zenginleşecek; kimisi serbest dolaşımdan faydalanıp kapağı oralara atmak ümidinde ve tabi uygarlık ve demokrasi:"AB’ye girerek Türkiye’nin uygarlaşacağını, demokratikleşeceğini" düşünenler çok. Bütün bunlar, Avrupa’nın gerçek yüzünü görmemiz gerektiğini gösteriyor Bu yazıda, gerçekçi bir yaklaşımla AVRUPA’nın iki temel niteliğini tanıtmaya çalışacağım: 1. Küreselleşme sürecinde, serbest piyasa ekonomisi yüzünden yozlaşan, kapitalizmin bunalımını yaşayan Avrupa. 2. Emperyalist Avrupa. Bu çerçeve içinde Türkiye’nin durumunu görmek de gerek. ürkiye AB’ye girmek için yoğun çaba harcasa da eski T kıta küreselleşme sürecinde, serbest piyasa ekonomisi yüzünden gittikçe yozlaşıyor. Bunun yanısıra kapitalizmin bunalımını da yaşayan Avrupa’da ekonomik koşulların iyice zorlaşması sermayenin ucuz işgücünü bünyesinde bulunduran Asya ülkelerine kaçmasına neden oluyor. ürkiye’nin AB’ye uyum kapsamında 1995 yılında girdiT ği Gümrük Birliği’nde söz sahibi olamamasının yanısıra, Avrupa ile ticaretinde verdiği açık dış ticaret açığını kabarttı. Bu durum Türkiye’nin ekonomisine ağır zararlar verdi. AB üyeliğinin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkacak olan bir imtiyazlı ortaklığın bu zararları çok daha fazla artırabileceği belirtiliyor. diğer Asya ülkelerine kaydığını anlatıyor. Kuşkusuz, sermaye serbest kaldığı vakit, kar neredeyse oraya ya mali spekülasyonlara ya da karlı yatırım bulduğu yere kayar. Dünya piyasalarındaki serbest rekabet de bunu gerektiriyor. Prestowitz, Asya’nın çekiciliğini şöyle anlatıyor: Sorun sadece bol, ucuz, eğitimli ve yetenekli el emeği değil. Kurulan karama şirketlere yapılan devlet yatırımları, verilen bedava arazi ve vergi muafiyeti de çok önemli. (1) Batıdan doğuya büyük sermaye kayışının sonucu ise batıda sanayiye yapılan yatırımların azalması, fabrikaların kapanması ve yüz binlerce işçinin işten atılması. Avrupa için Japonya, Güney Kore, Çin ve Hindistan ile rekabet dayanılmaz bir hal aldığı için, büyük firmalar arasında birleşmeler yer alıyor. İflası önlemenin yolu yerli yabancı karma şirketler kurmak ve devletin elindeki sanayii özelleştirmek. Bu da gelişmiş Avrupa ülkelerinde, işten atılmaların, işsizliğin artmasına neden oluyor. Diğer bir deyimle, "Serbest Piyasa" kuralları Avrupa kapitalizmini içerden hançerliyor., boğuyoır. Almanya’da 5 milyon, Fransa’da 2.5 milyon, bütün Avrupa Topluluğu’nda 20 milyon işsiz var. Ekonomik durgunluğun nedeni de bu. İşsizlikle beraber alım kabiliyeti düşünce, iç Pazar tıkanıyor, üretim azalıyor. Halk fakirleştikçe, hırsızlık, ahlaksızlık cürüm artıyor. Daha beteri yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve terör körükleniyor. Hayallerdeki o cici bici, uygar, demokratik Avrupa’yı bir kenara bırakalım da gerçekleri görelim. İşsizlik arttıkça, yabancı işçilerin yerli işçinin yerini alması ücretleri düşürmesi yabancı düşmanlığını körüklüyor. Irkçılık, NeoNazizm başta Avusturya olmak üzere Almanya ve pek çok ülkede güçleniyor. Bu koşullarda, Türk işçisinin, "Serbest Dolaşımdan" faydalanması da bir hayal. AB’nin sadece Çin ile ticaretinde 200 milyar Euro açığı var. AB kendi bütçe açığını kapatamıyor, bu nedenle yeni üye alınmasına itirazlar da artıyor. Türkiye’yi 10 yıldan önce alamamalarının bir nedeni de bu. Bütçe tartışmalarında, Portekiz, İspanya, Yunanistan’ın kalkınmasına fazla para harcadığı, artık yeni ülkelere harcanacak para kalmadığı açıklandı. AB yardımları ile refaha kavuşmanın boş bir hayal olduğunu anlamalıyız. Sosyal devlete ne oldu? kinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlıca Avrupa ülkelerinde kurulan sosyal devlet, kapitalizmi bunalımından kurtarmak için bulunmuş bir çare idi. İngiliz