Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
C S ürkiye’nin AB’ye T uyum kapsamında 1995 yılında girdiği Gümrük Birliği’nde söz sahibi olamamasının yanısıra, Avrupa ile ticaretinde verdiği açık dış ticaret açığını kabarttı. Bu durum Türkiye’nin ekonomisine ağır zararlar verdi. AB üyeliğinin gerçekleşmemesi durumunda ortaya çıkacak olan bir imtiyazlı ortaklığın bu zararları çok daha fazla artırabileceği belirtiliyor. karılmalıdır." diyordu. (2) ("EUROPE" (s) (Avrupalar) Fayard, Paris 1994) 2000’li yıllara gelindiğinde bu ideolojik boşluk, sosyal adaletsizlik ve bunalım daha da derinleşti. Washington merkezli devlet faşizmi dünyayı kana bularken, İngiltere’nin de Irak’ın işgaline katılması sokak terörünü Londra’ya sıçrattı. Sosyal eşitsizlik ve işsizliğin tepkileri , Fransa ve Hollanda’da Avrupa Anayasası’nın onaylanmaması sonucunu verdi. Küreselleşme Karşıtı ATTAC Örgütü, bu Anayasa’nın halkların Anayasası değil, büyük sermayenin anayasası olduğunu açıkladı. Avrupa’nın kilit ülkeleri Fransa ve Almanya’da liberal ekonomiyi benimseyen sosyalist partiler geriliyor. Fransa’da L. Fabius’un, Almanya’da O. Lafontaine’in başını çektiği sol gruplaşmalar gelişiyor. Yeşiller, komünistler, troçkisler vb. Artık sosyalizm gündeme geliyor Almanya’da Der Spiegel dergisinin yayınladığı bir kamu araştırmasında; "Sosyalizm iyi bir fikirdir, bugüne kadar yanlış uygulandı" görüşünde olanların doğuda %56, batıda %66 oranında olduğu görüldü. (KARL MARX’ın dünyanın en büyük değerlerinden biri sayıldığı tespit edildi. (Cumhuriyet, Der Spiegel dergisi tarafından, Intrafest adlı araştırma kuruluşunun 16 17 Ağustos 2005’te yapılmış araştırma) Emperyalist Avrupa ngiltere ile Fransa’nın İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ,büyük imparatorluklara sahip oldukları, Asya ve Afrika halklarını sömürdükleri tarihi bir gerçek. 20. yüzyılda her iki Dünya Savaşı’nın da, gelişen sanayiine pazar ve ekonomik bunalımına çare arayan ALMANYA ile bu iki büyük imparatorluk arasında bir sömürge kavgası olduğu da bir gerçek. (3) (Bak: Sabiha Sertel, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, Cum. Yayınları 1999) İkinci Dünya Savaşı arifesinde dünya kapitalizminin bunalım içinde bulunduğu ve Prof. Erinç Yeldan’ın belirttiği gibi, "Nazi Almanyası’nı yaratanın yüksek işsizlik " olduğu da diğer bir gerçek. Nazi Almanyası bütün gücünü silah üretimine vermiş; bunu ekonomik bunalıma, işsizliğe karşı bir çare olarak görmüştü Ana hedeflerinden biri de Orta Doğu petrolleri idi. Bunun adı "Drang Nach Osten" (Doğuya Doğru) idi. (4) ( bak: Yıldız Sertel, Savaş Rüzgarları, Küreselleşen Emperyalizm, Bunalım ve Savaş, Belge Yayınları, 1999) Helmut Kohl Almanyası’nın da bir "Ost Politikası" vardı. Bu politikanın hedefi, soğuk harbin sona ermesinden sonra Doğu Avrupa ve Balkanlardaki bölünmelerden, ekonomik sıkıntılardan faydalanıp, buralarda egemenlik kurmaktı. Bu ülkelerin serbest piyasa ekonomisini kabul etmeleri bu işi kolaylaştırdı ve Almanya krediler açarak, işletmeler satın alıp, ortaklıklar kurarak; bu bölgelerde ekonomik, politik, kültürel nüfuzunu yaydı. BÜYÜK ALMANYA hedefine büyük ölçüde ulaştı. Daha 1. Dünya Savaşı döneminde başlayan Orta Doğu’ya uzanmak, zengin petrol kaynaklarından faydalanmak hedefinden vazgeçmedi. Almanya ve Fransa’nın Saddam dönemi Irak’ta önemli petrol yatırımları vardı. Irak’a saldırılmasına karşı çıkmalarının bir nedeni de buydu. İngiltere acaba, ABD ile beraber Irak’a saldırırken burada mahfuz petrol haklarını, zengin kaynakları bölüşmeyi hesaplıyor muydu? Gerek İngiltere gerekse Fransa Asya ve Afrikada eski sömürgelerinden faydalanmanın yollarını buluyor, bu yüzden buralarda ekonomik ve politik nüfusunu geliştiren ABD ile çelişkiye düşüyorlar. Lenin, "Kapitalizm sürdükçe, sömürgecilik ve savaşlar sürecek" demişti. Acaba haklı değil miydi? Avrupa’nın emperyalist hedefleri ve Türkiye aşta Erol Manisalı olmak üzere bir çoğumuz AB’nin Türkiye’de emperyalist hedefler güttüğünü defalarca anlattık. Manisalı,"Sivil Darbe" adlı kitabında, Kopenhag kriterleriyle Türkiye’ye bir ayrıcalık yapıldığını, daha 1989’da Türkiye’nin tam üye yapılmamasına karar verildiğini anlatmıştı. Bu görüşünü 2000’li yıllarda da tekrarladı: "..Türkiye, AB’ye tek yanlı bağlanacak TRATEJİ 11 kümetinin daha çok desteğe ihtiyacı var. ABD’nin daha da büyük istekleri bulunduğu belirtilen yazıda, "Büyük Orta Doğu Projesi"ne değiniliyor." Ve bölgede demokrasinin ve askeri güçlerin yayılmasından söz ediliyor. Peki bütün bunlara karşı, Türkiye’nin kazancı, Birlik içindeki durumu ve yetkileri ne olacak? İşte işin bu yönü çok yaş. Avrupa hakkında bu değerlendirmeyi yapan yazarın önerileri şunlar: Avrupa’nın temel kriterleri(demokratik kurumların işlemesi, PAZAR ekonomisi ve Avrupa yasalarını uygulama kabiliyeti ölçüldükten sonra, Türkiye gibi ülkelere, sınırlı haklarla üyelik tanınması: "Türkiye’nin üyeliğine bir temel muhalefet, bu ülkenin yüksek nüfusu ve Bakanlar Konseyinde çok yüksek bir oy hakkına sahip olacağı endişesinden doğuyor. Bu nedenle Türkiye Birliğe kabul edilirse, sınırlı oy hakkı tanınması ve hatta "Anayasayla ilgili sorunlarda hiç oy hakkı olmaması veya hiç oy hakkı olmaması," gerekecek." (The Economist, 25 haziran 2005) Bu araştırmada çıkan sonuçlara göre, bundan sonra yeni üyelere daha az haklar tanınacak. Siyasal hakları azaldığında, zaten üyeliğinde bir anlamı kalmayacak. Sonunda, bu araştırmaya göre, Türkiye’nin AB üyesi olması 10 yıl ötede. Buna sıra gelidği vakitte bir Fransız REFARANDUMU ile baltalanacak. Kabul edildiği takdirde bu ancak sınırlı haklara gerçekleşecek bir "İmtiyazlı Ortaklık" olacak. Yeni alınan pek çok ülkeye yapıldığı gibi, Türkiye’ye de serbest döneşim hakkı tanınmayacak. Demokrasi sorununa gelince! Bize demokrasi, Kopenhag kriterlerine uymak için yasa çıkararak mı gelecek; halkın geçim ve eğitim düzeyini yükselterek mi? Yurdun bir bölümünde ağalık sisteminin, feodal geleneklerin sürdürüldüğü, oyların parayla satın alınabildiği, bilinçsiz oylarla, bilinçsiz politikacıların iktidara gelebildiği bir ülkede hangi demokrasiden söz ediyoruz? Demokrasi bir toplumsal yapı ve iç düzen sorunu. Kaldı ki, terörizm karşısında kişisel hakları kısıtlamaya yönelen, ırkçılığın kol gezdiği AVRUPA’dan hangi demokrasiyi ithal edeceğiz? Dünyada dengelerin hızla geliştiğini ve Avrupa’da ekonomik dengelerin ve siyasal düzenin büyük bir sarsıntı içinde olduğunu görmek zamanı gelmedi mi ? KAYNAKLAR 1.C. PRESTOWITZ "Üç Milyar Kapitalist, Servetin ve Gücün Doğuya Büyük Göçü" Basic Books. Newyork, 2005 2.J. ATTALI " Europe(s) Avrupalar. Fayard, Paris, 1994 3.Sabiha SERTEL"İkinci Dünya Savaşı Tarihi" Cumhuriyet Yayınları ,1999 4. Yıldız SERTEL "Savaş Rüzgarları, Savaşlar, Küreselleşen Emperyalizm, Bunalım" Belge Yayınları, 1999 5. Erol MANİSALI "Kapitalizmin Temel İç Güdüsü" Derin Ya. 2003 6. THE ECONOMİST dergisi 25 Haziran 2005 İ B tı, yani bir sivil darbe başlatılmıştı. İçeri alınmayacak, ama alınıyormuş gibi oyalanacaktı. Zaten 1963’ten beri oyalanıyordu, bir 40 yıl daha oyalanarak kemikleşmiş bir biçimde Avrupa’nın... himayesi, mandası haline sokulacaktı." (5)(E. Manisalı, Kapitalizmin Temel İç Güdüsü. Derin Yayınları 2003) 1995’te Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girmesi de tek taraflı bir olaydı. Türkiye gümrük duvarlarını kaldırdı, ancak hiçbir konuda söz sahibi olamadı. Avrupa ile ticaretinde verdiği açık dış ticaret açığını kabarttı, ekonomisine ağır zararlar verdi. Karlı çıkan, malları satılan AB şirketleri, yatırılan AB sermayesinin sahipleri oldu. Bundan sonraki gelişmeler de AB’nin Türkiye’den yıkıcı taleplerde bulunduğunu, ancak tam üye yapmaya yanaşmayacağını gösteriyor. AB üyelerinden pek çoğunun üzerinde durduğu "İmtiyazlı Ortaklık"ın anlamı da budur. İngiltere de çıkan, iş çevrelerinin dergisi, "The Economist", AB’nin Türkiye’den beklentilerini açıkça ortaya koyuyor;" Türkiye’nin AB’ye girmesiyle, birliğin sınırları Kafkaslara uzanacak. Bu, Kafkaslardan batıya uzanacak petrol boru hatlarının ve gazın batıya ulaşmasına yardım edecek. Bu Avrupa’nın petrol için Rusya’ya bağımlılığını azaltacak." Dergi, AB üzerine yapılmış bir araştırmaya ayırdığı ekinde, Türkiye’nin getireceği avantajlar üzerinde uzun boylu duruyor. Örneğin;" İtalyan Dışişleri Bakanı G. Fini’nin de dediği gibi İslamın demokrasiyle bağdaşabileceğini gösterecek. Orta Doğu’ya ve daha ötesine örnek olacak. Kıbrıs’ın bölünmesine bir son verilecek. Türkiye, bu birleşmeyi sağlayacak BM planını yutmaya hazır olduğunu gösterdi. Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik ortadan kalkacak. AB ile NATO arasındaki çıkar ve üye bağları sıklaşacak. Ayrı bir Avrupa savunma gücü daha kolay idare edilebilir hale gelecek ve giderek daha az gerekli olacak. Avrupalı bir Türkiye, ERMENİSTAN’LA ilişkilerini normalleştirmek için ağır bir baskı altında olacak. Ermenistan batıya daha çok yaklaşacak ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında barış ümitleri artacak. Gürcistan’ın Avrupa’ya girme ümitleri artacak." Dergiye göre, 2003 yılında "Turuncu Devrim"le iktidara gele Sakaşvili hü