İktisatçısı Lord Keynes, kapitalizmi, 30’lu yıllarda girdiği bunalımdan kurtarmak, durgunluk ve işsizliği önlemek için bu çareyi bulmuştu. Keynesçi programa göre, kapitalist ekonomi devlet müdahaleleri altına alınacak, sermaye hareketleri denetim altında olacak, gümrük duvarlarıyla yerli sanayi korunacak, az gelirli vatandaşlara geniş sosyal yardımlar yapılacaktı. Bu yolla da iç pazar açık tutulacaktı. Bu programla başta İngiltere, Fransa, İskandinav ülkeleri ve Almanya olmak üzere, hemen de bütün Avrupa’da, az gelirli aileler için geniş sağlık, eğitim, mesken ve çocuk yardımları sistemleri kuruldu. Az gelirli aileler refaha kavuştu, ekonomi hareketlendi. Ne var ki , 1980’li yıllardan itibaren gelişen küreselleşme rüzgarları serbest piyasa ekonomisi bu ülkelerde kurulan sosyal devleti kökünden sarstı. Küreselleşme süreci içerisinde, üretim ulusal sınırları aştı, uluslararası re T İ 1. Küreselleşen Avrupa’nın bunalımı limde Clyde Prestowıtz’in kitabı var. Adı:"Üç Milyar Kapitalist, Servetin ve Gücün Doğu’ya Büyük Kayışı", Washington’da Ekonomik Strateji Enstitüsünün başkanı olan Prestowitz, bu kitabında , serbest piyasa kuralları sayesinde sermayenin nasıl batıdan doğuya, Çin, Hindistan ve E kabeti aşmak için uluslar arası şirketler kuruldu, büyük holdingler arasında birleşmelerle sanayi tekelleşti. Ulus devlet tekelci sermayenin denetimi altına girmeye başladı. Sovyet Ekonomisi’nin yıkılması, dünya ekonomisinde egemen olmaya başlayan tekelci sermayenin eline bir fırsat verdi. "Artık sosyalizmin öldüğünü, serbest piyasa ekonomisinden başka yol olmadığını" söylüyorlardı. ABD’de Milton Friedman’ın geliştirdiği, Başkan Reagan ile İngiltere Başbakanı M. Thatcher’ın uygulamaya geçirdiği bu politikalar sosyal devletin yıkımı oldu. Fransız Sosyalist Partisi’nin eski başbakanlarından Michel Rocard, 1994’te yaptığı bir televizyon konuşmasında, "Gelen giden sağ ve sol hükümetler aynı politikaları güttük. İşsizliğe bir çare bulamadık. Egoist, bencil bir toplum yarattık. Oysa bir dayanışma toplumuna ihtiyaç var." diyordu. Almanya’da Sosyalist Partisi’nin eski Başkanı Oscar Lafontaine, Schröder’in kemer sıkma politikasına karşı olduğu için partiden ayrıldı, "Maastricht programı, yatırımları gerileten, adaletsizliği, kitlesel işsizliğe yol açan bir programdır. İnsan faktörüne önem verilmesi gerekir" diyordu. Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Mitterand’ın danışmanı ve eski Avrupa Bankası Başkanı J. Attali, 1994’te yayınladığı kitabında, "Avrupa’da bir ideolojik boşluk var. Bunu piyasa ekonomisi dolduramaz. Pazar düzeni pazarın diktatörlüğünü kuruyor. Yarattığı boşluk bin bir hevese yol açıyor, faşizm, kökten dincilik ve aşırıcılık... Faşizmin yeşermesini istemiyorsak, yeni projeler ortaya çıkarılmalıdır." diyordu. (2) ("EUROPE" (s) (Avrupalar) Fayard, Paris 1994) 2000’li yıllara gelindiğinde bu ideolojik boşluk, sosyal adaletsizlik ve bunalım daha da derinleşti. Washington merkezli devlet faşizmi dünyayı kana bularken, İngiltere’nin de Irak’ın işgaline katılması sokak terörünü Londra’ya sıçrattı. Sosyal eşitsizlik ve işsizliğin tepkileri , Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasası’nın onaylanmaması sonucunu verdi. Küreselleşme Karşıtı ATTAC Örgütü, bu Anayasa’nın halkların Anayasası değil, büyük sermayenin anayasası olduğunu açıkladı. Avrupa’nın kilit ülkeleri Fransa ve Almanya’da liberal ekonomiyi benimseyen sosyalist partiler geriliyor. Fransa’da L. Fabius’un, Almanya’da O. Lafontaine’in başını çektiği sol gruplaşmalar gelişiyor. Yeşiller, komünistler, troçkisler vb. Artık sosyalizm gündeme geliyor Almanya’da Der Spiegel
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle